• Sonuç bulunamadı

Dinî Tecrübede Güvenilirlik İlkeleri

5. JAMES PRAGMATİZMİ’NDE BAZI METAFİZİK MESELELER ve DİN

1.3. Dinî Tecrübede Güvenilirlik İlkeleri

Dinî tecrübenin gerçekliği ve güvenilirliğine dair bazı görüşler öne sürülmüştür. Buna dair iki önemli ilkenin esas alındığı tasnif dikkat çekmektedir. Bu ilkelerden biri “doğrulanabilirlik” ilkesi, diğeri de “safdillik” ilkesidir. Bu iki ilkeye ilaveten başka ilke önerileri de öne sürülmüş olmakla beraber üçüncü alternatifler genellikle bu iki ilkenin bir karışımı veya ara yolu niteliğindedir.

1.3.1. Dinî Tecrübede Doğrulanabilirlik İlkesi

Dinî tecrübeye dair görüş belirtenlerden bazıları, dinî tecrübeyi toptan reddetmekte ve bu reddedişin temeli olarak da doğrulanabilirlik ilkesini öne sürmektedirler. Bu görüşe sahip olanlara göre, dinî tecrübeye güvenebilmek için dinî tecrübelerin doğal tecrübelere uygulanan ölçütlere tabi tutulması gerekmektedir. Dinî tecrübeler de doğal tecrübeler gibi halka açık ortamlarda tekrarlanabilir, test edilebilir ya da özneler arası bir tarzda doğrulanabilir olması gerekir. Örneğin C.B. Martin (1924-2008)’e göre dinî tecrübenin de öteki tecrübeler gibi “denetlenebilir veya doğrulanabilir” olması gerekir. Elbette dinî tecrübelerin doğal tecrübeler gibi tekrar tekrar tecrübe edilebilir ve laboratuvar ortamına sokulabilir olmadığı açıktır. Bu durumda dinî tecrübe olarak öne sürülen olaylar, onları gerçekten dinî olarak yorumlamamıza ve dinin temellendirilmesinin haklı gerekçeleri olarak görülmesine izin vermezler. Bu ilkenin savunucularına göre dinî bir kaynakla irtibatlandırılan dinî tecrübe olarak ifade edilen olaylar tesadüf, ruh hastalığı kaynaklı illüzyon, halüsinasyon veya uyuşturucu ilaç sebebiyle ortaya çıkan olaylardır.372

370 M. Peterson, W. Hasker, B. Reichenbach, D. Basinger, age, s. 27-28. 371 Bkz. M. Peterson, W. Hasker, B. Reichenbach, D. Basinger, age, s. 30. 372 Bilgi için bkz. Cafer S. Yaran, age, s. 30-31.

Kanaatimizce, bu görüşün tutarlı bir tarafı bulunmamaktadır. Nitekim doğrulanabilirlik ilkesinin dinî tecrübeye uygulanması imkânsız olmakla beraber, bu imkânsızlığın sebebi kıstas olarak kabul ettiğimiz doğal gözlem ve deneyleme metotlarının dini tecrübe alanında yetersizliği sebebiyledir. Dinî tecrübenin ve bu süreçte gerçekleşen olayların bu ölçütlere göre tespit edilemeyişi, bu olayların yokluğundan veya maraziliğinden kaynaklanmayıp eldeki gözlem aracının yetersizliğinden kaynaklanmaktadır. Mikroskop ve benzeri teçhizatın icat edilmediği dönemlerde mikropların gözle görülememeleri sebebiyle reddedilmeleri ne kadar anlamsız ise dinî tecrübelerin de elde bulunan teknik araçlarla gözlenememeleri sebebiyle reddedilmeleri de o kadar anlamsız görünmektedir. Ancak bu ilkeyi geçerli bir ilke olarak kabul etmeyişimiz bu ilke içerisinde bulunan mantıki veya aklî doğrulamaları da tamamen reddettiğimiz anlamına gelmemektedir. Elbette ki dinî tecrübe yaşadığını iddia eden her kişiye, bizim elimizdeki araçlar bu tecrübeyi görmeye yeterli değil ancak sen öyle hissediyorsan doğrudur, demek de çok doğru bir tavır olmayacaktır. Şimdi doğrulanabilirlik ilkesine karşı bir tavır olarak ortaya çıkan safdillik ilkesini ele alabiliriz.

1.3.2. Dinî Tecrübede Safdillik İlkesi

Son zamanların teist din felsefesinde öne çıkan “safdillik ilkesi” (Principle of Credulity) Richard Swinburne’un ortaya koyduğu bir ilkedir. Bu ilkeye göre, bir iddiayı ortadan kaldıracak veya zayıflatacak çekinceler yok ise bir kişiye “durum şu imiş” gibi göründüğünde, muhtemelen öyledir. Nesnelerin nasıl göründükleri, onların öyle olduklarına inanmak için sağlam dayanaklar sağlar. Bu tekil algıyı ya da algı organlarımızın sağlıklı iş görmesini şüpheli bir hale getirecek aksi iddialar ortaya atılıncaya kadar böyle bir inancı kabul etmek mümkündür. Bu ilkeye göre ilgili tecrübe yanılıyor olabilir ancak yanlışlığının ispatlanması görevi, bu tecrübenin hakiki olmadığını iddia edenlerin sorunudur.

Bu bağlamda eğer bir dinî tecrübe algısal bir tecrübe ise böyle bir durumda Safdillik İlkesi dinî tecrübeye de uygulanabilir. Özel çekinceler olmadığı takdirde, dinî tecrübeyi yaşayanlar o tecrübenin, Tanrı’nın var olduğunu veya tecrübe edilen bazı sıfatlara sahip olduğunu destekleyen sağlam dayanaklar sunduğunu farz etmelidirler. Gündelik algısal tecrübede olduğu gibi, tecrübeyi yaşayanlar tecrübe ettikleri şey konusunda yanılabilirler. Fakat insanların Tanrı’ya dair inanca hakları vardır. Bu insanların inanma hakkı, ta ki kendilerine bu inançlarının

gerekçelendirilmiş başka inançlarla çeliştiğini veya sahip oldukları algı organlarının hatalı olduğunu düşünmeleri için yeterli sebepler sunuluncaya kadar devam eder.373

Bu ilkeye dair de birçok itiraz gündeme gelebilir. Aynı durum tersinden düşünülerek inanmayanların veya bu tecrübeye sahip olmayanların düşündüklerinin aksine bir tecrübe yaşamadıkları takdirde bu tecrübeyi kabul etmemeleri de doğru bir düşünce olarak görülebilir. Aynı şekilde fazlasıyla öznel bir ilke olduğu düşünülebilir ve bu da geçerlilik açısından önemli bir problemdir. Benzer itirazlar Michael Martin (d.1932) ve C.B. Martin (1924-2008) tarafından da yapılmıştır.374

Dinî tecrübeye ilişkin bu iki temel ilke dışında bazı alternatif ilkeler de ortaya konmuştur. Örneğin Cafer Sadık Yaran, doğrulama ilkesini insanları manevi yetenek ve değerlerden yoksun bırakan, safdillik ilkesini ise güvenilirlik ve güvence açısından yetersiz ve o oranda da riskli olarak nitelendirmektedir.375 Bu iki ilkeye alternatif olarak da “eleştirellik ilkesi”ni ortaya koymaktadır. Bu ilke doğrulanabilirlik ilkesi ve safdillik ilkesinin ortasında bir ilke olması sebebiyle her ikisine de benzer ve her ikisinden de farklılaşan özelliklere sahiptir. Bu ilke safdillik ilkesini yetersiz, riskli ve güvenilmez bulur ve doğrulama ilkesine benzer bir şekilde tecrübenin gerçekten dinî olup olmadığının sağlam delilleri, destekleri ve dayanaklarının olup olmadığının araştırılması gerektiğini ve bu delillerin güvenilir kriterlere göre eleştirel bir araştırma, soruşturma ve tahkikten geçirilmesi gerektiğini öne sürer. Bununla birlikte doğrulama ilkesinden farklı olarak bu delillerin deney ve gözlem yoluyla kamuya açık yerlerde tekrarlanarak test edilmesi ve herkese ispatlanması gibi ağır ve yapısına uygun olmayan koşulları şart koşmayarak safdillik ilkesine kısmen benzer bir şekilde ama eleştirellik süzgecinden geçirildikten sonra ortaya çıkan sonuca tecrübeyi yaşayan kişinin güvenmesi ve inanmasının makul olduğunu savunur.376

Eleştirellik ilkesi de gördüğümüz üzere bir alternatif yol olarak arabulucu niteliğinde olmakla beraber, doğrulama ilkesini benimseyenlerce içerdiği subjektiflik sebebiyle kabul görecek bir düşünce gibi görünmemekte, fakat safdillik ilkesine daha yakın görünmektedir. Nitekim safdillik ilkesinde de eleştirellik ve sorgulama görevi dinî tecrübeyi reddedenlere bırakılmışsa da geçerli bir eleştiri ve yaşanılan dinî tecrübelerin aksine somut iddialar ortaya konması halinde bu eleştiriler kabul görmektedir. İnançların makul olması ile ilgili olarak daha önceki bölümlerimizde

373 M. Peterson, W. Hasker, B. Reichenbach, D. Basinger, age, s. 32-33.

374 Bu eleştiriler için bkz. M. Peterson, W. Hasker, B. Reichenbach, D. Basinger, age, s. 33-34. 375 Bkz. Cafer S. Yaran, age, s. 28.

belirttiğimiz üzere aksi somut verilerle ortaya konulmadığı sürece kişilerin inanç haklarının bulunduğunu W. James de “inanma iradesi” kavramı ile ifade etmektedir. Dinî tecrübe ilkesi olarak da her zamanki kriterini ortaya koyarak sonuçların değerlendirilmesi diye niteleyebileceğimiz pragmatik yöntemi bize işaret etmektedir. James’in bu konuya dair görüşlerini ileride daha detaylı olarak göreceğiz.

Dinî tecrübenin değeri de bu başlık altında değerlendirilebilir. Dinî tecrübeyi kabul etmeyenlerin genel görüşü, doğrulama ilkesini savunanların görüşleriyle paralellik arz etmektedir. Öznelliği, doğrulanamayışı, deneylenemeyişi, sadece belirli kişilere has olması, her dinde ve kişide farklı şekillerde ortaya çıkması, bize verdiği bilgilerin karşılaştırılabileceği herhangi bir somut verinin bulunmayışı sebebiyle bilgi olarak kabul görmemektedir. Aksini iddia edenlerin ise temel görüşü dinî tecrübeyle elde edilen bilgilerin de normal duyular ile elde edilen bilgilere benzediği, ancak algı aracının farklı olduğu, bu bilgilerin somut, duyularla algılanabilen nesneler dünyasının deneyleme ölçütlerine tabi tutulamayacakları, ancak kendi boyutuna has kriterlere göre tanımlanabileceği yönündedir.377 Konumuzun daha fazla uzamaması için bu konudaki tüm görüşleri, itirazları ve de itirazlara verilen cevapları tek tek ele almayacağız. Nitekim konumuz olan W. James’in dinî tecrübe ve epistemolojik değeriyle ilgili çok daha derin ayrıntılara girerken kısmen bu düşüncelere de değineceğiz.

Birçok makale veya çalışmada mistik tecrübe ve dinî tecrübe aynı anlamda kullanılmaktadır. Acaba gerçekten de bu ikisi aynı anlama mı gelmektedir? Yoksa iki kavram farklı olmasına rağmen birbirlerinin yerine mi kullanılmaktadırlar?