• Sonuç bulunamadı

SÜRYANİ GÖÇÜ Tarihi Arka Plan

VI. Kaynakların Değerlendirilmesi

1. SÜRYANİ GÖÇÜ Tarihi Arka Plan

Süryani Ortodoks Kilisesi, köklerini “Antakya Kilisesi”nde bulan en eski topluluklardan birisidir. Hristiyanlığın doğduğu dönemde Antakya şehrinin konumu oldukça önemlidir. Bir liman şehri olması, ticaret kervanlarının geçiş yolu üzerinde bulunması ve Küçük Asya ile Filistin bölgesi arasındaki stratejik konumundan ötürü ticari anlamda zenginleşen şehir, aynı zamanda bir kültür ve sanat merkezi haline gelmiştir.40 Süryaniler, Havari Petrus’un M.S. 37’de Antakya Kilisesi’ni kurduğuna inanır. O güne kadar sadece Yahudi yerleşim yerlerinde tebliğ edilen din, ilk defa bu şehirde paganlara tebliğ edilmiştir. Yine ilk defa bu şehirde İsa’nın takipçilerinden

“Hristiyanlar” (Christos) diye söz edilmiştir. Henüz Roma Kilisesi bile kurulmadan önce Aziz Petrus Antakya’da ilk kiliseyi kurmuş ve yedi yıl boyunca kilisenin piskoposluğunu yapmıştır.41 Antakya patrikliği haklı olarak kendisini en eski ve apostolik (havarisel-elçisel) kiliselerden biri olarak görmektedir. Havari Petrus’un ölümünden sonra cemaatin başına Mor Euodius ve Mor Ignatius Nurono42 geçmiştir.

Antakya, İznik Konsili’nde (325), İskenderiye ve Roma ile beraber Hristiyanlığın üç patriklik merkezinden biri olarak kabul edilmiştir. Bundan dolayı, Süryani Ortodoks Kilisesi, Havari Petrus’la başlatılan bu önemli geleneğin devamı olduğunu savunmaktadır.

Hz. İsa zamanında Antakya, Roma İmparatorluğu’nun Suriye eyaletine başkentlik yapmaktaydı. Şehirde hâkim olan Helenistik kültürün yanı sıra ortak konuşma dili Grekçe idi. Buna rağmen Edessa (Orhoy-Urfa) gibi bölgelerde konuşulan dil Aramicenin bir diyalektiydi, ki Hz. İsa’nın da Aramice konuştuğu bilinmektedir. Hz.

İsa’nın öğrencilerinden (70’lerden) Addai, Aggai, Mari ve Havari Thomas’ın Antakya, Edessa, Nsibin (Nusaybin) Fırat ve Dicle nehirleri arasında kalan Yukarı Mezopotamya

40 Atiya, Doğu Hıristiyanlığı Tarihi, s. 189.

41 Atiya, Doğu Hıristiyanlığı Tarihi, s. 192.

42 Mor İğnatiyos Nurani de denilmektedir. 107 yılında Roma’da öldürülmüştür. Süryani Patriklerin isimlerinin başındaki “Ignatius” lakabı buradan gelmektedir. Adrian Fortescue, The Lesser Eastern Churches, London, 1913, p. 338.

18

bölgesinde Hristiyanlığı yaydığına inanılır. Süryani kaynaklarda Edessa Kralı V.

Abgar’ın Hristiyan olmasına dair bazı rivayetler yer alır.43 Buna göre Kral Abgar hastalandığında kendisine, Filistin yöresinde mucizeler göstererek insanları tedavi eden olağanüstü bir adamdan bahsedilmiştir. Elçilerini göndererek İsa’dan ülkesine gelmesini rica etmiş ve “Halkının sana pek iyi davranmadığını duydum, buraya gelirsen ülkem ikimize de yeter” demiştir. İsa bu çağrıya olumlu cevap verememiş, “İsrail evinin kaybolmuş koyunlarına” gönderildiğini söylemiş ama öğrencilerinden birisini de kralı tedavi edecek bir emanetle göndermiştir. Yetmişlerden olan Aday’a (Addai) verdiği emanet, İsa’nın, yüzüne sürdüğünde yüzünün şeklinin yansıdığı bir mendildir. Kral Abgar mendili yüzüne sürünce iyileşir ve ülkesindeki halkın büyük çoğunluğuyla beraber Hristiyanlığı kabul eder.44

Havari Thomas’ın da Edessa, Nsibin gibi merkezler üzerinden Kuzey-Batı Hindistan’a (Kerala-Malankara) kadar gittiği söylenir. Söz konusu bölgede sayıları birkaç milyonu bulan ve farklı kiliselere bağlı olan bir Hristiyan topluluğu halen varlığını devam ettirmektedir. 45

Antakya Kilisesi’nin Hristiyanlık tarihindeki rolü ve etkisi çok büyüktür. İznik (325), İstanbul (381) ve Efes (431) konsillerinde Hristiyanlık inancının şekillenmesindeki katkısı önemlidir. 451 Kadıköy Konsili’nde İsa’nın tabiatına dair ortaya çıkan sert teolojik tartışmalar neticesinde Antakya Kilisesi ikiye bölünmüştür.

Süryani Ortodoks Kilisesi, İsa’nın “İnsani ve Tanrısal” tabiatlarının “karışmaksızın birleştiği”ni (Monofizit)46 savunurken; Antakya Melkit Kilisesi, Bizans’ın resmi söylemini kabul etmiştir. Süryani Ortodoks Kilisesi’nin bu tutumunun bedeli ağır olmuş ve Bizans yönetimi tarafından çok ciddi baskı ve eziyetler görmüştür. Bir diğer

43 Mehmet Çelik, Süryani Tarihi 1, Ankara, 1996, s. 57.

44 Mor Ignatius Efrem I. Barsavm, Saçılmış İnciler, Süryanilerin Yazınsal Tarihi, İstanbul, 2005, s. 69.

45 Hıristiyanlığın Hindistan’a girişine dair bkz. Kadir Albayrak, “Malabar Süryani Kilisesi”, Süryaniler ve Süryanilik, C. 1, ss. 175-206.

46 Süryani Kilisesi’nde monofizit inancın gelişimine dair bkz. Turhan Kaçar, “Erken Bizans döneminde Doğu: Süryani Monofizitliğinin Doğuşu”, I. Uluslararası Katılımlı Bilim, Din ve Felsefe Tarihinde Harran Okulu Sempozyumu, 28-30 Nisan 2006, Sempozyum Bildiri Kitabı, C. I, Şanlıurfa, 2006, ss. 106-118. Uzun zaman monofizit kavramı kullanılmasına rağmen artık miafizit (miaphysite) kavramı tercih edilmektedir. Bu bağlamda monofizit kavramı ile İsa’nın tanrısal tabiatının insani tabiatını kapsadığı kastedilirken; miafizit kavramı ile, insani ve tanrısal tabiatın birleşimi vurgulanmaktadır. Esasında bu vurgunun Katolik Kilisesi’nin misyon faaliyetlerinin bir parçası olduğu dikkatlerden kaçmamalıdır. Doğu Ortodoks kiliseleriyle aralarında fazla fark olmadığı, şeklinde bir söylem geliştirme çabasının bir ürünüdür. Dursun Ali Aykıt, Etiyopya Kilisesi, İstanbul, 2013, ss. 79-80.

19

monofizit kilise de Mısır Kopt Kilisesi’dir. Zaten monofizitizmin kendisiyle özdeşleştiği kişi İskenderiye ekolüne mensup olan Cyril’dir (ö. 444). Monofizit düşünceyi kabul edip ana akım Hristiyanlıkla yolları ayrılan diğer iki kilise de Habeş Kilisesi ve Ermeni Kilisesi olmuştur. Bu dört kilisede kullanılan dilin Roma Kilisesi’nden farklı olduğu (Süryanice, Kıptice, Habeşçe, Ermenice) göz önünde bulundurulduğunda, ortada bir dil engelinin de olduğu ve Bizanslı imparatorluk yöneticilerinin muhalefeti tam olarak anlayamadıkları söylenebilir.47

Bu baskı ve eziyetler sonucu neredeyse yok olmakla karşı karşıya kalan Süryani kilisesini yeniden ayağa kaldıran kişi Yakub Burdono (Yakub Baradaeus)48 olmuştur.49 6. yüzyılda Pers İmparatorluğu ile yaşanılan sorunlarda İmparator Justinian’ın (ö.565) imdadına karısı Teodora (ö.548) yetişmiştir. İmparatoriçe Teodora, İran’a karşı doğudaki Hristiyan varlığını güçlendirmek konusunda imparator kocasını ikna etmiştir.

İmparatoriçe Teodora’nın isteği üzerine Kopt patriği Theodosius, Yakub Burdono’yu Edessa (Urfa) metropoliti olarak kutsamış, ayrıca kendisine Tibeloyo (Evrensel Metropolit) ünvanını vermiştir.50 İmparatorun daha sonra pişman olduğu ve Yakub’u tutuklatmak istediği, ancak Yakub’un takdis âyininden hemen sonra İstanbul’u terk ettiği ve Mezopotamya’ya gittiği söylenmektedir. İmparatorluk casuslarına yakalanmamak için sürekli yer değiştiren ve belli bir ikametgâhı olmayan Yakub’un Süryani Ortodoks Kilisesi’ne çok büyük hizmetleri olmuştur. Suriye, Ermenistan, Kapadokya, Kilikya, Mezopotamya vb. bölgelere yaptığı seyahatler, Havari Pavlus’un misyon seyahatlerini andırmaktadır. Süryani tarihinde, 102 bin rahibi ve 89 piskoposu takdis ettiği iddia edilir. Sayılarda abartı olsa da binlerce rahibi ve 27 metropoliti takdis

47 Atiya, Doğu Hıristiyanlığı Tarihi, s. 203.

48 Yakub Baradaeus (500-578): “Hıristiyanlıkta Yakubilik "(Süryanilik) mezhebinin kurucusu olarak görülen Hıristiyan rahip. 528'de İstanbul'a giderek Monofizitizm lehine faaliyetler yapan Yakub Baradaeus, 542'de Urfa piskoposu oldu. Ömrünün kalan kısmını Suriye'den Mısır'a kadar olan bölgede yoğun bir çalışmayla geçirdi; kendisini monofizit akımın yayılması ve monofizit kiliselerin kurulmasına adadı.” Bkz. Gündüz, Din ve İnanç Sözlüğü, s. 393.

49 Atiya, Doğu Hıristiyanlığı Tarihi, s. 202.

50 Çelik, Süryani Tarihi 1, s. 300-301.

20

ettiği bilinmektedir.51 Kendisi Patrik52 olmamışsa da iki Patrik kutsamıştır: Antakyalı Sargis (542-62) ve Kara Pavlus (564-81).53

518’de Patrik Severus Antakya’dan sürgün edilmiştir. Bu tarihe kadar hep Antakya’da bulunan patriklik merkezi, birçok yer gezmesine rağmen, kiliselerinin ve patriklerinin ismini söylerken “Antakya” ismini kullanmaya devam etmişlerdir;

Antakya Süryani Ortodoks Kilisesi. Antakya’nın ardından patriklik merkezi Kartmin54, Kennesrin (Halep), Malatya, Amed (Diyarbakır) gibi birçok yere gittikten sonra 1293’te Mardin’deki Dayro d-Mor Hananyo’ya (Deyruzzafaran) yerleşmiştir. 600 küsur yıl burada kaldıktan sonra 1933’te önce Halep’e, ardından Şam’a geçmiştir.55

Süryaniler tarih boyunca sayısız âlim adamı yetiştirmiş, birçok bilimsel buluşa öncülük etmiş, yüzlerce manastır ve kilise inşa etmiştir. İniş çıkışların çokça yaşandığı Süryani tarihinin Altın Çağının, 7.-8. yüzyıllardan başladığı ve 13. yüzyılda yaşamış Ebu’l-Fereç olarak tanınan Malatyalı Mafıryan Gregoriyos Bar Hebroyo’nun (1226-1286) ölümü ile son bulduğu kaydedilmektedir.56 Müslümanlarla karşılaştıktan sonra, İslam idaresi altına giren Süryaniler, uzun yıllar boyunca Müslümanlara muallimlik etmiştir. Erken dönem İslam coğrafyasında yaşayan filozoflar ve tabiplerden tutun, saraydaki mütercim ve katiplere kadar birçok kişi; ya bizatihi Süryanilerden yahut Süryanilerden ders almış kişilerden müteşekkildi.57

Süryani Ortodoks Kilisesi’nin tarihi, yukarıda ortaya konduğu gibi sadece başarıların değil, aynı zamanda acı ve sıkıntıların tarihidir. Altıncı ve yedinci yüzyıllardaki Bizans baskısını, 11. ve 12. yüzyıllardaki Haçlı vahşeti izlemiştir. Daha sonra Moğollar ve Tatarlar tarafından bölgedeki diğer herkes gibi büyük kıyımlara maruz kalan Süryaniler, Osmanlı İmparatorluğu döneminde “Millet” sisteminin

51 Fortescue, The Lesser Eastern Churches, p. 325.

52 “Hristiyanlığın doğu kiliselerinde başpiskoposlara verilen dinî ve idarî unvan.”, Mahmut Aydın,

“Patrik”, DİA, XXXIV, s. 188.

53 Atiya, Doğu Hıristiyanlığı Tarihi, s. 202-205.

54 Şimdiki adı Yayvantepe, Midyat/Mardin yakınlarında bir köy.

55 Özcoşar, Yüzyılda Mardin Süryanileri, s. 82-84.

56 Vikont Filip de Tërazi, Doğu ve Batı Süryanilerinin Altın Çağları, Södertälje: Nsibin Yayınevi, tarihsiz, s. 11-12.

57 Bkz. Nesim Doru, “Süryani Filozofların İslam Felsefesine Katkıları: Yahya İbn 'Adi Örneği”, Süryaniler ve Süryanilik, C. 2, ss. 123-145; Levent Öztürk, İslam Toplumunda Hristiyanlar, İstanbul: Ensar Yayınları, 2012,ss. 569-711.

21

sağladığı hukuki bir güvence altında yaşamışlardır.58 Özellikle 19. Yüzyılda Osmanlı coğrafyasında artan misyonerlik faaliyetleri Süryanileri de etkilemiş, 1783 yılında Michael Carve öncülüğünde ana gövdeden kopan bir grup Süryani Katolik Kilisesi’ni kurmuştur.59 Bu kilise 1845’te Osmanlı Devleti idaresince resmi olarak tanınmıştır.60 Protestan misyonerler de Süryanilerden ufak cemaatler koparmış, bu durum zaten bir hayli azalmış olan cemaatin daha da azalmasına neden olmuştur. Bütün dünyada yükselen milliyetçilik dalgasından nasibini alan Süryaniler, bir bölünme daha yaşamış;

aidiyet bağlamında “Asuri-Arami” tartışmaları günümüze kadar devam etmiştir.61 I.

Dünya Savaş’ına gelindiğinde, Ermeniler kadar olmasa da, 1915 hadiselerinden ciddi şekilde etkilenmiş ve binlerce Süryani öldürülmüştür.62

1915 öncesinde Yukarı Mezopotamya ve Batı İran, Süryanilerin mesken edindiği yerlerdi. Halep, Musul, Bitlis, Diyarbakır, Mardin, Elazığ, Hakkari, Urmiye (İran) gibi şehirlerde yaşayan Süryaniler, “Nesturi, 63 Keldani,64 Süryani Kadim, Süryani Katolik vb.” birkaç farklı kiliseye bölünmüşlerdi. Osmanlı Devleti’nde azınlıklar ayrı birer “millet” olarak sınıflandırılmış ve bu şekilde bir idari yapı kurulmuştu.65 Önceleri idari olarak devletle irtibatları Ermeni Kilisesi üzerinden sağlandığı için nüfus sayımlarında da “Ermeni Milleti”nden sayılmışlardır.66 On dokuzuncu yüzyılda Osmanlı resmî kayıtlarında Süryaniler ve Süryani Patrikliği tanımlanırken “Ermeni milletine tabi Süryani taifesi”, “Ermeni milleti kullarına bağlı Süryani taifesi” veya

“Ermeni yamakları” gibi ifadeler kullanılmıştır.67 Süryani Ortodoks Kilisesi, resmi

58 Millet sistemi konusunda yazılmış müstakil bir eser için bkz. Bilal Eryılmaz, Osmanlı Devleti’nde Millet Sistemi, İstanbul, 1992. Özellikle Süryani Ortodoks Kilisesi’nin Osmanlı Devleti’ndeki idari yapısı için bkz. Canan Seyfeli, “Osmanlı Devleti’nde Gayri Müslimlerin İdari Yapısı: Süryani Kadim Kilisesi Örneği”, Süryaniler ve Süryanilik, C. 1, ss. 207-218.

59 İbrahim Özcoşar, “Papalığın Müdahalesi ve Süryani Kiliselerinde Bölünme: Keldani ve Süryani Katolik Patrikleri”, Süryaniler ve Süryanilik, C. 1, ss. 219-244.

60 Suphi Aksoy, Tuma Çelik, Mezopotamya Uygarlığında Süryani Tarihi, Ankara, 2013, s. 295.

61 Asuri-Arami isimlendirme problemi ileriki bölümlerde ele alınacaktır.

62 Süryanilerin Seyfo (Kılıç Yılı) dedikleri bu hadiseler ayrı bir başlık altında incelenecektir.

63 Nesturi Kilisesi’nin ortaya çıkışı ve diğer kiliselerden ayrıldığı noktalar için bkz. Kadir Albayrak,

“Nestûrîlik”, DİA, XXXIII, ss. 15-17; Muhammed Tarakçı, “Nestorius ve Kristolojisi”, Uludağ Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Dergisi, C. 19, S. 1, ss. 215-241.

64 Keldani Kilisesi’nin ortaya çıkışı için bkz. Kadir Albayrak, “Keldânîler”, DİA, XXV, ss. 207-210.

65 Bkz. Bilal Eryılmaz, Osmanlı Devleti’nde Millet Sistemi, İstanbul, 1992.

66 Osmanlı Devleti’ndeki “millet” sistemi ve Süryani Ortodoksların bu sistemdeki yeri için bkz.

İbrahim Özcoşar, “Millet Sistemi ve Süryani Kadimler”, Süryaniler ve Süryanilik, C. 2, ss. 209-238.

67 İbrahim Özcoşar, “Osmanlı’da Hristiyan Cemaatler Arası İlişkiler: Ermeni-Süryani Örneği”, Mukaddime, C. 5, S. 2, 2014, s. 5.

22

anlamda Ermeni Kilisesine bağlı olmasına rağmen, hem kendi cemaat işlerinde hem de devletle olan ilişkilerinde bunun pek bir anlam ifade etmediği görülmektedir. Ancak 19.

yüzyılda devlet nezdinde patriklik beraatı almak için Ermeni patrikliğinin aracılığı gerekli olmuştur.68

Süryani Katolikler, Osmanlı idaresi altında ayrı bir millet olarak tanındıktan sonra, Süryani Ortodokslarla aralarında mülkiyet çekişmeleri baş göstermiştir. Özellikle kilise mülklerinin paylaşımı konusundaki ihtilaflar devlet ricaline de intikal ettirilmiştir.

Katolik Fransa Devleti’nin desteğini arkalarına alan Süryani Katolikler, avantajlı duruma geçmişlerdir. Buna karşın Süryani Ortodoks kilisesi, kendilerinin eski ve asıl kilise olduklarını vurgulamak için “Süryani Kadim” ismini kullanmıştır. Osmanlı idaresi nezdindeki girişimlerini Ermeni Kilisesi üzerinden yürüten Süryaniler, bu noktada işleri hızlandırmak ve Süryani Katoliklere karşı üstünlük elde etmek için ayrı bir millet olarak tanınma girişimlerinde bulunmuşlardır. İlk olarak 1844’te İstanbul’da Meryem Ana Kilisesi’ni kurmuşlardır.69 Ancak bu girişimlerin meyvesini vermesi uzun sürecek ve ayrı bir millet olarak tanınmaları 1914’ü bulacaktır. Osmanlı Devleti tarafından Mart 1914’te hazırlanan “Süryani Kadim Patrikliğinin Nizamnâme-i Umumiyesi” ile birlikte Ermenilere bağlılıkları resmi olarak sona ermiştir.70 Bu nizamname ile ayrı bir millet olarak tanınmaları Süryaniler açısından önem arz etmektedir.71

Süryani Ortodoks Kilisesi’nin diğer kiliselerden ayrılan birkaç özelliği bulunmaktadır: Bunlar; Süryani Kilisesi’nin anadili, âyin kitabı ve elçisel (apostolik) inancıdır.72 Sami dil ailesinden olan Süryanice (Aramice) kadim bir dil olmanın yanında bir zamanların Ortadoğu’sunda “lingua franca” (ortak dil) durumundaydı, Mısır’dan

68 Özcoşar, “Millet Sistemi ve Süryani Kadimler”, s. 224.

69 İbrahim Özcoşar, “Community, Power, Identity: Identity Crisis of the Ottoman Süryanis”, Syriac in its Multi-cultural Context, ed. Herman Teule et. al., Eastern Christian Studies 23, Leuven: Peeters, 2017, p. 334.

70 Mehmet Şimşek, “Süryani Kadim Patriklik Nizamnamesi”, Sosyal Bilimler Araştırma Dergisi, Eylül 2005, sayı 6, s. 725-742; Ebubekir Sofuoğlu, İlke Nur Akvarup, “Osmanlı Devleti’nde Millet Sistemi ve Süryaniler”, Akademik İncelemeler Dergisi, C. 7, S. 1, 2012, ss. 71-88; Özcoşar, “Millet Sistemi ve Süryani Kadimler”, s. 233.

71 Haşim Erdoğan, 20. Yüzyılın İlk Yarısında Türkiye’deki Süryaniler, Erciyes Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü, (Yayınlanmamış Doktora Tezi), Kayseri, 2013, s. 45.

72 Hori Samuel Akdemir, “Süryani Ortodoks Kilisesinin Ayırt Edici Özellikleri”, Kolo Suryoyo, 1992/84, s. 56-59.

23

Hindistan’a kadar olan bölgede konuşulan ortak bir dildi.73 Eski Ahit’teki Peygamber Daniel kitabı ve Matta İncili bu dilde yazılmıştır. Aynı zamanda İsa’nın konuştuğu Galile Aramicesine en yakın lehçe olduğu için Süryaniler, “Rabbin dili”ni konuşmakla övünürler. 74 Süryani Kilisesi’nde yapılan vaazlar genellikle cemaatin içinde yaşadığı egemen toplumun dilinde olmasına rağmen, âyinler Klasik Süryanice (Ktobonoyo) dilinde yapılmaktadır. Süryaniler, ellerindeki âyin kitabının, İsa’nın kardeşi olarak bilinen Kudüs başpiskoposu Mor Yakup’tan kendilerine kaldığını söylerler. Mor Yakup’un henüz hayattayken âyin kitabını Süryanice yazdığına ve onun ölümünden sonra bu kitabın Kudüs’teki Mor Markos kilisesinde korunduğuna inanırlar.75Antakya Kilisesi, havarilerden Petrus tarafından miladi 37 yılında kurulmuştur. Bizzat Petrus’un yönettiği bu kilisenin devamı olduğunu söyleyen Süryanilerin, ilki Petrus olmak üzere şimdiye kadar 123 Patrikleri olmuştur.76

Süryaniler için en önemli yerlerin başında şüphesiz Turabdin bölgesi gelmektedir. Türkiye’nin Güneydoğu Anadolu bölgesinde kalan bu coğrafyanın merkezi Midyat’tır. Turabdin bölgesi için tarihçiler tarafından farklı sınırlar çizilse de; Batıda Mardin, Kuzeyde Hasankeyf, Doğuda Cizre ve Güneyde Nusaybin kentlerinin çevrelediği bölgedir.77 “Allah Hizmetkârlarının Dağı” anlamına gelen Turabdin, Süryani Kilisesi’nin ve kültürünün beşiği olarak görülmektedir. Süryani Ortodoks Patriği Mor Ignatius Zakka I. Iwas tarafından Turabdin, “Kudüs’ten sonra ziyaret edilmesi gereken bölge” olarak ilan edilmiştir.78 Ayrıca Yunanistan’daki Athos Dağı’na atfen kendisine “Doğu’nun Athos Dağı” denmektedir.79

73 Eyyüp Tanrıverdi, “Süryani Dili”, Süryaniler ve Süryanilik, C. 2, s. 2.

74 Mehmet Sadık Gür, “Süryanice”, DİA, XXXVIII, ss. 174-175.

75 Akdemir, “Süryani Ortodoks Kilisesinin Ayırt Edici Özellikleri”, s. 57.

76 Akdemir, “Süryani Ortodoks Kilisesinin Ayırt Edici Özellikleri”, s. 59. Mevcut patrikleri Mor Ignatius Efrem II. Kerim’dir.

77 Yakup Bilge, “Süryani Kilise ve Kültürünün Beşiği”, Uluslararası Midyat Sempozyumu, 7-9 Ekim 2011, Sempozyum Bildiri Kitabı, Mardin 2012, s. 509.

78 “Bizler için Turabdin her şeydir. Özellikle Süryani Kilisesi tarihinin öz ve doğru örneğidir. Bunun içindir ki, Turabdin sevgisinin yüreğimizde ayrı bir yeri vardır. Başka bir deyişle, bu yöredeki tarihi kilise ve manastırlarımız, bizler için kutsaldır. Süryani Kilisesi’nin Patriği olarak biz, Turabdin’i, Kudüs’ten sonra ziyaret edilmesi gereken kutsal bir yer sayıyoruz.” Hans Hallorweger, Turabdin:

Canlı Kültür Mirası, Linz: Friends of Turabdin, 1999, s. 7.

79 Bilge, “Süryani Kilise ve Kültürünün Beşiği”, s. 509.

24

Zengin bir kültüre sahip, sanat ve mimaride kendilerine özgü bir stilleri olan Süryanilerin izlerine, Türkiye’de Antakya, Malatya, Urfa, Mardin, Diyarbakır, Hakkari, Elazığ, Nusaybin, Midyat, Adıyaman ve Şırnak’ta rastlamak mümkündür.80

1.2. 19. Yüzyılda Süryanilere Yönelik Misyonerlik Faaliyetleri

Osmanlı İmparatorluğundaki misyonerlik faaliyetleri öncelikle Hristiyan azınlıklara yönelik olmuştur. Bu yönelişin nedenleri arasında Batılı devletlerin Doğu Hristiyanları arasında müttefikler edinme isteği ve onları “aydınlatma” düşüncesi sayılabilir. Zira bu misyonerlik faaliyetleri sadece siyasi nedenlere dayanmaz: Batı, açtığı eğitim kurumlarıyla aynı zamanda sapkın ve cahil olarak gördüğü Doğu Hristiyanlarını aydınlatma ve onlara “gerçek Hristiyanlığı” aktarma amacı da gütmektedir.81

Batılı Hristiyanların Süryanilere yönelik misyonerlik faaliyetleri 16. yüzyıla dayanmaktadır. Cizvitler, Papalığın desteğiyle 1622’den itibaren Halep ve Musul’da varlık göstermeye başlamışlardır. Çalışma alanlarını genişleten Cizvitler, Mardin’e misyoner bir rahip göndermişlerdir. Bir Cizvit olan Michel Nau 1681-82 yıllarında Mardin’de bulunmuştur. 18. yüzyılın ortalarından itibaren de Dominiken misyonerler bölgede çalışmalarda bulunmuşlardır.82 Bu Katolik çalışmalar çok geçmeden semeresini vermiş ve Nesturilerden kopan bir grup, Papa XI. Pius’un onayıyla 1680’de Keldani Kilisesi’ni kurmuştur. Aynı şekilde Mardin’deki Süryani Ortodokslardan koparılan bir cemaat 1850’de Süryani Katolik Kilisesi oluşturulmuştur.83 Bu şekilde doğuya gönderilen her misyoner grup, kendi kilisesinin amaçlarına uygun olarak, bu kadim Hristiyan kiliselerinden cemaatler oluşturmayı başarmış, kendilerini “aydınlatmak” için geldikleri bu topraklarda daha fazla bölünmeye neden olmuşlardır.

80 Erol Dora, “AB’ye Katılım Sürecinde Süryaniler ve Çok Kültürlülük”, Avrupa Birliği, Türkiye ve Asuri/Süryani Göçü Sempozyumu, (Yayınlanmamış Sempozyum Bildirisi), İstanbul, 2005, s. 4.

81 Suavi Aydın, “Doğu ve Batı Hıristiyanlığı Arasında Son Hesaplaşma: Modernleşme ve Doğu Hıristiyanlığı Üzerinde Misyon Faaliyetleri”, Süryaniler ve Süryanilik, C. 4, s. 102.

82 John S. Guest, The Yezidis: A Study in Survival, Londra, 1987, s. 55-57; Aydın, “Doğu ve Batı Hıristiyanlığı Arasında Son Hesaplaşma…” s. 108.

83 İbrahim Özcoşar, “Papalığın Müdahalesi ve Süryani Kiliselerinde Bölünme”, s. 234; İbrahim Özcoşar, Merkezileşme Sürecinde Bir Taşra Kenti Mardin (1800-1900), Mardin: Mardin Artuklu Üniversitesi Yayınları, 2009, s. 126.

25

Batılı misyonerler eliyle bölgedeki Hristiyanların “modernleşmesi” aynı zamanda onların politikleşmesi anlamına gelmiştir. Süryani Katolik Kilisesi’nin ana akım kiliseden kopmasından sonra birçok kilise binasını, arkasındaki güç olan Fransa’nın Osmanlı nezdindeki nüfuzuna dayanarak kendi mülkiyetine geçirmesi, kadim Süryanileri temsil eden Süryani Ortodoks Kilisesi’ni harekete geçirse de, geleneksel yetişme düzeni içerisinde yetişmiş ruhban sınıfının bu yeni akıma karşı durması mümkün olmamıştır.84

Osmanlı sınırlarında misyon faaliyetlerine başlayan ilk Amerika misyonu

“American Board of Commissioners for Foreign Mission - ABCFM”dir.85 1810 yılında Amerika’nın Boston şehrinde kurulan misyonun ilk öncüleri İzmir’e 1820 yılında gelen Levi Parsons ve Plinky Fisk’tir.86 19. yüzyılda Osmanlı topraklarında faaliyet gösteren tek misyoner grubu ABCFM değildir; onların haricinde birçok Amerikalı ve Avrupalı misyoner teşkilatları imparatorluğun her köşesinde âdeta cirit atmaktaydı. Üstelik Amerikalı ve Avrupalı Protestan misyonerler, Katoliklerle özdeşleşen ve genellikle din adamı olarak görülen misyoner profilinde önemli değişikliklere sebep olmuştur. Doktor, öğretmen, profesör gibi kendi alanlarında uzman kişilerden oluşan misyonerlerin, bu şekilde hedef kitleyle kaynaşmaları daha kolay olmuştur.87 Örneğin 19. yüzyıl Turabdin bölgesinde doktor azlığı düşünüldüğünde, Batılı ve iyi yetişmiş bir doktor-misyonerin bölgede yaşayan Kürt, Süryani, Yezidi gibi halklar tarafından ne denli saygıyla karşılanabileceği tahmin edilebilir.

ABCFM, Osmanlı topraklarında kendileri için en önemli hedef grup olarak Ermenileri belirlemiş ve bu amaçla “Ermeni Misyonu” açılmıştır. Daha sonraları bunun bir alt misyonu olarak, Diyarbakır ve civarındaki Süryani Kadim cemaatini hedef alan

“Asur Misyonu”,88 1858 yılında ilk Amerikalı misyoner Williams’ın Mardin’e gelmesiyle de “Mardin Misyonu” kurulmuştur.89 Williams’ın yıllarca süren çalışmaları

84 Aydın, “Doğu ve Batı Hıristiyanlığı Arasında Son Hesaplaşma…” s. 109.

85 Bundan sonraki atıflarda bu misyondan ABCFM diye bahsedilecektir.

86 İbrahim Özcoşar, “19.Yüzyılda ABD Misyonerlerinin Mardin Süryanilerine Yönelik Faaliyetleri”, Elektronik Sosyal Bilimler Dergisi, C. 5, S. 18, 2006, s. 142-143

87 Özcoşar, “19.Yüzyılda ABD Misyonerlerinin Mardin Süryanilerine Yönelik Faaliyetleri”, s. 143.

88 Uygur Kocabaşoğlu, Anadolu’daki Amerika, Ankara: İmge Kitabevi, 2000, s. 71.

89 Kocabaşoğlu, Anadolu’daki Amerika, s. 69.

26

sonunda 19 üyeli ilk kilise kurulmuş ve kilisenin ilk papazı da Cercis bin Abdullah Hadaye isimli bir Süryani olmuştur.90

ABCFM, “Şark kiliselerinin yeniden doğuşu” gibi bir hedefle bölgeye gelmiş, bu hedefini gerçekleştirmek için eğitime ağırlık vermiş ve okullar açmıştır. İlk geldiklerinde yerel kiliseleri Protestanlaştırma gayesi gütmeyip, onların tekrar canlanmasına ve gelişmelerine yardımcı olmak istediklerini söylemelerine rağmen, zamanla yerel kiliselerden ayırdıkları cemaatlerle kendi kiliselerini kurmuşlardır.

Kendilerini kurucu unsur olarak gören misyonerler, kurdukları kilise ve okullarda görev almak üzere yerli halktan yardımcılar yetiştirmişlerdir.91

Daha önce de ifade edildiği gibi Amerikalı Protestan misyonerlerin öncelikli hedefi Ermeniler olmasına rağmen, Mardin’de yaptıkları çalışmalardan etkilenenler öncelikle Süryani Kadim cemaati olmuştur. O dönemde patriklik merkezi olan Deyruzzafaran’a92 birkaç kilometre uzaklıktaki köylerde bile Protestan varlığının olduğu bilinmektedir.93 ABCFM’nin bölgedeki faaliyetleri 1917’ye kadar devam etmiştir.94

Protestan misyonerleri, başlangıçta herhangi bir mezhebî kaygı taşımadan sadece Doğu Hristiyanlarına hizmet götürmeyi hedefledikleri için, Süryani Ortodokslar tarafından, artan Katolik etkisine karşı gerçek bir müttefik olarak görülmüşlerdir. Fakat tıpkı önceki misyonerler gibi yerel cemaatlerden kendi mezheplerine kattıkları kişilerle Protestan-Evanjelik kiliseler kurmaya başlayınca, Süryani Ortodokslar tam bir hayal kırıklığı yaşamıştır. Protestanlar da Katolikler gibi Süryani cemaatinin üyelerini kendi mezheplerine katmış, fakat yol açtıkları bölünme Katoliklerinki kadar derin

90 Özcoşar, “19.Yüzyılda ABD Misyonerlerinin Mardin Süryanilerine Yönelik Faaliyetleri”, s. 146.

91 Özcoşar, “19.Yüzyılda ABD Misyonerlerinin Mardin Süryanilerine Yönelik Faaliyetleri”, s. 143-144.

92 Mardin şehir merkezinin hemen dışında yer alan Deyruzzafaran Manastırı asırlarca Süryani Ortodoks Patrikliğine ev sahipliği yapmıştır. Halen Mardin Abraşiyesi’nin merkezi konumunda olan bu manastır, yerli ve yabancı birçok ziyaretçinin akınına uğramaktadır. Deyruzzafaran Manastırı’na dair müstakil çalışmalar bulunmaktadır, bkz. Efrem Barsavm, Zihniyetlerin Bahçesinde Deyruzzafaran Manastırı’nın Tarihi ve Mardin Abraşiyesi ile Manastırlarının Özet Tarihi, çev.

Gabriyel Akyüz, İstanbul, 2006; Yakup Bilge, Geçmişten Günümüze Deyrulzafaran Manastırı, , İstanbul: Gerçeğe Doğru Kitapları, 2006; Güler Orakçı, Süryaniliğin Dini Merkezi Deyru’z-Zafaran, Sakarya Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü, (Yayınlanmamış Yüksek Lisans Tezi), Sakarya, 2010.

93 Özcoşar, “19.Yüzyılda ABD Misyonerlerinin Mardin Süryanilerine Yönelik Faaliyetleri”, s. 152.

94 Özdemir, Süryanilerin Dünü Bugünü, s. 24.

27

olmamıştır.95 Bunun üzerine Süryaniler yüzlerini İngiliz Anglikan Kilisesi’ne çevirmişlerdir.96 Bununla birlikte Süryani Ortodoksların Protestanlara karşı tepkileri devam etmiştir. Nitekim Kerburan’da (Dargeçit) Protestanlar kilise açmak için müracaat ettiklerinde, Süryani Ortodokslar tarafından Protestan rahibinin evi basılmış, evin çocuğu öldürülmüş ve 200 koyunu da çalınmıştır.97

İngiliz misyonerlerinin Süryani Ortodoks Kilisesi’yle ilişkileri ise, 1892 yılında Mardin’e gönderilen O.H. Perry ile başlamıştır. Bölgeyi baştanbaşa gezen ve Mardin’deki Deyruzzafaran Manastırı’nda 6 ay kalan Parry, araştırma ve incelemelerini bağlı bulunduğu Anglikan Kilisesi’ne98 bir rapor halinde sunmuştur.99 Parry, Süryani Ortodoksların Katolik misyonerlerle olan kötü tecrübelerinden dolayı Batılılara karşı mesafeli olduğu ve Süryanilere en fazla eğitim alanında yardım edilmesi gerektiği tespitlerinde bulunmuştur.100

Bülent Özdemir’in tespitine göre o dönemde Güneydoğu ve Doğu vilayetlerinde Süryanilerin yaşadıkları bölgelerde bulunan farklı misyoner merkezleri şunlardı:

1. Birleşik Luteran Kilisesi (The United Lutherian Church)

2. Nesturi Evanjelik Misyonu (The Evangelical Mission of Nestorians).