• Sonuç bulunamadı

Türkiye’de Çok Sesli Müzik Kültürünün Oluşumu ve Gelişimine Genel Bir Bakış

ULUSLARARASI SANAT MÜZİĞİ

2- Türkiye’de Çok Sesli Müzik Kültürünün Oluşumu ve Gelişimine Genel Bir Bakış

Türkiye’de çok sesli müzik kültürünün ilk oluşumu Osmanlı döneminde Avrupa çok sesli müzik kültürüne ilgi duyulması, yönelinmesi, açılınması ve ardından o kültürün devletçe benimsenmesi ve uygulanmasıyla başlar. Ancak bu başlangıcın ön kökleri daha öncelere gider, eski Anadolu kültür ve uygarlıklarına kadar uzanır. Türklerin Anadolu’ya gelip yerleşirken getirdikleri müzik kültürleri bir süre sonra, Anadolu’da yaşayagelen eski müzik kültürleriyle etkileşime girer. Kısa sürede Türkiyele-şen Anadolu’nun daha önce Avrupa uygarlığının ilk doğduğu yer ve ilk beşiği olması müziksel ilişki-lere ayrı bir anlam, boyut ve derinlik kazandırır. Buradaki eski kültürlerden bazıları, özellikle Batı Anadolu müzik kültürü Avrupa müzik kültürünün ilk temelini oluşturur. Bu nedenle Türk müzik kültürünün eski Anadolu müzik kültürleriyle etkileşimi, bir bakıma Avrupa müzik kültürünün ilk beşiği Anadolu’daki eski temelleriyle de etkileşim anlamına da gelir (Uçan 2015: 199).

Hazırlanma Evresi: Fatih Sultan Mehmet ve Kanunî Sultan Süleyman dönemleriyle başlar ve adım adım ilerleyerek Sultan III. Selim döneminin ilk yıllarına (1789-1794) kadar sürer. Böylece yaklaşık olarak 1450’ler-1540’lar-1790’lar arasını içine alan 340 yıllık uzun bir dönemi kaplar. Kanunî dö-neminde bir dizi resmî konser etkinliğiyle (1522-23, 1543) somut olarak başlayan Batı Avrupa’yla müziksel ilişkiler, daha sonra yeni ve farklı boyutlar kazanmıştır. Sultan III. Murad döneminde Atmeydanı’nda yoksul çocuklar için düzenlenen bir sünnet töreninde bale ve pandomim gösterileri sunulmuştur (1582). Sultan III. Mehmet’e armağan edilen orgdan org müziği dinlenmiştir (1599).

Sultan IV. Mehmet döneminde Ali Ufkî Avrupa notasını Türk müziğine uygulayıp Mecmua-i Saz-ü Söz’ü yazmıştır (1650). Sultan IV. Mehmet çocuklarının sünnet ve evlenme şenliğinde yer almasını istediği opera yerine org müziği icra edilmiştir (1675). Sultan II. Ahmet’in ısrarıyla Avrupa nota yönteminin ülkeye sokulup uyarlanması denenmiştir (1691-1695). Avrupa’daki Türk elçilerin iz-ledikleri operalar hakkında yazdıkları raporlar Osmanlı Saray çevresine ulaştırılmaya başlamıştır (1730’lar). Avrupa çalgıları benimsenip Sarayda da kullanılmaya başlanmıştır (1740’larda keman).

Bir Türk elçisi tarafından 1730-1754 yıllarında ülkeyi yöneten Sultan I. Mahmud’a klavsen sunul-muştur. Aynı yüzyılın sonlarına doğru giderek klarnet ve fagot kimi mehter takımlarına girmeye başlamıştır (1790’lar).

Oluşma Evresi: Ön Oluşum Evresi ile başlar. Sultan III. Selim döneminde Yeniçeri birliklerinden ayrı olarak kurulan Yeni Düzen (Nizam-ı Cedit) birliklerinin eğitim ve yürüyüşlerinde kullanıl-mak için 1794’te Avrupa örneğine uygun Boru-Trampet Takımı oluşturulmuştur. 1797’de Osmanlı sarayında ilk kez Avrupalı sanatçılar tarafından bir opera sahnelenmiş, böylece Avrupa çok sesli müziğinin en kapsamlı ve en gelişkin bir türü ve örneği daha Osmanlı sarayında seslendirilmiş-yo-rumlanmış, dinlenmiş, anlamlı bir etkinlik olarak yaşanmıştır Bütün bunlar Müzik Tanzimatına doğru gidişin somut göstergeleridir. İlk Oluşum Evresi Sultan II. Mahmud döneminde Batı-Avru-pa uluslararası çok sesli sanat müziğinin devletçe benimsenmesi, kurumsal olarak yapılandırılması, öğrenilmesi ve uygulanmasıyla başlamıştır (1826 Bando, 1831 Musika-i Hümayun). Bu evrede şu düzenleme ve uygulamalar birbirini izlemiştir: (1) Çok sesli müzik topluluğu olarak Bandonun kurulması uygulamalarının Sarayda başlatılması ve yakın çevreye doğru yaygınlaştırmaya girişil-mesi. (2) Avrupa notasının düzenli kullanılmaya başlanması (Donizetti’yle). (3) Avrupa müzik eği-tim-öğretim yöntemlerinin uygulanması. (4) Avrupa örneklerine uygun çok sesli müzik eserlerinin

ANADOLU’NUN SIRLI SESi: MÜZİĞİYLE ANKARA

bestelenmeye başlaması (1829’da Mahmudiye Marşı). (5) Avrupa örneklerine uygun başka müzik topluluklarının oluşmaya başlaması (oda müziği kümeleri, Orkestra).

İkinci Oluşum Evresi 1850’ler-1860’larda geleneksel Türk sanat müziği ve Batı Avrupa sanat müziği ögelerinin alaşımlanması ve melezlenmesiyle başlar, kendi içinde kimi sınırlı yenilik ve özgünlük-lerle 1910’ların sonuna dek sürer. Bu evrede şu düzenleme ve uygulamalar birbirini izlemiştir: (1) Avrupa örneklerine uygun müzik kitapları ve metot-kitapların yazılması. (2) Orta ve büyük ölçekli müzik topluluklarında Avrupa’daki gibi yönetkenin ve yönetkenlik uygulamalarına yer alması. (3) Çalgı çalmada ve şarkı söylemede Avrupa örneklerine uygun yöntem ve tekniklerin oluşmaya ve gelişmeye başlaması. (4) Avrupa tarzında (alla franca = alafranga) eserler bestelenmeye başlaması.

(5) Geleneksel Türk sanat müziği eserlerini Avrupa tarzında çokseslilemeye-çokseslilendirmeye gi-rişilip ilk örneklerin verilmeye başlanması.

Gelişme Evreleri: Her oluşum evresi doğal ve zincirleme olarak, her biri kendine özgü gelişim-ka-lıcılaşım-kökleşim ve yaygınlaşım evrelerine yol açmıştır. Bu zincirleme evreler bir yandan varlık ve işlerliklerini sürdürürken bir yandan da bir sonraki yeni oluşum evresinin ön koşullarını hazırlamak-tadır.

3- Osmanlı Türkiyesi’nde Uluslararası Sanat Müziğinin Yer Alışı, Kurumlaşması, 20. Yüzyıla Erişmesi

Türkiye’de uluslararası sanat müziğinin yer almasıyla çok sesli müzik kültürünün oluşması ve geliş-mesinde Türkiye ile Avrupa arasındaki kültürel, siyasal, askerî ve müziksel ilişki ve etkileşimler be-lirleyici olmuştur. Türkler ile Avrupalılar tarihsel ilişkilerinin başlangıcından 18. yüzyıla kadar olan dönemlerde zaman zaman birtakım benzer, hatta ortak ögelere sahip olsalar da giderek daha çok farklılaşan iki müziksel geleneğin oluşturucuları ve geliştiricileri, koruyucuları ve taşıyıcıları idiler.

On sekizinci yüzyıldan itibaren ise Avrupalılar Doğu’ya, Türkler Batı’ya yeniden fakat öncekiler-den farklı bir müziksel ilgi duymaya ve yönelmeye başladılar. Bunun bir sonucu olarak 18. yüzyılda Avrupa’da alla turca, 19. yüzyılda Türkiye’de ala franga denilen iki moda ve üslup oluştu, gelişti.

19. yüzyıldan itibaren Türklerin Batı’yla ve 20. yüzyıldan itibaren Avrupalıların Doğu’yla daha sıkı ilişkiler içine girip belli ortak çatılar altında yer almalarıyla birlikte yeni bir ortak geleneğin ve gide-rek olası bir ortak geleceğin ilk adımları atılıp, ilk temelleri oluşmaya başladı. 21. yüzyıla doğru ise müziksel ilişkileşim ve etkileşimde yeni bir eşiğe gelindi. 21. yüzyılın ilk çeyreğinde şimdilerde bu eşiğin üzerinde bulunmaktayız (Uçan 2015: 193-194).

3.1- Osmanlının Avrupa Uluslararası Sanat Müziğiyle İlişkileri

Türkiye’de Batı-Avrupa’nın çok sesli müzik kültürüyle ilk somut ilişkilerin başlangıcı 1450’lere ka-dar iner. Avrupa’da ilk opera ya da ön opera İstanbul’da 1458 yılında bestelenmiş ve Ayasofya’da sah-nelenmiştir (MG 1993; Uçan 2005b: 256; 2008; 2012a: 1254). İstanbul’da ilk Avrupalı bale temsili 1523 veya 1524’de gerçekleştirilmiştir (And 1963: 8). Avrupalı orkestra ile ilk ciddi kapsamlı ilişki ve resmî buluşma, tanışma ve etkileşme ise 1543’te Osmanlı sarayında gerçekleşmiştir. O tarihlerden bu yana geçen süre içinde farklı dönemlerde Türkiye’nin en doruğunda ülkeyi yönetmiş olanların sergilediği yaklaşımlar aydın-eğitimli Türk insanının çok sesli müzik kültürüyle ilişkilerini kökten ve derinden etkilemiştir. Bu açıdan bakıldığında Osmanlı döneminde öne çıkan en doruk yönetici-ler olarak şunlar akla gelir: Fatih Sultan Mehmet (15. yy.), Kanuni Sultan Süleyman (16. yy.), Sultan Üçüncü Mehmet (16.yy. sonu-17. yy. başı), Sultan IV. Mehmet (17. yy.), Sultan III. Selim (18. yy.

sonu-19. yy. başı). Sultan II. Mahmud (19. yy.), Sultan Abdülmecit (19. yy.), Sultan II. Abdülhamid (19.-20. yy.) ve Sultan V. Mehmet Reşat (20. yy) (Uçan 2005b: 256; 2015: 195-196).

3.2- Osmanlı’da Uluslararası Sanat Müziğinin Devletçe Benimsenmesi

Osmanlı döneminde Devletçe batılı anlamda çok sesli müziğe kurumsal ön yöneliş ve ön adım atış 1790’larda III. Selim yönetiminde, ilk kesin yöneliş, kesin adım atış ve kesin geçiş ise 1820’lerde II.

Mahmud yönetiminde başladı. Yüzyıllardır koruyup geliştirdiği ve doruğa ulaştırdığı geleneksel teksesli Türk sanat müziğine sımsıkı bağlı olan Osmanlı Devleti 28. padişahı Sultan III. Selim dö-neminde de bu özelliğini sürdürmekteyken 1794’te Batı Avrupa’nın çok sesli askerî sanat müziğine kurumsal yönelmiş ve ilk kurumsallaşma adımını atmıştı. Ancak bu adım onun 1807’de tahttan indirilmesiyle yarım kalmıştı. Bu yarım adımı 30. padişah Sultan II. Mahmud 1826’da tamamladı.

Böylece Türkiye’ye batılı anlamda çok seslilik kalıcı olarak Osmanlı’nın ilk yenileşme-batılılaşma dö-neminde girmiş ve çok geçmeden kültürel yenileşme-batılılaşma çabalarının ana boyutlarından biri durumuna gelmiş oldu. Türkiye’nin müzik kültüründe çok seslilik ilkin 19. yüzyılın ikinci çeyreğin-de Osmanlı sarayına bağlı askerî müzik kurumunda Avrupa uluslararası sanat müziğinin çeyreğin-devletçe benimsenmesi ve görevli ilk Türk ve Avrupalı müzikçilerin öncü çabaları, ilk çalışmaları ve örnek katkılarıyla başlamış oldu.

3.3- Mehterden Bandoya-Mehter Müziğinden Bando Müziğine Geçiş

Osmanlının ilk yenileşme hareketleri döneminde (1773-1839) Batı-Avrupa örneğine uygun dü-zenli-yöntemli askerî eğitim öğretim esaslı Nizam-ı Cedit (1794), Sekban-ı Cedit (1808) ve Eşkinci Ocağı (1825) adlı yeni ordu birlikleri kuruldu. Bu birliklere Batı-Avrupa örneğine uygun boru-tram-pet takımları oluşturulup katıldı. Bu ön oluşum tarihî mehter geleneğinden yarı sapmadır ve otuziki yıl sonraki tam sapma ve kopmanın ilk habercisidir. Bunlar olurken 18. yüzyılın en sonunda obua, klarnet ve fagot Türk askerî musikalarına girdi. Bu girişle birlikte kendiliğinden melez mehterhaneler oluştu. 19. yüzyılın ilk yarısında melez mehterhanelerden melez bandoya ve sonrasında Avrupaî ban-doya gelindi (Kösemihal 1939: 76-79). Yeni askeri birliklerde Batı Avrupa örneğine uygun biçimde oluşturulan Boru/Trampet Takımlarından Asakir-i Mansure-i Muhammediye (1826) ordusunun yine Batı Avrupa örneğine uygun Bando Takımına gelindi. Hayırlı Olay (Vaka-i Hayriye) denilen Yeniçe-riliğin kaldırılışına bağlı olarak onun müzik takımı mehterhane işlevsizleşip kaldırılınca yerine bando oluşturuldu. Böylece mehterin yerini bando, mehter müziğinin yerini bando müziği almış oldu.

3.4- Batılı Anlamda İlk Türk Bandosunun Oluşumu ve İlk Uluslararası Sanat Müziği Konserleri (1829)

Bu geçiş bağlamında 1794’te kurulan Nizam-ı Cedit (Yeni Düzen) ordu birlikleri için “yeni mehter takımı” veya gezici “yeni mehterhane” (Gazimihal 1955: 23, 38) denilen kimi denemelerden sonra Batı-Avrupa örneğine göre bir Boru-Trampet Takımı oluşturuldu. 1795’de Fransa bir Boru/Trampet Takımı gönderdi. Aradan otuz bir yıl geçtikten sonra 15 Haziran 1826’da Yeniçeriliğin kaldırılıp yerine Batı örneğine göre kurulan yeni askerî birliklerin üç gün sonra Batı yöntemleriyle başlayan eğitimi için Batı-Avrupa örneğine uygun ilk Bando Takımı oluşturuldu ve birliklere katıldı. Bu oluş-turuşla birlikte Avrupa uluslararası sanat müziği 1826 Haziran’ında devletçe benimsenip kurumlaş-tırıldı. Bu takımı önce Vaybelim Ahmet Ağa, sonra Fransız uyruklu M. Manguel çalıştırdı. Ancak çok geçmeden bu görevde onun da yetersiz olduğu (veya pek yeterli olmadığı) anlaşılınca usta bir Avrupalıya gereksinim duyuldu. Yapılan araştırmalar ve görüşmeler sonunda İtalyan uyruklu de-neyimli müzikçi Giuseppe Donizetti (1788-1856) ile anlaşma sağlandı. Kendisi 7 Kasım 1827’de Osmanlı Saltanat Musikalarının Baş Ustakârlığı’na atandı ve ertesi yıl 17 Eylül 1828’de İstanbul’a gelip görevine başladı. İlk eğitim çalışmalarından itibaren Avrupa nota yazısını Türk öğrencilerine öğretip kullandırdı. Onun etkili eğitim ve yönetimindeki Bando 1828 güzünden itibaren hızla geliş-ti. 28 Şubat 1829’da Padişaha iki saat süren bir konser verdi (Sevengil, 1962: 6; Kutlay Baydar 2010:

286). 1829 yılının ilk aylarında bestelediği Mahmudiye marşını çok geçmeden padişaha dinletti. 19 Nisan 1929 Pazar günü padişahın huzurunda yapılan bayram töreninde etkin olarak yer aldı. Aynı

ANADOLU’NUN SIRLI SESi: MÜZİĞİYLE ANKARA

yıl padişaha verdiği akşam konserlerinden birinde çaldığı parçalar arasında Rossini’nin de eseri vardı (Gazimihal 1955: 41-42). Bu başarılı işlevsel etkinlikler ülkemizde ilk Türk bandosunun verdiği ilk uluslararası sanat müziği konserleridir.

3.5- Musika-i Hümayun’un Oluşumu ve Gelişimi (1831)

Saray Bandosu 1826 yılındaki ilk çekirdek kuruluşundan beş yıl sonra 1831’de Musika-i Hümayun’a dönüştürüldü. Bu dönüştürümle birlikte kurum bir okul niteliği de kazanarak daha derli toplu bir biçimde yapılanmaya, daha düzenli işlemeye ve daha hızlı gelişmeye başladı. Musika-i Hümayun (MH) hem doğu ve batı sanat müziklerini, hem de geleneksel ve yeni oluşmaya başlayan modern Türk sanat müziklerini bünyesinde barındıran bir bütünsel kurum idi. Bu kurum bütünsel gelişme yolunda ilerlerken önceleri Bando, Orkestra, Fasıl Takımı ve Müezzinan denen dört temel koldan oluşuyordu.

Sonraları Opera-Operet, Tiyatro ve Ortaoyunu, Cambaz ve Karagöz-Hokkabaz-Kukla bölümleri de oluştu. Bunlara bir ara Mandolin takımı da eklendi. Fasıl Takımı Eski Fasıl ve Yeni Fasıl olarak ikiye ayrıldı (Gazimihal 1955: 98-99). Bu ilk ciddi atılım ve dönüşümle Türk sanat müziği aynı kurum içinde biri geleneksel, diğeri modern olmak üzere ikili bir ayrışma ve gelişme sürecine girdi. Kurum eğitim öğretim ve uygulama yönünden bir bütün olarak kendine özgü bir “Müzik ve Sahne Sanatları Okulu” niteliğine büründü.

3.6- Uluslararası Sanat Müziğinde İlk Türk Orkestrası (1846)

Saray Bandosu’nun 1831’de Musika-i Hümayun’a dönüştürülmesinden sonra kurumda giderek hız-lanan gelişme yeni oluşumlara yol açtı. Bu bağlamda 1846 yılı dolayında sarayda bir Yaylı Çalgılar Topluluğu oluştu. Kısa sürede kendine özgü bir Yaylı Çalgılar Orkestrası niteliği kazanan oluşum çok geçmeden üflemeli çalgılar eklenerek Batı Avrupa tarzında ilk büyük Orkestra oluşturuldu. Böylece kurum içinde biri Bando, öbürü Orkestra olmak üzere Batılı anlamda iki önemli topluluk yan yana yer alır duruma gelindi. III. Selim döneminde askerî boru-trampet müziğiyle belirginleşen ilk ön oluşumun epey ardından Osmanlı sarayında II. Mahmud döneminde 1826’da askerî bando müziğiyle başlayan süreci Abdülmecit döneminde 1846’da yaylı çalgılar topluluğu müziği aşamasından geçerek askerî orkestra müziğine yöneliş, adım atış ve geçiş izledi. Bando ile Orkestra birbiriyle yardımlaşarak yol aldı.

3.7- Osmanlı’da Opera ve Operet: Oluşum ve Uygulamalar

Musika-i Hümayun’da (MH) ikincil konumdaki Opera ve Operet bölümü eğitim öğretimden çok, temsil işlevliydi. Saray Orkestrası temsillerde piyano başılı Orkestra olarak yer alıyordu. Temsiller için gerekli Koro MH’li gençlerden oluşturulup temsiller ilgili birimlerde hazırlanıyordu. Opera/

Operet ise çoğu İtalyan olmak üzere yabancı veya azınlıklardan sanatçılar tarafından oynanıyordu.

Koro, eklenti-donatımlık, hazırlık ve düzmece oyun (mizansen) işlerini Türkler görüyordu. Saraylı-ların opera/operet izleme gereksinimini karşılamak için saray dışında Beyoğlu Naum Tiyatrosu’nda halka verilen temsiller 1841-1871 yıllarında sarayın himayesinde gerçekleştirildi. Bu dönemde kimi eserlerin sarayda da yinelenmesi istenince Abdülmecit döneminde sarayda tiyatro ve opera/operet sahnesi yapılıp kimi eserler bu sahnede yinelendi. II. Abdülhamid döneminde Yıldız Sarayı opera/

operet sahnesinde etkinlikler gerçekleştirildi. Oynanan opera ve operetler arasında Traviata, Tro-vatore, Palyaço, Rigoletto, Maskeli Balo en başta gelenler idi (Gazimihal 1955: 105-108). Osmanlı Sarayı-Beyoğlu ekseninde canlı bir opera-operet yaşamı ve kültürü oluştu. Avrupa’da bestelenen kimi ünlü opera ve operetler Batı kentlerinden önce İstanbul’da oynanır oldu.

3.8- Osmanlı Sarayında Batılı Anlamda İlk Çok Sesli Koro (1890)

Osmanlı sarayında uluslararası sanat müziği alanında iz bırakan çeşitli etkinlikler arasında II. Ab-dülhamid döneminde bir Avusturya vokal (ses) topluluğunun saraya gelmesi ve burada bir koro

konseri vermesi önemli bir yer tutar. Çünkü saray bu etkinlikle ilk kez bir çok sesli koro görmüş ve çok sesli koro müziği dinlemiştir. Bu konserleri izleyip dinleyen Zati (Arca) Bey (1863-1951) bu topluluğu örnek alarak 1890 yılında musikalılardan 60-65 kişilik bir Koro kurmuştur. Bu topluluk ülkemizde kurulan ilk Çok Sesli Koro’dur. Böylece MH’nin içinde var olan çok sesli Bando ve Orkest-ra gibi büyük müzik topluluklarına son olaOrkest-rak batılı anlamda bir de çok sesli Koro eklenmiştir. Zati Bey’in etkin eğitkenliği ve becerikli yönetkenliğinde çalışan koro ilgililerce beğeniyle karşılanan dinletiler vermiş, özellikle saray çevrelerinde çok beğenilmiştir.

3.9- Yeni Okullarda Uluslararası Sanat Müziği Öğretimi (1869/1870)

Osmanlının devletçe yenileşme-batılılaşma sürecinde geleneksel-klasik okul yapısından ayrı olarak Ön Tanzimat ve Tanzimat dönemlerinde yeni bir sivil okul yapısı oluşturulmaya başlandı. 1839’da açılmaya başlanan Rüştiyelere öğretmen yetiştirmek üzere 1848’de Darülmuallimîn-i Rüşdî kurul-du. 1869 tarihli Maarif-i Umumiye Nizamnamesi’yle okul programlarında batılı anlamda Musiki dersi yer almaya başladı. 1870’lerden itibaren önce Kız Rüştiyeleri ve Kız Öğretmen Okullarında, sonra Erkek Rüştiyeleri ve Erkek Öğretmen Okullarında, 1910’lu yıllarda İlkokullarda modern müzik eğitimine yer verilmeye başlandı (Uçan 2005b: 42). Ortaya çıkan yeni eğitim müziği gereksinimini karşılamak için önce Zati Arca’nın okul şarkıları ve marşları kullanıma girdi, sonra bunlara O. Zeki ve Musa Süreyya’nın çocuk ve okul şarkıları eklendi. 1914’te İstanbul Belediyesi’ne bağlı olarak biri Tiyatro ve öbürü Müzik olmak üzere iki kısımlı tasarlanan Darülbedayi (Güzel Sanatlar Evi) kuruldu. Müzik kısmı Doğu/Türk Müziği ve Batı/Avrupa Müziği olarak iki bölüme ayrıldı (Say 2005/1: 412-413), fakat ikinci bölüm uygulamada yer almadı. 1917’de halka açık ilk resmî müzik oku-lu Darülelhan (Ezgiler Evi) açıldı. İlk yönetmeliğinde Doğu/Türk müziğinin yanı sıra Batı/Avrupa müziğine de yer verildiyse de uygulamada yer bulmadı.

3.10- Musika-i Hümayun’da İlk Türk Konser Kemancısının Yetiştirilmesi Musika-i Hümayun’da uluslararası sanat müziğinde etkinlik göstermek üzere birçok Türk genç ye-tiştirilmiştir. Bu gençlerin çoğu ağırlıklı olarak özellikle çalgı alanında eğitim görmüşlerdir. Bun-ların arasında flütçü Mustafa Saffet, klarnetçi Mehmet Ali ve Zati ilk öne çıkanlardır. Daha sonra en çok öne çıkanların başında kuşkusuz kemancı Osman Zeki (Üngör) gelir. Osman Zeki küçük yaşlarda müziğe olan yüksek yeteneğini belli eder ve 11 yaşındayken Musika-i Hümayun’a alınır.

Bu kurumda büyük bir yetenekle çalışmaya başlayıp çalgısında hızla ilerler. Üstün yeteneği, çalış-kanlığı ve başarılarıyla Sultan II. Abdülhamid’in dikkatini çeker. Bunun üzerine özellikle kuramcı d’Aranda Paşa ve kemancı Vondra Bey’den dersler alması buyurulur ve daha güçlü, köklü ve özenli bir eğitimden geçirilir. Padişaha sık sık keman konserleri verir ve her kezinde ödüllendirilir (Gazimi-hal1955: 131). Orkestra eşliğinde Mendelssohn’un mi minör Keman Konçertosu’nu seslendirir-yo-rumlar. Sonunda eriştiği yüksek ustalık ve gösterdiği büyük başarılarla ülkemizin batılı anlamda ilk Türk konser kemancısı olur. İstanbul’daki tüm öğreniminden epey sonra edindiği kısa süreli Paris deneyimi dışında her yönüyle büsbütün yurt içi eğitimle yetişen ilk Türk çağdaş keman sanatçısıdır.

İlkin bu özelliğiyle ülkemizde yeni bir çığır açar, onu zaman içinde açtığı başka yeni çığırlar izler (Uçan 2016: 5).

3.11- Uluslararası Sanat Müziği Öğrenimi İçin Avrupa’ya Öğrenci Gönderilmesi Osmanlı döneminin son altmış yılı (1860’lar-1910’lar) içerisinde Avrupa’ya birçok genç devlet adı-na müzik öğrenimine gönderildi. Bunda birincil amaç Batı Avrupa uluslararası saadı-nat müziğinin asıl yerinde, kurumlarında ve ortamında öğrenilmesi idi. Bunun için ilkin 1860-64’de Dikran Çuhacı-yan Milano’ya/İtalya’ya gitti. II. Abdülhamid döneminde önce Saffet Bey ve Vondra Bey Fransa’ya, Edgar Manas İtalya’ya gönderildi. Bir süre sonra Osman Zeki Bey Fransa’da kısa süreli bir eğitim gördü. Bu gönderimler İkinci Meşrutiyet döneminde daha da artarak yeni ve daha ileri bir boyut ka-zandı. Musa Süreyya Bey Almanya’ya, Seyfettin Asaf ve Sezai Asaf kardeşler Avusturya’ya, Cevdet

ANADOLU’NUN SIRLI SESi: MÜZİĞİYLE ANKARA

(Çağla) Bey ile Ali Sezin Almanya’ya gönderildiler. Öbür yandan Cemal Reşit (Rey) ailesinin ola-naklarıyla Avrupa’da genel eğitimini sürdürüp müzik öğrenimi gördü. Osmanlı döneminde Saffet (Atabinen) Bey müzik eğitimi/öğrenimi için yurt dışına Avrupa’ya gönderilen ilk Türk öğrencidir.

Bunlar bestecilik, orkestra-bando şefliği, keman, viyolonsel ve piyano dallarında belirli bir donanım, birikim ve deneyim edinerek dönüp İstanbul’da çeşitli kurumlarda görev aldılar.

3.12- Saray Orkestrasının Gelişmesi ve Avrupa Konser Gezisi

1908’den sonra Musika-i Hümayun’daki yabancı müzikçilerin görevlerine son verildi, yerlerini büs-bütün Türk müzikçiler aldı. İlk resmî Türk orkestra şefi Saffet Bey’in yönetiminde gelişen Saray Or-kestrası onun yerine geçen Osman Zeki Bey’in yönetiminde daha da gelişip 1917 yılı sonu ile 1918

1908’den sonra Musika-i Hümayun’daki yabancı müzikçilerin görevlerine son verildi, yerlerini büs-bütün Türk müzikçiler aldı. İlk resmî Türk orkestra şefi Saffet Bey’in yönetiminde gelişen Saray Or-kestrası onun yerine geçen Osman Zeki Bey’in yönetiminde daha da gelişip 1917 yılı sonu ile 1918