• Sonuç bulunamadı

B- SÜRELER

VII- GÖZALTININ SONA ERMESİ

Gözaltı tedbirinin uygulanabilmesi için ilk olarak yakalamanın yapılması gerektiğini “yakalama” bölümünde detaylı şekilde ifade etmiştik. Gözaltının sona ermesinden bahsedebilmek için ise tedbirin icrası adına gerekli koşulları haiz, hukuka uygun bir gözaltı kararının verilmesi gerektiği hususu şüphesizdir. Zira yakalanan kişi ilk olarak, kolluk tarafından savcıya haber verilmesini takiben, Cumhuriyet savcısının re’sen salıverilme emri üzerine serbest kalabilir. Örneğin somut olayda yakalanan kişinin gözaltına alınmasını gerektirecek bir nedenin tespit edilememesi ya da yakalama sebebinin ortadan kalkması hallerinde, kişinin, savcının emri üzerine kolluk tarafından derhal serbest bırakılması gerekmektedir. Buna karşılık yakalamanın sona ermesine dair koşullar oluşmamış ve gözaltı kararı verilmişse, tedbirin icrası da belli hallerde sona erecektir.

Nitekim kanunda azami olarak belirtilen gözaltı sürelerinin bitmesi sonucu kişi hakkında başka bir işlem yapılmıyorsa kişi otomatik olarak serbest bırakılır537. Yakalanan kişinin işlemlerinin en kısa sürede tamamlanması esastır. Savcının emri üzerine gözaltına alınan kişi, gerekli usuli işlemlerin tamamlanmasının ardından derhal Cumhuriyet savcılığına sevk edilir. Kişi gözaltı süresinin bitimiyle birlikte savcılık tarafından sulh ceza hakimine sevk edilmezse serbest kalır538. Kanunda öngörülen gözaltı sürelerinin bitiminde hakim karşısına çıkarılmayan kişi mutlaka serbest bırakılmalıdır. Muhafaza altına alma gibi kanuni dayanaktan yoksun uygulamalar, hukuka ve AİHS’e aykırılık teşkil edecektir.

Bu durumda ilgililerin cezai sorumluluğunun yanında tazminat yükümlülüğü de doğabilecektir539.

Nihayet son hal, yakalama üzerine Cumhuriyet savcısının; gözaltı işlemi uygulanması ya da gözaltı tedbirinin uzatılması yönünde emirlerine karşı, sulh ceza hakimine yapılan başvuru üzerine, gözaltı tedbirinin hakim kararı ile sonlanmasıdır. Bu

536 ÜNVER/HAKERİ, (2014), s. 360.

537 ÖZBEK/BACAKSIZ/DOĞAN/TEPE, (2018), s. 269.

538 BIÇAK, (2018), s. 630.

539 ÜNVER/HAKERİ, (2014), s. 359.

durumda itiraz üzerine yapılan denetim sonucu hakim kişiyi serbest bırakma yönünde karara varabilir. Bu karar derhal uygulanır540. Aksi durumda ise hakim, adli kontrol ya da tutuklama kararı verir. İki durumda da hakim kararı üzerine gözaltı tedbiri sona ermektedir.

540 ÖZBEK/BACAKSIZ/DOĞAN/TEPE, (2018), s. 269.

SONUÇ

Maddi ceza hukukunun konusunu oluşturan vakaların ispatı; olayı temsil eden delillerin değerlendirilmesi, vicdani kanaate varılması ve sonuç olarak maddi gerçeğe ulaşılması ile mümkündür. Bahsedilen tüm bu süreç, ceza muhakemesinin yürütülmesi aracılığıyla sağlanır. Olayın ispatı; toplumun yüksek menfaatinin ve demokratik toplum düzeninde kişi hak ve özgürlüklerinin korunması açısından zaruridir. Bu bağlamda, muhakemenin sağlıklı yürüyüşünün sağlanması, fiili işlediğinden şüphelenilen kişinin özgürlük alanının daraltılması yoluyla gerçekleştirilebilir. Aksi takdirde muhakeme sürecinden beklenen fayda alınamayabilecek ve kamu menfaati tatmin edilemeyebilecektir.

Bahsettiğimiz kısıtlamalar, yani “koruma tedbirleri” yargılama sürecine ilişkin pozitif, şüpheli/sanık hakları açısından ise negatif bir etki doğurmaktadır. Çalışmamızın konusu olan “Yakalama ve Gözaltı” müesseseleri de birer koruma tedbirleridir. Bu noktada toplumun yüksek menfaatinin korunması ve demokratik rejimin sürdürülebilmesi adına ilgili tedbirler, şüpheli kişinin AİHS md. 5 ve Anayasa md. 19 ile düzenlenen kişi özgürlüğü ve güvenliği hakkına bazı sınırlamalar getirebilmektedir. Hak ve özgürlükleri sınırlayıcı niteliklerinden ötürü yakalama ve gözaltı tedbirlerine ilişkin hukuki düzenlemelerin çok açık şekilde ele alınması, tedbirin muhatabı kişinin güvencesi olarak savunma hakkı kapsamında birtakım haklara sahip olması, ilgili düzenlemelerin uluslararası düzenlemelere ve taraf sözleşmelere paralel olarak ele alınması ve hukuki düzenlemelerin herkese uygulanması gerekir.

İç hukukumuz açısından yakalama ve gözaltı kurumlarına bakıldığı takdirde; teorik düzenlemelerin ele alınışı ve pratikte uygulanışına dair olumlu ve olumsuz eleştirilerin getirilmesi mümkündür. Muhakeme hukukumuzun gelişim gösterdiği süreçte, Anayasa, CMUK ve CMK’da insan haklarının korunması adına önemli adımlar atılmıştır. Kişi hürriyeti ve güvenliği hakkı ile sanık haklarının pek çoğunun Anayasal düzenleme ile güvece altına alınması, yakalama ve gözaltı tedbirlerinin birbirlerinden ayrılması, gıyabi tutuklamanın kaldırılarak müzekkereli yakalamaya geçilmesi, yakalama ve gözaltı tedbirlerinin şartları ve tedbirin muhatabının sahip olduğu haklara dair usul ve esasların açıkça ele alınması önemlidir.

Konuyu, doktrinde eleştirilen ve olumlu yönde düzeltilen hükümler yönünden ele almak gerekirse, bize göre;

- Yakalama ve Gözaltı kurumlarının birbirinden ayrımı, hem gözaltına alınmadan önce kişinin serbest bırakılabilmesi imkanını doğurması hem de kanunun sistematiği açısından kolaylık getirmesi açısından olumludur.

- Tutuklama gibi önemli bir koruma tedbirinin, yargılama esnasında kişinin gıyabında verilmesi uygulamasının kaldırılması ve 2005 değişikliği ile CMK’nın 98.

maddesinin “yakalama emri (müzekkereli) üzerine yakalama”ya yer vermesi, savunma makamının korunması adına önemli bir değişimdir. Zira eski uygulamada kişi yüze karşı tutuklanmıyor, doğrudan tutukevine gönderiliyordu. Dolayısıyla ilgili düzenleme, savunma makamının teminatı açısından mühimdir.

- CMK md. 90/2’ye göre, kolluğun yakalama yapabildiği hallerin savcıya başvurulması imkanı ile sınırlanması olumlu bir hüküm olarak düşünülebilir. Zira Cumhuriyet savcısının hukuki bilgiye ve deneyime sahip, adli bir merci olduğu dikkate alındığında, sürecin savcı tarafından yürütülmesi hem keyfiyete dayalı tedbirlerden doğacak hak ihlallerini engelleyebilecek hem de tedbirden beklenen sonucun alınmasına katkı sağlayacaktır. Fakat kolluk amirleri açısından aynı argümanlara başvuramamaktayız.

- Yeni CMK’nın ilgili maddelerinde, şüpheli ve sanığın haklarının açıkça gösterilmesi, bu hakların kişiye hatırlatılmaması ya da kullandırılmaması üzerine tesis edilecek işlemlerin geçerliliği, hukuka aykırı olarak elde edilen deliller ve tedbirlerin doğurduğu zararların hangi şartlarda tazmin edilebileceği ile söz konusu tazminat yolunun ne şekilde yürütüleceğine dair hükümlerin bulunması, AİHS ile paraleldir.

- Kişinin gözaltına alınması için gerekli şartlardan biri olan ve CMK md. 91’de yer alan “işlediğini düşündürebilecek emarelerin” ibaresi yerine “işlediği şüphesini gösteren somut delillerin” ifadesinin 2014 tarihli değişiklikle getirilmesi, keyfiyete dayalı gözaltıları önlemek noktasında kısmen olumlu bir adımdır. Olumlu kısım şüphenin ağırlığına işaret edilerek, savunma makamının güvencesini arttırma düşüncesidir. Ancak eleştirel yaklaştığımız kısma gelirsek; önemle belirtelim ki deliller, şüphenin seviyesine işaret ederler. Şüphenin seviyesi yüksek ya da düşük olabilir, iddianın kendisi soyut veya somut olabilir. Fakat delilleri soyut/somut ayrımına tabi tutmak mümkün değildir zira soyut olan bir şey delil niteliğini haiz olamaz. Bizce olması gereken; karışıklığa yer vermeyecek şekilde madde metninde, şüphenin seviyesine yer vermektir. Şüphe seviyesi ise “makul

şüphe” olmalıdır. Bu halde gözaltı kararı artık basit şüpheye değil makul şüpheye dayandırılabilecektir. Söz konusu düzenleme, AİHS’le de paralel olacaktır.

- CMK’nın 250. md vd. hükümlerinin 2012 değişikliği ile kaldırılması, şüpheli haklarının temini adına gerekli olmuş, CMK’daki gözaltı sürelerine dair karışıklığın giderilmesi yönünde de önemli bir adım atılmıştır.

Olumsuz eleştiriler açısından ise biz;

- Kişi hak ve özgürlüklerinin yalnızca yargı makamı kararıyla sınırlanabilmesi kuralından hareketle, gözaltı tedbiri içinde aynı düzenlemenin yer alamamasını bir eksiklik olarak görmekteyiz. Soruşturmayı yürüten iddia makamının, aynı soruşturmada kişi hak ve özgürlüklerini sınırlayan kararlar vermesini doğru bulmuyoruz.

- Yakalama tedbiri ile ilgili olarak, CMK’nın 90. maddesinin 5. fıkrasında yer alan

“...emri doğrultusunda işlem yapılır” ifadesini doğru bulmamaktayız. Zira yakalanan kişinin hakkında, savcılığa sevk edilmeksizin ve bizzat savcı tarafından görülmeksizin özgürlükleri kısıtlayıcı gözaltı tedbirinin uygulanması doğru değildir. CMK’da yer alan ilk madde metninde olduğu gibi savcılığa sevk ibaresinin konulmasını, hak ihlallerinin önüne geçilmesi adına önemli görmekteyiz.

- Yukarıda olumlu bulduğumuzu ifade ettiğimiz gıyabi tutuklama yasağının yanında, eski kurumun yerine gelen yakalama emri üzerine (müzekkereli) yakalamaya dair ekleme yapmakta fayda görüyoruz. Öyle ki; yakalama emri üzerine yapılan yakalama netice itibariyle gıyabi tutuklamanın sonuçlarını doğurmaktadır. Buna karşılık yakalama emri verilmesinin, yalnızca çağrı üzerine gelmeme ya da çağrı yapılamama şartlarına bağlanması anlaşılır değildir. İlgili şartlar yüze karşı verilen tutuklama kararının şartlarına – ki bunlar kuvvetli şüphenin bulunması ile tutuklama nedeninin bulunmasıdır ve ilgili kararların gerekçelendirmesi zaruridir- nazaran oldukça hafiftir ve gıyabi tutuklamanın şartlarına kıyasla güvenceden de yoksundur. Bizce olması gereken, doğrudan yakalama emri vermeye yetkili hakim/mahkemenin kararını, kuvvetli şüpheye dayandırma zorunluluğun kanunda yer almasıdır.

- Kural olarak gözaltı tedbirlerine savcılık makamı karar vermektedir. Ancak 2015 değişikliği ile CMK 91. maddeye eklenen dördüncü fıkra uyarınca “kolluk gözaltısı”

kurumu ihdas edilmiştir. Söz konusu düzenleme ile hem süreler hem de yetkili mercii