• Sonuç bulunamadı

Yetersiz Kanıt Durumundaki Rasyonel İnanç Biçimleri

4. İNANMA ARZUSU

4.2. Yetersiz Kanıt Durumundaki Rasyonel İnanç Biçimleri

James’e göre fikir meselesinde muhtemel bilici olan insan için ilk ve en önemli ilahi emir “doğruyu bilmek ve yanlışlıktan kaçınmak”tır. Ancak bu iki emir aynı ilahi emrin iki farklı ifadesi değildir. Bu emirlerin ifade ettiği kanunlar farklı

290 W.James, WB, s. 13-17; W.James, SP, s. 109-113. 291 W.James, PU, s. 309.

kanunlardır. A doğruluğuna inanıldığında, B yanlışlığına inanmanın tesadüfi sonuçlarından kurtulunması sebebiyle, sadece B yanlışlığına inanılmayarak A’ya inanılmış olmaz. B yanlışlığından kaçarken aynı zamanda B kadar kötü C ve D yanlışlıklarına da sapılabilir veya A dahil hiçbir şeye inanılmayarak da B yanlışından kaçınılabilir. Şimdi böyle bir durumda genellikle elde bulunan iki yoldan birisi tercih edilmektedir. Bu noktada, bazılarına göre doğruluk araştırması en önemli iştir. Bu sebeple de yanlışlıktan kaçınmak ikinci planda olabilir. Bazılarına göre ise en önemli şey yanlışlıktan kaçınmaktır ve doğruluk bu yanlışlıktan kaçınma sayesinde şans eseri bulunabilir.293

Yukarıdaki paragrafta bulunan tanımlamadan anlaşıldığına göre, James’in düşüncelerinin özü şu anlama gelmektedir; bazı insanlar bir inanç arzusu ile doğruluğu aramaktayken, yanlıştan kaçınmayı çok fazla göz önünde bulundurmayabilirler. Onlar bir hakikatin peşindedirler. Hakikat olarak ulaştıkları şeyin yanlış olma olasılığı da vardır. Ancak doğruluk arayışı bitmez ve en doğruya kadar araştırmaya devam ederler. Bu süreç içerisinde de yanlışlıkların olma ihtimali olmasına rağmen, bu kimseler hareketsiz bir şekilde doğruluğu beklemeyerek ellerindeki verilerle en doğruya ulaşmak çabasındadırlar. İkinci grup yani yanlışlıktan kaçınmayı ilk plana alan grup ise, yanlışlık yapmamak adına doğru bir inanca götürebilecek birçok veriyi göz ardı eder. Bunların temel düşüncesi “bir yalana inanmaktansa sonsuza dek inançsız yaşamak iyidir” biçimindeki bir anlayıştır. James bu tarz bir düşünceyi eleştirmektedir.

James’e göre “bir yalana inanmaktansa sonsuza dek inançsız yaşarım” diyen bir kişi aslında aldatılmak karşısındaki büyük korkusunu sergilemektedir. Bu kişi birçok arzu ve korkusunu eleştirebilir fakat aldatılmak korkusuna köle gibi itaat eder. Herkes aldatılmak korkusuna sahip olabilir ancak bu dünyada aldatılmak korkusundan çok daha kötü şeyler mevcuttur. Böyle bir sözü sarf eden kişi, askerlerine herhangi bir çatışma sonucu ölmek veya yaralanma riskine girmektense çatışmadan uzak durmalarının daha iyi olacağını söyleyen bir komutana benzer.294 Bize göre James böyle bir durumda ampirik bir filozofun, var olduğu sanılan bir doğrulukla elde edilen kalp hafifliğini, sürekli yanlışlıktan kaçınma maksadıyla doğruluk fikrinden uzak kalan gergin ve sinirli bir kalbe tercih etmesi gerektiğini düşünmektedir. Çünkü daha sağlıklı bir kalp her durumda daha iyi ve daha uygundur. Buna götüren düşünce ise daha rasyoneldir.

293 W.James, WB, s. 17-18; W.James, SP, s. 113. 294 W.James, WB, s. 18-19; W.James, SP, s. 114.

James yanlıştan kaçınma düşüncesini ise tamamen bir kenara atmış değildir. Doğruluğu kazanmak veya kaybetmek şeklindeki önemli bir fırsat olmadığında doğruluğu hemen kabul etmek yerine yeterli delil ortaya çıkana kadar yanlışlıktan kaçınarak yanlışlığa inanma ihtimalinden korunulabilir. James’in bahsettiği, bu aciliyet gerektirmeyen ve yanlışlıktan kaçınmak adına yeterli kanıtın beklenebileceği durumlar, bilimsel sorulara aranan cevaplar için geçerlidir. Örneğin röntgen ışınları teorisine sahip olup olmamak, zihin malzemesine inanmak veya inanmamak ya da bilinçli hallerdeki nedensellik hakkında bir kanaate sahip olup olmamak arasında bir fark yoktur. Böylesi tercihler acil tercihler değildir ve bekleyebilirler.

Bu noktada, spekülatif sorularda zoraki tercihlerin var olduğu bir durum yok mudur, sorusu karşımıza çıkmaktadır. Acaba çözümleri duyulur bir kanıt için bekleyemeyen sorular nelerdir?

James’in inancın doğrulamasına dair temel felsefi eğilimi, yeterli delil elde edilmeden önce bir şeye inanmak üzerinde odaklanmıştır.295 Genel olarak “inanma arzusu” düşüncesine baktığımızda, James’in yeterli kanıt beklenmemesi gereken durumlara dair iki temel ilke belirlediği görülmektedir. Bunlardan bir tanesi zihni olarak karar verilemeyen hakiki bir tercih karşısındaki durum, diğeri ise bir olguya inancın, olgunun kendisini var kıldığı durumdur. Her iki durumda da meseleye inanç, uygun kanıta bağlı olmadan sağduyu veya ahlâkî fayda sebebiyle doğrulanır. İnanç, sadece inancın pratik sonuçları temelinde doğrulanır296 Şimdi bu durumları biraz açarak irdeleyelim.

4.2.1. Zihnen Karar Verilemeyen Hakiki Bir Tercih Durumu

Zihni olarak karar verilemeyen hakiki bir tercih durumunda kişi, vermesi gereken pratik bir karar ile karşı karşıyadır. O, pratik zeminde ahlâkî, sağduyusal düşünerek veya insanın seçiminin pratik sonuçlarını göz önüne alarak bir karar verir. Bu pratik sonuçlar oldukça önemli sonuçlardır. Böyle bir durum karşısında uygun kanıtın beklenmesi açık bir şekilde irrasyoneldir.297

Zihni olarak karar verilemez hakiki bir tercih ile karşı karşıya kalmış birey ne demektir? Böyle bir bireyi hayal ettiğimizde karşımıza hayati önemde bir mesele ile karşılaşmış, fırsatı biricik ve kararı geri dönülmez bir kişi imajı çıkmaktadır. Bu şartlar altında bu kişinin tutkusal zemindeki bir inanca, yaptığı tercihten dolayı ortaya çıkabilecek sonuçlar nedeniyle bağlanması ve ona inanması “meşru”dur. James’e göre dini inançlar da zihni olarak karar verilemeyen hakiki bir tercih

295 John R. Shook, age, s. 84. 296 E. K. Suckiel, PPWJ, s. 74, 79, 83. 297 C. Türer, WJAA, s. 131.

örneğidir. O, inancın doğrulamasını, inancın sağduyu ve ahlâkî sonuçlarına dayanarak açıklar. Sağduyusal olarak dini bir hipotez eğer doğru ise, James Tanrıya inanmayı, inanılmadığı takdirde “hayattaki biricik şans”ı yitirmek riskine oranla önemli bir avantaj olarak görmektedir.298

Konunun daha da netleşmesi açısından bir örnek daha verebiliriz. İlaç firmasında çalışan ve ilaçların insanlar üzerinde denenip denenemeyeceği ile ilgili olarak bir firmada karar merciindeki bir kişiyi düşünelim. Etkileri henüz belli olmayan, insana zararlı olabilecek bir ilacın denenmesi kararının alınma sürecinde bu kişinin durumunu ele alalım. Şimdi bu kişi bir karar merciindedir ve bu deneyi ya onaylaması ya da durdurması gerekmektedir, yani zorunlu bir tercih durumundadır. Karar onun için çok önemlidir ve bu sebeple de tercih canlı bir tercihtir. Seçim mühim ve ciddidir. Ödül yüksek, fırsat biricik ve geri dönülmezdir. Tercih zorlanmış ve mecburidir, kişi karar verememezlik edemez; çünkü karar vermemek de deneyin durdurulması ile aynı anlama gelecektir. Sonuç olarak ilacın zararlarının belli olmaması karar vermesini engelleyen bir sebeptir ve mevcut durum da zihni olarak karar verilemeyen bir tercihtir. Bu durumdaki bir kişinin tamamıyla ahlâkî teamüllere göre bir karara varması en makul çözüm olarak görünmektedir.299

James, belli durumların mevcudiyetinin, öznenin ona inanmasına bağlı olduğunu ileri sürer. Kişiler arası ilişkilerde veya kişisel amaçların yerine getirilmesinde farz edilen önermenin doğruluğuna imanın, belli eylemleri yerine getirmek için güdülenme sağlamasının zorunlu olduğu durumlar vardır ve bu eylemlerin ifası o önermenin doğruluğunun zorunluluğudur. Bu tür durumlarda olgunun mevcudiyeti inanca dayanır. Şimdi bu türden durumlar hangi durumlardır onlara değinelim.

4.2.2. Bir Olguya İnancın Olguyu Var Kıldığı Durum

James, inancın doğruluğunun olguyu var kıldığı durumlara bir örnek olarak sevgiyi örnek vermektedir. Mesela Ayşe’nin Ahmet’i sevip sevmemesi; Ahmet’in Ayşe’yi yarı yolda karşılamasına, Ahmet’in Ayşe’yi kendisini sevmek zorunda farz etmesine, Ahmet’in kendine güven duydurarak Ayşe’nin beklentilerini karşılamasına bağlı değildir. Ahmet’in, Ayşe’nin kendisini sevdiğine dair olan inancı böylesi bir durumda Ayşe’nin sevgisini ortaya çıkaran şeydir. Şayet Ahmet uzakta durup nesnel bir kanıt ortaya çıkıncaya kadar yani Ayşe bir şey yapıncaya kadar bir santim bile Ayşe’ye yaklaşmayı reddederse Ayşe’nin sevgisinin ortaya çıkma ihtimali çok

298 E. K. Suckiel, PPWJ, s. 75-76. 299 E. K. Suckiel, PPWJ, s. 77.

zayıftır. Erkeklerin, kadınların onları sevmek zorunda oldukları şeklindeki iyimser ısrarından dolayı, birçok kadının kalbi yenik düşmüş ve gerçekten de bu inanan erkeği sevmişlerdir. Erkek, kadınların kendini sevmeyeceği hipotezinden hoşnut olmaz. Burada belli bir doğruluğa duyulan arzu özel bir doğruluğun mevcudiyetini doğurur ve bu durum birçok örnekte de bu şekilde gerçekleşir.300 Burada erkeğin kendi üzerinde bulunan güçlere duyduğu inanç, kendi doğrulamasını yaratan bir iddia olarak ortaya çıkmaktadır.

Büyük veya küçük herhangi bir sosyal organizmanın varlığı da böyle bir inanç sistemine bağlıdır. Her bir üyenin, diğer üyelerin eş zamanlı olarak kendi görevlerini yapacakları düşüncesiyle kendi görevlerini yerine getirmeleri sayesinde bu organizmalar varlıklarını sürdürürler. Sosyal organizmanın varlığı, ortak bir sonucu elde etmede işbirliği yapan bağımsız kişilerin birbirlerine duydukları inanca bağlıdır. Mesela bireysel olarak ne kadar cesur olurlarsa olsunlar, bir tren dolusu yolcu birkaç eşkıya tarafından soyulabilir. Çünkü herhangi bir yolcu bir direniş hareketinde bulunduğunda kendisine destek verilmeyebileceğini ve vurulacağını düşünerek korkarken, eşkıyalar birbirlerine güvenmektedirler. Şayet trendeki herkes birbirine destek verecekleri konusunda birbirlerinden emin olsalar, her biri direnişe geçer ve bir daha da kimse tren soymaya kalkışamaz. O halde, bir olgunun hazırlayıcı bir inanç olmadan ortaya çıkamadığı durumlar vardır. Aynı zamanda bir olguya duyulan inanç da olgunun yaratılmasına yardım ettiğinden bilimsel kanıtın önünde koşan inancın, düşünen bir varlığın sahip olabileceği en düşük ölümsüzlük türü olduğunu söyleyen akılsız mantıktır.301

James, çağdaşları tarafından bu konuda da eleştirilmiştir. Örneğin Huxley ve Clifford, yeterli kanıt elde edilene kadar herhangi bir şeye inanılamayacağını, buna inanılmasının ise akli olmamanın dışında, aynı zamanda ahlâkî de olmadığını söylemektedir.302

James’in nesnel veya yeterli kanıt beklenmesine gerek olmadığı durumların ilkelerinden bahsettikten sonra, şimdi de inanma arzusu kavramının içeriği, en yoğun ve önemli olan “din” olgusuna uygulanışını temellendirmeye çalışalım.