• Sonuç bulunamadı

3.A.1.1.9 HİLAL’İN İKİ UCU

Belgede Türk romanında Endülüs (sayfa 122-135)

Hilal’in İki Ucu102romanı, Endülüs’ün çöküş dönemini ve Osmanlı’nın Endülüs’e yardım göndermesini konu alır. Endülüs’teki on üç emirlik, menfaatleri için Hristiyanlarla ittifak etmeye başlayınca bu büyük medeniyetin sonu gelir. Endülüs şehirleri birer birer Hristiyan yönetimine geçer, elde son kale Gırnata kalır.

Endülüs tarihine, zenginliklerine ve kültürel mirasına ışık tutan romanın giriş bölümünde, Fatih Sultan Mehmet kendisinden yardım isteyen Endülüs melikinin yardım çağrısına cevap verir. Arslan Bey, Reisü’l-Küttap Eyüp Çelebi ve güvendiği yeniçerilerden Deliormanlı Poyraz, Pinhan, Serdar Han ve Mustafa’yı Endülüs’e gönderir. Görevleri Gırnata’nın ve diğer Endülüs emirliklerinin durumunu belirleyerek Osmanlı’nın yardım kararı için nasıl bir yol izlemesi gerektiğine dahil bilgi toplamaktır. Endülüs’teki el yazması kitapları Osmanlı payitahtına getirmek de diğer görevleridir. Fatih Sultan Mehmet, Doğu’da yücelttiği Osmanlı Devleti ile Batı’daki İslam devletini buluşturma idealini hayata geçirmek ister. Bu idealini “Hilal’in iki ucunu birleştirmek” olarak dile getirir. Romanda, Deliormanlı Poyraz’ın Kurtuba’da darağacından bir kadını kurtarması sahnesiyle olaylar başlar. Deliormanlı Poyraz’a yeniçeri Mustafa ve Serdar Han ile Luşe şehrinin yiğidi Ali Asar eşlik eder. Pinhan, muhafızlardan birinin boynuna bıçak dayayarak kalabalığın dikkatini çeker. Poyraz, kadını kurtararak atının terkisine atar ve zorlu bir yolculuğa başlar. Kadının

kurtarılarak kendisine getirilmesini isteyen Endülüs’ün son kalesi Gırnata’nın meşhur fakihi İmam Nasr Fatih’tir. Bu yolculuk esnasında Deliormanlı Poyraz, Kurtuba hakkında Arslan Bey’den öğrendiklerini hatırlar ve bu eşsiz şehrin şimdiki haline üzülür. Kurtuba’da bir çok bina yakılıp yıkılmış, eşsiz kitaplar yakılarak yok edilmiş, halkı kadın çocuk demeden katledilmiştir. Deliormanlı Poyraz’ı düşüncelerinden sıyıran, atının terkisindeki kadının boğuk sesi olur. Günlerce gördüğü eziyetlerden bitap düşmüş kadın, konuşmak istese de konuşamaz, yere yazmaya çalışarak Poyraz’a çocuklarını sorar. İyi olduklarını ve yanlarına götürüleceğini öğrenince rahatlar. Bölüm sonunda Poyraz, yola çıkmak üzere kadının kolundan tutup kalkmasına yardım ederken “Haydi Amber…Gitme vakti…” diyerek kadının ismini ilk kez zikreder.

Yeni bir mekanda başlayan ikinci bölümün anlatıcısı Reisü’l Küttap Eyüp Efendi, Arslan Bey ile aynı odadadır. Bu sırada kapı çalınır, içeriye giren Fakih İmam Nasr, “Amber kızımdan haber var mı ağalar? Emanetim sağ mıdır?” diye sorar. Arslan Bey, Amber’in sağ salim getirileceğine dair ümidinin tam olduğunu söyler. Eyüp Efendi, maziye dalarak iki ay öncesine döner. Fatih Sultan Mehmet’ten Gırnata’yı savunması için yardım talebinde bulunmuştur. Sultan Mehmet, Endülüs’ün menfaat peşinde koşan emirlerin hataları yüzünden yıkılmasını hazmedemediğini dile getirir. Kral Ferdinand ve Kraliçe İzabella’nın izdivacı neticesinde birleşen Kastilya ve Aragon Krallıklarının Vatikan’ın tam desteğini alıp kuvvetlenmeleri ve Müslümanlara karşı ittifak oluşturmaları büyük bir sorun oluşturur. Gönlünden geçen Gırnata’ya yardım ederek Batı içlerine doğru ilerlemek, Doğu ve Batı’yı Viyana’da buluşturmaktır. Sultan Mehmet, Otranto üzerine sefere çıkma kararı almıştır. Eyüp Efendi, Arslan Bey’in kendisine seslendiğini duyar ve düşüncelerinden sıyrılarak âna döner. Arslan Bey ile Fakih, Endülüs’ün fethi hakkında konuşurlar. 711 yılında Tarık Bin Ziyad, Endülüs’e yedi bin kişilik ordusuyla çıkarak Rodrigo’nun doksan bin kişilik ordusunu yener. Kâtipler, savaşan askerler arasındaki Türkleri “Uguzlar” diye kaydetmiştir. Konuşma sona erdiğinde Poyraz yanında Amber ile odaya girer. Amber’in İmam Nasr’a davranışı soğuktur. Çocuklarını sorar ve yanlarına gitmek ister. İmam Nasr, Amber’in Kurtuba’da kalan müstensih soyundan gelen kıymetli bir cevher olduğunu açıklar. İspanyol Kral Teytula’daki Müslüman kitapları Latinceye çevirmek ve çoğaltmak istediğinden Amber’i ve ailesini sağ bırakmıştır. Amber’in

büyükanneleri Endülüs’ün kitap aşığı emiri II.Hakem’in saray kütüphanesine getirdiği Doğu kitaplarını çoğaltan kadınlardır. Bu kadınlar kitap toplamak, çeviri yapmak için evlenmezler. Amber de onlardan biri olmak istemiş fakat ansızın Mağrip’ten gelen esrarengiz bir adamla evlenmiş ve iki oğul sahibi olmuştur. Çocuklarından ikincisine hamile iken Mağripli kocası sırra kadem basar. Amber kendisine Latinceye tercüme edilmesi için getirilen kitaplardan yakılmak üzere ayrılmış olan birinin Said Bin Abdurrabbih’in ecza kitabı olduğunu farkeder ve gizlice alır. Bu kitaptan herkese şifa dağıtmaya başlar. Papaz bunu öğrenince kendisini cadılıkla suçlar. Genç kadın, Sultan Mehmet Han’ın arzu ettiği kitaplara ulaşacak olan tek kişidir. Endülüs Medeniyeti’nin hem sanat hem de ilim manasında yücelmesinde kadınların büyük hizmetler verdiği, usturlabı icat edenin Halepli Meryem El-İcliyye olduğu konuşmalarla vurgulanır.

Yeni bölümün başlangıcında pencereden bir grup atlının geldiği görülür. Mustafa Gırnata’dan yeni haberlerle döner. Arslan Bey’e Kastilya Kraliçesi İzabel’in hayatında sadece bir kez yıkanmış olduğunu bundan sonra ancak Gırnata’nın alındığını gördüğünde yıkanmayı kabul edeceğini duyduğunu söyleyince, Arslan Bey kraliçeye bu yüzden “Pasaklı İzabel” denildiğini anlatır. Amber, İstinsah vazifesiyle, ecza karışımı işiyle, Kurtuba’da gizli faaliyetleriyle dolu dolu yaşadığı hayatından sonra kır yaşamına alışamamıştır, bir geri dönüş anıyla başından geçenleri düşünür.Yahudileri idare eden Roger Ovideo, Amber’e sahip olmak istemiştir. Amber kabul etmeyince sihir yaptığı iftirasını atarak, onu darağacına yollayan Ovideo’ya destek olmak için rahip de Ripoll Manastırı’na baskın yapıp, kitapları Manastır’dan kaçıranların arkasında Amber’in olduğu yalanını söyler. Bölümde Amber, tercüme usulü hakkında bilgi verir. Tercüme esnasında bir Yahudi yüksek sesle Arapça okurken, bir rahip bunu Latinceye çevirir ve müstensihler de çevirileri kaleme alır. Krallar ve kraliçeler için süslemeli, altınla işlemeli, değerli el yazmaları çoğaltılır. Amber, Hristiyan alimlerin yetersizliklerini, Endülüs’ün medeniyetini keşfettikçe, tabiat ilimleri, gökbilimi ve havabilimine merak saldıklarını düşünür. Ardından tıp ilminde yoğunlaştıklarını, Gâfâkî ve Zehravî’nin asırlar evvelki tespitlerinin onları şaşkınlık ve hayranlığa düşürmeye yettiğini dile getirir. Amber, kocası İbni Talip’in kendisini ve çocuklarını hırs ve zenginlik tutkusu yüzünden bırakıp Kadis’e gittiğini açıklar. Pinhan ile Serdar Han’ın yanlarına giden Amber, Pinhan’la sohbet ederken

onun Yahudi bir devşirme olduğunu öğrenir. Rumeli’ye göç etmişlerdir. Endülüs’e gelen Pinhan’ın arzusu, göç ettiklerinde geride bıraktıkları ve yıllardır haber alamadıkları kardeşini bulmaktır. Amber, Endülüs’te Yahudilerin konakladığı İşbiliyye ve Gırnata yerler hakkında bilgi verir. Konuşma esnasında Poyraz gelir ve Amber’i İşbiliye üzerindeki köyde sakladıkları kitaplara götüreceğini söyler. Amber ve yanındakiler Kastilyalılar gibi giyinip kuşanırlar. Amber, Poyraz, Arslan Bey ve adamları köye giderler. Amber, kısa sürede itimat ettiği bu adamlara kitapları emanet etmenin ne denli doğru olduğunu düşünür. Fakih onların safında yer almış ve Amber’i de ikna etmiştir. Zira Osmanlılar olmasa İbni Haldun’un mukaddimesi gibi bir çok Endülüs kitabı toprak altında kalmaya mahkum olup unutulacaktır. Bölüm, yol boyunca Amber’in bu Osmanlı adamlarına güvenip güvenmeme konusundaki düşünceleriyle sona erer.

Köye vardıklarında akşam çökmek üzeredir. Köy, İşbiliye yolu üzerindedir ve iyi korunmaktadır. Deliormanlı Poyraz, etrafı kolaçan eder. Köyün sokakları oldukça dar, evler ekseriyetle beyaz badanalı ve iki katlıdır. Eve varırlar ve içeriye girerler. Kitaplar, sofanın sonundaki merdivenle inilen gizli bir mahzendedir. Amber ceylan derisi çantasından taşa benzer bir madde çıkarıp ovalamaya başladığında madde parlar ve içinde ateş varmış gibi etrafı aydınlatır. Mahzenin kapağı açılınca, Deliormanlı merdivenle içine girer ve kitaplara ulaşır, aceleyle kitapları yukarıdakilere verir. Amber, Poyraz’ı kitapların böcekler ve farelerin kemirmesi ihtimaline karşı zehirli eczalarla korunmuş olduğunu ve ellerini, gözlerine, yüzüne sürmemesi konusunda uyarır. Poyraz, Amber’in uzattığı özel bir suyla ellerindeki zehirden kurtulur. Bu esnada Poyraz izlendiklerini, eli hançerli bir adamın onlara doğru yaklaştığını görür. Adamları bertaraf edip atlarına atlayıp hızlıca uzaklaşırlar. Poyraz, Vadil Kebir nehrine vardıklarında, yaralı olan Amber’i attan indirip bir ağacın gövdesine yaslar. Amber’in bileğindeki kesik derindir ve dikilmesi gerekmektedir. Fakat gerekli aletler yanlarında yoktur. Pinhan karşı tepeyi işaret eder ve “Beyim, o tarafta biri ateş yakmış. Emniyetli görünüyor…Gidip bir baksak mı? Belki bir yardımı dokunur.” der. Eyüp Çelebi ve Pinhan ateşin yandığı tepeye giderler. Pinhan iyi haberlerle dönünce, ateş yakmış olan adamın yanına giderler. Ateşin sahibi, Geronimo adında bir İspanyol’dur. Geronimo sicim taktığı iğne ile Amber’in yarasını diker. Amber kendine gelince

Geronimo’dan diktiği yaranın üstüne kendi çantasında bulunan eczayı sürmesini rica eder . Bu sırada Arslan Bey, Sultan Mehmet’e iletilecek ilk mektubu Eyüp Çelebi’ye yazdırmaktadır. İspanyollar ve Osmanlıların giyiniş, yaşam tarzı, beslenme, temizlik gibi hususlarda mukayese edildiği mektup : “Ez cümle İspanyollar öyle ters insanlar ki, bir Osmanlı’yı ayaklarından tavana asın, karşınızda İspanyol’u görürsünüz vesselam!” sözü ile sonlanır. Amber, Eyüp Çelebi ve Arslan Bey, kurtarılan kitapların etrafına toplanarak onları inceler. Kurtarılan kitapların hepsi el yazmasıdır ve bazıları şunlardır: “İbni Rüşd’ün Aristo Şerhi, İbni Sina’nın Eş-Şifa, El-Kanun Fi’t-Tıp ile Hayvanat’ı, Biruni’nin ilaçların ve şifalı otların isimlerini altı ayrı dildeki karşılıklarıyla kaleme aldığı Eczacılık kitabı ve yine Biruni’nin Astronomiye Giriş, El- Kanunu’l-Mes’udu’si, Harezmi’nin El-Cebir kitabı…”

Güzel yazı yazma ve kitap sevgisi Endülüs’lülerin iki mühim özelliğidir. Eşraftan kimseler dahi evlerinin bir köşesine kitaplık kurmayı adet edinmişlerdir. Amber bunları anlatırken meşhur Endülüs’lü coğrafya alimi Ebu Ubeyd El-Bekri’nin sahip olduğu kitapları parlak ve pahalı kumaşlar arasında muhafaza ettiğini söyler. Buna mukabil Frenk Kralı’nın okuma yazmayı şimdilerde öğrenmeye çalıştığını, Avrupa hükümdarlarının kültür ve idare sanatıyla ilgilenmekten ziyâde askerlik mesleğini tercih ettiklerini ve Hristiyan krallıklarının tedrisâtlarının kilise ile sınırlı kaldığını anlatır. Vaktiyle Meriyye’de vezirlik eden İbni Abbas’ın esir düşünce kendi canından çok kitaplarının derdine düşerek “Ey Allah’ım! Kitaplarım ne olacak?” diyerek dizlerini dövdüğü rivayeti vurgulanır. Deliormanlı Poyraz, Gırnata’nın meliki Ebu’l Hasan, muhâlifi olan öz oğlu Abdullah Es-Sağir, kardeşi Ez-Zagal’dan hangisini desteklemelerinin isabetli olacağını düşünür. Eyüp Çelebi ve Amber istirahate çekildiğinde Pinhan gece nöbeti tutar. Poyraz yanından geçen Geronimo’nun, “Kurtuba’da bir şarkıcı ölse çalgı aletleri İşbiliye’de satılırdı. Buna mukabil İşbiliye’de bir alim ölse kitapları Kurtuba’da müşteri bulurdu…” dediğini duyar. Duyduğu baykuş sesiyle kendine gelir, bu ses vazifesini tamamlayıp gelen Serdar Han’ındır.

Yeni bölümde Gerenimo’nun hikayesi anlatılır. Geronimo, İsevî olan Melena adındaki kadına duyduğu aşk ve özlem yüzünden kendini şaraba vermiş, dünyadan soyutlanmıştır. Bir akşam meyhanede içerken suratına şiddetli bir tokat iner. Bulanık

şuuruyla bu adamın iki gün evvel beraberindeki kadınla Geronimo’nun dağdaki ateşine misafir olan Poyraz olduğunu anlar. Poyaz’ın sırtında yol alan Geronimo seneler öncesinde yaşanan kara geceyi anımsar. Melena Geronimo’nun karısıdır. Bir gece kral ve kraliçenin katıldığı ayinden döndüğünde, Kadis şehrinin yakınlarındaki köylerinin, içindeki kiliseyle birlikte yandığını görür. Bunu yapanın Müslümanlar olduğunu düşünerek köye doğru gider. Köy halkı bebek, kadın demeden katledilmiş ve köy ateşe verilmiştir. Geronimo’nun karısı Melena da karnındaki bebeğiyle beraber evlerinin duvarına kılıçla saplanmış ve tecavüze uğramıştır. Karısını öldürenlerin Kastilya Kralı’nın adamları olduğunu daha sonra öğrenir. Kral, bu köyü Yahudi bir aileyi aralarında tuttukları gerekçesiyle yerle bir ettirmiştir. Geronimo bu kâbusu tekrar görürken Melena’yı sayıklamaktadır. Geronimo, Amber’in sesini duyar. “Kim olabilir Melena? Kim ona bu kadar acı çektiren? Kan ter içinde adını sayıkladığı hatun?” Geronimo iyice kendine geldiğinde İşbiliyye’de olduklarını öğrenir ve “Nasıl, niçin getirdiniz beni buraya?” diye sorar. Odaya giren Poyraz ve Eyüp Çelebi, Geronimo’ya nasıl olduğunu sorar. Ardından Serdar Han odaya girer ve telaşla Arslan Bey’in onları çağırdığını söyler. Getirdiği havadise göre, Ebu’l Hasan Kastilya kralının elçilerine ağır sözler söyleyince, İşbiliye’den Kadis Markizi’nin komutasında bir ordu, Elhamra beldesine doğru yola çıkmıştır. Arslan Bey kısa sürede Gırnata’ya gitmelerini istemektedir. Bölüm, Geronimo’nun Amber’e dair hislerinin farkına varmasıyla son bulur. Amber için şöyle der: “Amber! Bakışlarındaki hüzünle akrabalık kurduğum melek…”

İşbiliye’deki sıra dışı bir hareketlilikle yeni bölüme geçilir. Eyüp Çelebi, diğerlerini handa bırakıp, Fakih İmam Nasr ile İşbiliye çarşısında gezintiye çıkar. Bu gezinti sırasında aralarında geçen konuşmalarda Eyüp Çelebi, İşbiliye ve tarihine dair bilgiler verir. İşbiliye Endülüs’ün portakal bahçeleriyle meşhur, Vadil Kebir Nehri’nin iki yakasına kurulmuş, Müslüman mimarisiyle donanmış, musikinin vatanı olan bir beldedir. Halk, Latince, İbranice, Arapça ve Berberice konuşmaktadır. İki yüz elli yıl evvel Hristiyanların eline geçmiştir. Müslüman olan Gırnata Nasri Hanedanı, bu kuşatmada Hristiyan kuvvetleri arasına dahil olup, kardeş emirliğin mahvına sebep olmuştur. İşbiliye’den sonra Valensiya, Ceyyon, Şatibe, Şanter ve Arcun da birer birer teslim olur. Gırnata, Mağrip’ten, Fatimiler’den ve Kölemenler’den aldığı yardımlarla

İspanyol birleşik krallıklarına karşı durur. Eyüp Çelebi, gezinti sırasında bir mûsîkî aletinin sesiyle kendinden geçer. Endülüs’ün mûsîkî dehâsı Ziryab hakkında konuşurlar. Ziryab’ın, İşbiliye, Valensiya, Tuleytula ve Gırnata’daki mûsikî medreselerini imâr eden, Bağdat’tan Endülüs’e göç eden bir âlim olduğu, Ziryab’la birlikte Nevruz Bayramı gibi Doğululara ait olan usüllerin Endülüs’e geldiği anlatılır. Deliormanlı Poyraz, Pinhan, Serdar Han, Mustafa, Fakih İmam Nasr, Geronimo’yu Amber’le bırakarak Arslan Bey’in yanına giderler. Arslan Bey, Kadis Markizi’nin Elhamra’yı kuşatmak üzere ordusunu toparladığını, Melik Ebu’l Hasan’a ulaşmaları gerektiğini söyler. Ferdinand, gelen elçilere Gırnata’nın Kastilya Hükümeti’ne tabii olmasını ve vergi vermesi şartını koşar. Endülüs meliki, elçileri tersleyerek bu şartlara karşı çıkar. Kral ve Kraliçe de bu cürete çok sinirlense de Portekiz Kralı Alfonso ile savaş halinde olduklarından Endülüs’ün üzerine yürüyemezler. Ebu’l Hasan, tahta geldiği zamanlarda dirayetli bir adamdır. Sonradan Elhamra’da zevke dalmış harp ve siyasetten uzaklaşır. İkinci karısı, aslen İspanyol olan Fatıma, onun tek meşgalesi olmuştur. Fatıma ile ilk karısı Aişe kendi oğullarını tahta geçirmek adına rekabete girer. Melik, ilk karısını ve oğlunu rakip olarak görmektedir. Karısına ve oğluna galip gelmek için sefere çıkar ve Gırnata yakınlarındaki Zehre şehrini kuşatır. Bu sayede Malaga’daki kardeşi Ez-Zagal’a karşı da üstünlük sağlar.

Saray içerisinde yaşanılanlar anlatıldıktan sonra roman olaylarına geri dönülür. Ertesi gün seher vakti Gırnata’ya doğru yola çıkan grup, ikindi vakti Vadil Kebir Nehri kıyısında açıklık bir merada istirahat eder. Üç günlük yolculuğun ardından Gırnata’nın surlarından İmam Nasr sayesinde kolaylıkla geçerler. Çarşıdan geçerken Cennetü’l- Arif Köşkü, Elhamra Sarayı, Cevizli Hamamı ve Gırnata’yı hayranlıkla seyrederler. Çocuklarını ve Amber’i taşıyan atlı araba aniden durur. Önlerinden hırpanî giyimli kalabalık bir bölük insan geçmektedir. Şehirde veba salgını vardır ve herkes kaçmaktadır. Arslan Bey, Pinhan ve Eyüp Çelebi’ye saraya gidip meliki ziyarete geleceklerini usulünce bildirmelerini emreder. Kırmızı Saray Elhamra, Gırnata’nın seyri en güzel tepesi olan Sabıka Tepesi üzerindedir. Cennetü’l-Arif denilen, çiçek tarlalarıyla süslü bahçeden yol bulup karşıya ulaşmakta güçlük çekerler. Bahçede beş yüzün üzerinde nebât çeşidi bulunur, çoğunluk çiçek, geri kalanlar ağaçtır. Melik Ebu’l Hasan’ın huzuruna varırlar. Arslan Bey, Sultan Mehmet’den gelen ferman ve hediye

Kur’an’ı Ebu’l Hasan’a takdim eder. Melik, fermanda Fatih’in yardım vaadinin bulunmayışına içerler. Arslan Bey, Fatih’in Gırnata’ya yardım etmeyi istediğini, fakat imkânları müşahade etmek gerektiği için kendilerini görevlendirdiğini anlatır. Arslan Bey sözü alacakken, Hacip, peşinde üç neferle huzura çıkar. Elhamra şehrinden havadisler olduğunu, Luşe yiğidi Ali Asar’ın huzura kabul edilmek istediğini söyler.

Ali Asar, hazırlıklarını bitirmeden gece yarısı kale kuşatılmıştır. Halk çoluk çocuk, yaşlı, kadın kuşatmaya karşı koymaya çalışmaktadır. Ebu’l Hasan Hacip’e lüzumlu hazırlığı yapmalarını ve ertesi gün Elhamra’ya gideceklerini söyler. Ali Asar, Kadis Markizi’nin kendilerinden evvel Elhamra’ya ulaşması durumunda neticenin vahim olacağını söyler. Ebu’l Hasan’ın cevabı, “Luşe komutanı, git ve haline çeki düzen ver, yarın öğle ezanından sonra ordum hareket edecektir, bu kadar!” olur. Ali Asar’ın aşağılanarak gönderilmesi üzerine Arslan Bey, izin isteyerek huzurdan ayrılır. Gırnata’da ikâmet edecekleri eski korsan reislerden İbni Fudeys’in hanesine doğru yola koyulurlar. Saraydan şehre doğru inerken Pinhan, Arslan Bey’den izin alarak Cennetü’l-Arif bahçesine geri döner. Yahudi bahçıvana kardeşini sormak niyetindedir. Ertesi gün, melikin liderliğindeki üç bin süvâri, kuşatmayı yarmak üzere şehre giderken şehrin düştüğü haberini alır. Melik, Gırnata ordusunu güneyde sahile bakan tepelerin gölgesinde saklamayı düşünür. Rabah Kalesi’nden gelen İspanyol birlikleri kısa sürede Elhamra önüne varırlar. Gırnata ordusu, şehri geri almak üzere tekrar meydana çıkar ve şehri kuşatır. Kraliçe İzabel, Katolik ordusunu Elhamra’ya sevk etmiştir. Ebu’l Hasan’a ilk karısı Aişe’nin oğlu Abdullah Es-Sağir’i tahta yerleştirmeye çalıştığı haberi getirilir. Melik, derhal geri dönüş kararı alır. Melik eşini ve oğlunu kaleye hapsettirir. Aişe ve oğlu kaleden kaçmayı başarır ve ertesi gün toplanan taraftarları Abdullah Es-Sağir’i melik ilan ederek onu El-Beyzain Sarayı’na yerleştirir. Halkın çoğunluğu Abdullah’ı tutmaktadır.

Yeni bir bölüme geçildiğinde Deliormanlı Poyraz, girdiği çatışma esnasında kasığından yaralanır. Amber’in eczaları onu iyileştirir. Misafir oldukları evin sahibi İbni Fudeys’in kızı Zeynep Büşra, Deliormanlı Poyraz’a âşık olur. Deliormanlı ise Amber’e aşıktır. Geronimo, Vatikan’ın onlara anlattığı gibi, bu insanların barbar, vahşi, acımasız insanlar olmadığını, bu altı adamın belki de Endülüs’ü ele geçirip eyaletleri yapma niyetinde olduklarını sesli düşünür. Arslan Bey, Geronimo’nun

söylediklerini işitir ve Geronimo’ya Endülüs’ü ele geçirme niyetinde olmadıklarını söyler. Bu sırada yanlarına gelen Serdar Han, Fakih İmam Nasr’ın Gırnata halkına seslenişini dinlemek için şehir meydanına inmeleri gerektiğini söyler. Şehir meydanına indiklerinde baba ve oğul taraftarlarının birbirlerine diş bilediği kalabalığın içine girerler. Herkes, Fakih’in ve diğer âlimlerin hangi safta yer alacaklarını merak eder. Fakih, İspanyol kasırgası dinip kara günler geride kalana kadar kavga ve husumetin bırakılması gerektiğine dair etkileyici bir konuşma yapar.

Yeni bölümde bölüm anlatıcısı Amber’dir. İmam Nasr’ın Gırnata ahalisine seslenmesi etkili olmuştur. Melik Ebu’l Hasan ve Abdullah Es-Sağir arasında ittifak sağlanır ve halk kurtuluş için birleşir. İspanyollar, Elhamra şehrinin ardından kimi

Belgede Türk romanında Endülüs (sayfa 122-135)