• Sonuç bulunamadı

Anayasa Mahkemesi’nin 1965 tarihli kararına göre96 bu madde; “Temel hak ve hürriyetlerin en başta geleni, bir şahsın bedeni üzerinde sahip olduğu fizik hak ve hürriyettir. Beden üzerinde fizik hürriyet sağlanmadıkça, ferdin iç huzuruna kavuşmasına ve diğer bir çok hürriyetlerinin fiilen gerçekleşmesine olanak yoktur.” şeklinde yorumlanmıştır.

1961 Anayasası gözaltı süreleri açısından değerlendirilecek olursak: Bireysel suçlarda ilk olarak yirmi dört saatlik süre öngörülmüştür. Ancak Anayasa md. 30/4’te yapılan, 22.09.1971 tarihli değişiklik ile söz konusu süre kırk sekiz saate çıkartılmıştı.

Önceki dönemlerde toplu suçlara ya da bazı özel durumlara dair gözaltı süresine hiç değinilmemişken, 1971 değişikliği ile söz konusu durumlara ilişkin “yedi gün”lük süre öngörülmüştü. Bu süre 20 Mart 1973 senesindeki değişiklikle ise “on beş gün” olarak revize edilmiştir.

Yakalama ve gözaltı, 1961 Anayasası’nda detaylı olarak düzenlenmiştir. Buna göre, usulüne uygun verilmiş bir hakim kararı olmaksızın kişi özgürlüklerinin kısıtlanamayacağı Anayasanın 30. maddesinde ifade edilmiştir97. Yukarıda 14. maddenin gerekçesinde geçen 1961 Anayasanın 30. maddesinin, 1971 ve 1973 değişiklikleri sonrasında son halini alan 2-5. fıkraları; “Yakalama, ancak suçüstü halinde veya gecikmesinde sakınca bulunan hâllerde yapılabilir; bunun şartlarını kanun gösterir. Yakalanan veya tutuklanan kimselere yakalama veya tutuklama sebeplerinin ve haklarındaki iddiaların yazılı olarak hemen bildirilmesi gerekir; Yakalanan veya tutuklanan kimse, tutulma yerine en yakın mahkemeye gönderilmesi için gerekli süre hariç kırk sekiz saat ve Devlet Güvenlik Mahkemelerinin görev ve yetkilerine giren suçlar ile kanunun açıkça belli ettiği hallerde toplu olarak işlenen suçlarda ve genellikle savaş veya sıkıyönetim hallerinde, kanunlarda gösterilen süre içinde hâkim önüne çıkarılır; bu süre on beş günü geçemez. Kimse bu süreler geçtikten sonra hakim kararı olmaksızın, hürriyetinden yoksun kılınamaz.

Yakalanan veya tutuklanan kimsenin durumu hemen yakınlarına bildirilir.” hükmünü amirdi.

1982 Anayasası’nın ilk halinde “Kişi Hürriyeti ve Güvenliği” başlıklı 19’uncu maddesi de herkesin, kişi hürriyeti ve güvenliğine sahip olma hakkı olduğunu ifade etmiştir. Devamında da istisnai olarak, şartları yasada gösterilen bazı durumlar ile

96 AYMK; 28.09.1965 T., 1963/100 E., 1965/48 K., (RG., T 31.12.1965, No. 12191) 97 ŞAHİN, İlyas, (2004), s. 53.

yakalama veya tutuklama tedbirleri haricinde hiç kimsenin özgürlüğünden men edilemeyeceği ifade etmekteydi.

Akabinde söz konusu 19. madde, 03 Ekim 2001 tarih ve 4709 sayılı Türkiye Cumhuriyeti Anayasasının Bazı Maddelerinin Değiştirilmesi Hakkında Kanunun 4’üncü maddesi ile revize edilmiştir. Buna göre “Yakalama, ancak suçüstü halinde veya gecikmesinde sakınca bulunan hallerde yapılabilir” Görülüyor ki; 19. maddenin 3.

fıkrası ile 1962 Anayasası’nda koruma tedbirlerinin ön şartlarına ilişkin çizilen sınırlar muhafaza edilmiştir. Zira koruma tedbirlerine, gecikmede tehlike hallerinde başvurulmalıdır. Çağdaş demokrasilerde hak ve özgürlükler ancak, ihlal edilen hukuki değeri muhafaza etmek için sınırlanabilir. Burada devletin sınırsız serbesti içinde olamayacağını eklemek gerekir. Kanunilik ilkesi, adil yargılanma hakkı, sınırlanan hak ile korunması amaçlanan değer arasında orantılılık ilkesi gibi ceza muhakemesinin temel ilkeleri kişi hürriyeti ve güvenliğinin teminatıdır. Çekirdek hak olarak tanımlanan yaşama hakkı ise, kişi hürriyeti ve güvenliği kavramı ile mana bulacaktır. Buna karşılık 1961 Anayasası’ndan farklı olarak, yakalanan kişiye yakalama ve hakkındaki iddiaların herhalde yazılı ve bunun mümkün olmaması halinde sözlü olarak derhal, toplu suçlarda ise hakim önüne çıkarılıncaya kadar bildirileceği düzenlenmiştir (AY md. 19/3-4)98.

Gözaltı süresi ise, bireysel suçlarda kırk sekiz saat olarak düzenlenirken, toplu suçlarda ise azami dört gün olarak belirlenmiştir. Bunlara ek olarak, olağanüstü hal, savaş ve sıkıyönetim halinde bu sürenin uzatılabileceği belirtilmişti99. (AY. md. 19/5) Ancak, yeni sistemde sıkıyönetim uygulaması kaldırıldığı için, 21/1/2017 tarihli ve 6771 sayılı Kanunun 16. maddesiyle, bu fıkrada yer alan “sıkıyönetim” ibaresi madde metninden çıkartılmıştır.

Cumhuriyet döneminde, kişi hürriyeti ve güvenliği kavramının anayasal teminat altında olması yukarıda yapıldığı üzere müesseseyi, değişen anayasalar özelinde incelemeyi zorunlu kılmıştır. Bunun yanında, anayasaların çizdiği sınırlar elbette geneldir.

Hukuki ve cezai düzenlemeler, pek tabii kanunlar ile tanımlanır ve detaylandırılır.

Anayasalarda belirtilen temel hak ve özgürlüklerin, keyfiyete dayandırılmaksızın ancak kanunla sınırlanabileceği, kanunların ise anayasanın çizmiş bulunduğu azami sınırlara (ör.

kişinin hürriyetinden yoksun bırakıldığı süreler) riayet ederek, anayasanın özüne ve ruhuna

98 ŞAHİN, İlyas, (2004), s. 54.

99 ŞAHİN, İlyas, (2004), s. 55.

aykırı olmaksızın düzenlemeler yapabileceği şüphesizdir. İşte bu noktada kanunlara da değinmek gerekmektedir.

1960 dönemimde yürürlükte bulunan 1412 sayılı CMUK’ta, kişinin hakim önüne çıkarılacağı süre belirgin değildi. Yalnızca Kanun’un 128. maddesinde “lüzumsuz ve muhik olmayan bir gecikmeye meydan vermeyecek surette” şeklinde net olmayan, yoruma açık bir ifade mevcuttu. Buna karşın 1961 Anayasası’nda sürelerin belirgin olduğu ve geçirdiği değişimden yukarıda bahsedilmişti.

1992 senesine kadar “yakalama ve gözaltı”na ilişkin, kanunda, önemli niteliği haiz herhangi bir değişikliğin yapılmadığı söylenebilir. 1992’de ise demokratikleşme manasında olumlu bulunan ve reform kanunu olarak da anılan 8.11.1992 tarih ve 3842 sayılı Kanun ile CMUK’ta, oldukça köklü değişiklikler yapılmıştır100.

İlk olarak, 1992 reformuna kadar Türk Ceza Muhakemesi’nde varlığından bahsedemeyeceğimiz, adil yargılanma hakkının önemli unsurlarından olan “habeas corpus” ilkesi101 bu kanunda düzenlenmişti. Buna ek olarak, yakalama ve gözaltı işlemlerinin derhal sona erdirilmesi için sulh ceza hakimine başvuru hakkı, söz konusu değişiklik sonrası mevzuatta yerini almıştı102.

Ek olarak yasak sorgu yöntemleri, kötü muamele, müdafinin soruşturma esnasında alınan ifadede bulunma zorunluluğu, bazı müstesna hallerde kişiye müdafi atanma zorunluluğu gibi pek çok düzenleme de bu değişikliklerle gelmişti103.

100 Bu yasa düzenlemesi neticesinde, tutuklama nedenlerinde sadeleştirme olmuş, (CMUK m. 104), tutuklama sebeplerine, altı aya kadar özgürlüğü bağlayıcı cezayı gerektiren suçlar yönünden, yeni bir tutuklama sebebi eklenmiş (CMUK m. 104/3), koruma tedbirlerinin ön şartlarından “orantılılık” ilkesine yer verilmiş (CMUK m. 104/4), tutuklama tedbirine ilişkin üst sınır (CMUK m. 110) öngörülmüştür.

Kabahatler için ise, tutuklamaya dair huküm ilga edilmiştir. (CMUK m. l05) Toplu suçlarda ise yakalamanrn süresi önceki düzenlemeye nispetle kısa tutulmuş, yakalamaya mukavemet ve yakalamanın hakim kararıyka uzatılması imkanı getirilmiştir. (CMUK m.128). Şüpheliye, sorgusu veya ifade alınması esnasında avukat bulundurma (CMUK m.135) olanağı tanınmıştır.; CENTEL, Nur; “Koruma Tedbirlerinde Gelişmeler”, MÜHFD Hukuk Araştırmaları, C. 8, S. 1-3, Y. 1994, s. 88.

101 1689 tarihinde İngiltere’de kabul edilen, Habeas Corpus Act yasasına dayanan söz konusu ilke, özgürlüğü kısıtlanan kişilerin, bağımsız ve tarafsız hakim güvencesi olmaksızın gözaltına alınmasını engellemeyi ve gözaltı işlemlerinin yasalara uygunluğunun denetlenmesini amaçlamaktadır. Bu hak, hakim kararı olmaksızın uygulanan yakalama ve gözaltı gibi tedbirlerde sulh ceza hakimine başvurulması suretiyle, tutuklama gibi hakim kararı gerektiren diğer tedbirlerde ise kanunda belirtilen itiraz merciine başvurulması suretiyle kullanılmaktadır.; ŞAHİN, İlyas, (2004), s. 206.

102 ŞAHİN, İlyas, (2004), s. 56.

103 CMUK yönünden bkz: BAŞER, Mert/ YENİDÜNYA, A. Caner; “Türk Ceza ve Ceza Usul Hukuku Kapsamında Yasak Sorgu Yöntemleri, Sanığın Yasak Sorgu Yöntemlerine Karşı Bir Korunma Yolu:

İşkence ve Kötü Muamele Yapmak Suçu”, İzmir Barosu Dergisi, S.4, İzmir Y. 1996, s. 51-52.

Değişiklikler ile süreler ve tedbiri almaya yetkili makamlar açıkça ele alınmış, belirginleştirilmişti. Kanun’un 128. maddesinde yer alan gözaltı süresinin dört güne süreyle uzatılabileceği yönündeki düzenleme terk edilerek, gözaltında geçecek süre en fazla dört güne kadar çekilmiştir. Anlatılanlar kapsamda Türk Ceza Muhakemesi Hukuku’nda, CMUK’ta yapılan reformlar ile hak ve özgürlüklerin teminata alınması husunda çok önemli adımların atıldığı söylenebilir104.

01.06.2005 tarihinde yürürlüğe giren, 5271 sayılı CMK’da ise yakalama ve gözaltına ilişkin usul ve esaslar kanunun 90 ila 99. maddeleri arasında düzenlenmiştir.

Süreler yönünden, bireysel suçlarda kişiyi hakim önüne çıkartmak için yolda geçirilmesi gereken zorunlu süre (azami on iki saat) hariç yirmi dört saatlik süre öngörülmüştür. Toplu suçlarda ise yirmi dört saatlik süre ancak, delillerin toplanmasındaki güçlük veya şüpheli sayısının çokluğu sebebiyle, Cumhuriyet savcısının yazılı emri olmak kaydıyla her defasında bir günü geçmemek şartıyla, üç gün, toplamda ise dört gün olarak belirlenmiş, 1992 tarihli CMUK’ta yer alan dört günlük süre CMK’da da korunmuştur.

Keyfiyete yer vererek uygulamasında hak ihlallerine neden olduğu yönünde eleştirilere çokça hedef olmuş, kanaatimizce de demokratik yönde yapılan değişikliklerin aksine düzenlenmiş 250. madde ile getirilen ve söz konusu maddede yer alan suçların, yalnızca OHAL ilan edilen bölgelerde işlendiği yönünde şüphe oluştuğu takdirde gözaltında geçirilecek süreyi yedi güne kadar çıkartabilen özel yetkili ağır ceza mahkemelerinin yetkisi kaldırılmış, söz konusu madde 2/7/2012 tarihli ve 6352 sayılı Kanun’un 105. maddesi ile ilga edilmiş, demokrasi ve ceza hukukunun siyasal teminatçı yapısının sağlamlaştırılması adına önemli bir adım atılmıştır.

Buna karşılık Kanun’un, “Gözaltı” başlıklı 91. maddesine, 27/3/2015 tarihli ve 6638 sayılı Kanunun 13 üncü maddesiyle eklenen 4. fıkra, yukarıda da ifade edilmişti.

Eleştirel yaklaştığımız bu fıkraya göre: “Suçüstü halleriyle sınırlı olmak kaydıyla; kişi hakkında aşağıdaki bentlerde belirtilen suçlarda mülki amirlerce belirlenecek kolluk amirleri tarafından yirmi dört saate kadar, şiddet olaylarının yaygınlaşarak kamu düzeninin ciddi şekilde bozulmasına yol açabilecek toplumsal olaylar sırasında ve toplu olarak işlenen suçlarda kırk sekiz saate kadar gözaltına alınma kararı verilebilir.” Bu hüküm hem 1. ve 3. fıkralarda yer alan sürelere istisna getirmiş, hem de Cumhuriyet

104 İlgili döneme dair detaylı incelemeler ve görüşler için bkz: EREM, “İnsan Hakları ve Ceza Muhakemeleri Usulü Kanunu Değişikliği”, İnsan Hakları Yıllığı, C. 14, Y. 1992, s. 25-46.

savcısına alternatif, gözaltı tedbiri almaya yetkili yeni bir mercii yaratmıştır. Söz konusu madde, aşağıdaki bölümlerde detaylı şekilde ele alınacaktır.

5271 sayılı CMK’nın getirdiği bir diğer önemli değişiklik ise gıyapta tutuklamanın kaldırılması ve bu gibi durumlarda tutuklamayı mümkün kılmak için yakalama emri ile yakalama yapılıp, kişinin muhakeme esnasında hazır bulunmasını sağlamaktır. Yakalama emri olmaksızın yakalama ile yakalama emri üzerine yakalama hallerinde, farklı makamlar yakalama yapmaya ve yakalama emri çıkartmaya yetkili kılınmış, bu durumlar CMK’da açıkça düzenlenmiştir105. 1412 sayılı CMUK’ta kişi kollukça yakalandığı esnada gözaltına alınmış olmaktaydı. CMK ile yakalama ve gözaltı kurumları CMUK’un aksine farklı müesseseler olarak düzenlenmiş, genel itibariyle ortak olmakla birlikte bazı farklı hüküm ve sonuçlara da tabi tutulmuştur106. Buna göre yakalamada yetkili kural olarak kolluk kuvveti iken, gözaltı koruma tedbirine, yakalanan kişinin gözaltına alınması soruşturma açısından zorunlu ise ve de kişinin, suç işlediği yönünde somut deliller mevcut ise kural olarak Cumhuriyet savcısının emri üzerine başvurulabilecektir107.

1921’den günümüze kadar geçen, neredeyse 100 yıllık süreç, Türkiye Cumhuriyeti Devleti’nin hukuki anlamda çağdaşlaşma umuduyla devam etmiş, ceza hukuku sistemimiz pek tabii önemli ilerlemeler kaydetmiştir. Biz, birey hak ve özgürlükleriyle ilişkili olarak, çağdaş medeniyetler düzeyinin yakalanması hedefinin gerçekleştirilebilmesini;

Anayasa’nın 2. maddesinde ifadesini bulan Cumhuriyetin niteliklerinin korunmasında, anayasal ve kanuni düzenlemelerin, teoride özgürlükçü ve uzlaşmacı karakterde olmasında ve pek tabii bu düzenlemelerin ayrım gözetilmeksizin pratikte de uygulanmasında görüyoruz.

III- KARŞILAŞTIRMALI HUKUK