• Sonuç bulunamadı

BÖLÜM 3: NEO-LİBERAL DEĞİŞİM SÜRECİNİN AKADEMİSYENLERİN

3.3.4. Neden Örnek Üniversite: Akademik Tercih/Duruş

Görüşme yapılan her bir hocaya neden Örnek Üniversite’yi tercih ettiği sorulmuştur. Alanlarında uzman olan hocalardan, eğitimlerinin lisansüstü seviyelerini yurtdışında tamamladıktan sonra Türkiye’ye döndüklerinde neden bu üniversiteyi tercih ettikleri, üniversitenin diğer vakıf ve devlet üniversiteleri arasındaki yerini göstermesi bakımından önem taşımaktadır. Aynı soru, yurt içinde üniversite değiştiren akademisyenler için de geçerlidir. Aynı zamanda “Türkiye koşullarında hangi imkanlar bu akademisyenleri Örnek Üniversite’yi tercihe etmeye itmiştir” anlamına gelen bu soru, araştırma için “neden bu Örnek Üniversite’nin seçildiği” sorusuna verilen yanıtı da meşrulaştırıcı bir işlev görmektedir.

A2 örnek üniversiteyi tercih nedenlerini sıralarken,“Türkiye’deki üniversiteler arasına

en nefes alınabilir ve rahat çalışılabilir bir yer gibi gözüküyordu” ifadesini

kullanmıştır. Burada kuşkusuz, örnek üniversiteyi diğer üniversitelerden ayıran, A3 görüşmecinin belirttiği ve diğer görüşmeciler tarafından da dile getirilen onun özgürlükçü ortamının yanı sıra, benzer düşünce yapısına sahip akademik kadroyu bir arada tutmasının da önemli bir etkisi olduğu yapılan görüşmelerden sonra anlaşılmıştır.

Türkiye gerçekliğinde fazla konuşulmayan ve atılmayan adımları atmak, üzerinde konuşmak, yazmak ve sosyal bilimi eleştirel olarak konumlandırarak, bilimi sorgulayıcı pratiklerle yapmak ortak bir kanaat olarak belirtilmiştir. Bilim anlayışının pratikliği

önemsediğini, görüştüğümüz her bir sosyal bilimcinin kendi alanında aktivist olduğunu dile getirmeleri ve bu anlamda gerek oluşturdukları topluluklarla gerekse yürüttükleri alternatif projelerle bunu göstermişlerdir. Bu bağlamda en çok örnek verilen Ermeni Sorununun bir üniversite çatısı altında, olan tüm tepkilere rağmen tartışılmasıdır.

176

Türkiye’nin her ay sürekli yayın yapan tek akademik yayınevinin Örnek Üniversite’de bulunmasının daha ilk baştan bir farklılık yarattığını belirten A3, bu konuda da

üniversitenin önemli ayrıcalıklara sahip olduğunu dile getirmiştir.

“Üniversite yayınevi kar elde etmez. Dünyanın her yerinde böyledir. Bu noktada örnek üniversiteyi ayıran temel bir özellik var. Örnek üniversitemiz, bunu bile bile yayın yapıyor. Yani yönetim bunu bile bile, burasının para götüreceğini bilerek buraya yatırım yaptı”.

Bu noktada, “Esas olan bir üniversiteyi belirleyen şey o üniversitenin bu dünyada nasıl yer aldığıdır yani. Nesiyle yer alıyor?” sorusunu soran A3, bir üniversiteyi köklü ve iyi bir üniversite yapan bileşimlerin geçmiş birikim gerektirdiğini ve bağımsız olan üniversitelerin bulundukları konuma hemen bugünden yarına gelmediklerini kaydetmektedir. Ancak, yaşanmakta olan gelişmeleri de göz ardı etmeyen görüşmecimiz, Örnek Üniversite’nin bugün “giriş sınavlarında da %80’e yakın kayıt doluluğu yaşamasının nedeninin sadece artık piyasaya daha fazla açılmasıyla ya da yönetimin değişmesiyle ilişkilendirilemeyeceğini, bunun ardından 10-11 senelik özgürlükçü yatırımın ürünü olduğunu belirtmektedir. Kendisinin bu üniversitedeki yayınevinde olmasının nedenini de “bir yayınevinin bağımsız hareket etmesi” olduğunu söylerken, bağımsız ve özgür olmayı rektör örneği üzerinden açıklayan görüşmecimiz, açıkça kendisini cezbeden şeyin bu olduğunu ifade etmiştir.

Akademisyenlerin birçoğu düzeni yeniden üretmeye hizmet edecek bir bilimsel duruştan kaçındıklarını özellikle belirtmişlerdir.

A4, “üniversitede çok büyük farklılık yaşanıyor” derken, yaşanan değişimin anlamını da, diğer eğitim kurumları arasındaki durumu ile ilişkilendirmiştir. A4, Örnek

Üniversite’nin özel bir yerde olmasını şu şekilde ifade etmektedir: “Diğer vakıf

üniversitelerinin çoğunun aksine tamamı demiyorum. Kar amacı güden bir eğitim vermeyi hedefiyle kurulmamış olmasına rağmen, geçtiğimiz son iki veya üç sene içerisinde bu değişimi geçirmesidir”.

Kendisi gibi tanınan isimlerin Örnek Üniversite’nin geleceğinde yer almak ve düzeni dönüştürmek anlamında bir ayrıcalıkları (pazarlık payı ifadesiyle) olup olmadığını sorduğumuzda, “üniversitede çalışmakta olan insanların büyük çoğunluğunun, üniversitenin kimliği, yaptığı işler, toplumsal muhalefet veya eleştirel pozisyonu ve kamusal entelektüelleri bünyesinde barındırması dolayısıyla belirli bir isme sahip

177

olduğunu ve buna dokunulduğu takdirde işlerin ters gideceğini düşünüyorlardı” ifadesini kullanmış ve kendisinin aynı fikirde olmadığını şu çarpıcı açıklamayla yapmıştır:

“Çok değil, yani o konuda hakikaten iyimser olmamak lazım. Çünkü şu yanılgıya düşmemek lazım, biz üniversiteyiz bizim bir kitlemiz var; bu da üniversiteye girmek isteyen 17-18 yaşında çocuklar ve bu 17-18 yaşındaki çocukların tamamına yakın çok küçük bir azınlık hariç çocuklar ve velilerinin Örnek

Üniversite imajı umurlarında değil, ne olduğunun bile farkında değiller.

Dolayısıyla onlar için Örnek Üniversite eğer seçilecekse şehirdeki yeri, ulaşım imkanları, sunduğu ders programı, kampüs imkanları vb nedenlerle tercih edilir. Yoksa bu hoca varmış, şu konuda şu konferansı yapmışlar, şu hocaları gazetede köşe yazıyormuş, liberalmiş şuymuş buymuş, bunlar kitlenin umurunda değil, öğrencilerin umurunda değil. Dolayısıyla da bizim gibi insanların istedikleri şeyin pazarlık unsuru içerisinde bir ağırlık taşıması bence mümkün değil. Çünkü bizim gibi insanlar çok küçük bir azınlık için önem taşıyor, biz olmasak da bu öğrenciler bu okula gelir, biz varız diye gelenin sayısı beş ise başka nedenlerle gelenlerin sayısı 500dür.” A4

Akademisyenliğin elit bir doğasının olduğuna katılan A2, “elbette bu ülkedeki herkesin cebinde bir sürü parası yok. Ama bu iş okuma yazma işi. Onu yaratabilecek duruma gelene kadar da çok çalışma gerekir” ifadeleriyle anlatmıştır. Ancak sadece ders çalışma bağlamında ele alınırsa, bu durumun elit olduğunu, zira üniversiteden üniversiteye değişen, akademisyenliğin başka bir yerde durduğu bir üniversite ortamı olduğunu da ifadelerine eklemiştir. Akademisyenin temel/öz akademik faaliyetleri, bir başka ifadeyle bütün hayatı boyunca okuyan, çalışma yapabilmesi gereken akademisyen için “daha az iş yükü, daha az ders yükü, daha çok okuma yükü” gibi bir iş tanımı ortaya koymuştur. Bilimsel bilginin üretilmesi konusunda Bilkent’in daha köklü, daha geliştirici çalışmalar yapabildiğini belirten A2, ama yine de Örnek Üniversite’nin tuttuğu yolun doğruluğuna inancının daha yüksek olduğunu ifade etmiştir.

Bilim dünyasındaki bilgi üretimine dair tartışmalar ve bilgiyi üreten tarafların yeni ilişkiler ağının yorumlanmasının, üniversitelerin tercihlerine bağlı olarak şekilleneceğini belirten A3 ise, üniversite-sanayi işbirliği ile üretilen projelerin/çalışmaların belli kriterler göz önünde bulundurularak gerçekleştirilmesi gerektiğini düşünmektedir. A3, arzu edilen bu duruma ilişkin üniversitelerin tavırlarının da oldukça önemli olduğunu dile getirmektedir. Örneğin, firmanın üreteceği bir ürünün doğaya zarar verip vermeme ihtimalinin akademik araştırmalarla ortaya konulacağını; şirketin kendini maddi zorluğa sokmak istememe durumunun, akademisyenlerin bilgi ve tecrübesiyle aşılacağını ifade

178

etmektedir. Bu anlamda akademisyenlere kamusal sorumluluk yükleyen görüşmecimiz, “maliyetin fazla ama senin bu topluma getireceğin yarar daha fazla” vurgusuyla bu fikrini dile getirmektedir. Bu ifadelerden anlaşılan, sermaye dayalı olarak gelişen ilişkinin sanıldığı kadar tek taraflı olmadığı ve üniversitenin de bilgiyi üreten kurum olarak oyunun kurallarını belirlemede bir takım güçlerinin olduğudur. Bu noktada üniversitelerin araştırma-geliştirme için şirketlere sağladığı gerek laboratuarları gerekse taze kan öğretim elemanı barındırmalarının bedeli olarak üniversiteler, toplumu temsil

ettiklerini unutmamalıdır.