• Sonuç bulunamadı

ye çalışmışlardır. Kur an, bu insanların hayatlarının ve mücadelelerinin örneklerini vererek, toplumsal değişikliklerin ancak bu şekilde hareket

N/A
N/A
Protected

Academic year: 2022

Share "ye çalışmışlardır. Kur an, bu insanların hayatlarının ve mücadelelerinin örneklerini vererek, toplumsal değişikliklerin ancak bu şekilde hareket"

Copied!
48
0
0

Yükleniyor.... (view fulltext now)

Tam metin

(1)

Bismillah

Ocak-Şubat Mart 2013 Sayý: 34 Kur’âni Kur’âni Mücâhede Mücâhede

11 Toplumları değiştiren kimseler,

değişime önce kendilerinden baş- lamışlardır. Kendilerini değiştirme- yenler, hiçbir şekilde toplumu de- ğiştiremezler. İnsanın kendisini de- ğiştirmesi de, öncelikle düşünce haznesinde varolan bilgi ve birikim- leri değiştirmesi ile mümkündür.

İnsan, düşünce haznesinde bulunan bilgilerden hareketle söz- lerine ve davranışlarına yön verir.

Cahili bir düşünce yapısına sahip olan kimselerin, tutarlı, doğru ve gerçekçi davranışlar sergilemeleri elbette mümkün değildir. Aynı şe- kilde yüce Allah’a iman eden kim- selerin de tutarsız ve cahili davra- nışlar ortaya koymaları mümkün değidir.

“De ki: ‘Allah'tan başkasına kul- luk etmemi mi bana emrediyorsu- nuz ey cahiller?” (Zümer, 64)

“Yoksa cahiliyye hükmünü mü arıyorlar? İyi bilen bir toplum için Al- lah'tan daha güzel hüküm veren kim olabilir?” (Maide, 50)

Tarihte çok büyük olaylara ve değişimlere imza atan Risalet ön- deri peygamberler ve onların yo- lunda giden Tevhid erleri, değişime kendilerinden başlamışlar ve gide- rek toplumlarını, iman ettikleri esaslar doğrultusunda değiştirme-

ye çalışmışlardır. Kur’an, bu insan- ların hayatlarının ve mücadeleleri- nin örneklerini vererek, toplumsal değişikliklerin ancak bu şekilde ha- reket edilmesi ile mümkün olabile- ceğini ortaya koymaktadır.

Yüce Allah’a iman eden, Tevhi- di esasları ilke edinen kimselerin, cahili hükümler doğrultusunda or- taya konulan bir sisteme uymaları, o sistemlere ait metodlara göre ha- reket etmeleri hiçbir şekilde müm- kün değildir. İman eden kimseler, tüm düşünce, söz ve davranışlarını, iman ettileri Tevhidi esaslara göre düzenlemekle mükelleftirler. On- lar, hiçbir şekilde cahiliye hükmü doğrultusunda ortaya konulan be- şeri sistemlere göre düşünemez, konuşamaz ve hareket edemezler.

Çünkü iman edenlerin, cahili sis- temlere uymaları kesinlikle yasak- lanmıştır.

“Sana da kendinden önceki Ki- tabı doğrulayıcı ve onu kollayıp ko- ruyucu olarak Kitabı gerçekle indir- dik; artık onların aralarında Allah'ın indirdiğiyle hükmet ve sana gelen gerçekten ayrılıp onların keyiflerine uyma! Sizden her biriniz için bir şeri- at ve bir yol belirledik. Allah istesey- di, hepinizi bir tek ümmet yapardı, fakat size verdikler(i) içinde sizi sı-

bismillah

bismillah

(2)

namak istedi. Öyleyse hayır işlerine koşun, hepinizin dönüşü Allah'adır.

O size ayrılığa düştüğünüz şeyleri haber verecektir.

Aralarında Allah'ın indirdiğiyle hükmet, onların keyiflerine uyma ve onların, Allah'ın indirdiği şeylerin bir kısmından seni şaşırtmaların- dan sakın! Eğer (Haktan) dönerler- se bil ki Allah, bazı günahları yüzün- den onları felakete uğratmak isti- yordur. Zaten insanlardan çoğu, fa- sıktırlar.” (Maide, 48-49)

İman eden kimselerin, cahiliye hükmü doğrultusunda hareket et- meleri, onlar için Haktan sapma ve felakettir. İşte bu nedenle gerçekten iman eden kimseler, cahili olan be- şeri tağuti sistemlere itaat edemez, etmezler.

İman eden bir kimse, Kur’ani ifade ile ancak Müslümandır. Müs- lüman olan bir kimse, demokrat, sosyalist, marksist vb. sıfatlara sa- hip olamaz. Kur’an, iman edecek bireyin, neleri reddedip neleri ka- bul edeceğini çok açık bir biçimde belirtmiştir.

“Dinde zorlama yoktur. Doğru- luk, sapıklıktan seçilip belli olmuş- tur. Kim tağutu inkâr edip Allah'a inanırsa, muhakkak ki o, kopma- yan, sağlam bir kulpa yapışmıştır.

Allâh işitendir, bilendir.” (2/ 257) İman etmek, yüce Alah’tan başka tüm otoriteleri ve onların koydukları hükümleri açık ve net bir şekilde reddetmekle başlar. Dü-

şünce planında başlayan bu deği- şim, giderek duygu, söz ve davra- nışları da içine alacak şekilde haya- tı tümüyle kapsar.

İslâm, iman edecek bireylerde, düşünce planında yüce Allah (cc) dışında bütün otoriteleri reddetme- leri ön şart olarak ileri sürdüğü gibi aynı zamanda İslâm dışı sistemlerin kurallarına göre hareketlerini de yasakladığı yasaklamıştır.Kur’an, iman edenler için tağutun reddedil- mesi konusunda Hz. İbrahim (as)’ın davranışını en güzel örnek olarak verir.

“İbrahim'de ve onunla beraber bulunanlarda sizin için çok güzel bir örnek vardır; onlar kavimlerine ‘Biz sizden ve sizin Allah'tan başka itaat ettiklerinizden uzağız. Sizi tanımı- yoruz. Siz, bir tek Allah'a inanıncaya kadar sizinle bizim aramızda sürekli bir düşmanlık ve nefret belirmiştir’

demişlerdi...” (Mümtehine, 4) Tağutun ve tağuti sistemlerin reddedilmeleri ile yetinmeyen İs- lâm, iman eden kişilerin, tağuta ve İslâm dışı olan her şeye en küçük bir meylin gösterilmesini de yasakla- mıştır.İslâm dışı sistemlere en küçük bir meyil gösteren kimselerin ce- hennem azabına girecekleri ve “Al- lah şirki affetmez” ilahi buyruğun gereği, yüce Allah (cc) o kimseleri bağışlamayacaktır.

“Sakın zulmedenlere meylet- meyin, sonra size ateş dokunur. Si- zin Allah'tan başka dostlarınız yok- BİSMİLLAH

22

Kur’âni Kur’âni Mücâhede Mücâhede Ocak-Şubat Mart 2013 Sayý: 34

Bismillah

(3)

Bismillah

Ocak-Şubat Mart 2013 Sayý: 34 Kur’âni Kur’âni Mücâhede Mücâhede

33 BİSMİLLAH tur. Sonra size yardım edilmez.”

(Hud, 113)

Kur’an, iman edenlerin, nasıl değiştiklerini, geçmiş yaşantılarına ait her şeyi nasıl reddettiklerini bü- tün boyutları ile gözler önüne serer ve bu konuda Risalet önderlerinin hayatlarından örnekler verdikten sonra, iman etmekle kendilerini değiştiren kimselerin hayatların- dan da örnekler verir. Ashab-ı Kehf, Kasabalılara giden davetçiler ve Ashab-ı Uhdud davetçileri, iman ederek kendilerini değiştiren başlı- ca örneklerdir.

Günümüzde, yüce Allah’a, O’nun gönderdiği Tevhidi esaslara iman iddiasında olan kimselerin, cahili beşeri sistemlerin kuralları doğrultusunda hareket ederek Kur’an’dan ve İslâm’dan sözetme- leri, insanları aldatmaktan başka bir şey değildir. Bu kimseler, kendi- leri yüce Allah’a gereği gibi iman etmedikleri için, imanlarına şirk bu- laştırmış, Hakkı batıla karıştırmış ve kendilerince bir yol belirlemişlerdir ki bu yol, hiçbir şekilde İslâmi bir yol değil, batıl ve gayri İslâmi bir yoldur.

İman ettiklerini iddia ettikleri halde, Tevhidi esaslara göre kendi- lerini değiştirmeyen kimselerin, ca- hili tağuti sistemlerin metodlarını kullanarak insanları ve giderek toplumu değiştirmeleri elbette mümkün değildir. Kur’an, bu kim- selerin ikiyüzlü münafıklar oldukla- rını bildirmektedir.

Kur’an, kendilerini değiştirme- dikleri halde, insanlara Kur’an’dan sözeden kimseleri uyarmakta ve bu yapılanın ancak akılsızlık olduğu- nu bildirmektedir.

“Siz Kitabı okuduğunuz halde, insanlara iyiliği emredip kendinizi unutuyor musunuz? Aklınızı kullan- mıyor musunuz?” (Bakara, 44)

Kendilerini, iman ettikleri esas- lara uygun bir şekilde değiştiren kimseler, öncelikle yerlerini ve ko- numlarını belirleyerek şirk ve küfre karşı tavır alırlar ve saflarını seçerler.

Saflarını belirleyen iman edenler, böylece insanları çağıracakları yeri bilirler ve ona göre hareket ederler.

Neye,niçin iman ettiklerini kendilerinde doğru dürüst belirle- yip netleştirmeyen kimseler, iman ve davranış çelişkisi içerisinde bu- lunduklerı için insanları Tevhidi esasları kabul etmeye davet ede- mezler. Bu kimseler, imanlarına şirk bulaştırdıklarından, ne cahili beşe- ri sistemlere karşı tavır alırlar, ne de müslümanların iman ettikleri gibi, yüce Allah’a iman ederler ve Tevhi- di esaslar doğrultusunda yaşarlar.

İman ve davranış çelişkisi içeri- sinde bulunmak, yüce Allah (cc) ka- tında en sevilmeyen bir durumdur.

Bu nedenle yüce Allah (cc), iman edenleri böyle bir duruma düşme- meleri içinuyarmaktadır.

“Ey iman edenler, niçin yapma- yacağınız şeyi söylüyorsunuz? Yap- mayacağınız şeyi söylemek, Allah

(4)

katında en sevilmeyen bir şeydir.”

(Saf, 2-3)

İman eden bir kimse, bütün söz ve davranışlarını, iman ettiği Tevhidi esaslara göre düzenlemekle mükel- leftir. Bu, imani bir zorunluluktur ve iman eden bir kimse, hiçbir şekilde bunun dışında hareket edemez. Oy- sa günümüzde iman ettikleri iddia- sında bulunan bazı kimseler, insan- ları bazı ibadi konularda Kur’an’na davet ederlerken, sosyal hayattaki davranışların düzenlenmesi konu- sunda beşeri tağuti sistemlere insan- ları davet etmektedirler. Bunlar, hem Hakkı batıla karıştırarak gerçekten iman etmenin ne olduğunu gizle- mekte, hem de bu ikiyüzlü tavırları ile insanları kandırarak bu yaptıkları ile çıkar sağlamaktadırlar.

Bu sayıda, Kur’an’a Davet’te,

““İİmmaann EEttmmeekk,, YYeenniiddeenn VVaarroollmmaakkttıırr””

başlığı ile iman etmenin nasıl olma- sı gerektiği ve gerçekten iman eden- lerin nasıl yeni bir kimlik ve kişiliğe kavuştukları konusu anlatılmakta, yüce Allah’a gerçekten iman etme- nin ancak bu şekilde olacağı ortaya konulmaktadır. Bu bölümde, iman etmenin ancak, geçmiş yaşantıya ait bütün değerlerin terkedilmesi ile mümkün olacağı, bunun dışındaki bir imanın gerçek iman olmadığı açıklanmaktadır.

Yorum’da, yüce Allah’a ger- çekten iman etmeyen, imanlarına şirk pisliğini karıştıran müşriklerin, İslâm’a hizmet edemeyecekleri

üzerinde durulmakta, müşriklerin nasıl bir İslâm düşmanı oldukları, Tevhidi mücadelenin, iman eden- lerle müşrikler arasında olduğu açıklanmaktadır.

G

Güünnddeemm’de, Kemalist sistemin, Anadolu halkına karşı işlediği cina- yetler ele alınmakta, bu sistemin halk düşmanı bir sistem olduğu göz- ler önüne serilmektedir. Yöneticileri ne kadar değişirse değişsin, sistemin mantığının değişmediği vurgula- nan bu bölümde, asıl katillerin, bu sistemi ayakta tutmaya çalışan kim- seler oldukları belirtilmektedir.

KKaavvrraamm’da, İslâmi ıstılahta dar’ul İslâm ve dar’ul harp kavram- larının ne olduğu açıklığa kavuştu- rulmakta, günümüzde, Müslü- manların yaşadıkları bölgelerin hangi dar’ oldukları ve Müslüman- ların bulundukları bu bölgelerdeki konumlarının ne olduğu üzerinde durulmaktadır. Hakkı batıla karıştı- ran belamların, dar’ kavramını bi- linçli bir şekilde çarpıtarak, iman edenlerin, bulundukları yerlerde, vahyin belirlediği ölçüler içerisinde Tevhidi bir mücadeleyi engelledik- leriı ve insanları tağuti sisteme ya- mamak istedikleri ele alınmaktadır.

TTeeffssiirr’de Fil suresi ele alınmakta, yüce Allah’ın, yeryüzündeki düzeni koruma naktasında kimseye muhtaç olmadığı, dilediğinde yeryüzü düze- nini, insanlar dışında başka yarattık- ları ile de sağlayabileceği gerçeği gözler önüne konulmaktadır.

Bismillah

Ocak-Şubat Mart 2013 Sayý: 34 Kur’âni Kur’âni Mücâhede Mücâhede

44

BİSMİLLAH

(5)

İmanEtmek Yeniden Varol- maktır

Ocak-Şubat Mart 2013 Sayý: 34 Kur’âni Kur’âni Mücâhede Mücâhede

55 üce Allah (cc), insanı bel-

li bir fıtrat üzerinde yarat- mış, insanın, kendisine verilen özellikleri koruyup koruma- yacağına, kendisini şahit tutmak üzere onu yeryüzüne göndermiştir.

İnsan, sahip olduğu değerlere, ta- şıdığı kimlik ve kişiliğe, takip ettiği ya da taraf olduğu siyasi görüş ve sistemlere göre, yaratılışta kendisi- ne verilen özellikleri ya kaybederek alçalır ya da bu özellikleri daha da geliştirerek yücelir.

“Biz insanı en güzel biçimde ya- rattık,sonra onu aşağıların aşağısı- na çevirdik.” (Tin, 4-5)

İnsana, insan olma onurunu kazandırıp onu, “Mahlukatın en şe- refli” makamına yücelten en büyük değer, hiç kuşkusuzdur ki, yüce Al- lah’a olan imanı ve bu iman doğ- rultusunda ortaya koyduğu fiilleri- dir. Yüce Allah’a iman, insanın Rabb’i ile olan bağını sağlayan bir bağ olduğundan kişi, tüm düşün- ce, söz ve davranışlarını, Rabb’inin kendisinebildirdiği Tevhidi esaslar içerisinde düzenler ve böylece, ya- ratılışta kendisine verilen özellikleri daha da geliştirerek yücelir.

Yüce Allah’a ve O’nun gönder-

diği Tevhidi esaslara iman etmek, dünya hayatında, kimi olumsuz şartların ve şeytan aleyhillanenin etkisi ile fıtratta kendisine verilen özellikleri, kısmen ya da tamamen kaybeden insanın yeniden varol- ması, yeni bir kimlik ve kişilik kuşan- masıdır.

İman etmek, insanın, düşünsel ve fiziksel olarak eskiye ait her şeyini terk ederek yepyeni bir kişilik ve kimlik kazanması, kendi hayatını, çevresini ve dünya hayatını, yeni iman edilen esaslara göre dizayn etmesidir.

İman, bir kalbe girince o kalp sahibi için artık tek değer, iman etti- ği Rabb’i ve Rabb’inden gelen emirlerdir. O iman edenleri, ne çevresel olumsuz şartlar, ne zorba- ların baskıları, ne dünyevi değerler ve ne de aile ve akrabaları eski ko- numuna dönderebilir. İmanın, in- sanı yüceltebilmesi için iman eden kimselerin, neye iman ettiklerini ve bu imanlarının kendilerinden ne is- tediğini çok iyi bilmeleri gerekir.

İman, hiçbir şekilde pazarlık kabul etmez, ertelenmez, üzerinde düşünülmez. O, bir kalbe girdi mi, kalpte varolan her şey anında dışa-

iman etmek, iman etmek,

yeniden varolmaktır yeniden varolmaktır

Y

kur’ân’a dâvet

(6)

rı çıkar ve kalp asıl sahibini ağırlar.

Yüce Allah (cc), iman eden kimse- lerin, yalnızca ““iimmaann eettttiikk ddeemmeekk-- m

meekkllee”” bırakılmayacaklarını ve bu ifade ile cennete giremeyecekleri- ni, hayatlarındaki değişikliklerin ne olduğunu bildirmektedir.

“Yoksa siz, sizden önce geçen- lerin durumu başınıza gelmeden cennete gireceğinizi mi sandınız?

Onlara öyle yoksulluk ve sıkıntı do- kunmuştu, öyle sarsılmışlardı ki, ni- hayet peygamber ve onunla birlikte inananlar: ‘Allah'ın yardımı ne za- man?’ diyecek olmuşlardı. İyi bilin ki, Allâh'ın yardımı yakındır.” (Baka- ra, 214)

“Yüzlerinizi doğu ve batı tarafı- na çevirmeniz iman değildir; asıl iman odur ki, Allah'a, ahiret günü- ne, meleklere, Kitaba ve peygam- berlere inandı; sevdiği malını ya- kınlara, yetimlere, yoksullara, yol- da kalmışlara, düşkünlere ve bo- yunduruk altında bulunanlara ver- di; namazı kıldı, zekâtı verdi; an- dlaşma yaptıkları zaman andlaş- malarını yerine getirenler; sıkıntı, hastalık ve savaş zamanlarında sabredenler, işte doğru olanlar on- lardır, muttakiler de onlar- dır.”(Bakara, 214)

İman etmek, kalpte, düşünce- de, söz ve davranışta eskiye ait olan kültür, gelenek, alışkanlık gibi ne varsa hepsini söküp atmak ve bir daha kesinlikle onlara yaklaşma- mak ve istememektir. İman ettikten

sonra eskiye ait bir şeyi istemek ve özlemek, iman noktasında bir arı- zanın olduğunu gösterir ve kişi için tehlike işaretlerinin varolduğunu belirtir. Bu arıza giderilmediği za- man, artık o kimse için şirk kapıda- dır demektir.

İman eden bireyde, geçmişe ait en küçük bir ayrıntının kalması ha- linde bu, kişinin düşüncesinde za- manla büyür ve kişiyi, gerisin geriye eski durumuna, eski dinine dönme- sine neden olur.

Tarihsel süreçte, irtidat eden toplumlara bakıldığında bunların, eski alışkınlıklarını yeni iman ettik- leri dine taşıdıkları ve zamanla bu alışkanlıklarını din haline getirdik- leri ve daha sonra eski kültürel alış- kanlıklarını yeni dinlerinden kabul edip ona uydukları görülür. Bugün Anadolu’da halk tarafından yapı- lan birçok hareket ve söylenen söz- lerin, eski gelenek, alışkanlık ve kültürlerinden olduğu açıkça gö- rülmektedir.

Yüce Allah’a ve O’nun gönder- diği Tevhidi esaslara iman etmek, önceden inanılan ve tabi olunan bütün düşünce, söz ve davranışları terkedip yepyeni bir dünya görüşü- ne sahip olmaktır. Yüce Allah’a iman eden kimse, hayatını, iman ettiği esaslara, yeni dünya görüşü- ne göre düzenlemeli, düzenlemek için çalışmalıdır.

Yüce Allah’a iman etmekle yeni kimlik ve kişiliğe sahip olan kimse, Etmekİman

Yeniden Varol- maktır

Ocak-Şubat Mart 2013 Sayý: 34 Kur’âni Kur’âni Mücâhede Mücâhede

66

KUR’ÂN’A DÂVET

(7)

İmanEtmek Yeniden Varol- maktır

Ocak-Şubat Mart 2013 Sayý: 34 Kur’âni Kur’âni Mücâhede Mücâhede

77 KUR’ÂN’A DÂVET bu yeni kimlik ve kişiliğini, hiçbir

şeyden ve kimseden korkmadan açıkça ortaya koymalı ve bu- nu,tıpkı Fir’avn’ın sihirbazları gibi, neye iman ettiğini açıkça ifade et- melidir.

“Alemlerin Rabbine iman et- tik,Musa ve Harun'un Rabbine!’ de- diler.” (A’raf, 121-122)

Sihirbazlar, yüce Allah’a iman eder etmez, sihri bırakmış, daha birkaç dakika önce önünde eğilip rükuya vardıkları, kendisinden tak- dir bekledikleri Fir’avn’ın karşısın- da dikilmiş, pervasızca ona mey- dan okuyorlar ve onu bir hiç olarak gördüklerini ve önemsemediklerini ilan ediyorlardı.

“Fir'avn: ‘Ben size izin verme- den ona inandınız mı? Bu, bir tuzak- tır, şehirde bu tuzağı kurdunuz ki, halkını oradan çıkarasınız, ama ya- kında bileceksiniz!, Elbette ellerini- zi ve ayaklarınızı çaprazlama kese- ceğim, sonra hepinizi asacağım!

Dediler ki: ‘Biz zaten Rabbimize döneceğiz!Rabbimizin, bize gelmiş olan ayetlerine inandığımız için biz- den öc alıyorsun. (Ey) Rabbimiz, üzerimize sabır boşalt ve bizi Müslü- manlar olarak öldür!” (A’raf, 123- 126)İşte gerçek iman ve Allah’a tes- limiyet budur; imanın gerektirdiği şekilde hareket etmek, her yönüyle değişmek ve bu değişiklikleri apa- çık bir şekilde, hiçbir korku ve endi-

şe duymadan açıklamak ve geçmi- şi olduğu gibi reddedip bırakmak- tır. “Dediler ki: ‘Biz seni, bize gelen açık delillere ve bizi yaratana tercih edemeyiz; yapacağını yap, sen an- cak bu dünya hayatında istediğini yapabilirsin.Biz Rabbimize inandık ki (O) bizim günahlarımızı ve senin bizi yapmaya zorladığın büyüyü ba- ğışlasın. Allah daha hayırlı ve (O'nun mükâfatı ve cezası) daha süreklidir.” (Taha, 72-73)

İman etmek, çok değerli bir eş- ya alır gibi, onu bir kasaya koyup saklamak değildir. İman etmek, ki- şinin önce kendisiyle, daha sonra içerisinde yaşadığı toplumla ve gi- derek siyasal güçlerlekarşı karşıya gelmesi ve iman ettiği esasları, bü- tün açıklığı ile ortaya koyması de- mektir. Bu, imanın kişide varoldu- ğunun göstergesidir.

Toplum ve siyasal egemen güç- ler, iman eden kişideki, söz ve hare- ketlerin değişkenliğine şahit olma- lıdır. Kur’an, iman eden kişilerdeki söz ve hareketlerin nasıl değiştiğini, toplumun ve egemen siyasal güçle- rin bu değişikliklere karşı nasıl tavır aldıklarını, iman edecek kimselere örnek olması için, bütün ayrıntıları ile bildirmektedir.

Putperest bir babanın oğlu olan Hz. İbrahim (as), yüce Allah’a iman ettiği güne kadar, hiçbir şeye karışmaz, hiçbir şeyi eleştirmezken,

(8)

iman ettikten sonra babasının ve toplumun karşısına çıkarak yaptık- ları yanlışlıkları açıkça ifade etmiş, onların, putları bırakarak yüce Al- lah’a iman etmelerini istemiştir.

“Babasına: ‘Babacığım, işit- meyen görmeyen ve sana hiçbir ya- rarı olmayan şeylere niçin tapıyor- sun? Babacığım, bana sana, gel- meyen bir bilgi geldi; bana uy, seni düzgün bir yola ileteyim. Babacı- ğım, şeytana tapma, çünkü şeytan, Rahman'a isyan etmiştir. Babacı- ğım, ben sana Rahman'dan bir aza- bın dokunmasından korkuyorum;o zaman, şeytanın dostu olursun’ de- mişti.” (Meryem, 42-45)

“İbrahim'i de kavmine: ‘Allah'a kulluk edin, O'ndan korkun, bilirse- niz bu, sizin için daha hayırlıdır. Siz Allah'tan başka bir takım putlara ta- pıyorsunuz, yalan şeyler uyduru- yorsunuz. Sizin Allah'tan başka tap- tıklarınız, size rızık vermezler, siz rız- kı Allah'ın yanında arayın, O'na ta- pın ve O'na şükredin. O'na döndü- rüleceksiniz. Eğer yalanlarsanız, sizden önceki ümmetler de yalanla- mışlardı. Elçiye düşen, yalnız açık- ça duyurmaktır.’ dedi.” (Ankebut, 16-18)

Hz. İbrahim (as), kavminin ve babasının tehdit ve saldırılarına karşı tavrını net olarak ortaya koy- muş, ne rızık, ne de canına bir zarar gelmesi konusunda onlardan kork- madığını ve alemlerin Rabbi yüce

Allah’a sığındığını açıklamıştır.

“İşte gördünüz mü neye tapı- yorsunuz? Siz ve eski atalarınız?

Onlar benim düşmanımdır; yalnız alemlerin Rabbi (dostumdur). Beni yaratan ve bana yol gösteren O'dur. Bana yediren ve içiren O'dur, hastalandığım zaman bana şifa ve- ren O'dur. Beni öldürecek, sonra di- riltecek O'dur, ceza günü hatamı bağışlayacağını umduğum da O'dur.’ dedi.” (Şuara, 75-82)

Hz. İbrahim (as), çok net bir şe- kilde iman ettiği esaslar doğrultu- sunda hareket etmiş, neye karşı ol- duğunu, kime iman ettiğini apaçık bir şekilde babasına ve kavmine bildirmiştir. Hz. İbrahim (as)’ın yüce Allah’a iman ettikten sonraki bu bambaşka kişiliği ve bu kişilik doğ- rultusundaki Tevhidi hareketi, bü- tün Risalet önderleri tarafından tı- patıp ortaya konulmuştur.

Hz. Şuayb (as)’ın iman ettikten sonraki tavrı, tüm çağlardaki Müs- lümanlara ışık tutmakta, Müslü- manların, yaşadıkları toplumlar içerisindeki davranışlarının ve zor- balara karşı tutumlarının nasıl ol- ması gerektiği konusunda çok gü- zel bir örneklik teşkil etmektedir.

Hz. Şuayb (as), daha önce ken- di toplumu içerisinde namazını kı- lıp o toplumun kötü fiillerine bulaş- madığı halde kimse bundan rahat- sızlık duymuyordu. Ancak o, ne za- man ki, kendisine bildirilen ilahi Etmekİman

Yeniden Varol- maktır

Ocak-Şubat Mart 2013 Sayý: 34 Kur’âni Kur’âni Mücâhede Mücâhede

88

KUR’ÂN’A DÂVET

(9)

İmanEtmek Yeniden Varol- maktır

Ocak-Şubat Mart 2013 Sayý: 34 Kur’âni Kur’âni Mücâhede Mücâhede

99 KUR’ÂN’A DÂVET mesaja, gereği gibi iman edip onu

insanlara anlatmaya başladığında ve onlardan, yaptıkları kötü fiilleri terk etmelerini istediğinde, işte o zaman kınanmaya, baskı görmeye ve tehditler almaya başladı.

“Ey Şuayb, senin namazın mı sana, atalarımızın taptığı şeylerden yahut mallarımız üzerinde dilediği- mizi yapmaktan vazgeçmemizi em- rediyor? Oysa sen, yumuşak huylu, akıllısın!’ dediler.” (Hud, 87)

Zorba egemen güçler ve onla- rın paralelinde hareket eden küfür ve şirk ehli, kendilerine ses çıkarıl- madığı, yaptıkları kötü fiillere karı- şılmadığı sürece seslerini çıkar- mazlar. Ancak ne zaman ki, karşıla- rına çıkıp Hak ve Hakikat anlatıldı- ğında işte o zaman bütün kin ve düşmanlıkları ile saldırıya geçerler.

“Dediler: ‘Sen iyice büyülen- mişlerdensin,sen de bizim gibi bir insansın, biz seni mutlaka yalancı- lardan sanıyoruz.” (Şuara, 185- 186)“Kavminden büyüklük taslayan ileri gelenler dediler ki: ‘Ey Şuayb, mutlaka seni ve seninle beraber iman edenleri kentimizden çıkarırız ya da dinimize dönersiniz!’ Dedi ki:

‘İstemesek de mi’?” (A’raf, 88) Hz. Şuayb (as), iman ettikten sonra, kavmine ait siyasi dünya gö- rüşlerini ve onların kurallarını ter- ketmiş, bambaşka bir kimlik ve kişi- likle toplumunun karşısına çıkmış-

tır. Egemen güçlerin, Hz. Şuayb (as)’ı eski durumuna döndürmek için yaptıkları tüm tehdit ve şantaj- lara aldırış etmemiştir. Çünkü eski dinine dönmesi, onların kurallarını kabul etmesi, iman edilen Tevhidi esaslardan dönmesi, küfre ve şirke sapması demekti.İşte bu gerçeği bilen Hz. Şuayb (as), kendisinden, kendi kurallarına dönmesini iste- yen zorba güçlere çok net bir cevap vermiştir.

“Allah, bizi sizin dininizden kur- tardıktan sonra eğer tekrar ona dö- nersek, Allah'ın üzerine yalan atmış oluruz. Rabbimiz Allah, dilemedik- ten sonra o(sizin di)ne dönmemiz bizim için olur şey değildir. Rabbi- miz, bilgice her şeyi kuşatmıştır, biz Allah'a dayanmışız. Rabbimiz, bi- zimle kavmimizin arasını gerçekle aç, muhakkak ki sen açanlanın en iyisisin!” (A’raf, 89)

Yüce Allah’ın bildirdiği esasla- ra iman eden kimse, daha önce mensup ya da taraf olduğu siyasi görüşü, ideolojiyi, her şeyi ile terk etmek ve hiçbir şekilde ondan bir iz taşımamak zorundadır. Hz. Şuayb (as), bu durumu ifade ederek: “Al- lah, bizi sizin dininizden kurtardık- tan sonra eğer tekrar ona döner- sek, Allah'ın üzerine yalan atmış oluruz.” demektedir.

Yüce Allah’a iman edip yeni bir kimlik ve kişilikle ortaya çıkan kim- selere, her dönemde kavimleri düş-

(10)

Etmekİman Yeniden Varol- maktır

Ocak-Şubat Mart 2013 Sayý: 34 Kur’âni Kur’âni Mücâhede Mücâhede

1100

KUR’ÂN’A DÂVET

man olmuş, onlara en ağır haka- retler yapılmış, onlar, en ağır işken- celere maruz bırakılmışlardır. Umut besleyip gelecekte yararlı olacağı- nı düşündükleri kişilerin, çıkarları- na aykırı bir şey söylemesi üzerine küfür cephesi, birden o güvenip umut besledikleri kişilere düşman olurlar, onlara saldırırlar, deli diye damgalarlar.

Hz. İbrahim (as)’ın, bir ömür iç- lerinde yaşamasına hiçbir şey söy- lemeyen putperest toplum, onun Allah adına insanları ilahi mesaja davet etmesinden sonra onu ateşe atmışlar, yurdundan çıkarmışlardır.

Aynı şekilde daha önce namaz kıl- masına rağmen insanlara karış- mayan Hz. Şuayb (as)’dan rahat- sızlık duymayan Medyen halkı ve onların zorba yöneticileri, onun ila- hi mesajı duyurması üzerine saldırı- ya geçmişler ve onu susturmaya ça- lışmışlardır.

Yüce Allah’a iman ederek O’nun belirlediği kurallara göre hareket eden bütün risalet önderi- ne ve Tevhid erlerine kendi toplum- larınca her türlü zulüm reva görül- müştir. Mekke müşrikleri de, “Mu- hammed-ül Emin” dedikleri, güve- nip en değerli mal ve sermayelerini emanet ettikleri Hz. Muhammed (as)’ın yüce Allah’a davet etmesi ile ona düşman kesildiler ve mecnun olduğunu söylediler.

Hz. Muhammed (as)’ın, Allah adına hareket ederek ilahi mesajı

ortaya koyması, Mekke ileri gelen- lerini ve onların destekçilerini çılgı- na çevirmiş ve daha birkaç saat ön- ce “el-Emin” dedikleri insanı, deli ve mecnun olarak vasıflandırmaya başlamışlardı. O, yıllarca içerisin- de yaşadığı toplum tarafından öz oğulları gibi tanınıyor iken kimse ona bir şey söylemediği gibi, tam aksine sözü dinlenilen, sevilen ve güven duyulan birisiydi, ancak Tev- hidi esasları duyurmaya başladığı anda karşılaşmadığı baskı ve tehdit kalmamıştır.

Mekkeli zorbaların, daha kısa bir süre önce ““eell--EEmmiinn”” dedikleri, ona her konuda güvendikleri Hz.

Muhammed (as)’a birdenbire “Sen delisin, cinlenmişsin” demelerinin nedeni aslında gayet açıktır. Hz.

Muhammed (as), daha önce müş- riklerin şirk ve küfür olan sistemleri- ne uyup itaat etmese de kendisi de alternatif bir mesaj, alternatif bir sistem ortaya koymamıştı. Bu ne- denle müşrikler ondan bir rahatsız- lık duymuyorlardı. Ancak ne zaman ki onların küfür ve şirk üzerine kuru- lu düzenlerine alternatif bir sistem, alternatif bir din getirdi işte o zaman küfür cephesi, ayağa kalktı ve en seviyesiz bir şekilde saldırıya başla- dı. Şirk ve küfrün mantığında, hiç- bir şeye karışılmadığı, yaptıkları her zulüm ve haksızlığa karşı susuldu- ğu sürece herkes iyidir, güvenilirdir.

Ancak ne zaman ki, onların zulüm

(11)

İmanEtmek Yeniden Varol- maktır

Ocak-Şubat Mart 2013 Sayý: 34 Kur’âni Kur’âni Mücâhede Mücâhede

1111 KUR’ÂN’A DÂVET ve şirk düzenlerine aykırı bir söylem

ortaya konulsa, işte o zaman bütün kinlerini kusmaya başlıyorlar, sal- dırı ve hakaretler yapıyorlar. Bu du- rum, hemen her peygamber döne- minde vuku bulmuştur. Müşrikler, emin ve güvenilir gördükleri insan- ların, daha sonra kendilerine yeni bir mesaj getirmeleri karşısında saldırıya başlamışlar, Risalet ön- derlerini ve Tevhid erlerini kötüleye- rek karalamaya çalışmışlardır.

Şirk ve küfür ehlinin, iman ettik- ten sonra yepyeni bir kimlikle orta- ya çıkan İslâm davetçilerine saldırı- ları yalnızca Risalet önderleriyle sı- nırlı kalmamış, Tevhid erlerine de aynı şekilde saldırmışlardır. Küfür ve şirk ehli, Risalet önderlerinin ve Tevhid erlerinin kimilerini, Ashabı Uhdud’a giden davetçilerde oldu- ğu üzere, ateşte yakmışlar, kimileri- ni, kasaba halkına giden davetçiler de olduğu gibi, taşlanarak öldürül- müşlerdir. Fir’avn’ın, daha önce kendisine itaat ettiklerinde ödül- lendirdiği sihirbazların sonradan iman etmeleri üzerine kol ve bacak- larını çapraz kesip kazıklara çak- mak istemesi ve Ashabı Kehf’in, en yakın arkadaşları ve halkı tarafın- dan saldırıya uğramaları yine yeni iman ettikleri Tevhidi esasları orta- ya koymaları sonucu olmuştur.

Günümüzde iman etme anla- yışıGünümüzde, İslâm düşmanla- rının ve onların paralelinde hareket

eden Samiri soylu belamların gay- retleri sonucunda, İslâmi kavram- larda her konuda yapıldığı gibi, iman kavramı da, asıl manasından saptırılarak anlam kaymasına uğ- ratılmıştır. Bu saptırma faaliyetleri sonucunda, insanlar gerçekten iman etmenin ne olduğunu bilme- den yüce Allah’a iman ettiklerini id- dia etmekte, ancak din haline getir- dikleri eski cahiliye adetlerini, gele- nek, görenek ve kültürel kalıntıları- nı hiçbir şekilde terk etmemektedir- ler. Yüce Allah’a iman ettiklerini id- dia eden günümüz insanları, iman etmekle fikir ve söylemlerinde, ya- şantı ve ilişkilerinde, hiçbir değişik- lik yapmadıkları gibi bir çoğu, Kur’an’ın, iman etmenin ilk temel şartı olarak bildirdiği tağutu bile reddetmemekte ve tağutu destek- lemeye devam etmektedirler. Bu kimseler,Tevhidi anlamda iman et- medikleri için, daha imanın hazzını tatmadan imanlarını şirkle bulaştır- maktadırlar.

Günümüz insanının, yüce Al- lah’a, indirilen Tevhidi esaslara iman etmenin nasıl olması gerekti- ğini bilmemelerinin temel nedeni, toplumun önüne İslâm düşmanla- rınca çıkartılan Samiri soylu belam- ların, Hakkı batıla karıştırarak ger- çek iman etmenin ne olduğunu giz- lemeleridir. İnsanların bir çoğu, gerçek imanın ne olduğunu bilme- dikleri için, yüce Allah’ın varlığını

(12)

bilmelerini O’na iman etmek şek- linde anlamakta ve bu bilgi ile iman ettiklerini zannetmektedirler.

İslâm düşmanı beşeri sistemle- rin ve onların paralelinde, onların emrinde hareket eden Samiri soylu belamların, Tevhidi esasları gizle- meleri nedeniyle insanlar, içerisin- de yaşadıkları şirk ve küfür halini iman ettikleri şeklinde algılamakta ve buna iman etmektedir. Bunun sonucunda insanlar, iman esasları doğrultusunda yaşamak yerine, yaşadıkları şekilde iman etmekte- dirler.

Kur’an’da iman eden geçmiş toplumların, nasıl iman ettikleri gerçeğini bilmeyen ve bunu bil- mekten mahrum bırakılmış insan- lar, yüce Allah’a nasıl iman edilece- ğini bilmedikleri için bulundukları hali din zannederek hayatlarını sür- dürmektedirler.

Kur’an, iman eden bireyin ha- yatını düzene koyan ve belirlediği ölçüler doğrultusunda hareket edi- lecek olan yegâne Kitap’tır. Kur’an, Sosyal ve siyasal hayatın düzenlen- mesinde, toplum ilişkilerinin belir- lemesinde, davetin insanlara ulaş- tırılmasında ve insanın Rabb’ine karşı görev ve sorumluluğunun sı- nırlarını çizmesinde Müslüman bi- reyi en iyi şekilde bilgilendiren bir Kitaptır.İman eden birey, hiçbir şe- kilde ve şartta Kur’an dışı başka kaynaklara, dinini öğrenmek için,

başvurmayacağı gibi insanları da yalnızca Kur’an’a uymaya davet edecektir.

“(Ey insanlar), Rabbinizden si- ze indirilene uyun ve O'ndan başka velilere uymayın. Ne kadar da az öğüt alıyorsunuz!” (A’raf, 3)

İman eden insan, Kur’an’ı, ha- yatının merkezine almalı, söylediği her söz ve yapacağı her işi mutlaka Kur’ani ölçüler içerisinde yapmalı- dır. Müslüman birey, tevhidi esasla- rın insanlara ulaştırılmasında da yalnızca vahyinn belirlediği ölçüler içerisinde hareket etmeli ve hiçbir şekilde ve şartta bu ölçünün dışına çıkmamalıdır. Çünkü dünya haya- tının sonunda yapılan ve söylenen her şeyin sağlaması Kur’an’a göre yapılacaktır.

“Rabb’inin adını an ve bütün gönlünle O'na yönel. (O) doğunun ve batının Rabb’idir. O'ndan başka ilah yoktur; yalnız O'nu vekil tut.

Onların dediklerine sabret ve on- lardan güzel bir şekilde ayrıl.”

(Müzzemmil, 8-10)

Günümüzde, yüce Allah’a da- vet etme adına, İslâm dışı tağuti sis- temlerin belirledikleri metodlara göre hareket edenler, Samiri gibi insanları gerçek Tevhidi esaslardan uzak tutmakta ve insanların şirke ve küfre girmelerine neden olmakta- dırlar. Samiri, nasıl ki insanları Tev- hidi esaslaradan saptırıp buzağıya taptırmak için ilahi mesajı kullandı Etmekİman

Yeniden Varol- maktır

Ocak-Şubat Mart 2013 Sayý: 34 Kur’âni Kur’âni Mücâhede Mücâhede

1122

KUR’ÂN’A DÂVET

(13)

İmanEtmek Yeniden Varol- maktır

Ocak-Şubat Mart 2013 Sayý: 34 Kur’âni Kur’âni Mücâhede Mücâhede

1133 ise günümüz Samiri soylu belamla-

rı da, insanları tağuti sisteme taptır- mak için Kur’ani esasları kullan- makta ve hakkı batıla karıştırarak insanları şirk ve küfre sokmaktadır- lar.Hakkı batıla karıştırıp Tevhidi esasları gizleyen Samiri soylu be- lamlar, bu davranışları ile beşeri ta- ğuti sistemlere yaranmakta, onlar tarafından kendilerine kimi ayrıca- lıklar tanınmasını ummaktadırlar.

Yüce Allah (cc), makam ve mevki- de, şeref ve izzeti siyasi yalancılara yaklaşmakta, beşeri küfür sistemle- rine yaranmakta ve onların yanın- da bulunmakta arayanbelamları uyararak üstünlüğün ancak kendi yanında olduğunu bildirmektedir.

"Kim şeref istiyorsa (bilsin ki) şe- ref tamamen Allah'ındır. Güzel söz O'na çıkar, iyi amel onu yükseltir.

Kötü şeyleri kuranlara gelince, on- lar için çetin bir azap vardır ve onla- rın tuzağı bozulacaktır." (Fatır, 10)

Beşeri sistemlere insanları itaat ettirmek için, tevhidi esasları gizle- yen Samiri soylu belamlar,bu çalış- maları ile gerçekten iman etmenin nasıl olacağnı gizleyerek insanları, şirke ve küfre sokarak yüce Allah’a isyan ettirmektedirler.

Sonuç olarak, yüce Allah’a iman eden bir kimse, kendisi için yepyeni bir hayatın başladığını bil- meli ve artık hiçbir şekilde eski dü- şüncesini taşıyamaz, eski hayatını

yaşayamaz ve eski alışkanlıklarını devam ettiremez. İman eden bir kimse, içerisinde yaşadığı ve şirk üzerinde bulunan topluma iman et- tiği Tevhidi esasları, en yakınından başlayarak ulaştırmak zorundadır.

İşte gerçekten iman etmek ancak budur.

KUR’ÂN’A DÂVET

(14)

Çağımızın Lânetli Bel’amları

Ocak-Şubat Mart 2013 Sayý: 34

1144

ak batıl mücadelesinin he- men her döneminde, batıl cephesinin safında yer alan belamlar ortaya çıkmış, bun- lar, Hakkı batılla karıştırıp gerçek- leri gizleyerek şirkin ve küfrün safla- rında yer almışlardır. Belamlar, Tev- hidi esasların düşmanı tağuti sis- temlerin ve diktatörlerin kendileri- ne sunduğu imkânlardan dolayı küfür ve şirki tercih etmiş, tağuti sis- temlerin istekleri doğrultusunda hareket ederek yüce Allah’ın gön- derdiği Tevhidi esasları karıştırma- ya ve insanları Allah yolundan alı- koymaya çalışmışlardır.

Yüce Allah (cc), belamların na- sıl saptıklarını ve durumlarının ne olduğunu açık bir şekilde bildirmiş, onlara lanetler okumuştur.

Kur’an’da sıfatları açıkça bildirilen ve kendilerine lanet edilen bu be- lamlar hakkında yüce Allah (cc) şunları bildirmiştir.

“Onlara şu adamın haberini de oku; kendisine ayetlerimizi verdik de onlardan sıyrıldı, çıktı, şeytan onu peşine taktı, böylece azgınlar- dan oldu. Dileseydik elbette onu o ayetlerle yükseltirdik, fakat o, yere saplandı ve hevesinin peşine düştü.

Onun durumu, tıpkı şu köpeğin du- rumuna benzer: üstüne varsan da dilini sarkıtıp solur, onu bıraksan da

dilini sarkıtıp solur. İşte ayetlerimizi yalanlayanların durumu budur. Bu kıssayı anlat, belki düşünürler.”

(A’raf, 175-176)

Belamlar, yüce Allah’ın ayetle- rini bilen, ancak bu ayetler doğrul- tusunda hareket etmeyip onları, el- de edecekleri bir menfaat karşılı- ğında değiştiren, gizleyen; böylece hevaları peşinde giden kimselerdir.

Yüce Allah (cc), işte bu kimseleri, yaptıklarından dolayı,dillerini sar- kıtıp soluyan, kendilerine bir kemik verene kuyruk sallayan köpeklere benzetmekte ve onlara lanet et- mektedir.

Kur’an’da, köpeklere benzeti- len ve kendilerine lanet edilen be- lamların durumlarından hareketle biz de, günümüz belamlarını ele alacak, onların, Kur’ani esasları nasıl karıştırdıklarını, onların sözle- rinden hareketle ortaya koyacağız.

Bu yazımızın konusu elbette, tarihi süreçte, Risalet önderlerinin karşısına çıkan belamlardan olan Bel’am İbn Bahura veSamiri değil- dir. Kur’an’ın buyurduğu üzere on- lar geçmiş bir kavimdi, geldi geçti.

Müslümanlar olarak görevimiz, Rabb’imizin buyurduğu üzere, yer- yüzünde bozgunculuk yapan küfür ve şirk ehline ve gerçekleri gizleyen Samiri soylu belamlara, Tevhidi

çağımızın lânetli bel’amları çağımızın lânetli bel’amları

H

gündem

Kur’âni Kur’âni Mücâhede Mücâhede

(15)

Çağımızın Lânetli Bel’amları

Ocak-Şubat Mart 2013 Sayý: 34

1155 GÜNDEM esasları ve onların içerisinde bu-

lundukları aşağılık durumlarını ha- tırlatarak uyarıda bulunmaktır.

“Sizden önceki nesillerden ba- kiye sahiplerinin, yeryüzünde boz- gunculuk yapmaktan men etmeleri gerekmez miydi? Fakat onlar ara- sından, ancak kendilerini kurtardı- ğımız pek az kişi böyle yaptı; zulme- denler ise kendilerine verilen refa- hın peşine düşüp şımardılar ve suç işleyenler olup çıktılar.” (Hud, 116) Yüce Rabb’imizin bu uyarısın- dan hareketle, üzerimize farz olan davet görevimizi yerine getirmek üzere, içerisinde bulundukları refa- hın ve tağuti sistemlerin kendilerine sunduğu imkânların peşine takıla- rak Hakkı batılla karıştırıp gerçek- leri gizleyen belamları ve onların peşlerine takılan bilinçsiz insanları bir kez daha uyarmaya devam ede- ceğiz. Ta ki, insanların düşünce dünyasında, Hak batıl iyice netle- şinceye ve herkes safının neresi ol- duğunu bilinceye kadar bu daveti- miz sürecektir biiznilllah.

Günümüz Samiri soylu belam- ları, yaptıkları açıklamalar ve ver- dikleri fetvalarla tarihi süreçteki a - talarını fersah fersah geçmiş görün- mektedir. Geçmiş belamlar, yüce Allah’ın zatı ve sıfatlarını hiçbir şekil- de dillerine dolamazlar iken, günü- müz belamlarından bazıları, açık bir şekilde yüce Allah’ın sıfatlarını dillerine dolayarak Rab’lerine karşı savaş açmış görünmektedirler.

Belamların, yüce Allah’ın indir- diği Tevhidi esaslara karşı sürdür- dükleri savaşta nasıl hareket ettik- lerini ve söyledikleri sözlerini de- ğerlendirecek, bunların, küfre ve şirke nasıl girdikleri üzerinde dura- cağız.

BBeellaammllaarr,, ttaağğuuttaa kkuulllluukk eeddeerrlleerr vvee iinnssaannllaarrıı ddaa ttaağğuuttaa kkuulllluuğğaa ddaavveett eeddeerrlleerr

Yüce Allah (cc), tarihsel süreçte her topluma, tağutu reddedip Ken- disine yönelmeleri için rasuller gönderdiğini ve rasullerin çağrısı- na uyarak, tağutu reddedenlerin hidayete erdiğini, reddetmeyenle- rin ise sapıklık içerisinde kaldıkları- nı bildirir.

“Andolsun biz, her millet içinde:

‘Allah'a kulluk edin, tağuta itaat et- mekten kaçının’ diye bir rasul gön- derdik. Allah, onlardan kimine hi- dâyet etti, kimine de sapıklık gerekli oldu. İşte yeryüzünde gezin de ba- kın, yalanlayanların sonu nasıl ol- muş!” (Nahl, 36)

Yüce Allah (cc), indirdiği Tevhi- di esasları kabul edip hidâyete er- menin ve Kendisine kulluk yapma- nın ilk ve temel şartı olarak tağutun reddedilmesini emreder.

“Dinde zorlama yoktur. Doğru- luk, sapıklıktan seçilip belli olmuş- tur. Kim tağutu reddedip Allah'a ina- nırsa, muhakkak ki o, kopmayan, sağlam bir kulpa yapışmıştır. Allah işitendir, bilendir.” (Bakara, 256)

“Tağuta itaat etmekten kaçınan

Kur’âni Kur’âni Mücâhede Mücâhede

(16)

Çağımızın Lânetli Bel’amları

Ocak-Şubat Mart 2013 Sayý: 34 Kur’âni Kur’âni Mücâhede Mücâhede

1166 GÜNDEM

ve Allah'a yönelenlere müjde var;

müjdele kullarımı.” (Zümer, 17) Yüce Allah’ın, bu apaçık hü- kümlerine rağmen, günümüz be- lamları, Tevhidi ilkelerin aksine ha- reket ederek hem kendileri tağuta kulluk etmeye devam etmişler, hem de kendilerine tabi olan bilinçsiz in- sanları, tağuta kulluk etmeleri için, küfür ve şirk olan tağuti sistemin ya- salarını kabul ve onaylamaya da- vet etmişlerdir. Belamlar, kendileri- ni dinleyenlerin cehaletlerinden yararlanarak onlara, “Tağuta oy vermemenin, Kur’an’a aykırı oldu- ğunu” söyleyerek, tıpkı Samisi gibi, insanların dini duygularını istismar ederek küfürlerine alet etmişlerdir.

Günümüz belamları,tağuti sis- teme yaptıkları hizmetlerden dolayı kimileri, tağuti sistemin meclisleri- ne girerlerken, kimileri Prof., dekan ve rektörlük ünvanlarını elde etmiş, kimileri de sistemin verdiği izin ve icazetle vakıflara yerleştirilmişler- dir. Belamların hepsi, elele vererek küfür ve şirk olan tağutisistemin de- vamı için çalışmışlardır.

BBeellaammllaarr,, HHaakkkkıı bbaattııllaa kkaarrıışşttıırrpp ggeerrççeekklleerrii ggiizzlleerrlleerr

Yüce Allah (cc), indirdiği Tevhi- di esasların, gizlenmemesini ve açık bir şekilde insanlara duyurul- masını istemektedir.

“Allah, kendilerine Kitap verilen- lerden: ‘Onu mutlaka insanlara açık- layacaksınız, gizlemeyeceksiniz’ di- ye söz almıştı; fakat onlar, verdikleri

sözü sırtlarının ardına attılar ve karşılı- ğında birkaç para aldılar; ne kötü şey satın alıyorlar.” (Al-i İmran, 187)

Bu apaçık uyarıya aldırış etme- yen günümüz belamları, bu ilahi buyruğun tersine hareket ederek Kitab’ı arkalarına attılar. Bunlar, Hakkı batıla karıştırarak ve Allah’ın ayetlerini kullanarak insanların di- ni duygularını sömürdüler ve bu- nun karşılığında tağuti sistemlerin verdiği birkaç kuruşluk çıkarlar el- de ettiler. Yüce Allah (cc), bu be- lamlara lanet etmektedir.

“İndirdiğimiz açık delilleri ve hi- dâyeti biz Kitapta insanlara açıkça belirttikten sonra gizleyenler(e), iş- te onlara hem Allah lanet eder, hem bütün la'net edebilenler lanet eder.” (Bakara, 159)

“Allah'ın indirdiği Kitaptan bir şey gizleyip, onu birkaç paraya sa- tanlar var ya, işte onlar karınlarına ateşten başka bir şey koymuyorlar.

Kıyamet günü Allah ne onlara konu- şacak ve ne de onları temizleyecek- tir. Onlar için acı bir azap var- dır.Onlar hidâyet karşılığında sa- pıklık, mağfiret karşılığında azap satın almışlardır. Onlar ateşe, karşı ne kadar da dayanıklıdırlar(!)” (Ba- kara, 174-175)

Belamlar, hidayet karşılığında sapıklığı, mağfiret karşılığında azap satın almışlar, bu nedenle içe- risinde ebedi kalmak üzere ateşi hak etmişlerdir. Günümüz belam- ları da, bu ayetleri okumalarına

(17)

Çağımızın Lânetli Bel’amları

Ocak-Şubat Mart 2013 Sayý: 34

1177 GÜNDEM

Kur’âni Kur’âni Mücâhede Mücâhede

karşılık dalaleti tercih etmişler, kü- für ve şirkin yanında yer alarak aza- bı satın almışlardır.

BBeellaammllaarraa ggöörree ppuuttaa ttaappaannllaarr M

Müüssllüümmaannddıırr

Yüce Allah (cc) putlara tapan- ların, onları ilah edindiklerini, küfür ve şirk içerisinde bulunduklarını ve müşrik olduklarını bildirdirmiştir.

Oysa lanetlenmiş günümüz be- lamları, puta tapanların Müslüman olduklarını iddia etmişlerdir.

“Onları çağırsanız sizin çağır- manızı işitmezler, işitseler bile size cevap veremezler. Kıyamet günü de, sizin (Allah'a) şirk koşmanızı ta- nımazlar. Hiç kimse sana, her şeyi bilen (Allah) gibi gerçekleri haber veremez.” (Fatır, 14)

“Müşrikler, ‘Allah dileseydi ne biz, ne de atalarımız O'ndan başka bir şeye tapmazdık ve O'nsuz hiçbir şeyi haram kılmazdık!’ dediler. On- lardan öncekiler de böyle yapmıştı.

Elçilere düşen, yalnız açıkça tebliğ etmek değil midir?” (Nahl, 35)

Bu apaçık hükümler ortada ol- dukları ve belamlar, insanları kan- dırmak için zaman zaman bu hü- kümleri okuyup insanlara açıkla- dıkları halde, bu hükümlerin hiçe sayarak putperestlerin Müslüman olduklarını iddia etmektedirler.

BBeellaammllaarr,, ppuutthhaanneeyyii KKââbbee’’yyee,, ppuuttppeerreessttlleerrii ddee RRaassuulluullllaahh ((aass))’’aa bbeennzzeettiirrlleerr

Putperestlerin Müslüman ol-

duklarını iddia eden belamlardan bazıları da, puthane olan Anıtkabi- ri, Müslümanların Kıblegâhı olan Kâbe’ye benzeterek şirk, küfür ve is- yanlarında sınır tanımayarak az- gınlıklarının doruk noktasına çık- mışlardır. Bu öyle bir küfür ve şirktir ki, ebrehe bile bunların yanında masum kalır.

Yemen’e vali ve daha sonra oraya tamamen hakim olan Ebre- he, Arabistan’da Hrıstiyanlığı yay- maya ve Arapların elinde kalan ka- ra ticaret yolunu ele geçirmeye ça- lıştı. Bu idealine kavuşmak için Ye- men’de, Mekke’deki Kabe’ye al- ternatif bir mescidi Necran’da (Uh- dud olayının olduğu yerde) inşa etti ve bütün Arapların kıble olarak bu kiliseye yönelmelerini istedi.

Ebrehe, Kâbe’ye alternatif bir mescid inşa etmiş ve Arapların bu mescide yönelmelerini istemişti.

Oysa günümüz belamları, puthane olan ve içerisinde Allah düşmanla- rının cesedi bulunan Anıtkabir adlı puthaneyi Kâbe’ye benzetiyorlar.

İşin daha da vahim kısmı, günümüz Samiri soylu belamların, Rasulul- lah (as)’ın Kâbe’deki namazlarını, putperestlerin Anıtkabir puthane- sindeki tapınmalarına benzetmele- ridir. Oysa Alllah (cc), Kâbe’yi, Bey- tullahı, Müslümanlar için Kıble yapmış ve iman edenlerin oraya yö- nelmelerini istemiştir.

“İnsanlar içinde haccı ilan et;

yaya olarak veya uzak yollardan

(18)

gelen yorgun develer üzerinde sa- na gelsinler.” (Hac, 27)

“Sonra kirlerini gidersinler, adaklarını yerine getirsinler ve Eski Ev (Kâbe'y)i tavaf etsinler.” (Hac, 29) Yüce Allah (cc), Müslümanla- rın Kâbe’yi tavaf etmelerini isterken belamlar, puthanede, putlara yapı- lan tapınmayı, Rasulullah (as)’ın Kâbe’deki ibadetine benzeterek, bu puthanenin de Kâbe gibi oldu- ğunu, iddia etmişler ve böylece yü- ce Allah’ın ayetlerine açıkça savaş açmışlardır.

BBeellaammllaarr,, kküüffüürr vvee şşiirrkk bbeellddeessii-- nnee DDaarr’’uull İİssllââmm ddiiyyoorrllaarr

Belamlara göre, küfür ve şirk üzerine kurulu olan, putlarla ne- deyse her sokağı doldurulan, yüce Allah’a düşmanlığında sınır tanı- mayan, gayri İslâmi her türlü mela- netin ve fuhşiyatın işlendiği Türkiye dar’ul İslâm’dır. Oysa dar’ul İslâm, yüce Allah’ın birçok ayetinde de buyurduğu üzere, Kur’an hüküm- lerinin uygulandığı beldenin adıdır.

Dar’ul İslâm, ancak Kur’an ile hükmedilip, Kur’an’ın en güzel uy- gulaması olan Rasulullah (as)’ın örnekliği doğrultusunda uygulama yapılan beldenin adıdır. Dar’ul İs- lâm’da, İslâmi hükümler dışında hiçbir şekilde küfür ve şirk kanunla- rı uygulanmaz. Dar’ul İslâm’da devlet, genelevi, pavyon, bar ve gazino açtırıp kadın pazarlamaz, yüce Allah’a savaş olarak bildirilen faizciliği yapmaz, halkını, Fir’avn

gibi kamplara ayırıp onları sömür- mez ve ezmez. Ancak tağuta kullu- ğu zilllet saymayan ve bu zilleti ya- şayan belamlar, Kur’ani hükümleri hiçe sayarak, küfür ve şirk kanunla- rının uygulandığı bir beldeye, dar’ul İslâm demektedirler.

Dar’ul İslâm’da egemenlik yü- ce Allah’a ait iken, bunun dışındaki dar’larda hüküm beşere aittir ve yüce Allah (cc), beşerin hükmünün, saçmalık, sapıklık ve cehalet oldu- ğunu bildirmektedir.

“Yeryüzünde bulunan(insan) - la rın çoğuna uysan, seni Allah'ın yo- lundan saptırırlar. Onlar sadece zannediyorlar ve onlar sadece saç- malıyorlar.” (En’am, 116)

“Yoksa câhiliyye hükmünü mü arıyorlar? İyi bilen bir toplum için Al- lah'tan daha güzel hüküm veren kim olabilir?” (Maide, 50)

BBeellaammllaarr,, yyüüccee AAllllaahh’’ıınn ((hhââşşââ)) ggaayybbıı bbiillmmeeddiiğğiinnii iiddddiiaa eeddeerrlleerr

Küfür, şirk ve isyanlarında sınır tanımayan belamlar, iddialarını o denli ileri götürdüler ki, yüce Al- lah’ın (hâşâ) gaybı bilmediğini id- dia etmeye başladılar. Bu belam- lardan bazıları, anlamadıkları bir ayetten yola çıkarak ve ayeti tahrif ve tevil ederek yüce Allah’ın (hâşâ) gaybı bilmediğini iddia ediyorlar.

Onlarca ayette, yüce Allah’ın gaybı bildiğini, karanlıklar içinde bulunan her şeyi kendisinin bildiği- ni, yüce Allah’ın eksikliklerden mü- nezzeh olduğunu bildirirken be- Çağımızın

Lânetli Bel’amları

Ocak-Şubat Mart 2013 Sayý: 34 Kur’âni Kur’âni Mücâhede Mücâhede

1188 GÜNDEM

(19)

Çağımızın Lânetli Bel’amları

Ocak-Şubat Mart 2013 Sayý: 34

1199 lamlar, yüce Allah’ın ayetlerini gör-

mezden gelerek ve yüce Allah’ı be- şer gibi değerlendirerek, O’nun olaylar vuku bulduktan sonra, ko- nuya vakıf olacağını iddia ediyor- lar.Yüce Allah’ın üzerine iftira atan bu belamlar, Kehf suresinde verilen Hz. Musa (as) ile yüce Allah’ın kulla- rından birinin (Kehf, 65-82) kıssası- nı hiç mi okumamış olacaklar ki, o ayetlerde, yüce Allah’ın gaybı bildi- ğini, en kıt akıllı kişilerin bile bileceği şekilde ortaya koyuyor. Onlar, oku- salar da anlamazlar, çünkü bir ayeti anlamak için kişinin öncelikle iman etmesi ve dürüst olması gerekir.

Mekke müşrikleri de, Kur’an nazil olduğunda dinliyor, bazen de okuyorlardı, ancak iman etmedik- leri ve ayetlere karşı ön yargılı ol- dukları için, günümüz belamları gi- bi anlamak istemiyorlardı. Bir ayeti ve o ayetin verdiği mesajı anlamak, iman ve akıl sahiplerinin işidir;

Bel’am İbn Bahura veSamiri gibi hevalarının peşine takılanlar, hiçbir zaman ayetleri anlamazlar, anla- mak istemezler.

Belamlardan biri, Tevbe suresi, 16. ayetini yanlış anlamlandırılma- sından yola çıkarak yüce Allah’ın, cihad edenlerin kimler olacağını bilmediğini, ancak cihad edildik- ten sonra bilebileceğini iddia et- mektedir. O belamlar, ayeti aşağı- daki gibi anlamlandırarak bu so- nuca ulaşıyorlar.

“Yoksa siz, Allah içinizden ci- had eden ve Allah'tan, Rasulünden ve mü'minlerden başkasını kendisi- ne sırdaş edinmeyenleri bilmeden, bırakılacağınızı mı sandınız? Allah yaptıklarınızı haber almaktadır.”

(Tevbe, 16)

Bazı meallerde ise“bilmeden”

anlamı yerine “ortaya çıkarmadan”

anlamı verilmiştir ilgili sözcüğe.

Belamlar, hem ayeti yanlış an- lamlandırıyorlar, hem de yüce Al- lah’a iftira ederek, O’nun, gaybi bilmediğini iddia ediyorlar. İlgili ayet, kelime kelime anlamlandırıl- dığında, belamların anlam verdik- leri gibi olmadığı ortaya çıkmakta- dır. أَمْyoksa, حَسِبْتُمْsanıyor mu- sunuz ki, أَنْ muhakkak, تُتْرَكُوا bı- rakılacaksınız? يَعْلَمِوَلَمَّاbilmedi- ğini, اللَّهُAllah, اجَاهَدُوالَّذِينَcihad edenler, مِنْكُمْ içinizden, يَتَّخِذُوا وَلَمْedinmeyenleri, دُونِمِنْbaşkası- nı, الْمُؤْمِنِينَ وَلَارَسُولِهِوَلَااللَّهِ

Allah’tan ve Rasulünden ve mü’min- lerden, وَلِيجَةً sırdaş, وَاللَّهُ Allah, خَبِيرٌ haber almaktadır, تَعْمَلُونَ

بِمَاyaptıklarınızı.

Kelimelerin anlamlarından ha- reketle Türkçe cümlehaline getiril- diğinde ayetin,tam anlamı aşağı- daki gibidir.

“Yoksa siz, bırakılacağınızı ve Allah’ın, içinizden cihad eden ve Al- lah’tan, Rasulünden ve mü’minler- den başkasını kendisine sırdaş edinmeyenleri bilmiyor mu sanıyor-

GÜNDEM

Kur’âni Kur’âni Mücâhede Mücâhede

(20)

sunuz? Allah yaptıklarınızı haber al- maktadır” (Tevbe, 16)

Burada yüce Allah (cc), insan- ları düşündürmeye sevkederek,

“Yoksa siz, Allah’ın, içinizden cihad eden ve Allah’tan, Rasulünden ve mü’minlerden başkasını kendisine sırdaş edinmeyenleri bilmiyor mu sanıyorsunuz?” buyurarak, bura- da zikredilen hususları yapmadan insanların bırakılmayacaklarını bildirmektedir.

Yüce Allah’ı, (Hâşâ) beşer gibi, olaylar olmadan bilmeyeceğini id- dia eden Allah düşmanı Samiri soy- lu belamlar, klasik meal anlayışın- dan hareketle, ayeti çarpıtarak yü- ce Allah’a karşı küfür ve isyanların- da ulaştıkları seviyesizliği açıkça ortaya koymaktadırlar.Elbette yüce Allah (cc) birini, yaptığı aşırılıklar, isyan ve küfür nedeniyle şaşırtırsa, artık onu doğru yola ileten olmaz.

Samiri soylu belamlar, tağuti sisteme kul olup onun izni ile küfür ve şirk yuvası olan vakıflarda, zillet ve meskenet içerisinde Allah yolun- dan insanları alıkoymak için, şey- tan dostları ile beraber, yüce Al- lah’a karşı giriştikleri savaşta gel- dikleri esfele safilin noktasının en dip noktasında yüce Allah’ın bizzat Zatını hedef almaya başladılar.

Şeytanın, insan cinsinden yar- dımcıları olan Samiri soylu belam- ların geldikleri bu aşağılık seviye- nin seyrine bakılacak olursa; şirk, küfür ve isyanlarında aşağıdaki yol

haritaları ortaya çıkmaktadır.

11-- Tağuta kul oldular, kimileri namaz memurluğu gibi bir görevle yıllarca tağuti sistemin direktifleri ile insanları kandırdılar, Tevhidi esas- ları gizlediler. Bu görevlerindeki du- rumları için www.mucahede.com köşe yazılarında yayınlanan “DİYA- NET ŞEBEKESİ İNKÂR EDİLMESİ FARZ, İTAAT EDİLMESİ KÜFÜR” ya- zısına bakılabilir.

22--Risalet tarihindeki mücadele metodunu terkedip tağuti sistemin izin ve icazeti ile kurulan şirk ve küfür yuvaları olan vakıfları, zillet içerisin- de mesken edindiler ve buradan in- sanları Allah yolundan alıkoymaya başladılar. Bunun için sitemiz köşe yazılarında yayınlanan VAKIFLAR (Tağuti Sistemin İcazetli Kurumları) başlıklı yazıya bakılabilir.

33-- Yüce Allah’ı bırakıp kendile- ri tağuta kul oldukları gibi, insanları da tağutu destekleyip ona kul ol- maya davet ettiler. Bu konuda site- miz köşe yazılarındakiGÜNÜMÜ- ZÜN RAFİZİ VE BELAMLARI başlıklı yazıya bakılabilir.

44-- Hakkı batıla bulayarak ger- çekleri gizlediler ve çözümün, ta- ğutu desteklemek olduğunu ilan et- tiler. Bunun için sitemiz köşe yazıla- rındakiSAMİRİ’NİN GÜNÜMÜZ TEMSİLCİLERİ İŞ BAŞINDA yazısı okunabilir.

55-- Yüce Allah (cc), puta tapan- ların müşrik olduklarını bildirirken Samiri soylu belamlar, puta tapan- Çağımızın

Lânetli Bel’amları

Ocak-Şubat Mart 2013 Sayý: 34 Kur’âni Kur’âni Mücâhede Mücâhede

2200 GÜNDEM

(21)

Çağımızın Lânetli Bel’amları

Ocak-Şubat Mart 2013 Sayý: 34

2211 ların Müslüman olduklarını iddia

ettiler. Belamların kimlere Müslü- man dediklerini bilmek ve puta ta- panların putları nasıl kutsadıklarını görmek için aşağıda başlıkları veri- len yazılara bakılabilir.

KEMALİST TAĞUTİ SİSTEMİN BAŞ- BAKANI RECEP TAYYİP ERDOĞAN’A

KEMALİST SİSTEMİN CUM- HURBAŞKANI ABDULLAH GÜL’E

66-- Küfür ve şirk beldesi olan ve her türlü gayri İslâmi fuhşiyatın iş- lendiği Türkiye’nin, dar’ul İslâm ol- duğunu iddia ettiler. Bu konuda si- temiz köşe yazılarındakiDAR’UL İS- LÂM, DAR’UL HARP başlıklı yazı okunabilir.

77-- Her Risalet önderi tarafın- dan yıkılıp yok edilen putların dol- durulduğu puthaneyi, yüce Allah’ın Beyt’i Haram’ı olan Kâbe’ye; ora- da puta tapanları da Rasulullah (as)’a benzettiler. Bu konu için site- miz köşe yazılarındaki, PUTPE- RESTLİK Her Çağın Değişmeyen Yüzkarası başlıklı yazı okunabilir.

88--Yüce Allah’a, Tevhidi esasla- ra ve Kur’ani gerçeklere savaşların- da hızlarını alamayan şeytanın yar- dımcıları Samiri soylu inkârcı müşrik belamlar, son olarak yüce Allah’ın Zatını hedef aldılar ve bu belamlar, yüce Allah’ın (hâşâ), gaybı bilmedi- ğini ve insanlar gibi olaylar vuku bulduktan sonra bildiğini iddia ede- rek yüce Allah’ı beşere benzettiler.

Oysa yüce Allah (cc) Zatında ve Sı- fatlarında yarattıklarından hiçbiri-

ne benzemez ve O, eksiklik ve nok- sanlıklardan münezzehdir.

Bu belamlar konusunda artık Müslümanlar ve zerre miktarı kal- binde iman taşıyanlar, dikkat etme- li ve bu belamlarla aralarına mesa- fe koymalıdırlar; yoksa onlarla be- raber içerisinde ebediyen kalmak üzere cehenneme sürülecekler.

“Sakın zulmedenlere dayan- mayın, sonra size ateş dokunur; si- zin Allah'tan başka dostlarınız yok- tur. Sonra size yardım edilmez.”

(Hud, 113)

Son sözümüz, bu belamların peşinde gidenleredir:“Ey Samiri soylu belamları takip edip onların dediklerine inananlar, yüce Rabbi- niz, bu belamlara inanıp onların pe- şinde gidenleri, o belamları rab edinmişlerden sayıyor ve bunların müşrikler olduklarını bildiriyor. Bu- na göre ya gereği gibi iman edip bu Allah düşmanı belamlardan uzakla- şın ya da şirk koşmaya devam edip cehenneme o belamlarla beraber yuvarlanın. KARAR SİZLERİN!”

“Hahamlarını ve rahiplerini Al- lah'tan ayrı rabler edindiler, Mer- yem oğlu Mesih'i de öyle. Oysa kendilerine yalnız tek İlah olan Al- lah'a ibadet etmeleri emredilmişti.

O'ndan başka ilah yoktur. O, onla- rın ortak koştukları şeylerden mü- nezzehtir.” (Tevbe, 31)

“Bu bir öğüttür; Dileyen, Rab- bine varan bir yol tutar.” (Müzzem- mil, 19)

GÜNDEM

Kur’âni Kur’âni Mücâhede Mücâhede

(22)

Müşrikler İslâm’a Hizmet Edemezler

Ocak-Şubat Mart 2013 Sayý: 34 Kur’âni Kur’âni Mücâhede Mücâhede

2222

İslâm dinine hizmet etmek, imanlı, şahsiyetli ve onurlu insanla- rın yapacakları bir görevdir. Bu sıfat- ları üzerinde taşımayanların, İslâm gibi yüce bir dine ve değere hizmet etmeleri hiçbir şekilde mümkün de- ğildir. Özellikle kendileri şirk ve küfür içerisinde bulunan, putların önünde zillet içerisinde ibadete duran müş- rik putperestlerin, İslâm’a hizmet et- meleri ve İslâm için çalışmaları söz- konusu olamaz. Yüce Allah (cc), müşriklerin İslâm dini için çalışmala- rını yasaklamış, onların bu konuda hakları bulunmadığını bildirmiştir.

“Müşrikler, nefislerinin küfrünü göre göre Allah'ın mescitlerini şen- lendiremezler; onların yaptıkları iş- ler boşa çıkmıştır ve onlar, ateşte sü- rekli kalacaklardır.Allah'ın mescid- lerini ancak Allah'a ve âhiret günü- ne iman eden, namazı kılan, zekâtı veren ve Allah'tan başka kimseden korkmayanlar şenlendirirler. Onla- rın, doğru yolu bulanlardan olacak- ları umulur.” (Tevbe, 17-18)

İslâm’a hizmet etmek, an- cak“Allah'a ve âhiret gününe iman eden, namazı kılan, zekâtı veren ve Allah'tan başka kimseden korkma- yan” Müslümanların hakkı ve görev- leridir. Bu görev, tağutu ilah edinen, ondan korkan, Allah’a ve ahiret gü-

nüne gereği gibi iman etmeyen put- perest müşriklerin ne hakkı ne de gö- revleridir. Çünkü müşrikler, Kur’ - an’ın ifadesi ile pisliktirler; pislik ola- nın temiz olan İslâm’a ve İslâmi de- ğerler yaklaşmaları bile haramdır.

“Ey iman edenler, müşrikler pis- liktir, artık bu yıllarından sonra Mes- cid-i Haram'a yaklaşmasınlar. Eğer yoksulluğa düşmekten korkarsa- nız; biliniz ki Allah dilerse yakında sizi kendi lutfundan zengin edecek- tir. Şüphesiz Allâh, bilendir, hakim- dir.” (Tevbe, 28)

Mescid-i Haram’a girmeleri ya- sak olan pis putperest müşriklerin, te- miz olan İslâmi değerlere hizmet et- meye kalkışmaları ancak İslâmi gü- zellikleri lekeler ve bozarlar. İşte bu nedenle yüce Allah (cc), müşriklerin, İslâmi olan mescidleri şenlendire- mezler, yani o mescitlere hizmet ede- mezler buyuruyor. Yüce Allah (cc), putların da, putperestlerin de pislik olduklarını ve putperestlerin kâfir olarak öleceklerini bildirmektedir.

“... Artık o pis putlardan ve ya- lan sözden kaçının.” (Hac, 30)

“Fakat yüreklerinde hastalık olanlara gelince (Allah) onların pis- liklerine pislik katar ve onlar, kâfir olarak ölürler.” (Tevbe, 125)

Kur’an, müşrikler konusunda

müşrikler İslâm’a müşrikler İslâm’a hizmet edemezler hizmet edemezler

yorum

(23)

Müşrikler İslâm’a Hizmet Edemezler

Ocak-Şubat Mart 2013 Sayý: 34 Kur’âni Kur’âni Mücâhede Mücâhede

2233 YORUM çok açık ve net bilgiler verir ve onların

Müslümanlara, Yahudilerden daha çok düşman olduklarını bildirir.

“İnsanlar içerisinde, iman e - denlere en yaman düşman olarak yahudileri ve müşrikleri bulursun;

iman edenlere sevgice en yakınları da ‘Biz hıristiyanlarız’ diyenleri bu- lursun. Çünkü onların içlerinde ke- şişler ve rahipler vardır ve onlar bü- yüklük taslamazlar.” (Maide, 82)

Müşriklerin, Müslümanlara düş - man oluşlarının nedeni, İslâm’ın, putperestliğe ve şirke savaş açması ve Tek Allah’a onları davet etmesidir.

Oysa Müşrikler, yüce Allah’a eş koş- makta, O’ndan başka ilahlar edin- mektedirler. İşte bu yüzden insanlar içerisinde Müslümanlara en yaman düşman müşriklerdir.

Tarihin her dönemindeki Tevhid şirk mücadelesi, Müslümanlarla müşrikler arasında olmuştur. Bu ne- denle müşrikler, Müslümanlara kin beslerler, onlara bir hayrın gelmesini istemezler ve en ağır bir şekilde Müs- lümanlara saldırırlar.

“Nankör olan bazı Kitap ehli kimseler de, müşrikler de size Rab- binizden bir hayır indirilmesini iste- mezler. Oysa Allah, rahmetini dile- diğine tahsis eder, Allah, büyük lu- tuf sahibidir.” (Bakara, 105)

“Mallarınız ve canlarınız husu- sunda deneneceksiniz; sizden ön- ce kendilerine Kitap verilenlerden ve müşriklerden çok incitici (sözler)

duyacaksınız. Ama sabreder, (on- lardan) korunursanız; işte bunlar, yapmağa değer işlerdendir.” (Al-i İmran, 186)

Müşrikler, yüce Allah’tan başka değişik putlar ve ilahlar edinmişler- dir; bunlardan bazıları hevalarını i - lahlaştırırlarken, bazıları, önderleri- ni, din adamlarını, şeyh ve ağabey dedikleri kimseleri, devletin ileri ge- lenlerini, mal, eş ve evlatlarını ilah- laştırmışlardır. Bu müşriklerden kimi- leri, Müslümanların en yakınların- dan da olabileceğini Kur’an, pey- gamberlerin hayatlarından örnekler vererek, çok açık bir şekilde bildirir.

Kur’an, müşrikler konusunda Müslümanları uyardıktan sonra onlara şu açık uyarıda da bulunur ve müşrikler kim olurlarsa olsunlar, onlar için Müslümanların dua et- meleri kesinlikle yasaklaniyor.

“Akraba bile olsalar, cehennem halkı oldukları belli olduktan sonra müşrikler için mağfiret dilemek, ne peygamberin ne de inananların ya- pacağı bir iş değildir.” (Tevbe, 113) Kur’an, müşrikleri bütün yönleri ile ortaya koyduktan sonra iman edenlerin, Müşriklerin yapıp söyle- diklerine aldırış etmemeleri, önem- sememeleri tavsiyesinde bulunuyor ve Müslümanların, emrolundukları gibi dosdoğru olmalarını emrediyor.

“Sen emrolunduğun şeyi açık- ça söyle ve ortak koşanlara aldır- ma.” (Hicr, 94)

Referanslar

Benzer Belgeler

Yukarıda zikrettiğimiz anlamlar çerçevesinde Lafza-i Celâl; ‘teabbüd etmek, kulluk etmek, insanın kainatın herc-ü merçliği içinde sığınacağı ve sükûnete ulaşacağı

Hakkı Bilen tarafından yazılan Moda’nın Mülteci Alman Profesörleri başlıklı kitabın konusu, Nazilerden kaçarak ülkemize sığınan, büyük kısmını Yahudilerin

“O’nun katında, kendisine izin verdiği kimselerden başkasının şefaati fayda vermez.” Bu ihtimale göre, putlardan şefaat uman müşriklere bir reddiye vardır ve onlara

Tıpkı bunun gibi, Allah kulun durumuna uygun düşen dualarını kabul, uygun düşmeyenleri de, onun için daha yararlı olan bir başka ikramda bulunur ve onun

Allah Teâlâ Kur’an-ı Kerim’de ölümü ve hayatı kimin daha güzel işler ya- pacağını sınamak için yarattığını bildirmiştir. 2 Bu imtihanın muhtemel şekil- lerini “...biraz

Üçüncü şartımızın anlamı şudur; Yani kelime-i tevhidi söyleyen kimse; diliyle ve kalbiyle bu kelimenin gerekli kıldığı her şeyi, her haberi, Allah ve

bağışlamaz; bundan başka günahları, dilediği kimse için bağışlar...” (Kur’an, Nisa [4] 48 ve 116). “Kendi uydurduğu yalanları Allah‟a isnat eden veya ona

Eğer o (Kur’an) Allah katından olup da siz de onu inkâr etmişseniz, o zaman derin bir ayrılık içinde bulunan kimseden daha sapık kim