• Sonuç bulunamadı

BÖLÜM 3: NEO-LİBERAL DEĞİŞİM SÜRECİNİN AKADEMİSYENLERİN

3.3.3. Metalaşan Bilgi ve Disiplinlerin Konumu

Neo-liberal dönüşüm sürecinde tartışılan ve üniversitenin misyonunu da içine alan bilginin dönüşümü, daha eleştirel bir ifadeyle, bilginin metalaşması sonucu akademisyenin ürettiği bilginin niteliğinin değişmesi sorunsalı görüşmeci akademisyenlere sorulan sorular arasındadır. Eğitimi ticari bir alanda gerçekleştiren üniversitenin mensupları olarak, üniversitenin şekillenmesinde ve özellikle sosyal bilgi üretme iddiasında olan bu kurum çalışanlarının, bilgi ile olan ilişkileri, bilginin araçsal kullanımını nerde gördüklerini anlamak açısından önemli bulunmuştur. Şüphesiz ki, yayın, üretilen bilginin somut haline ilişkin getirilen kriterler, bilginin nicel olarak artmasıyla ilgilenirken, içeriğinin nasıl olacağı yine akademisyenlerin kendi tercih alanlarına kalmaktadır. Bu anlamda akademisyenin bizzat bilgi ile olan ilişkisi, çevresinde gördüğü gelişmeleri ele alma, bunları yorumlama ve kendi iş anlayışına katma biçimi, üniversite ile arasındaki ilişkiyi de direnme ya da düzene teslim olma anlamında etkileyecektir. Bilgi üzerine derinlemesine görüşme yaptığımız A2’nin

171

örneklendirmelerle uyuşmakta ve akademisyenin bilgi üretmedeki sorumluluğuna dair önemli çıkarsamalar sunmaktadır.

Bilginin parçalı bir bütün olarak evrenin gerçekliğine yayılmış olduğu ile söze başlayan görüşmecimiz, esasında herkesin ulaşabileceği bilgi kaynağının akademisyen için ifade ettiğinin farklı olduğunu dile getirmektedir.

“Sizin akademisyenlik sürecinde öğrendiğiniz açık olan bu bilgileri ne yapacaksın? Bunları nasıl bir araya getiriyorsun? Niye bir araya getiriyorsunuz? Ne yapacaksınız sonucu bulunduğunda? Bunları nasıl öğretebileceğiz? Sorun orada.”

Bilginin niteliğindeki dönüşümüne Bologna sürecinin etkisini olduğunu ileri süren A4, süreci sadece Avrupa üniversitelerinin Amerikan üniversiteleri seviyesini yakalama gibi masum bir amacı olmadığına inandığını belirtmiştir. “Bologna sürecinde yaşam boyu eğitim, esnek eğitim vb kavramlar çerçevesinde, aslında bizim üniversite geleneğinde bilgi olarak adlandırmayacağımız bir takım şeylerin bilgi beceri diye insanlara sunulduğunu görüyoruz.” diyen akademisyen görüşmecimiz, farklı ülkelerin aynı süreci izledikleri bu protokol uygulamaları için, “Aynı zamanda yerleşik gelenekleri de zedeleyen bir şey bu tektipleşmeye gitme” sözleriyle Bologna’nın hem bilgiyi metalaştıran hem de üniversite geleneklerini yıkan bir süreci kapsadığını göstermektedir.

Bilginin ulaşılabilirlik özelliğinin artmasının, akademisyenin yaptığı işi etkilemeyeceğine inanan A2, “50 yıl önce iyi bir akademisyen olunabiliyorsa, şimdi de olunabilir; bunun önünde bir engel yok” demektedir. Burada gerçekte dönüşenin yapı olduğunu belirten A2, önceleri sadece akademik çalışma alanı olarak görülen kurumun bugün piyasaya çıkması, daha fazla para kazanma, daha çok öğrenci çekme hedeflerinin ön plana çıkması karşısında kimi akademisyenlerin etkilendiğini kimilerinin etkilenmediğini ifade etmiştir.

Bilgiyi üreten kurumlar olarak üniversitelerin, toplumun bilgi ile olan ilişkisinde, bir başka ifadeyle bilgiye atfettikleri yerin değişmesinde önemli etkisi olduğu bilinmektedir. Bu bağlamda görüştüğümüz akademisyenlere bilginin, piyasada kullanılmak üzere üretilmesi ve bilgi alıcılarının da kendilerine piyasada yer bulmak için bilgiye ulaşmak istemeleri nedeniyle aralarında pragmatik bir ilişki kurmasının üniversitenin bugünü ve geleceği için ne ifade ettiğini sorduk. Kendileri de sosyal

172

bilimci olan birçok akademisyenin bu konudaki hassasiyeti, bilimi tanımlama biçimleriyle çok ilişkili olmakla birlikte, genel eğilim, pozitivist bilgi biçiminin faydacılık merkezinde kazandığı yaygınlıktan rahatsızdır.

“Bütün dünyada bir kriz var üniversiteler bünyesinde. Bu tabi kaynak krizi olarak adlandırılıyor. Ama bu krizin öncelikli olan kurbanı insan bilimleri veya sosyal bilimler. Dünyanın birçok yerinde programlar kapatılıyor, kapatılmak isteniyor. Çünkü oralardan yetişen insanların piyasa ekonomisi çerçevesinde sisteme entegre edilebilirliği çok düşük. Dolayısıyla kaynakları daha ziyade dediğimiz gibi meslekleri pragmatik bir çerçevede meslek yönelimli bölümlere kaydırıyorlar.” A4

Özel sektörün istediği hizmeti sosyal bilim veremediğinden, daha ziyade iktisadi ve idari bilimlerde mühendisliklerle ilgili veya iletişimle ilgili entelektüel kaynaklar veya servisler özel sektöre hizmete sunulmakta ve dolayısıyla daha fazla hizmet için gelen para da bu alanlarda yatırım olarak kullanılıyor” açıklamasını yapmaktadır. Ancak bu noktada akademisyenin dikkat çektiği nokta, bu ilişkinin düzenin bir parçası olduğu yönünde, bunu da “Yapılan araştırmalar bu araştırmalarda harcadığın zaman aynı zamanda yapılan verilen dış servis mevcut düzenin aslında bu şekliyle mevcut düzenin olduğu haliyle devam etmesine yapılan katkı. Bu ideolojik bir şey.” sözleriyle ifade etmiştir.

A4, vakıf üniversitelerinin öğrencilerin taleplerine göre üniversite arzının şekillendiğini, özelde örnek üniversite üzerinden, öğrencilerin, iletişim veya mimarlık ya da meslek yönelimli alanlarda yığılma gösterdiğini ve buna cevap verebilmek için kadroları oralarda şişirmek gerektiğini belirtmiştir. “Öbür tarafta ise korkarım artık sosyal bilimler giderek servis dersleri şeklinde algılanmaya başlayacak yakın gelecekte” diyen A4, “sosyal bilimler alanında mevcut yatırımlar sürdürmek meşruiyet zemini prestij oldu” ifadesiyle sosyal bilimlerin diğer piyasada karşılığı olan disiplinlerin yanında geldiği noktayı anlatmaktadır. “Üniversitenin yetiştirdiği insanlar, akademik kadrosu, akademik kadronun yaptığı yayınlar vesaire bütün bunlar üniversitenin prestijini tanımlar” sözleriyle tespitine devam eden akademisyen görüşmecimiz, bu durumun sosyal bilimin toplumsal rolüne zarar verdiğini söylemektedir. Bu anlamda bilimin, bilgi üretim amacının ve sonucundaki toplumsal faydanın geriye itilmesinin gözden kaçan bir tercih, “toplumun daha olumlu yönde dönüştürülebilmesi yolunda müdahale imkanlarını geri iten” bir yol olduğunu vurgulamaktadır.

173

Akademik duruşunu ve bilim anlayışını “Sosyal bilim yapmak demek dünyayı değiştirmek için gerekli koşulları araştırmak demektir. Onu yapmak demek ise insanın, sosyal bilimcinin kendi kendisine bakıp kendisinin hesabı vermesidir” şeklinde tanımlayan bir görüşmecimiz (A4), sosyal bilimlerin alanının daralmasının kabul edilemez bulmaktadır. “Her şeyden önemlisi özellikle eleştirel anlamda, toplum-devlet-siyaset hakkında fikir üreten sosyal bilimler, toplum-devlet-siyaset felsefesi, siyasal bilimler gibi alanlarda belli bir daralma yaşanmakta” diyen görüşmecimiz, İngiltere gibi eleştirel ekollere sahip olan ülke akademisyenlerinin bu konudaki rahatsızlığını da vurgulayarak, sosyal bilimin rolünün önemli bir darbe aldığını anlatmaktadır.

Yeterli fon sağlayamadıkları ve piyasa ile entegre olamadıkları için getirisi olmayan, özellikle beşeri bilimler alanındaki antropoloji, edebiyat, felsefe gibi kimi bölümlerin kapatılması sorunu ülkemizde de baş göstermeye başlamıştır. Bu durumla, kar amaçlı bir eğitim kurumu tarafından satın alınan örnek üniversite yönetim değişimi ile birlikte

şiddetli bir şekilde yüzleşmiştir. Maliyet kısıtlayıcı önlemler adı altında alınan kararlar sonucu kapatılan bölümlerden Türkçe ve İnkılap Tarihi, eğitiminin online olması gerekçesi ile kapatılırken, işten çıkarılan öğretim elemanları için de bölümlerinin kapanmaları gerekçesi ileri sürülmüştür. Bu süreçte kimi bölümler birleşirken kimi bölümlerin öğrenci alması durdurularak kapatılma sinyalleri verilmiştir. Bu bölümlerden birisinde görev alan araştırma görevlisi (A8), bölüm olarak yaşadıkları süreci şu şekilde ifade etmiştir:

“Kontenjanını dolduramıyor diye böyle bir cezalandırma mı denir artık ne denir bilmiyoruz. Artık siz öğrenci alamazsınız dediler. Biz de başka arayışlara gittik işte bölümü yaşatmak için adını mı değiştirsek, yeni açılan “… Mühendisliği” ile birleşsek vesaire alternatifler sunduk. Kendimize göre bir takım girişimlerde bulunduk. “… bölümü” ile birleşmeyi denedik, YÖK’e başvurduk, YÖK kabul etmedi. Şimdi bekliyoruz ne olacağını.”

Belirsizliğin halen devam ettiği bu bölümün için ilginç olan nokta, bölümden mezun olan öğrencilerin piyasada iş bulmamaları gibi negatif bir durum söz konusu olmadığı ve bir anlamda piyasanın talep ettiği bilgi teknolojilerini üreten bir alanda olmalarına rağmen kapatılma durumudur. Her ne kadar mühendisliğin verdiği unvandan dolayı daha fazla itibar göreceği düşünülse de görüşmecimizin aktardıkları, durumu daha da ilginç hale getirmektedir. “… mühendisliğini açtılar bizim üniversitede. İki senedir onlar da bizim kadar öğrenci aldı” ifadesi gerçek nedenin doldurulamayan öğrenci

174

kontenjanları değil, idare tarafından desteklenmeyen bir takım gelişmeler olduğunu imasını taşımaktadır. Bu noktada bölümün eleştirel yaklaşımının etkili olduğuna dair bazı gelişmeler bulunmaktadır.

Öğrencilerini dünyadaki gelişmeler hakkında daha bilinçli ve yazılım konusunda daha eleştirel olmaya yönelik yetiştirilmeleri ve ders program içeriklerinin mühendislik alanındaki gibi tekdüze bilimsel derslerden farklı olması bölümü ayrıcalıklı özelliklerin başında gelmektedir. Durumlarını, “Türkiye’de de öyle kendini yenileyen çok az bölüm var. Biz farklı bir şey tercih etmişiz o yoldan gitmişiz o yolu kesiyorlar.” şeklinde ifade eden görüşmecimiz, bölüm olarak sahip oldukları tutumun yurtdışındaki önemli kişi ve kurumlarca desteklenmesine rağmen, yönetime seslerini duyuramadıklarını belirtmiştir. Genel anlamda özellikle düzeni eleştiren bölümlerde görülen bölüm başkanı değiştirme durumu, bu bölümde de gözlenmiş, on yıldır bölüm başkanlığı görevini üstlenen bölüm başkanı görevden alınarak yerine bir başkası getirilmiştir. Görevden alınan bölüm başkanı adına dava açılması da sürecin bir parçasıdır. Burada ilginç olan diğer bir nokta da, bu bölümdeki birçok akademisyenin sendikal söylemi desteklemesi ve bu konudaki tercihlerini açıkça ortaya koymalarıdır. Başlarına gelen bu durumun bölüm içi meslektaşlık ilişkisini bozucu etkilere yol açıp açmadığını sorduğumuzda ise, bölüm içindeki bağlılığın devam ettiği cevabı alınmıştır. Buna bölümdeki “çalışma kültürünü” gösteren görüşmecimiz, bölümlerinde hiçbir zaman, ast-üst ilişkisi olmadığını, herkesin çok doğal beraber işlerini yaptığını, iş odaklı çalıştıklarını, hocalarla asistanlar arasındaki bu dayanışmacı halin ise “başımıza bu kötü şeyler gelince de daha çok bir araya geldik” şeklinde sonuçlandığını aktarmıştır. “Bir kastlaşma hiç olmadığı için belki de biz hemen kapatılmadık.” ifadesiyle kültürel ortamlarının yönetim üzerindeki yarattığı etkiyi yorumlamıştır.

Ancak üniversitedeki her bölümde bu ayrılıklar ya da ayrıştırılmalar, aynı şekilde karşılık bulmamış, kimi bölümlerde ciddi kutuplaşmalar yaşanmıştır. Bu bölümlerden birinde yaşanan gerilimin en önemli kaynağının kadro probleminden çıktığı bilinmekte ve kadro tahsisinde bölüm elemanlarının idari konumlara gelen çevrelere yakın olanların tercih edildiği, diğerlerinin ayrılmak durumunda kalması, kalanlar tarafından bir kırgınlığın yaşanmasına neden olmuştur. Her ne kadar bölüm içi bu tarz çekişmelerin her daim olabileceği ileri sürülse de, yönetim değişikliği ile birlikte

175

yaşanan bu olay, görüşmecilerimizin birçoğu tarafından (A5, A8), “liberal kültürün ne kadar tepeden inme olduğunun ortaya çıkışı” olarak tanımlanmıştır. Özellikle kurucu yöneticiler tarafından empoze edilen kültür ve onun taşıyıcı aktörlerinin değişen yönetimle birlikte yerlerini diğer yönetimin tutumlarını benimseyenlere devretmesi (A1), yönetsel problemlerin ve kurum içi çatışmaların açığa çıkmasına neden olmuştur.