• Sonuç bulunamadı

Yeni Nesil ve Dindarlık

Madde 3. Abraşiye meclisine girecek şahıslarda aranan vasıflar:

4. HOLLANDA SÜRYANİ TOPLUMUNDA DİN VE KİMLİK

4.6. Kimlik İnşasında Dinin Rolü

4.6.5. Yeni Nesil ve Dindarlık

Görüşmelerde “Yeni nesil sizce dindar mı?” sorusuna verilen cevapların kişinin kendi dindarlık algısına göre olumlu veya olumsuz olduğu gözlemlenmiştir. Sözgelimi şayet geleneksel dindarlık algısı devam ediyorsa, yeni neslin dindar olmadığı söylenirken, daha farklı bir dindarlık algısına sahip olanlar ise yeni neslin bilakis dindar olduğunu savunabilmektedir.

Yeni nesil sizce dindar mı? Ya da yeni nesil dindarlıktan ne anlıyor neyi yanlış algılıyor ve bunun gerekçeleri neler olabilir?

165

Yeni nesil bence dindar değil ve bir boşluk yaşıyor; hem kendi dinini iyi bilmiyor hem de karşı tarafı iyi bilmiyor. Mesela biz Türkiye’de iken her ne kadar kapalı bir toplum halinde yaşıyor idiysek de, Müslüman olan Türk, Kürt, Araplarla farklı ilişkilerimiz söz konusuydu. Bu ilişki neticesinde birbirimizi tanımaya çalışıyorduk. Ama Avrupa’da birisinin dininden bahsettiğin zaman çok geri kalmış bir şeymiş gibi görülüyor. “Dindar mısın? Hangi dindensin?”

tarzı sorular Avrupa’da çok demode, kişisel olarak görülüyor. Onun için insanlar pek birbirlerinin dinini sormuyorlar ama bilinçaltında ister istemez bu Yahudidir, bu Müslümandır, bu Budisttir, bu Hristiyan’dır gibi yaklaşımlar söz konusu. (Y.T.)

Mevcut durumun gidişatından memnun olmayan isimlerden biri de K.M.’dir.

Kullandığı kelimeleri özenle seçmeye çalışsa da bir rahatsızlık ve umutsuzluk göze çarpmaktadır:

[Derin bir nefes alarak]Çok zor bir soru. Aslında buna çok düşünerek cevap vermemiz lazım. Dua ederim ki yanlış bir cevap vermeyeyim. Yaşım ufak ama çok gezdim, çok gördüm. Çok çok üzgünüm, maalesef Avrupa’da elimizdeki elmasa sahip çıkamadık. Umarım ki bir gün gelir de şimdi dediklerimi gören arkadaşlar veya din adamları benden nefret etmezler. Biz Aramiler Avrupa’ya göç ettikten sonra Avrupa’nın yaşam şartları bize hükmetti. Üzülerek söylüyorum, kilisemiz çok dalgalı bir denizin ortasında gibi, ha yıkıldı ha yıkılacak korkusundayım. Hepsine demiyorum ama gördüğüme ve duyduğuma göre Avrupa’da din adamlarımız genelde maddiyatı daha önemli görüyorlar.

Yukarıdaki iki alıntı da geleneksel dindarlık formunun devam ettiği durumlara örnek olarak verilebilir. Oysa S. Kaya’nın getirdiği yorum farklıdır. Kuşaklar arası dindarlık algısının değişimini anlatırken, yaşlı kuşakta dinin sorgusuz sualsiz kabul edildiğine, oysa genç kuşağın daha sorgulayıcı olduğuna değinmektedir. Kendilerinden yapılması istenilen ibadetin nedenini sormakta ve bir ibadetin nedeni, hikmeti anlatılmadan da o işi yapmaya pek istekli görünmemektedirler:

Benim gördüğüm, yaşlı kuşakta din sorgusuz sualsiz kabul ediliyor, “neden?”

diye sormuyorlar. Kendilerine anlatılan ne varsa onu alıyorlar. Dini duyguları çok güçlü oluyor. Bu bazen kıskanılacak bir durumdur. Ama genç kuşak çok daha fazla okumuş, gezmiş, tatmış, görmüş. Bir inanç açlığı var onlarda.

“Neden” diye soruyorlar ve her şeye bir sebep bulmak istiyorlar. “Neden 10 gün oruç tutmamız gerekiyor?” Annem “çünkü tutmamız gerekir” derdi. Annem için kiliseye gitmek hem bir adet hem bir ihtiyaçtı, gitmediğinde sanki bir şeyleri eksikti. İnancı çok güçlüdür.

R.K.’nin da söyledikleri benzerdir, yeni nesilden ibadetlerini yapanların bunu daha bilinçli yaptıklarını söylemektedir:

Eskiler, sorgulamadan dini vecibelerini yerine getiriyorlardı. Annem oruç tutuyor ama nedenini sorsan bilemez. Gençler de oruç tutuyor ama nedenini bilmek istiyorlar. Bazı gençler anne-babalarından daha fazla dikkat ediyor ibadetlerine.

166

Bir din adamı olarak B. S. Doğan önemli bir hususa vurgu yapmaktadır.

Çoğunda geleneksel bir formda, biraz alışkanlık ve adet şeklinde devam eden dindarlık yerine diaspora gençlerinin, yaygın olmasa da, dindar olanların bilinçli bir şekilde bu yolu tercih ettiklerini ifade etmektedir:

Bazı gençlerin imanları Turabdin’den gelen o ihtiyarlardan daha yüksektir. (…) Bazılarında din bir örf ve adet olmuş. [eski nesil kastediliyor] Kiliseye geliyorlar, ibadetlerini yapıyorlar, kilisenin taşlarını öpüyorlar ama bunun yanında kötülük de yapıyorlar. (…) İmanlı gençler belki azdır ama imanlı olanlar da bilinçli bir şekilde imanlıdır.

Süryanilere ait bir dernekte aktif olarak görevler alan ve kendisi de bir eğitimci olan H.F.’nin gençlere dair tespitleri yine eski-yeni nesil arasındaki dindarlık anlayışını göstermesi açısından son derece önemlidir. Gitmek zorunda oldukları için kiliseye giden bir nesille, bunu bilinçli bir şekilde tercih eden bir neslin farklarını şu şekilde anlatmaktadır:

Yeni kuşak bence daha bilinçlidir. Her zaman söylenen “eskiden daha iyiydi”

sözlerine de inanmıyorum. Eski kuşak gitmek zorunda olduğu için kiliseye gidiyordu, yaşam böyleydi. Genç kuşak ise “İnanç nedir? Benim için anlamı nedir?” sorularına cevap arıyor. Onlar dinle daha bilinçli bir şekilde meşgul.

Hatta dindar olmayanlar bile dinle daha bilinçli bir şekilde meşgul oluyor. Zira dindar olmadığını anlamak için bile dinle daha bilinçli bir şekilde uğraşman lazım.

F.S.’nin de cevabı yukarıdaki açıklamaların paralelinde olmuştur:

Yeni nesil dinini bildiği zaman tam olarak biliyor. Eski nesil adet üzerine yapıyordu.

S.C. meseleye farklı bir açıdan yaklaşmakta ve “Süryanilik” bilincine vurgu yapmaktadır. Bazıları için Süryani olup olmamanın fark etmediğini ve bunun hem olumlu hem olumsuz yanlarının bulunduğunu iddia etmektedir:

Bazıları için Süryani olup olmamanın farkı yok. Bir yandan bu iyi bir şey, çünkü halklar arasında bir ayrım koymadan herkesi eşit görüyorsun. Öte yandan bir halk olarak varlığımızı devam ettirebilmemiz ve yok olmamamız için bu bilincin olması gerekiyor.

N.Y. genç nesilden biri olarak dini pratikleri yerine getirme konusunda eski kuşakla pek bir farklarının olmadığını, ama yeni kuşağın tercihlerinin daha bilinçli olduğunu düşünmektedir:

Dini pratikleri yerine getirme konusunda eski kuşakla pek bir farklarının olduğunu düşünmüyorum. Eskiden tarlada çalışanlar da kiliseye gidemiyordu.

Bu durumda sadece sabah veya akşam ibadetlerini yapabiliyorlardı. Her gün kiliseye gidemiyorlardı. Dolayısıyla şimdikinden daha çok veya daha az dindar

167

değillerdi. Hatta belki şimdi daha fazladır. Çünkü o zamanlar tarlada 9-5 arası iş anlayışı yoktu ama şimdi 9-5 arası iştesin. Eskiden pazar günleri de çalışman gerekebiliyordu. Eskiden daha çok ibadet edilip edilmediğini bilmiyorum ama şimdi yapılan tercihlerin daha bilinçli olduğunu düşünüyorum.

Y.T.’nin gençleri kiliseden veya dinden soğutan hususlara dair tespitlerinde bunun en önemli gerekçesi olarak din adamlarını göstermektedir:

Bana göre en önemli sebebi din adamlarımızın pek eğitimli olmaması, yetersiz olması bir de gençleri eğitecek, onları kucaklayacak, kiliseye çekecek bir seviyede olmamalarıdır. Gençlerin gözünde papazların çok “geri kafalı”

olduğu şeklinde bir imaj var. Mesela şu an çok genç metropolitlerimiz var, Almanya metropoliti 38-39 yaşlarında, Hollanda metropolitimiz 42-43 yaşlarında, genç papazlarımız da var ama düşünce tarzı olarak çok eskiyi temsil ediyor. Ve bunlar bence gençlerimizin kiliseye gelmemesinin en önemli sebebidir. Halbuki gençlerimiz bir boşluk içerisinde yaşıyor. Ne kendi kimliğini biliyor, ne kendi dini inançlarını tanıyor veya yerine getirebiliyor. Kiliseye gittiği zaman da sadece “kalk-otur”, neden kalktığını bilmiyor, neden oturduğunu bilmiyor, biliyorsa da eksik biliyor veya anlamıyor. Mesela Çarşamba-Cuma günleri niçin oruç tuttuğunu bilmiyor. Sorduğunda da tatmin edici bir cevap alamadığı için soğuyor. Bunda da din adamlarımızın yetersizliğini görebiliyoruz.

Y.T. ayrıca anavatana nazaran kiliseye yaklaşımın diasporada değiştiğine dikkat çekmiş ve özellikle gençlerin kiliseye gitme konusunda biraz isteksiz davranabildiklerini belirtmiştir. Değişen yaşam koşullarının da bunda etkisi olmuştur, söz gelimi cumartesi günleri daha çok eğlence amaçlı kullanılınca Pazar sabahları erken saatlerde kiliseye gitme alışkanlığı da haliyle azalmıştır:

Bizim gençliğimizin dindar olduğunu söyleyemem. Onları dindarlık konusunda motive edecek herhangi bir etken de göremiyorum. Mesela biz Mardin’deyken haftanın altı günü cumartesi dahi kiliseye giderdik. Kiliseye gitmediğim günlerin nadir olduğunu hatırlayabiliyorum. Her Pazar günü kilisedeydik.

Cumartesi günleri, hafta içi sabah akşam kilisedeydik. Burada ise ancak haftadan haftaya kiliseye gitme olayı var, o da eğer çok yorgun değilsek.

Biliyorsunuz burada insanlar cumartesiyi eğlence günü olarak algılıyorlar.

Pazar günü sekizde kalkacak, âyinde hazır bulunacak falan, biraz ağır gelebiliyor onlara. Şunu da her geçen gün daha iyi fark ediyoruz ki gençliğimiz artık kiliseye pek gitmemeye başladı. Ama milyonlarca euroya kiliseler inşa edildi Avrupa’da. Yanlış değilsem Avrupa’da yaklaşık 69 Kilise kendi mülkümüz olarak inşa edildi. Ve bu kiliseler 430 milyon civarında “mark”

harcandı, bu da 200 küsur milyon euro ediyor. Aslında bunu bizim kendi geleceğimizi koruyabilmemiz için yaptık ama pek öyle gözükmüyor.

Mor Polycarpus diğer görüşmecilerden farklı noktalara temas etmiştir. İnancın yahut dindarlığın somut bir şekilde ölçülemeyeceğini, her dönemin kendine göre zorlukları olduğunu ve bütün bunlara rağmen yenilerin eskilerden daha dindar olduğunun söylenebileceğini ifade etmiştir:

168

Söylemesi gerçekten zor, inancı ölçemezsiniz, çünkü bu sizin kalbinizde olan bir şey. Kitabı Mukaddes’te bir kıssa var, Ferisi ve vergi görevlisine dair. Ferisi tapınağa gider ve dua eder “Tanrım bu vergi görevlisinin aksine ben çok inançlıyım, ondalığımı veriyor, orucumu tutuyor ve dua ediyorum.” Vergi görevlisi ise diz çöker ve “Tanrım bana merhamet et” der. (Luka 18: 9-14) İnsanların gözünde Ferisi dindar biri, vergi görevlisi de dindar olmayan biri olarak görülebilir. Bazen hepimiz buradaki Ferisi gibi ikiyüzlü olabiliyoruz. Biz insan gözüyle bakıyoruz ama Tanrı bizi yüreğimizle yargılıyor. Bu yüzden bazen insanlarla iletişime geçtiğimde, kilise normlarına ve parametrelerine uymayan bazı insanların çok inançlı olduğunu görüyorum. Başka bir deyişle kendini kiliseye teslim etmiş ve gerçekten inançlı olan birçok genç görüyorum. Ayrıca insan olarak geçmişi idealize etmek gibi bir eğilimimiz var ama bence genel anlamda her kuşağın, her dönemin kendine has zorlukları vardır. Bugün çok dinamik bir dünyada yaşıyoruz. Yaşam çok dinamik ve hızla değişiyor. Bu yüzen belirli bazı unsurları korumak güçleşebiliyor ama bunları da akılda tutmamız lazım. Şartlara bakarak günümüzdekilerin geçmiştekilerden daha dindar olduklarını söyleyebilirim.

Buradaki Süryanilerin ibadetlerinde, geleneklerinde vs. dünyanın diğer yerlerindeki Süryanilerinden bir farklılaşma var mı?

Oluyor tabi. Söylemeye çalıştığım şudur; liturjik çeşitlilik yeni bir şey değil, başlangıçtan beri vardı. Bir dil gibi düşünün, farkında olarak veya olmayarak, dil bir değişime uğramaktadır. Mesela belirli yerlerde vakit kısalığından dolayı veya kendi kiliseleri olmadığı için veya insanların vakti olmadığı için komünyon âyininden önce sabah âyini yapılmamaktadır. Yaşam çok dinamik bir hal aldı ve insanlar artık bazı âyinleri kısaltıyor. Ama söz konusu olan köy olduğunda, yapacak başka bir işiniz olmadığından âyinin kısalığı veya uzunluğu yahut ne zaman yapıldığı sizin için fark etmiyor.