• Sonuç bulunamadı

122

“Her adımında biraz daha eskiyordu ev, normal bir mutfaktan, bir harabeye doğru ilerliyordu. Odaya girdiğinde zaten artık hem harabenin, hem de bir nevi oğlunun mezarının içindeydi. Artık pencere ve perde olmadığı için sokak da görünüyordu, karşı pencere de. Aslında karşı pencere de görünmüyordu. Karşı pencerenin ardındaki odada bir patlama olmuştu, bina, sokak ve annenin evi bir kaderi sırtlanmışlardı beraber (Süngü, 2017, s. 102).”

123

geldiklerini Saadet’e anlatmaya çalışsa da eşi bu kaçışı bir türlü anlamaz. İstanbul’a dönmek istediğini sürekli dile getirir. İnsanlardan korunmak için şehirden kaçan Bekir, en sonunda eşini öldürür. Kısa bir süre sonra da kendisini öldüreceğini söyler.

Bekir’e göre ölmek, kendi varlığına hükmetmektir ve bu noktadan sonra onun için özgürlük başlar: “Nasıl düşünememiştim. Onca yıl ne kadar kör yaşamıştım.

Karanlıkta nokta nokta ayrışıyordu gökyüzü. Odanın içinde yanan çalı çırpı çıtırtısı.

Gözlerim görüyor, kulaklarım duyuyor, sahibim kendime. Kendime sahibim (Süngü, 2018a, s. 21).”

Şehirden köye kaçma temasının olduğu bir başka öykü ise Deli Gömleği kitabında yer alan “Yaşayabilmek” adlı öyküdür. Başkahraman genç yaşta kendini eve kapatmış, insanlardan uzak bir yaşamı tercih etmiş biridir. Lisede başlayan yazma isteğini durduramaz ve her yıl on defteri geçecek şekilde her gününü not eder.

Ancak son zamanlarda hiç dışarı çıkmadığı, sürekli evinde olduğu için hep aynı şeyleri yazar. Öykünün başlarında sürekli evinden çıkmamasından bahseder ama bu durumun esas sebebini söylemez. “(...) Ben evimde yaşarım, asla dışarı çıkmam ve sadece yağ ekmek yiyerek sürdürürüm hayatımı (Süngü, 2018a, s. 96).” “Asla çıkmam dışarıya. Çıkamam. Çıkmayı istemem. Bunu beceremem. Başaramam da diyebiliriz ama istemem ve çıkmam demem bence daha doğru (Süngü, 2018a, s.

97).” Ben anlatıcının günlüklerini okumasına izin verdiği tek arkadaşı Volkan’dır.

Volkan, başkahramanla konuşmayı sevdiği ve onun fikirlerine önem verdiği için sık sık evine gider. Bir gün başkahramanın evinde otururken Volkan, hayatında bir sıkılganlık olduğunu ve bunu üzerinden atamadığını söyler:

- Ben sıkılıyorum, dedi.

- Çizgi film seyret, dedim.

- Şimdi değil, şimdiden bahsetmiyorum, dedi. Genelde yani, sıkılıyorum. Sıkılmaktayım.

- Neden sıkılıyorsun, dedim.

- Bilmiyorum, dedi.

- Bilmiyorsan, öğrene ne kadar sıkılacaksın, elinden bir şey gelmez, dedim (Süngü, 2018a, s. 101).”

Başkahramandan istediği cevabı alamayan Volkan, bu sefer onun hayatını sorgulamaya başlar. Ben anlatıcının her gününü hatta her saatini yazdığı defteri eline alır ve okumaya başlar. Özellikle son zamanlarda yaşadıklarının neredeyse birebir aynı olduğunu fark eder ve ona sürekli aynı şeyleri yaşamaktan sıkılıp sıkılmadığını sorar:

124

- “(…)Sıkılmıyor musun?

- Ara sıra sıkılıyorum, dedim. Bu yüzden geçen gün sırf deftere farklı bir şeyler yazabilmek için gece yarısı kalktım, dedim gülerek.

- Hayır, hayır, aynı şeyleri yazmaktan sıkılıp sıkılmadığını sormuyorum. Aynı şeyleri yaşamaktan sıkılmıyor musun?

- Anlamsız bir soruydu (Süngü, 2018a, s. 104).”

Bu diyalog başkahramandan çok Volkan için bir uyanış olur. Dört duvar içinde neredeyse gönüllü hapis hayatı yaşayan arkadaşının daha mutlu olduğunu fark eder. Kalabalık caddeler, gürültülü şehir yaşamı; varlıklarını dahi kendilerine unutturmuştur. Zaten diyalogun sonunda da Volkan bu durumu dile getirir:

- “İnsan hep aynı şeyleri yaşar Volkan… Dedim şaşkınlıkla.

- Olur mu hiç, nasıl aynı şeyleri yaşar. Şu hayatına bak. Evin içinde dört duvar arasındasın. Ben koca bir şehrin içerisinde sıkılıyorum.

- Ben de koca bir şehrin içinde değil, evimde olduğum için sıkılmıyorumdur belki. İnsan kendi hayatında sıkılır mı? dedim.

Uzun uzun başını salladı.

- Benim hayatım kendime ait değil mi, yani? diye sordu.

- Ne bileyim ben. Senin hayatınsa sen bilirsin, bana ne diye soruyorsun.

- Değil, dedi. Benim dediğim hayat benim değil, biz dışarıda koşturup duranlar, hiçbirimiz mutlu değiliz çünkü kendi hayatımıza sahip değiliz (Süngü, 2018a, s. 104).”

Aradan üç gün geçtikten sonra Volkan tekrar başkahramanın evine uğrar.

Ancak bu sefer misafirliğe değil, vedalaşmaya gelmiştir. “Kaçacak Yer Yok”

öyküsünde olduğu gibi Volkan da arkadaşıyla yaptığı konuşmadan sonra kendisine yeni bir yol çizmiş, şehir yaşamından kaçıp köyüne gitmeye karar vermiştir.

“Buradan gidiyorum okulla ilişiğimi kestim. Yurttan çıktım. Köye dönüyorum.

Babamın bakkalında çalışacağım, annemin bulduğu bir kızla evleneceğim. Ölene kadar mutlu yaşayacağım (Süngü, 2018a, s.104).”

“Yaşayabilmek” öyküsünde başkahramanın insanlardan hatta hayattan uzak bir yaşam tercih edip evinden çıkmaması, kaçış temasının bir başka örneğini oluşturmaktadır. İnsanların çokluğu, şehrin rahatsız eden gürültüsü, havanın ne zaman, nasıl olacağını bilememek onu rahatsız etmektedir. Bu yüzden de evinden pek ayrılmaz.

“Yürümenin haricinde; dışarıya çıkmam çünkü dışarıda olmak, dışarıda bulunmak da benim için fevkalade itici, rahatsız edicidir. Kocaman sokaklar caddeler, üzeri açık, yanları açık, güneş vuruyor, yağmur yağar, insanlar var, sesler var, arabalar var. Nasıl becerirler onca karmaşanın içindeyken bir başınaymış gibi olmayı. Anlaşılır gibi şey değildir (Süngü, 2018a, s. 97).”

125

Arkadaşı Volkan’ın okulunu, şehirdeki hayatını bırakıp köye gitmesinden sonra diğer arkadaşlarının “Neden böylesin (Süngü, 2018a, s. 106)?” sorusu karşısında şaşırır. Çünkü yaptıkları ona göre gayet normaldir. Yine de hayatını sorgulamaya başlar. Öncelikle ne zaman her şeyden elini eteğini çektiğini hatırlamaya çalışır. Sonra işini niye bıraktığını, evinden niçin dışarı çıkmadığını sorgular. Bu sorgulamalar onu lise yıllarına götürür:

“Lise yıllarında biraz karışıyor işler. Duraksamak zorunda kaldım oralarda bir yerde.

Önce neden duraksamak zorunda kaldığımı söyleyeyim. Şu her günü defterlere yazma alışkanlığım galiba lise yıllarına tekabül ediyordu. Bu, alışılagelmiş bir şey olmadığı için, belki orada durmak gerekiyordu (Süngü, 2018a, s. 107).”

İçinde her anını yazdığı defterlerinin bulunduğu odaya gider. İlk defterini/

günlüğünü aramaya koyulur. İlk günlüğünü “bundan tam altı sene dört ay yirmi üç gün önce (Süngü, 2018a, s. 107)” yazdığını fark edince şaşırır. On altı yaşındayken yazdığı bu günlüğün ilk sayfasında sadece “İçimdeki sıkıntıyı kimselere anlatamıyorum. Çok düşündüm ama anladım ki… Yapacak başka bir şey yok.

Kurtuluş için mecburum. Bu deftere anlatacağım ve bu defter bittiğinde ölmüş olacağım (Süngü, 2018a, s. 107).” yazmaktadır. Daha küçük yaşta yazdığı bu cümleler, onu korkutur ve yaşadıklarının temelini oluşturduğunu fark eder. Sırayla bir oda dolusu defteri okur. Günlüklerinde yavaş yavaş bahsettiği konular değişmiştir ancak defterin sonunda “Bu defter bitince ölmüş olacağım (Süngü, 2018a, s. 109).”

cümlesi değişmez. Ama ölüm fikri defter bitince değil de “yazma işim bittiği zaman”, “anlatacaklarım bittiği zaman ölmüş olacağım (Süngü, 2018a, s. 109)”

şeklinde değişir. Önce sıkıntısını anlattığında kimselerin anlamayacağını bildiği için yazmaya başlayan ve her defterde bundan sonra öleceğim diyen kahraman, farkında olmadan kendini yazmaya adamıştır. “Yüz yedinci defterden itibaren ölüm yoktu ilk sayfalarda. Bu defter, bu yazı yahut anlatacaklarım diye bir ifade yoktu. Sadece yazmıştım (Süngü, 2018a, s. 109).”

Yazmaktan kendi alıkoyamayan kahraman, bu yüzden işten çıkıp kendini sadece defterlerinden oluşan bir dünyaya sokar. Yüz altmış üçüncü defterde yazdığı şu sözler, hayatını dışarıda kalabalıklar içinde değil de kendi ellerinde olduğunu fark etmesi bakımından önemlidir: “Hayatla tüm bağlarını kopardım. İşten çıktım, eve kapıyorum kendimi. Bir şeyler anlatmak istediğim an bunu başarabileceğim artık.

126

Her şey parmaklarımın ucunda, dışarıda hiçbir şey yok. Her şey içimde. Daha önceden neden düşünemedim (Süngü, 2018a, s. 109)?”

Kahramanın bu tutkusu, sezdirmeden onu bütün hayattan soyutlamış, ev ve defteriyle sınırlandırılmış bir ortama hapsetmiştir. Yüz yedinci deftere kadar yazdığı bu defter bitince “öleceğim” cümlesinin fiziksel olmasa da psikolojik açıdan gerçekleştiğini görür. Korkunçtu. Bir çeşit ölüydüm sanki ben (Süngü, 2018a, s.110).” Onca senedir yaşadıklarını anladığında hapsolduğu evinden bir anda kendini dışarı atmak ister ancak dışarısı ona artık yabancıdır. Sığınak bildiği evinden de defterlerinden de ayrılamaz. Bu yüzden dışarı çıkma isteğinden vazgeçer: “Hemen evden çıkmak istedim ama kapıyı bile açamadım. Çünkü korktum. Ne var dışarıda?

Bilmemek değildi korkutan, dışarıyı unutmak değildi (Süngü, 2018a, s.110).”

Defterlerini okumaya başladığı günden, bitirdiği ana kadar hem geçmişini gören hem şu an ne yaptığının ayrımına varan hem de gelecekte nasıl olacağını sorgulayan kahraman, yazmanın onun hayatının gayesi olduğunu söyler ve anlatısını bitirir:

“Benim hayatım… Benim hayatım ne, benim amacım ne? Nerede, nasıl?

Cevap basit aslında, sadece görmek gerekiyordu. Bu defterin başına neden oturduğunu biliyordum, şimdi de biliyorum. Anlatmam gerekiyordu. Anlatmaya kapıldığım için bir an ne için anlatmam gerektiğini ve anlatımım bitince ne olacağını unutmuş olabilirim, hayatta kalma dürtüsü unutturmuş da olabilir ya da yazarlık mı diyorsunuz… Öyle olsun, ama artık hatırladım ve anlattım işte (Süngü, 2018a, s. 111).”