• Sonuç bulunamadı

5. JAMES PRAGMATİZMİ’NDE BAZI METAFİZİK MESELELER ve DİN

5.2. Pragmatizm ve Din

James dini tarihsel bir olgu olarak görür ve inancın varlığını bireysel ve sübjektif ihtiyaçlara dayandırmaktadır. İnanma arzusunun tek başına bir din için yeterli olmadığını düşünür. İnsan dine inanma arzusu yanında, aynı zamanda ihtiyaç da duymalıdır. Ona göre insan dini en çok da ihtiyaç duyduğu zamanlarda muhafaza eder. Nitekim James’in kendisi de böyle bir inanca sahiptir. O bu konuda şöyle söylemektedir:

“Stoacılığımın katılığı bazen bana zulmetmektedir. Benim dine yönelik tavrım kabulden, benimsemeden ziyade itaat ve saygı biçimindedir. Ben dinin dışındaki her şeyin iflas ettiğini, ortadan kalktığını görüyorum. Her şey iflas ettiğinde ben dine yöneliyorum. Sırf stresten dolayı dine sürükleniyorum ve dini son çare olarak görüyorum. Eminim ki kısmen de olsa haklıyım. Din insanın rahatken ihtiyacı olan bir şey değildir. Diğer taraftan da bu düşüncemin de kısmen yanlış olduğunun farkındayım.”320

James’in din anlayışında iki önemli unsur bulunmaktadır. Bunlardan birincisi; insanın subjektifliğinin, yeterince derin ve evrensel olduğu yer ve zamanlarda kendi ihtiyaçlarını çevreye empoze etmesinden kaynaklanan ahlâkî arzudur. Ahlâkî arzu, iyiliğin kötülükten kurtulması adına iyilik davasına bağlı kişilerin bu davalarına aşk, şevk ve ihtirasla bağlı olmalarının gerektiği bir dünyada ahlâkî arzu ihtiyacıdır. Çünkü içinde yaşadığımız dünyada iyiliğin hâkim olabilmesi için güçlü bir ahlâkî iradeye ihtiyaç vardır. James’in din anlayışındaki önemli unsurlardan ikincisi ise; güvenlik ve emniyet anlayışıdır. Nitekim “James’in Hayatı” başlığında bahsetmiş olduğumuz gibi James’te sürekli bir emniyet ve güven duygusu ihtiyacı hâkim

319 W.James, PR, s. 49-52; W.James, MT, s. 53-56. 320 R. B. Perry, TCWJ, vol. II, s. 353.

olmuştur. Bu ikinci unsurun önemli olmasında James’in hayati tecrübelerinin etkilerini görüyoruz.321

James insanları “yumuşak başlı” ve “katı” insanlar olarak tasnif etmektedir. Yumuşak başlı kişilikler, dindar, değişmeyen dogmaları ve apriori hakikatleri sever; tabii olarak özgür istemi, idealizmi, Tek Tanrı’cılığı ve iyimserliği benimser. Katı insanlar ise daha çok maddeci, dinsiz, ampirist, duyusal, kaderci, plüralist (çoğulcu), karamsar ve kuşkucudur. Bazılarına göre, her iki grupta da belli çelişmeler mevcuttur ve bir ara yol bulmak gereklidir. İşte James ve onun gibiler bu yolu tercih edenlerdendir. Daha çok olgulara düşkün ve duyulara güvenmeyi tercih etmenin yanında dinsel inanç ihtiyaçlarından duyulan dehşet karşısında yumuşak başlı bir karaktere bürünürler.322 İşte bu düşünce, iki uç karakter tipi olan yumuşak başlı ve katı zihinli karakter tiplerinin bir uzlaşımı ve ara yolu olan pragmatik din anlayışıdır. James’e göre deneyciliği benimseyen katı zihinli insanlar, akılcılığı benimseyen yumuşak başlı insanların ölümsüz ve mükemmel evren hipotezlerini tamamıyla yadsıyorlardı. Oysa ki, hakikate ulaşma çabasında evrensel kavramlar pragmatizm açısından en azından duyular kadar önem taşırlar ve hesaba katılmalıdırlar. Ancak bu önem bir işlerlikleri olduğu sürece geçerlidir. İşlerliğe sahip bulunan bu kavramlar, hayatın diğer alanlarına katkıda bulunan bir işlerlik de sergilerler ise aynı zamanda anlamlı olmakla beraber gerçeklik de kazanırlar. Mutlak kavramının işlerliğine ise dinler tarihinde sıklıkla şahit olunmaktadır.323 James, reddedilemeyecek olarak tanımladığı bu evrensel kavramlar hakkında bir duyumcu olarak ne düşünmektedir? Plüralist (çoğulcu) ve ampirist bir dünya görüşüne sahip olan James, ikili karakter tasnifinde katı zihinliler grubunda iken, evrensel kavramlar göz önünde bulundurulduğunda yumuşak başlı bir tavır göstererek üçüncü bir karakter türünü neden ortaya koymaktadır? Acaba bu bir tutarsızlık mıdır? James bu konuda iki tarafı da pragmatik bir sorgulamaya tabi tutmuştur: Acaba mutlak biçimde gerçek dünyayı, bu ahlâkî esin kaynağı olan ve dini bir değer taşıyan birliği tekilci mi yoksa çoğulcu olarak mı değerlendirmelidir? Ona bir ilkeymiş gibi mi yoksa bir sonmuş gibi mi yaklaşılmalıdır? O mutlak olarak mı yoksa nihai bir amaç olarak mı görülmelidir? Onun bir başlangıç mı yoksa bir bitiş olduğu mu düşünülmelidir? Bu sorular, James açısından çok farklı sonuçlara götürebilecek can alıcı sorular olarak görülmektedir.

James’e göre, öncelikle tüm ikilemin, pragmatist açıdan dünyanın sahip olduğu potansiyeller noktasında düğümlendiği görülmelidir. Akılcılık, mutlak birlik

321 R. B. Perry, TCWJ, vol. II, s. 353. 322 W. Durant, age, s. 506.

ilkesinin entelektüel açıdan birçok olguya zemin hazırladığına inanır. Ancak aynı ilke, duygusal olarak olasılıkları sınırlayarak sonunda her şeyin güzel olacağını garanti eder ve gerçekleşebilir tüm potansiyelleri yalnızca iyi olanlarla sınırlar. Dünyanın nasıl olması gerektiğini ve nasıl olacağını düşünen insan ve dünyanın nasıl olabileceğini düşünen insan arasında dini anlamda çok büyük bir fark vardır. Akılcılar ve deneycilerin dine yaklaşım tarzlarında yaşanabilecek olasılıkların çerçevesi üzerine uzlaşmaz bir çelişki ortaya çıkmaktadır. Böyle bir durumda öncelikle kelimenin kendisi ele alınarak işe başlanmalıdır: “Olasılık” ne demektir? Olasılığın sözlük anlamı; “Var olandan daha az var olmayandan daha çok gerçek olan, üçüncü ve melez niteliğe sahip bir hal demektir.” Olasılık kelimesinin gerçek anlamına ulaşabilmek için pragmatist yöntem uygulanmalıdır. Bir şeyin olasılık içerisinde olduğunu söylediğimizde ne gibi bir değişiklik olacaktır? James’e göre bir şeyin olası olduğu ifade edildiğinde, en azından bir şeyin olanaksız veya gerçek olduğunu söyleyen bir kişiye karşı çıkılabilir. Fakat bir kişi, bir şeyin olasılık dâhilinde olduğunu söylediğinde ona nasıl karşı çıkılabilir veya karşı çıkılabilir mi? Hayır, ona karşı çıkabilmek için elde onu reddeden kesin kanıtlar gereklidir ki zaten buna da kimse olası demez. Bir şey olasılık dâhilinde ise onu engelleyen hiçbir şeyin olmadığı ortaya çıkmış olur. Bundan yola çıkarak da müdahale zemini bulunmayışı, o şeyi olanaksız olmaktan çıkarır ve somut anlamda olanaklı hale getirir. Olasılıklar içerisindeki şeyin gerçekleşmesi, yalnızca onu engelleyen hiçbir koşulun olmadığı anlamına gelmeyip aynı zamanda da ona zemin hazırlayan koşulların var olduğu anlamına gelir. James bu durumu bir tavuk örneğiyle somutlaştırmaktadır. Olası tavuk, koşullar itibariyle en azından bir yumurta ve kuluçka makinesinin varlığını gerekli kılar. Somut koşullar tamamlanmaya yaklaştıkça tavuk zemini daha olası bir duruma gelir. Somut koşullar tamamlandığında artık olasılık olmaktan çıkarak somut bir olguya dönüşür.324 Acaba bu yaklaşım pragmatizm açısından dinle ilgili olarak nasıl kullanılacaktır? James bunu “dünyanın kurtuluşu” bağlamında değerlendirmektedir. Dünyanın kurtuluşundan kasıt, determinizmin zorunluluğunun dışına çıkmak anlamına gelmekle beraber, aynı zamanda da dini kavramlar ve onlara inancın da anlamlılığının ortaya konması anlamına gelmektedir.

Dünyanın kurtuluşunun olasılık dahilinde olduğunu söylemek pragmatik açıdan ne anlam ifade edecektir? James’e göre bundan dünyanın kurtuluşuna dair bazı koşulların var olduğu anlamı çıkacaktır. Bu koşullar ne kadar olgunlaşırsa ve bunu engelleyebilecek koşullar ne kadar zayıf ise, kurtuluş olgusu o kadar çok

yüksek bir olasılık haline gelecektir. Dünyanın kurtuluşuna dair sorularda zihinlerin tarafsız olması gerektiğini söylemek, gerçeğin ruhuna aykırıdır ve tarafsız kalınamaz. Nitekim herkes, evrendeki güvensizliğini asgari düzeye indirmeyi amaçlar. Her türlü tehlikeye açık bir hayat, herkesi mutsuz kılar ve kılmalıdır da. Her şeye rağmen pesimistler denilen ve dünyanın kurtuluşuna inanmayan çok sayıda mutsuz insan da vardır. Optimistler ise dünyanın kurtuluşunun kaçınılmaz olduğunu söyleyen gruptur. Bu ikisi arasında bir grup daha vardır ki, bu doktrine “meliorizm”325 denir. Meliorizm kurtuluşun ne gerekli olduğunu, ne de imkânsız olduğunu düşünür. Bunu bir olasılık olarak görür. Koşulları olgunlaştıkça kurtuluş da daha büyük bir olasılık haline gelecektir. James’e göre pragmatizmin böyle bir durumda meliorizme eğilim göstermesi kaçınılmazdır. Dünyanın kurtuluşuna dair kimi koşullar, gerçekten de mevcut iken bu olguyu görmezden gelmek imkânsızdır. Eksik olan koşullar tamamlandığında ise kurtuluş gerçekleşecektir.326

James, bu konuda insanların bireysel ideallerinde attıkları her bir adımın dünyanın kurtuluşuna dair bir adım olacağını düşünmektedir. Kişilerin, kendilerine dönük eylemlerinin dünyanın kurtuluşuna hiçbir şey katmayacağını savunanlara karşı ise; “Tüm dünyanın kurtuluşu olmasa bile, eylemimizin dünya üzerindeki etkileri oranında bir kurtuluştan söz edemez miyiz?” sorusunu sorarak kendi cevabını da “Neden olmasın?” şeklinde ortaya koymaktadır. Eylemler ve onların meyveleri dünyanın bir parçası ise neden onlara layık oldukları değer verilmesin? Eylemler, parçası oldukları dünyayı neden değiştirmesin? James bu konuda tek tek parçaların gelişiminin bütünü değiştirebileceğine inanan bir kişinin, mantıksızlıkla suçlanmasının anlamsız olduğunu söyleyerek bu durum karşısındaki şaşkınlığını belirtmektedir. 327

Dini yaklaşımların, sözü edilen bu iki türü arasında derin bir uçurum göze çarpmaktadır ve James bunlardan mutlakçı yaklaşımı yumuşak başlılara hitap eden, plüralist yaklaşımı ise katı insanlara hitap eden bir felsefe olarak görmektedir. Plüralist yaklaşımın dini boyutlarını tamamen reddedenlerin sayısı hiç de az değildir. Bunlar plüralist yaklaşımı ahlak olarak nitelendirip, din sözcüğünü sadece monizm ile birlikte kullanma taraftarıdırlar. James bu iki eğilim arasında bir tercih yapmak durumunda kalındığında şu soruları sormaktadır: Monizmi savunanların talepleri

325 Meliorizm: Dünyanın daha iyi olma yoluna girip, giderek daha uyumlu, daha yetkin hale geldiğini; en azından dünyada kötülük olsa bile iyiliğin daha ağır bastığını; var olan evrim sürecinin dünyayı daha iyiye doğru götürdüğünü; insana düşenin iyilik için çalışarak, bu sürece katkı yapmak olduğunu savunan görüş: Ahmet Cevizci, Paradigma Felsefe Sözlüğü, İstanbul, 1999, s. 585.

326 W.James, MT, s. 136-137. 327 W.James, MT, s. 138.

biraz fazla ileri gitmiyor mu? Dünyanın hâlihazırda bir şekilde kurtarılmış olması ve insanların hiçbir sorumluluğunun olmaması fazla iyimser bir yaklaşım değil mi? Dini iyimserlik çok pastoral değil mi? Her şeyin tümüyle güvence altına alınması zorunlu mu? Kurtuluş adına hiçbir bedel ödenmeyecek mi? Son sözün söylenmiş olması mümkün mü? Evrendeki her şey yolunda mı? Yaşamın hiçbir alanında aksama olmuyor mu? James bu türden sorulara verilecek cevabın mantık tarafından değil kader tarafından verilebileceğini söyler. Kendi adına böyle bir tercih durumunda kaldığında ise pragmatizmin iki görüşü uzlaştırma arayışını bir kenara bırakan, daha ahlakçı olan görüşü tercih edeceğini ifade ederek, bunun sebebinin de çoğulculuğu ciddi bir hipotez olarak ele alma yönündeki pragmatik tercihi olduğunu belirtmektedir. O, evreni tehlikelerle dolu bir macera olarak görmenin yanında, yaşamın sunduklarına karşı bir mirasyedi gibi davranılmaması gerektiğini, yaşamda gerçek kaybedenlerin ve kazananların olacağını, toplam bir korumadan bahsedilemeyeceğini, bir ideali köken olarak değil amaç olarak ele almanın, bütünsel değil somut değerlendirmek gerektiğini düşünmektedir. İnsanoğlunun sayısız hayali ancak evrenin bu ahlakçı ve epik türünde yaşam bulabilir. Böylesi bir evren insanın rasyonel ihtiyaçlarını karşılamakta son derece başarılıdır.328

Özet olarak James’e göre din plüralist ya da melioristik tarzda ele alındığı sürece, pragmatizmin dini eğilimler taşıdığı söylenebilir. Ancak pragmatizmde bu türden bir din anlayışını benimseyip benimsememek tamamıyla kişilerin kendisine kalmış bir şeydir. Pragmatizm dogmatik bir sonuca varmak için henüz çok erken olduğunu ortaya koyar. Nitekim hangi din anlayışının uzun vadede daha uzun süre işlerliğini koruyabileceği tam olarak bilinemez. İnsanların inançları ve inançları doğrultusundaki girişimleri daha kesin kanıtlara ulaşılmasını sağlayacaktır. Bu noktadan hareketle çok farklı girişimler ortaya konabilecektir. Son derece katı bir anlayış sahibi olan biri için doğanın duyumsanabilir olguları yeterli olabilecek ve dine ihtiyaç duymayacaktır. Son derece yumuşak başlı biri dinin daha tekilci bir türünü benimseyecektir ve plüralist güvenceler ona yeterli gelmeyecektir. Ancak bunlar arasındaki bir kişiye ise çoğulcu ve ahlakçı din anlayışı daha sıcak gelecektir. James’e göre saf bir natüralizm ve transandantal mutlakçılığın temsil etmiş olduğu iki uç noktanın arasında ihtiyaç duyulan şey, tam da pragmatist ya da melioristik türden bir teizmdir.329 James’in bu meliorizm görüşü Spencer’ın görüşüne gerçekten çok benzemektedir. Nitekim Spencer’a göre; doğru eylem, her geçen gün daha iyiye

328 W.James, MT, s. 140-142. 329 W.James, MT, s. 143-144.

doğru giden bir dünyada, yaşanmaya değer olan bir yaşama katkıda bulunan eylemdir. Bununla birlikte, hayatta kalma mücadelesi amaç olmamalıdır. Hayatı süre ve derinlik bakımından zenginleştirmenin yolları aranmalıdır.330 James’in din görüşü de kurtuluşu ve dini buna göre düzenlemektedir. İnsanlar kurtuluş için çalışmalı ve her bir insanın atacağı her bir adımla hayat daha iyiye doğru yol almalıdır. Bu şekilde her bir ferdin gayretiyle hayat daha yaşanabilir bir hale gelecek, hem bu dünyada hem de öbür dünyada mutlu olunacaktır. Öbür dünya var olmasa bile en azından bu dünyada mutlu olunacak ve pragmatik amaç gerçekleşmiş olacaktır. Bu, var olmayan bir dinden veya her şeyi Tanrı’dan bekleyen bir imancılıktan daha faydalı, daha iyi ve daha doğrudur.

James’in din anlayışı Russell tarafından eleştirilmiştir. Russell’a göre James, din ile insani bir fenomen olarak ilgilenmiş ancak dinin amaçlarına pek ilgi göstermemiştir. Eğer insanlar mutlu olacaksa bırakın insanlar Tanrı’ya inansınlar, biçiminde bir görüşü savunmuştur. Russell bu noktaya kadar James’in yaptığının felsefe değil iyilik olduğunu ifade eder. Ona göre James’in önermesi, Noel Baba’nın var olması düşüncesinin sonuçları iyiyse vardır, önermesine benzemektedir. Oysa “Tanrı vardır” önermesinin “Hitler vardır” önermesindeki gibi inanmanın sonuçlarının iyi veya kötü olduğuna bakılmaksızın apaçık olması gerekir.331 Russell’ın değerlendirmesi ilk bakışta haklı gibi görünmektedir. Ancak James’in sisteminin geneli içerisinde değerlendirildiğinde, James kendi sistematiği içerisinde tutarlıdır. Zaten James’in bu iddiaları Russell gibilere verilen bir cevap olarak ortaya konmuştur. James’e göre Tanrı’nın varlığına inanan bir kişi, kendi tecrübeleri içerisinde Tanrı’nın varlığına inanıyor ise, bu kişiyi Tanrı’nın varlığına dair somut delil getirmeye zorlamak anlamsızdır. İnandığı takdirde Pascal teorisinde olduğu gibi kaybedeceği bir şey yok iken, inanmadığı takdirde de kazanacağı bir şey yok ise ve kişi inandığında mutlu oluyorsa o insan inancında serbest bırakılmalıdır. Russell, James’in bu açıklamalarını sadece kendi mantıksal düzleminde düşünerek ya yanlış anlamaktadır ya da böyle bir görüş karşısında diyecek başka bir şey bulamayıp zaten James’in kendilerine karşı inşa ettiği bu mantık girdabına tekrar düşmektedir.