• Sonuç bulunamadı

BÖLÜM 3: NEO-LİBERAL DEĞİŞİM SÜRECİNİN AKADEMİSYENLERİN

3.1. Araştırmanın Arkaplanı

3.1.1. Tarihsel Olarak Türk Yükseköğretim Kurumlarının Şekillenmesi

Türk yükseköğretim kurumsal yapısının farklı özellikler taşıyan 6 tip üniversite modeli gösterdiği belirtilmektedir. Klasikler, Amerikan Modeli, Akademiler, Hibrit Model (1973 sonrası), 1991’den sonra kurulanlar ve Vakıf Üniversiteleri (Erden, 2006). Bu üniversite modelleri zamanla kurulma tarihleri itibariyle iç içe geçseler de genel anlamda tarihsel süreci bozmadan takip edeceğimiz bir seyir sunmaktadır.

Klasik örgütlenme özelliği gösteren üniversitelerin ilki 1933 reformuyla birlikte

İstanbul Darülfünun’un dönüştürüldüğü İstanbul Üniversitesi (1933) ve İstanbul Teknik Üniversitesi (1944); Türkiye Cumhuriyeti’nin bir simgesi ve çağdaşlaşma misyonu

125

çerçevesinde bireye atfedilen rasyonellik ve bilimsellik temelinde kurulmuş olan Ankara Üniversitesi66 (1946)’dir. Bu üniversiteler, reformun izlerini barındırmaları nedeniyle ağırlıklı olarak Alman etkisi taşımaktadırlar. Cumhuriyetin ilk yıllarından itibaren Anadolu’da üniversite açılması ile ilgili politikaların 1950-1960 döneminde hayata geçirilmesiyle birlikte, Anadolu’nun farklı illerine yayılmaya başlayan üniversitelerin (Kaynar ve Parlak, 2005: 27) ilkleri, Karadeniz Teknik Üniversitesi ve Ege Üniversitesi (1955) bu listeye eklenmiştir (Gürüz vd., 1994).

Aynı politikanın devamı olarak 1946 tasfiyesine maruz kalan öğretim elemanlarının Erzurum’da kurduğu Atatürk Üniversitesi (1957), Amerikan Robert Koleji’nin dönüşmesiyle kurulan Boğaziçi Üniversitesi, dünyadaki teknolojik gelişmeleri takip ederek Türkiye’de araştırma ve geliştirme üzerine bilgi üreten bir kurum olma amacıyla kurulan ODTÜ ve ileriki yıllarda özellikle tıp fakültesi ile ön plana çıkan Hacettepe Üniversitesi Amerikan modelini benimseyen üniversiteler arasında yer almaktadır. 1981 yılından sonra eski YÖK başkanı İhsan Doğramacı tarafından kurulan Bilkent Üniversitesi (1984) de Amerikan modeli özelliklerini taşıyan bu gruba dahil edilmiştir. Dünyada soğuk savaş yıllarının hakim olduğu, ancak ülkede, üniversitelerin idari özerkliği yaşadığı özerk dönemin yükseköğretiminin örgütsel karakteristiği ise kurumsal çeşitlilikti. Bu kurumsal çeşitliliğin paydalarından olan akademiler, dönemin kimliğini yansıtmada kritik öneme sahip örnekler olarak gösterilmektedir. Bunlardan bazıları yıllar içerisinde büyük üniversitelerin çevre şehirlerdeki temsilcileri olmuş, kimileri de geçmiş kimliklerini sürdürebilmişlerdir. Birer meslek okulu olarak yorumlayabileceğimiz bu akademiler, modernleşme sürecini Kıta Avrupa’sından esinlendikleri üniversite anlayışını taşımakta; aynı zamanda Cumhuriyet rejiminin görünür bir yansıması olarak ihtiyaç duyduğu kurumsal yapılardır (Erden, 2006: 56). Kıta Avrupası, özelde Alman etkisi daha yoğun olan bu akademilerin varlığı nedeniyle, 1973 yasal düzenlemesinin üniversitelere yönelik boyutu hem Amerikan hem de Alman izlerini taşımaktaydı. Bu dönemde kurulan diğer üniversiteler de iki akımdan da etkilenmiş hibrit niteliğindeydiler.

66

Ancak Dil ve Tarih-Coğrafya Fakültesi çatısı altındaki kürsülerin 1938 yılında kurulduğu bilinmektedir (Kayalı, 2010). Bu fakülte özellikle tarihsel konumu nedeniyle Cumhuriyet zihniyetini en fazla yansıtan kurum ve Cumhuriyet yönetiminin oluşturmak istediği yapının tipik bir örneği olması ile dikkat çekmektedir (Kayalı, 2009: 76).

126

1960-1970 yılları arasında sadece bir üniversite (ODTÜ) kurulurken, bu dönemden sonra belli periyotlarla, tek bir yasal düzenlemeyle, aynı anda çok sayıda üniversite kurulmuştur. 1975’te başlayan, 1980 sonrası darbe ile iyice yerleşen “her ile bir üniversite” açma geleneği, 1992 yılında zamanının hükümetinin çıkardığı kanunla yenilenmiş; 2001 yılında 58.nci hükümetin girişimleriyle yeni üniversite açma eğilimi devam etmiştir. Ancak, bu üniversitelerin kurulmasının amacı, Cumhuriyet Dönemi amacından farklı olarak, açıldıkları illerin ticari hayatını canlandırmak ve dünyada yaygınlaşan yükseköğretimin talebinin bir yansıması olarak giderek artan eğitim talebini eritmekti (Kaynar ve Parlak, 2005: 28-29).

1981’in sonları ve 1983 yılları arasında üniversitenin kurumsallaşması adına bir dizi yasal değişim gerçekleşmiştir. 1980 yılı itibariyle ülkede yükseköğretim alanında 19 devlet üniversitesi, bunun yanı sıra 14 akademi bulunmaktaydı. Yüksek öğretim alanına yansıyan değişimlerden ilki, bu ikili yapının ortadan kaldırılarak bütün yüksek öğretim birimlerinin üniversiteye çevrilmesidir. Sözünü ettiğimiz akademiler “önceden akademi olan kurumlar” olarak 1982 yılında devlet üniversitesi statüsü kazanmış, böylece üniversite sayısında önemli artış yaşanmıştır. Bu kurumların dönüştürülmelerinin ardında, özellikle 1970lerden itibaren yükseköğretim alanının özerk yapısından uzak kalan akademilerin aynı alana dahil olmak için gösterdiği girişimler sonucu (Erden, 2006: 54) açığa çıkmaya başlayan zıtlıklar ve anlaşmazlıkların etkisinin olmasının yanı sıra 1980 askeri darbesini hazırlayan politik çarpışmaların da etkileri bulunmaktadır (Erden, 2006: 58).

Bir diğer önemli değişim ise, önceleri hatırı sayılır ölçüde akademik ve yönetsel özerklik sağlayan sistemin, yerini, genişleyen güç alanı ile yasaları hükümet tarafından belirlenmiş “merkezi bir kuruma”, kısaca YÖK olarak bildiğimiz Amerikan modeli esinli, yeni eğitim ve yönetim yapısı olan Yüksek Öğretim Kurumuna devrolmasıdır. Yükseköğretime bağlı bütün kurumları standartlaştırıcı ve merkezi kural koyma gücünü yaygınlaştırıcı düzenlemeler, 1981 ve 1990 yılın başları arasında kalan dönemin temel karakteristik özellikleri olmuştur. Bu döneme devlet yönetiminde güçlü kurumsal rejim adını veren Erden (2006: 58), 1981 yasasının hem içerik hem de kapsam bakımından farklı olduğunu belirtmektedir.

127

Yeni liberal politikalar çerçevesinde dünya sisteminde meslek yönelimli eğitim anlayışı hakim olmaya başladığı sıralarda, ülkemizde de yükseköğretimin kuruluş politikaları itibariyle Humboltçu üniversite modelinden Anglo-Amerikan eğilime geçildi. Bu anlamda taşıyıcı rolü üstelenen YÖK’ün Amerikan yaklaşımını benimsemesinin en somut örneği, özel sermayenin vakıflar aracılığıyla kurulacak olan üniversitelerin açılmasına izin vermesidir (Üsdiken ve Wasti, 2009: 7). Özel üniversitelerin kurulmasına izin veren hükmün yürürlüğe girmesinin ardından, 1985 yılında YÖK başkanı olan İhsan Doğramacı tarafından kurulan Bilkent Üniversitesi Türkiye’nin ilk vakıf üniversitesi olarak kurulmuştur.

YÖK’ün yükseköğretim alanında otoritesini kurma dönemi olarak geçen on yıllık süreç içerisinde tek yeni üniversite Bilkent Üniversitesi’dir. Bu açıdan piyasa normlarına uygun özel üniversitelerin kurulması için 1991 yılını beklemek gerekecektir. 1991 yılının önemi, 1991 seçimleri sonrasında, üniversiteyi piyasa ilişkilerine açmayı hızlandıracak “seçimle gelen demokratik rektör” uygulamasının yürürlüğe girmesinden kaynaklanmaktadır. Bu gelişme, YÖK’ün izlediği yönetsel uygulamalar ve prosedürlerdeki baskıcı tutumunu kıracak bir gelişme olarak değerlendirilmiştir (Korkut, 1993).