• Sonuç bulunamadı

Terör/Terörizm olarak nitelendirebileceğimiz olaylar, tarihin en eski dönemlerinden günümüze kadar gelmiştir. Sosyal ve ekonomik amaçlar için, politikayı da kullanarak, iktidar ele geçirilmeye çalışılmış, ya da kendi iktidarlarının korunması amaçlanmıştır. Terörün savaş zamanlarında, düşmana karşı psikolojik bir savunma mekanizması olarak da kullanıldığı bilinmektedir (Acar ve Urhal, 2007: 311).

İnsanlık tarihi kadar eski bir tarihe sahip olan terörün, siyasal ve toplumsal bir konu olarak ele alınışı modern zamanda olmuştur. Hukuki literatüre girişi 1789 Fransız Devrimi’nden sonraya tekabül eder. Devrim sonrasında devletin gerçekleştirdiği şiddet olayları, devlet terörü olarak anılırken, günümüzde genel olarak devlete karşı yapılan, yani devleti yıpratmaya, yıkmaya yönelik gerçekleştirilen şiddet eylemleridir. Görüldüğü gibi zaman içerisinde terör kavramının boyutu, yönü değişmiştir (Urhal, 2009: 244) .

Terör olaylarının hangi olayla baş gösterdiği konusunda tam bir kesinlik yoktur. Şiddet kullanımı açısından incelersek bunu Kabil ve Habil arasındaki olaya kadar götürmek mümkündür ama konumuz açısından yani bir siyasal şiddet açısından incelediğimizde ise Ortadoğu’da ki Zealots örgütüne kadar götürebiliriz. Buradaki çelişki esasında terörün değiştirdiği kavramsal boyuttan kaynaklanmaktadır. Çünkü günümüzde hangi olaya terör diyeceğimiz muallakta kalmış ve geçmişe göre karmaşık bir kavram tanımlamasına gidilmiştir. Eski terör olayları hakkında rahatça fikir sahibi olunabilirken günümüzde gerçekleşen terör eylemleri için bundan söz etmek mümkün görünmemektedir (Urhal, 2009: 250).

Tarihteki ilk terör eylemi olarak adlandırılan olay, Ortadoğu’da (Eski Filistin) Jewish Zealots’un dini amaçlı ‘Zealots’ adlı bir örgüt kurarak, M.S 6- 135 tarihleri arasında, Roma, Yunan ve Yahudi yönetimlerine karşı başlattıkları eylemler olarak bilinmektedir. Resmi ve dini günler, eylem için ideal günlerdi. Çünkü örgüt propaganda ve eylemlerini en geniş alana yayma şansını böyle elde edebiliyordu. Örgüt mensupları genelde bölge halkının en alt tabakasındaki yoksullardan, aşırı din mensuplarından oluşmakta ve genelde din görevlileri bu örgütü yönetmekteydi (Çınar, 1997: 194-195).

Bu örgütün devamı olarak sayılan “sicariiler” grubu da M.S. 68’de yine Roma’ya karşı eylemlere girişmişlerdir. İlk kez intihar saldırılarında bulunan bu örgüt adını ‘sica’ isimli kısa kılıçtan almıştır. Bunlarda tıpkı Zealotslar gibi dini günlerde eylemlerini gerçekleştirir, sonrada kalabalıkta izlerini kaybettirirlerdi. Bu örgüt aynı zamanda Kudüs su yollarını tahrip etmiş, tahıl ambarlarını yakmış ve hükümdarların saraylarını tahrip etmişlerdir. Zealotslar etnik teröre, Sicariiler ise dini teröre örnektir (Çınar, 1997: 195; Urhal, 2009: 251; İşeri, 2008: 30).

Bilinen bir diğer terör örgütü ise Hindistan’da 7-17. Yüzyıllar arasında yaşamış olan ve çok sayıda büyük çapta terör eylemi gerçekleştiren “Thug” adlı terör grubuydu. Dini kaynaklı olan bu örgüt, Thug mezhebinden adını almıştır. Thugculuk hareketinin kaynağının Hint Kraliçesi Kali olduğu ve yapılan eylemlerin, öldürülen insanların Kali’ye kurban edildiği inancı vardır. Kurbanlarını ipek şalla boğan bu grup, genelde kurbanlarını Hintlilerden seçer, Batılılara dokunmazlardı (Urhal, 2009: 251; İşeri, 2008: 31).

İslam dünyasında da terör eylemleri görülmüştür. Sistemli ve kuralsız şiddet hareketleri Hariciler ile başlamıştır. Arap kökenli bir terör örgütü olan Hariciler, 657 yılında yapılan Sıffin Savaşı’ndan sonra ortaya çıkmıştır (İlhan, 2002: 12).

Siyasi teröre bir diğer örnek ise Haşhaşinlerdir. 1090 yılında, Sicariilerden yaklaşık bin sene sonra ortaya çıkmış, İsmailliler mezhebine bağlı bir tarikat lideri olan Hasan Sabbah tarafından kurulmuştur (Urhal, 2009: 252).

Fedailerini cesaretlendirmek ve cinayet işlemelerini sağlayabilmek için haşhaştan yararlanarak beyinlerini uyuşturan bu örgüt yapılanması, batı dillerinde katil anlamına gelen ‘assasin’ sözcüğüne de kaynaklık etmiştir (Kongar, 2001: 78; Urhal, 2009: 252). Alamut Kalesinde yetiştirilen fedailer özellikle devletin üs kademelerinde görev yapan, önemli devlet adamlarına suikast girişimlerinde bulunmuşlardır. En büyük siyasi cinayetlerini, Selçuklu Devletinin önemli devlet adamı olan, Alpaslan’ın da vezirliğini yapan Nizamü’l Mülk’ü öldürerek işledikleri öne sürülmektedir. Haşhaşinlerin, Abbasilerin çok sayıda devlet adamını öldürdükleri de bilinmektedir. Özellikle devlet adamlarına yönelik cinayet işlemelerinin amacı, halka, devletin kendi yöneticilerini dahi koruyamadığını, aciz olduğunu göstermektir. 1256 yılında Moğol hükümdarı Hülagu Han’ın Alamut kalesini ele geçirmesiyle ortadan kaldırılan Haşhaşiler, tam bir gizlilikle hareket eden, kendilerini çok iyi gizleyebilen bir örgütlenmeye sahiptiler. Ayrıca bu örgüt, siyasi terörün en somut örneği olmuştur (İlhan, 2002: 12; Urhal, 2009: 252).

Afrika’da bir kabile olan ve her ferdini katil olarak yetiştiren, hatta geçimini yaptığı siyasal suikastlardan sağlayan Kabalalar da profesyonel terör örgütü olarak anılmaktadır (İşeri, 2008: 31; Demirel, 2002b: 26).

Günümüzdeki olumsuz kullanımının aksine, 1789 Fransız Devrimi ile gündeme geldiğinde terör kavramı pozitif bir anlam taşıyordu. Çünkü Jakobenlerin ortaya koyduğu terör barış dolu bir ortama erişebilmek içindi. Günümüzde ise olumsuz bir anlam yüklenen terör kavramı, düşman görünen, kanlı bir mücadele içinde olunan rakipler için kullanılmaktadır. Kimin terörist, kimin kahraman olduğu da bu ortamda karışık hale gelmiştir (Taslaman ve Kapitan, 2007: 12).

Fransa’da halkın yoksulluk ve açlık içerisinde olması, halkı ayaklanmaya itmiş ve 14 Temmuz 1789’da Bastille hapishanesi yakıp yıkılmaya başlanmış bu

ayaklanmayla bir çağ kapanıp yeni bir çağ açılmıştır. Tam anlamıyla olmasa da dolaylı olarak Dünya terörizmin bugünkü anlamına Fransız Devrimi ile kavuşmuştur (Bozkurt ve Kanat, 2007: 44-45). Fransız Devrimi’nde, 1793-1794 dönemine Terör dönemi denilmiştir. Bu dönemde en az 300 bin kişi tutuklanmış, 17 bininin mahkeme kararıyla idam edilmiş, geri kalanların çoğu da hapishanelerde ölmüştür. Güneydoğu Fransa’da 1795-1816 yılları arasında kralların giriştikleri karşı devrime de ‘beyaz terör’ adı verilmiştir (İlhan, 2002: 13).

Fransız Devrimi öncesi terör / terörizm hareketlerine bakıldığında örgütlenme modeli olarak genellikle tarikat- mezhep örgütlenmesinin benimsendiğini görmekteyiz. Genelde hükümdarlara ve üst düzey yöneticilere karşı yapılan eylemler, Fransız Devrimi ile farklı bir boyuta geçmiştir. Devrimle gelen milliyetçilik/ulusalcılık kavramı ile kendi ulus devletini kurmak isteyen gruplarda, etnik terörizm kavramını gündeme getirmişlerdir (İşeri, 2008: 31).

Terörizm kavramının 18. Yüzyıldaki karşılığı; “Devrimi korumak için, devrim ve devlet düşmanlarının ‘alt üst edici ve felce uğratıcı aşırı korku’ yaratan eylemlerle yok edilmesidir” (Bal, 2003: 50).

Sovyetler Birliğinin dağılması ile iki kutuplu dünya düzeninden, ABD egemenliğindeki tek kutuplu dünya düzenine yani yeni dünya düzenine geçilmiştir. Devletlerin kendi çıkarlarını korumak amacıyla kullandıkları terör; şimdilerde daha kitlesel nitelikte tüm dünyaya karşı kullanılan bir araç haline gelmiştir. Gelişen ve değişen teknolojik faaliyetlerle birlikte terör de gelişmiş ve küresel bir boyut kazanmıştır (Aydın, 2006: 75-76). Yani giderek daha tehlikeli bir hale gelen terörün ne zaman, nerede belireceği de bir muammadır.

Anarşizm ve komünizm gibi huzurlu ve özgür bir dünya ideolojisinde olduğunu savunan akımlarla, terörizm sistematik ve organize hale gelmiş ve ideolojik açıdan önünün açıldığı, stratejik bir yöntem olarak kullanıldığı 19. Yüzyıl ve 20. Yüzyılda da terör kendine has felsefi argümanlarını kullanmaya başlamıştır (Urhal, 2009: 244). Buradan çıkan sonuç ideolojik kökenli terörün 19. yüzyılda başladığıdır.

19. Yüzyıl da terörün karşılığı: “sınıflar savaşının yani Marx’ın ifadesi ile ‘Devrimin ana lokomotifidir’. Buna devrimci şiddet veya devrimci terör de denir. Yine aynı yüzyılda anarşistler açısından ise ‘yok etme bilimidir’ ” (Bal, 2003: 51).

20.yüzyıla gelindiğinde ise terörizmin karşılığı, “ ‘milli mücadele, ulusal kurtuluş ve bağımsızlık hareketlerinin’ işgalci sömürgecilere ve işbirlikçi yerli düşmanlara karşı yürütülen mücadelenin şeklidir” gibi bir tanıma gelmektedir (Bal, 2003: 51).

Türk tarihine ve kültürüne baktığımız zaman, 20 yy. ortalarına kadar kuralsız şiddet eylemlerini bulmak pek mümkün değildir. Terör unsuru zayıf olduğu için başkaldırı olarak değerlendirebileceğimiz ayaklanmalar şunlardır: Babailer, Celaliler, Simavnalı Şeyh Bedrettin, Börklüce Mustafa, Şeyh Said, Yeniçeriler ve İstiklal Harbi ayaklanmaları (İlhan, 2002: 12; Aydın, 2006: 28).

Rusya’da Burjuvazi, Batıda olan anayasacılık, kanunda eşitlik ve temsil hakları gibi birçok hakkın Rusya’da da olmasını istemiştir. Fakat bu durumdan pek hoşnut olmayan bazı aydın gençler, yeni bir felsefe geliştirmişlerdir. 1877-1881 ve 1904-1908 yılları arasında olmak üzere bu felsefe bağlamında iki tür terör dalgası meydana geldi. İşte bu terör dalgaları, tarihte bilinen ilk modern terörizm olarak 1870 sonrasında Rusya’da baş göstermiştir (Çınar, 1997: 196).

1861-1865 yılları arasında gerçekleşen Amerikan iç savaşı sonrası yenilen Güneyliler, Klux Klan adlı bir terör örgütü kurmuşlardır. ABD, Avrupa ve Rusya’da uygulanan terörizm sonrası 19. Yüzyılın ikinci yarısında birçok devlet adamı, hükümdar başbakan öldürülmüştür. 20. Yüzyıla gelindiğinde ise, Naziler, faşistler ve komünistler tarafından yayılan terör eylemleri de devletler için büyük tehdit oluşturmaktaydı. İdeolojilerini yaymak isteyen bu terör odakları sağ sol mücadelelerinin temellerini bu yüzyılda atmışlardır (İlhan, 2002: 13).

Özellikle Avrupa’da 1960’lardan sonra kendini gösteren terör eylemleri, Batılılar tarafından sadece Filistin’deki eylemler olarak görülmekteydi. İngiltere, Batılı devletlere terörün tek bir milletin derdi olmadığını ve tek bir millete karşı eylemler gerçekleştirmediğini anlatmıştır (Çınar, 1997: 196).

Özellikle İkinci Dünya Savaşı sonrasında, savaşın daha riskli ve beklenmeyen sonuçlara yol açmasından dolayı, cephe savaşından vazgeçilmiş ve terör /terörizm bir araç haline gelmiştir. Sovyetlerin ve ABD’nin başını çektiği iki kutuplu bir dünya düzeninde, karşısında bulunan devletlere ya da kendi bünyesine alamadığı devletlere karşı 1960- 1980 yıllarında uyguladığı terör eylemleriyle süper güç olma yarışında terör

etkinlik kazanmıştır. Türkiye’de bu ortamdan nasibini almış; bir yandan sağ-sol gibi siyasi çatışmalara bir yandan da etnik terör eylemlerine maruz kalmıştır (İşeri, 2008: 33).

İngiltere’de IRA, İspanya’da ETA ve Türkiye’de PKK terör örgütleri bulundukları ülkelerin gündemini belirleyecek duruma gelmişler, siyasi ve ekonomik istikrara tehdit oluşturmuşlardır. ETA ve IRA gelişmiş sanayi toplumlarında destekçi bulmaya çalışırken, PKK gelişmekte olan bir tarım toplumunda yoksulları yanına çekmeye çalışmaktadır. Bu üç örgütün kullandıkları temel argümanları sömürgeleştirilen halklarının kendi haklarının tayini konusunda söz sahibi olmaları için mücadele ettiklerini dile getirmeleridir (Gürses, 2007: 14-15).

Dünyanın süper gücü olan ABD’ye yönelik yapılan, 11 Eylül 2001 tarihindeki terör saldırıları, terörün güçlü ülkeleri de hedef alabileceği ve bir ülkenin ne kadar güçlü olursa olsun teröre karşı tek başına mücadele edemeyeceğini kanıtlamıştır. El- Kaide adlı terör örgütü, ABD’nin Dünya Ticaret Örgütü binasına ve Savunma Bakanlığı binalarına yönelik gerçekleştirdiği saldırılarla uluslararası terörün, küresel diye anılmasını ve modern terör kavramının da terör literatürüne girmesini sağlamıştır (Urhal, 2009: 247).

20. yüzyılın ikinci yarısında terör alanını genişletmiştir. Günümüz terör örgütlerinin daha iyi örgütlenmiş olduğu belirtilmektedir. Bunda özellikle, teknolojik ve ulaşım imkânlarının gelişmiş olması, görsel basının etkisinin daha da artması önemli rol oynamıştır (İlhan, 2002: 13; Aydın, 2006: 28; Urhal, 2009: 246).

Almanya’da Bader-Meinhof, Japonya’da Kızıl Ordu, İtalya’da Kızıl Tugaylar, Portoriko’ da Faln, Fransa’da Doğrudan Eylem; İngiltere’de IRA; Malaya’da Komünist Partisi (1948- 1960), İspanya’da ETA, Uruguay’da Milli Kurtuluş Hareketi, Brezilya’da Milli Kurtuluş Örgütü, Halkın Devrimci Ordusu… ; Guatemala ‘da Devrimci Silahlı Kuvvetler, Meksika’da Halk Silahlı Kuvvetleri… ; Türkiye’de PKK günümüzün başlıca terör örgütleridir. Gerçekte listenin yüzlerin üstüne çıkarılması mümkündür (İlhan, 2002: 13-14).

Türkiye Yaklaşık otuz yıldır sağ- sol terörü, etnik terör, bölücü terör gibi birçok terör türünü yaşamıştır ve bununla mücadele etmek için hala bir çıkış yolu aramaktadır. Özellikle PKK denilen terör örgütü tarafından maddi ve manevi açıdan yıpratılmış, binlerce insanının kaybetmiştir (Muratoğlu, 2007: 97).