• Sonuç bulunamadı

Tercüme Anlayışı Serbest Tercüme

Ataç, tercümeyi sanat eseri gibi düşünür ve bir muharrir olarak gördüğü çevirme- nin eserini yaratırken yalnız kendi zevkine, arzusuna, üslubuna tabi olduğunu söyler. Muharrir olmayan çevirmenin başarılı olamayacağını; kendi fi kirlerini, hislerini ifade edemeyen bir kimsenin başka birinin fi kirlerini, hislerini ifade etmesinin mümkün ol- mayacağını savunur. Ataç’a göre tercümede sadakat, metindeki mananın aktarımından ziyade “eda”nın aktarımıdır. Yazılarında edanın aktarımı hususunda özellikle durur:

15 Benzer şekilde, tercümenin teliften zor olduğunu düşünen Halit Ziya da bir yazısında şöyle der: “Ben

kendi hesabıma bir sayfa tercemeye mukabil kendi karihamdan on sayfa çıkarmaya çok daha kolay nazarıyla bakarım.” bkz. Uşaklıgil, “Terceme İşi”, Sanata Dair, s. 44-47.

16 “İkinci Yıla Girerken”, Tercüme, nr. 7, C. 2, 19 Mayıs 1941, s. 1-3. 17 Çağın, Bir Şiir Eleştirmeni Olarak Nurullah Ataç, s. 27-29.

Tercümede sadakat elbette lazımdır; yanlış tercüme müdafaa edilemez. Fakat sadakat tercümenin başlıca şartı değildir. Çünkü hiçbir sanat eserinin asıl kıymeti söylediği şey- lerde değildir; onları söyleyiş tarzında, şeklindedir. Gerçekten sadık olan tercüme, şekle sadık olan tercümedir. Okuduğumuz kitaplarda veya karşımızdakinin sözlerinde manayı kelimeler vasıtasıyla kavradığımızı zannetmek daima yanlıştır; bize manayı, maksadı bahşeden edadır. Bunun için mütercimin vazifesi edayı tercüme etmektir.18

Yazısında “tercüme kokusu” üzerinde de duran Ataç, Türkçeye aykırı bazı cüm- le şekillerini alırken titiz davranmamız gerektiğine işaret eder. Türkçeyi bazı cümle şekilleri ile zenginleştireceğiz diye dilimizin hususiyetlerini unutmaya, hiç de gerekli olmayan şekilleri almaya hakkımız olmadığını belirtir. Çevirmen Türkçeye yeni bir tabir, bir terkip alırken onun Türkçede zaten mevcut cümle şekilleri, tabirler, terkiplerle ifadesi mümkün olmadığına tamamıyla kani olmalıdır.

Bu yazısında, “zenginin eskisi, fukaranın yenisi” sözünden hareketle, tercüme için seçeceğimiz eserlerin, ikinci derecede eserler değil dünyada kabul görmüş en iyi, en güzel eserler olması gerektiğini özellikle vurgular.

Fuzulî’nin Arap ve Acem dillerine kıyasla Türk dili ile ‘nazım’ yazmanın güç- lüğünden şikâyet ettiği meşhur şiirini örnek göstererek şairin, muharririn gayesinin daima kendi dilinde zor olan veya öyle sanılan şeyleri kolaylaştırmak olduğu gibi, bir şair ve bir muharrir olarak düşündüğü çevirmenin gayesinin de başka olamayacağını belirtir.19 Türkçenin henüz yeteri kadar işlenmediği bir çevrede ve XVI. asırda şiirlerini söylemiş olan Fuzuli şöyle demiştir:

Ol sebebden Fârisî lâfz ile çohdur nazm kim Nazm-ı nâzük Türk lâfzıyle igen düşvâr olur Mende tevfîk olsa bû düşvârı âsan eylerem Nev-bahâr olgaç dikenden berg-i gül izhâr olur.20

Şekilden ziyade manaya önem veren, çeviri yaparken asıl metindeki edaya dikkat etmeyen, en uygun kelimeyi, en uygun şekli aramayan, dillerine âşık olmayan çevir- menleri eleştiren Ataç, bir gramerci zihniyetinden farklı olarak düşünür. Bu anlamda cümlelere müdahaleyi uygun gören serbest çeviriyi benimser ve bu yöntemi şöyle izah eder:

18 “Fikirler ve İnsanlar: Tercümeye Dair Notlar”, Ulus, 4 Ekim 1940. 19 “Tercümeye Dair” Tercüme, Nr. 1/6, 19 Mart 1941, s. 505-507.

20 Fârisî ile çok sayıda şiir söylenmesinin sebebi, Türk diliyle ince şiir söylemenin güç olmasındandır.

Fakat Allah yardım ederse ben bu güçlüğü yeneceğim, tıpkı gül yaprağının ilkbaharda sert dikenden çıktığı gibi.

Bazılarının iddiasına göre asıl metindeki bir cümleyi ikiye bölmek hiçbir zaman caiz değildir. ‘Mademki muharrir bunu bir cümle olarak düşünmüştür, biz de bir cümle olarak tercümeye mecburuz. Bir cümlede esas olarak bir fi kir vardır; ötekiler onu aydınlatmak için etrafına toplanılmış ikinci derecede fi kirlerdir; herhangi birini ayırdığımız zaman ona daha fazla bir ehemmiyet vermiş ve bu suretle muharririn maksadını, fi krini bozmuş oluruz’ diyorlar. Bu, kafası mantıkî tahlil’e saplanmış bir gramerci sözüdür. Hakikatte bir muharriri uzun veya kısa cümlelerle yazmaya sevk eden birtakım ahenk, şekil endişeleridir. En titiz muharrirlerde bile tamamıyla lüzumsuz, ancak cümlenin ahengini temin için konulmuş kelimeler göstermek kabildir. Mütercim, kendi cümlesi ağırlaşacaksa onları çıkarmakta yahut bir cümleyi ikiye, üçe bölmekte; bazen de bilakis iki cümleyi birleştirmekte serbesttir. Bittabi bu da daima bir ölçü meselesidir; esasen uzun cümlelerle düşünen bir muharririn kitabını kısa kısa cümlelerle tercümeye kalkmak o adamın üslubunu, eserine verdiği şekli bozmak demektir; buna da elbette mütercimin hakkı yoktur.

Cümleyi kırmaya razı olmamak bazen metne bir sadakatsizlik olur. Avrupa dillerinin ço- ğunda cümle, Türkçe cümlenin aksine olarak kurulur; bizim önce söylediklerimizi onlar sonra, bizim sonra söylediklerimizi onlar önce söylerler. Sekiz, on satırlık bir cümleyi Türkçeye gene bir cümle ile tercümeye uğraşınca muharririn ilk söylediklerini sona atmış olursunuz; eserin açıklığını bozarsınız, cümleyi anlaşılmaz yahut zor anlaşılır bir hale getirirsiniz. Bunun için asılları gayetle kolay okunan bazı kitapların tercümeleri, içinden çıkmaz şeyler oluyor.21

Tercüme dergisi ve Ataç’ın çevirileri üzerine yapılan çalışmalarda Nurullah Ataç ve

Sabahattin Eyüboğlu ile Suut Kemal Yetkin ve Orhan Burian’ın çeviri anlayışlarındaki önemli bir ayırıma dikkat çekilmiştir.22 Ataç ve Sabahattin Eyüboğlu çevirilerde akıcı bir dil kullanımını ve Türkçeyi, yani “erek” dili ön plana çıkarırken Suut Kemal ve Orhan Burian, yazarın üslup özelliğinin çeviri dilinde korunması gerektiğini savunarak “kaynak dil”e odaklanmışlardır.23 Havva Hale Sert, Dil Devrimi’nin Erken Cumhuriyet

Dönemi’nde Şiir ve Çeviri Bağlamında Türk Edebiyatına Etkisi (1932-1950) başlıklı

doktora tezinde 1944 yılında Maarif Vekâletinin “Dünya Edebiyatından Tercümeler” serisinden çıkan Tehlikeli Alakalar kitabı üzerinde durur. Ataç’ın özellikle aşk konulu

21 “Tercümeye Dair” Tercüme, Nr. 1/6, 19 Mart 1941, s. 505-507.

22 Özdilek, Tercüme Dergisi ve Türkiye’deki Çeviri Eleştirisi Serüvenine Katkıları, s. 28; Gürçağlar,

Türkiye’de Çevirinin Politikası ve Poetikası, s. 16-17.

23 “Aynen harfi yen” ve “mealen” şeklinde tercümeyi ikiye ayıran Halit Ziya’nın benimsediği yol ise bu

iki görüşü de kapsamaktadır. Bu iki görüşü şöyle izah eder: “Ben birtakım tercümelere tesadüf ettim ki mütercimleri aslından birkaç sayfayı bir hamlede okurlar, sonra bunu nasıl anladılar ve nasıl diledilerse Türkçe olarak yazmışlardır. Bu tarza tercüme değil meal itibariyle topyekûn nakil demek muvafık olur. Edebî bir eser ibare ibare alınmalı, hatta cümlelerin terkibine dikkat ederek kelime kelime ve Türkçe selikasına uydurularak çevrilmelidir. Bu hiç kolay bir iş değildir ve bu zorluğa galebe çalmak her mütercimden beklenemez”. bkz. “Tercüme İşi”, Sanata Dair, s. 447-454.

cümleler için dipnot düşüp Divan şiirinden beyitler zikrettiğini belirtir.24 Nazik Göktaş,

Madam Bovary ve Kızıl ile Kara çevirilerini metinlerden örneklerle değerlendirdiği

yazısında, Ataç’ın daha çok “Türkçede nasıl söylenir?” meselesine kafa yorduğu ve Türkçeye odaklandığı tespitinde bulunur. Bu çalışmadan anlaşıldığına göre Ataç, Türkçenin söyleyiş kalıplarını gözetmiş; deyim, atasözü, konuşma dili kullanımlarına özellikle yer vermiş ve sıcak bir dille çeviri yapmaya çalışmıştır. Mesela burjuva gi- yimli, iyi giyimli anlamına gelen “un nouveau habillé en bourgeois” ifadesini, bizim kültürümüzde zenginliğin işareti olan “setre pantolon giymiş yeni talebe” şeklinde çevirmiştir.25

Ataç’ın üzerinde durduğu tercüme hatalarından biri de, çevirmenlerin kaynak dilin en çok kullanılan tabirlerini anlamamaları ve cümleye verdikleri mananın metne yakışıp yakışmadığını düşünmemeleridir. “Tercüme Hataları” yazısında buna iki örnek verir:

Türkçe bir romanda şöyle bir parça bulunabilir: ‘Bay Ali gece yarısı müthiş vecalarla uyan- dı. Derhal getirilen doktor muayeneden sonra, bakır çalmış olması ihtimalinden bahsetti.’ Bunu tercüme eden adam kalkıp da ‘Doktor o adamın bakır çalmış (sirkat etmiş) olduğunu keşfetti’ derse yalnız ‘bakır çalmak’ tabirini bilmediğini değil, metne hiç dikkat etmediğini de göstermiş olur.

Bay Dr. Mustafa Hakkı Akansel, bir gazetede M. Maurice Maeterlinck’in L’Oiseau Bleu’sü tercümesinden bahsederken birçok yanlışlar arasında bir de şunu gösteriyor: Mütercim ‘talihim var’ veya ‘varmış’ demek olan ‘Ja’i de la veine’ cümlesini ‘Benim damarlarımda kan var’ diye tercüme etmiş. ‘La veine’ kelimesi bazen ‘verid, kara kan damarı’ bazen de ‘talih, şans’ demektir. İkinci manada kullanılması nadir değildir, hatta romanlarda, hikâyelerde ekseriya en çoğu o manada kullanılır. Mütercimin bilmemesi mazur görülemez; hadi diyelim ki mazur gördük, o yerde ‘Damarlarımda kan var’ demenin hiçbir manası olamayacağını da mı fark etmedi?26

Ataç, tercüme yaparken sık sık kendi dilinin, Türkçenin hususiyetlerini düşündü- ğünü, bir dilin aslını aksettirmekten ziyade onun Türkçesini vermek istediğini belirtir. Ona göre tercüme ana dilinin gelişmesine hizmet etmelidir.27 Bir bakıma çevirmeni bir edebiyatçı, bir sanatkâr gibi düşünür. Edebiyatı bilmeden, yazarları tanımadan çeviri yapmak isteyenleri de eleştirir. “Öyle edebiyatla çok uğraşmamışlar, ama bildikleri yabancı dili iyi bilirlermiş!.. Bu, olacak şey değildir. Bir dilin edebiyatını bilmeyen o dili iyi bilmez” diyerek çeviri alanında görmezden gelinen önemli bir noktaya işaret eder. Ataç’a göre böyle kişilerde edebiyatla uğraşmadıkları için güzellik duygusu, şekil

24 Sert, Dil Devrimi’nin Erken Cumhuriyet Dönemi’nde Şiir ve Çeviri Bağlamında Türk Edebiyatına

Etkisi (1932-1950), s. 177-178.

25 Göktaş, “Nurullah Ataç: Madame Bovary ve Kızıl ile Kara Çevirisi”, s. 197-204. 26 “Konuşma: Tercüme Hataları”, Son Posta, 10 Temmuz 1937.

kaygısı belirmemiş, gelişmemiştir. Onlar için önemli olan bir Voltaire, bir Goethe, bir Hazlitt’in ne söyledikleridir, nasıl söyledikleri değil:

Unutmamalı ki bir Voltaire’in, bir Goethe’nin, bir Hazlitt’in yazıları her şeyden önce birer sanat eseridir, zevkle okunsun diye yazılmıştır; düşüncelerle doludur ama asıl istedikleri dile hizmettir. Güzelliklerine, şekillerine bakmazsanız o kupkuru düşünceler hiçbir şey değildir. Voltaire’in bir yazısı başka bir dile çevrilince sıkıntıyla okunuyorsa, zor anlaşı- lıyorsa, okuyana bir yabancılık duygusu veriyorsa Voltaire’le artık hiçbir ilgisi yoktur; saçma sapan bir şeydir, atıverin. 28

Bu bağlamda okurlara Tercüme dergisinde yayımlanmış olan Yakup Kadri’nin Marcel Proust’tan çevirdiği sayfaları okumalarını önerir. Tercümeden örnekler vererek, eski kelimeler kullanmasına rağmen Yakup Kadri’nin Proust’u çok iyi anladığını, uzun cümleleri hiç zorluk çekmemiş gibi tercüme ettiğini belirtir ve bir tehlikeye dikkat çeker:29 “Bugün Türkçede kullanılmaya başlayan birçok yanlış şekiller tercüme yoluyla girmiştir. Bir kitabı çeviren, onun yazıldığı dille Türkçenin bir olmadığını düşünmüyor, okuduğunu olduğu gibi yazmaya kalkıyor. Daha doğrusu bütünü, hiç olmazsa cümleleri değil, kelimeleri tercüme etmeye kalkıyor.”

Çeviri meselesinde Ataç, müspet ilim ve teknik kitaplarının dışında asıl zorluk yaşanacak olan felsefî ve edebî eserlerdeki problemler üzerinde durmuştur. Bu tür eserlerde cümlenin gelişi, kelimelerin sırası, bu sıradan doğan ahenk anlatılan şey kadar önemlidir. Yeni düşünce tarzlarını içeren eserler beraberinde dilimizde yadır- gayacağımız şekilleri de getirecektir.30

Ataç, küçük yaştan itibaren yabancı mürebbiyelerle büyümüş, dersleri yabancı dilde verilen mekteplerde okumuş, yabancı dilleri kolaylıkla konuşup anlayan kişilerin tercüme kütüphanemize katkılarının çok az olduğunu söyleyerek onları eleştirir. Ya- bancı dili çocukluk devresinden sonra öğrenenlerde ise dili iyi bilmemelerine rağmen tercüme konusunda diğerlerine göre daha fazla bir heves vardır.31

Ataç, Flaubert’in Madame Bovary romanını hem çevirmiş hem de bu çevirinin zorluklarını bazı yazılarında anlatmıştır. Flaubert’in romantik tarzının en güzel eseri olarak gördüğü Salambo’nin tersine Madame Bovary’de yazar, gözünün önünde geçen hayatı, yaşayan tipleri tespite çalışmıştır. Flaubert’in en titiz sanatkârlardan olduğunu, her cümlesi üzerinde saatlerce, günlerce çalıştığını söyleyerek Madame Bovary çevi- risinin güçlüğüne dikkat çeker.32

28 “Sohbet: Tercüme Üzerine”, Cumhuriyet, 21 Ağustos 1942. 29 “Sohbet: Tercüme Üzerine”, Cumhuriyet, 21 Ağustos 1942. 30 “Cereyanlar, Kitaplar: Çevirme İşi”, Akşam, 31 Ağustos 1935. 31 “Hayata Dair: Dil Bilenler”, Haber Akşam Postası, 6 Kasım 1937.

Outline

Benzer Belgeler