• Sonuç bulunamadı

savcısına alternatif, gözaltı tedbiri almaya yetkili yeni bir mercii yaratmıştır. Söz konusu madde, aşağıdaki bölümlerde detaylı şekilde ele alınacaktır.

5271 sayılı CMK’nın getirdiği bir diğer önemli değişiklik ise gıyapta tutuklamanın kaldırılması ve bu gibi durumlarda tutuklamayı mümkün kılmak için yakalama emri ile yakalama yapılıp, kişinin muhakeme esnasında hazır bulunmasını sağlamaktır. Yakalama emri olmaksızın yakalama ile yakalama emri üzerine yakalama hallerinde, farklı makamlar yakalama yapmaya ve yakalama emri çıkartmaya yetkili kılınmış, bu durumlar CMK’da açıkça düzenlenmiştir105. 1412 sayılı CMUK’ta kişi kollukça yakalandığı esnada gözaltına alınmış olmaktaydı. CMK ile yakalama ve gözaltı kurumları CMUK’un aksine farklı müesseseler olarak düzenlenmiş, genel itibariyle ortak olmakla birlikte bazı farklı hüküm ve sonuçlara da tabi tutulmuştur106. Buna göre yakalamada yetkili kural olarak kolluk kuvveti iken, gözaltı koruma tedbirine, yakalanan kişinin gözaltına alınması soruşturma açısından zorunlu ise ve de kişinin, suç işlediği yönünde somut deliller mevcut ise kural olarak Cumhuriyet savcısının emri üzerine başvurulabilecektir107.

1921’den günümüze kadar geçen, neredeyse 100 yıllık süreç, Türkiye Cumhuriyeti Devleti’nin hukuki anlamda çağdaşlaşma umuduyla devam etmiş, ceza hukuku sistemimiz pek tabii önemli ilerlemeler kaydetmiştir. Biz, birey hak ve özgürlükleriyle ilişkili olarak, çağdaş medeniyetler düzeyinin yakalanması hedefinin gerçekleştirilebilmesini;

Anayasa’nın 2. maddesinde ifadesini bulan Cumhuriyetin niteliklerinin korunmasında, anayasal ve kanuni düzenlemelerin, teoride özgürlükçü ve uzlaşmacı karakterde olmasında ve pek tabii bu düzenlemelerin ayrım gözetilmeksizin pratikte de uygulanmasında görüyoruz.

III- KARŞILAŞTIRMALI HUKUK

evrensel standartlar belirlenmesi ihtiyacı duymuşlardır. Yakalama, gözaltı, tutuklama vb.

pek çok koruma tedbirinin uygulanmasıyla birlikte ortaya çıkabilecek, insan hakları ile bağdaşmayacak nitelikte kötü muameleler, bu standartları belirleyen uluslararası sözleşmeler108 aracılığı ile önlenir. Hal böyle iken ilgili sözleşmeler, taraf devletlerin iç hukukuna da tesir edecektir.

İnsan Hakları Komisyonu tarafından kaleme alınan, Birleşmiş Milletler’e üye devletlerin tanıdığı, 10 Aralık 1948 tarihli İnsan Hakları Evrensel Bildirgesi (The Universal Declaration of Human Rights), en önemli uluslararası belgelerden bir tanesidir.

Türkiye ise bu bildirgeyi 06 Nisan 1949 tarihinde tanımıştır. Bakanlar Kurulu kararıyla da bildirinin, öğretim kurumlarında okunması, tartışılması ve özümsenmesi sağlanmıştır.

Bildiri insanlık tarihinde, kişi hürriyetini ve güvenliğini teminat altına alma yönünde atılmış en önemli adım olarak görülse de eklemek gerekir ki; söz konusu belge bir bildiri niteliğini taşımaktadır. Bu noktada da her ne kadar uluslararası hukuk kaideleri gereği devletlerin, “jus cogens” (buyruk kural) çerçevesinde egemenliklerinin sınırlanacağı söylenebilirse de bildiriye aykırılıkları, “birey-devlet” düzeyinde yargılayan denetim mekanizması olmaması (AİHS-AİHM aksine), pratikte eksiklik olarak görülebilir109.

Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi (European Human Rights Convention) ise, Avrupa Konseyi üyeleri tarafından, İnsan Hakları Bildirisi’nde yer alan hak ve özgürlükleri teminat altına almak adına üzerinde anlaşılan en önemli uluslararası sözleşmelerden biridir.

Bildirinin imzalanmasını izleyen 04 Kasım 1950 tarihinde Roma’da imzalanan Sözleşme, 03 Eylül 1953 tarihinde yürürlüğe girmiştir. Türkiye ise 18 Mayıs 1954’te Sözleşmeyi onaylamış, 28 Ocak 1987’de de bireysel başvuru hakkını tanımıştır. Mahkemenin zorunlu yargı yetkisini ise 28 Ocak 1990’da kabul etmiştir. AİHS, Avrupa Konseyi üyesi 47 devlet tarafından onaylanmıştır.

Bildiriye nazaran hukuki bağlayıcılığı üst düzeyde olan AİHS, bildiride yer alan pek çok hakkı düzenlemiş, koruma tedbirleri uygulanırken dikkat edilmesi gereken kriterleri açıkça belirtmiştir. Pek tabii sözleşmeye aykırı uygulamaların, AİHM nezdinde devletleri, hukuki yükümlülük altına sokacağı kuşkusuzdur.

108 Uluslararası sözleşmeler, iki veya daha fazla devlet tarafından akdedilen ve Türkiye Cumhuriyeti Devleti’nde Cumhurbaşkanın onayıyla Resmi Gazete’de yayımlanarak yürürlüğe konan, Türk normlar hiyerarşisi içerisinde kural olarak kanun değerinde bulunan bağlayıcı hukuk normlarıdır.

109 Keza, Uluslararası Adalet Divanı’na yalnızca devletler taraf olabilmekte, çekişmeli yargı yetkisinin kullanımı ise, çekişmeye taraf olan devletlerin rızası ile gerçekleşmektedir.

Örneğin, AİHS’in 3. maddesine göre; “Hiç kimse işkenceye veya insanlık dışı ya da aşağılayıcı muamele veya cezaya tabi tutulamaz.” Bu noktada yakalanan veya gözaltına alınan kişilerin, işkence yöntemi kullanılarak ifadelerine başvurulmasının önüne geçilmiştir.

Nitekim, “Özgürlük ve Güvenlik” hakkını düzenleyen 5. maddeye göre, herkes güvenlik hakkına sahiptir. İstisnai haller haricinde kimse özgürlüğünden alıkonamaz. Bu istisnai haller ise maddede; “a) Kişinin, yetkili bir mahkeme tarafından verilmiş mahkumiyet kararı sonrasında yasaya uygun olarak tutulması; b) Kişinin, bir mahkeme tarafından yasaya uygun olarak verilen bir karara uymaması sebebiyle veya yasanın öngördüğü bir yükümlülüğün uygulanmasını sağlamak amacıyla yasaya uygun olarak yakalanması veya tutulması; c) Kişinin bir suç işlediğinden şüphelenmek için inandırıcı sebeplerin bulunduğu veya suç işlemesine ya da suçu işledikten sonra kaçmasına engel olma zorunluluğu kanaatini doğuran makul gerekçelerin varlığı halinde, yetkili adli merci önüne çıkarılmak üzere yakalanması ve tutulması; d) Bir küçüğün gözetim altında eğitimi için usulüne uygun olarak verilmiş bir karar gereği tutulması veya yetkili merci önüne çıkarılmak üzere yasaya uygun olarak tutulması; e) Bulaşıcı hastalıkların yayılmasını engellemek amacıyla, hastalığı yayabilecek kişilerin, akıl hastalarının, alkol veya uyuşturucu madde bağımlılarının veya serserilerin yasaya uygun olarak tutulması; f) Kişinin, usulüne aykırı surette ülke topraklarına girmekten alıkonması veya hakkında derdest bir sınır dışı ya da iade işleminin olması nedeniyle yasaya uygun olarak yakalanması veya tutulması” olarak ifade edilmiştir.

Kişinin özgürlüğünün sınırlandığı anda dahi hakları mevcuttur. Sözleşme’ye göre;

Yakalanan her kişiye, yakalanma nedenlerinin ve kendisine yöneltilen her türlü suçlamanın en kısa sürede ve anladığı bir dilde bildirilmesi zorunludur. (md. 5/2)

Sözleşme, muhakeme ilkelerinden adil yargılanma hakkı, yetkili merci önünde meramını anlatabilme hakkı ve tarafsız bağımsız mahkemelerde yargılanma haklarını da teminat altına almıştır. Suç şüphesi üzerine yakalanan veya gözaltına alınan kişilerin, derhal bir yargıç veya yasayla adli görev yapmaya yetkili kılınmış sair bir kamu görevlisinin önüne çıkarılması zorunlu olup, bu kişi makul bir süre içinde yargılanma ya da yargılama süresince serbest bırakılma hakkına sahiptir. Salıverilme, ilgilinin duruşmada hazır bulunmasını sağlayacak bir teminat şartına bağlanabilir. (md. 5/3) Süreler, her olay özelinde, sınırlanan hakkın özünü koruyacak şekilde değerlendirilmelidir.

Kişinin, Sözleşme hükümleri uyarınca özgürlüğünden yoksun kılındığı hallerde,

“makul şüphe”ye göre hareket edilmesi gerekir. Şüphenin makul sayılabilmesi için,

“ilgilinin suçu işlemiş olmasının mümkün bulunduğu hususunda objektif bir gözlemciyi ikna edecek yeterli vakıa ve bilgilerin varlığı” aranmaktadır. Bu da elbette, “somut olaya dair koşullar değerlendirilerek” yapılabilecektir110.

Söz konusu maddenin 5. fırkası uyarınca ise kişilerin, haksız yere uygulanan tedbirler üzerine doğacak zararlarını tazmin etme hakları saklıdır.

Normlar hiyerarşisinde uluslararası sözleşmelerin yeri ve söz konusu sözleşmelerin iç hukukumuza tesiri ise Anayasanın ilgili maddelerine göre belirlenmektedir. Türkiye Cumhuriyeti adına yabancı devletlerle ve milletlerarası kuruluşlarla yapılacak andlaşmaların onaylanması, Türkiye Büyük Millet Meclisinin onaylamayı bir kanunla uygun bulmasına bağlıdır. (AY. md. 90/1)

Uluslararası bir andlaşmaya dayanan uygulama andlaşmaları ile kanunun verdiği yetkiye dayanılarak yapılan ekonomik, ticari, teknik veya idari andlaşmaların Türkiye Büyük Millet Meclisince uygun bulunması zorunluğu yoktur; ancak, bu fıkraya göre yapılan ekonomik, ticari veya özel kişilerin haklarını ilgilendiren andlaşmalar, yayımlanmadan yürürlüğe konulamaz.

Anayasa’nın 90. maddesine göre, usulüne göre yürürlüğe konulmuş uluslararası andlaşmalar kanun hükmündedir. Bunlar hakkında Anayasaya aykırılık iddiası ile Anayasa Mahkemesine başvurulamaz. Usulüne göre yürürlüğe konulmuş temel hak ve özgürlüklere ilişkin uluslararası andlaşmalarla kanunların aynı konuda farklı hükümler içermesi nedeniyle çıkabilecek uyuşmazlıklarda milletlerarası andlaşma hükümleri esas alınır.

B- YAKALAMA VE GÖZALTI KURUMLARININ BAZI YABANCI HUKUK