• Sonuç bulunamadı

Türküler ve Ağız Derlemeleri

Türkülerin de arasında olduğu folklor ürünlerinin ağızlardaki eski dil özelliklerini iyi koruduğu düşünülür. Ayrıca folklor ürünleri derlemek günlük hayata dair olguları derlemekten hem konuşur hem derlemeci açısından daha risksizdir. Her şeyden önce folklor ürünlerini bilmek ve ilgi çekici biçimde anlatabilmek, anlatıcıya belli bir toplumsal prestij sağlar. Kaynak kişilere kendi konuşmala-rının başlı başına bir araştırma konusu yapıldığını anlatmak folklor, gelenek görenek gibi hususlarda araştırma yapıldığını anlatmaktan daha zordur. Bu yüzden dil çalışması için alana çıkmış olan araş-tırmacılar bile, gelenek görenek derlemesi yaptığı izlenimi vermekten çekinmez. Alan çalışmasına konu olan ağzın konuşurları da derleme amacıyla bölgeye gelen bir araştırmacıyı fıkra, masal, türkü gibi folklor ürünlerini bilen, konuşkan biri varsa çoğu zaman doğrudan ona yönlendirir. Konuşmayı seven, derlemeciyi zorlamayacak bir kaynak kişi ise bölgenin yabancısı bir alan araştırmacısının aradığı en önemli şeydir. Bu yüzden yerel konuşmalardan metin derleme çalışmalarında başlarda günlük konuşmalar yerine türkü, masal, efsane gibi folklor ürünlerinin kayıt altına alınması önemli bir yer tutar. Yayın başlıkları ilk alan çalışmalarının bir kısmının doğrudan türkü derlemeye dönük olduğunu gösterir. Örnek olarak ilk metin derlemeleri arasında sayılan Giese’nin kitabının başlığını Türkçeye “Anadolu Türkçesinin İncelenmesi İçin Malzemeler, Bölüm I: Konya İlinden Anlatılar ve Türküler”, Räsänen’in 1926 tarihli Almanca yayının adını “Anadolu’dan Mani Derlemeleri”, 1931 tarihli Fransızca yayınını da “Kuzeydoğu Anadolu’dan Türk Halk Türküleri” diye çevirebiliriz. Ana-dolu ağızlarından ilk geniş derlemeleri yapmış olan Ahmet Caferoğlu’nun metin neşirlerinde de folklor ürünleri önemli bir yer tutar. Bu yüzden başlarda ağız metni yayınları, sanki folklor ürünleri-ni derlemek için yapılmış gibi görünür. Yakın tarihli derlemelerde ise günlük konuşma metinleriürünleri-nin derlenmesi ağırlık kazanır. Bunun asıl nedeni hiç şüphesiz değişen kültür ve hayat şartları nedeniyle forklor ürünlerini bilen ve anlatabilecek olanların azalmış olmasıdır. Ama dilcilik açısından baktığı-mızda folklor ürünlerinin eski dil özellikleri barındırsalar bile belli formlarının olması, başka bölge-lerde üretilmiş olma ihtimalleri, sınırlı dilbilgisi ögesi barındırmaları gibi nedenlerle yerel ağızların incelenmesi için tek başlarına yeterli olmamalarıdır. Ancak asıl neden ilk sayılandır, yoksa her der-lemeci bugün de alan araştırmaları sırasında folklor ürünleri derlemek ister.

ANADOLU’NUN SIRLI SESi: MÜZİĞİYLE ANKARA

Ankara Ağızları

Dil ölçütleri kullanılarak yapılan ağız sınıflandırmalarından birine göre Ankara ağızları; İçel, Kay-seri, Kırşehir, Konya, Nevşehir, Niğde, Yozgat ağızlarıyla birlikte Türkçenin merkez grubu ağızlarını oluşturur (Boeschoten 1991: 156 vd.). Leyla Karahan’ın Anadolu ağızlarını üç büyük gruba ayırdığı sınıflandırmaya göre ise batı ağızları içinde kalır, ancak kendi içinde bir birlik oluşturmadıklarından farklı alt gruplara ayrılır. Buna göre Nallıhan, Akdeniz ve Ege bölgesi ağızlarının içinde olduğu I.

grupta bulunur. Beypazarı, Çamlıdere, Kızılcahamam, Güdül ve Ayaş ağızları Bolu, Çankırı, Sinop, Çorum’un bazı bölgeleriyle birlikte IV. alt grupta kalır. Ankara Merkez, Haymana, Bâlâ, Şerefli-koçhisar, Çubuk, Kırıkkale, Keskin, Kalecik ise VIII. alt grup içinde yer alır. Bu son grupta Ankara ağızları yanında Çankırı Kızılırmak, Çorum merkez ve güney ilçeleri, Kırşehir, Nevşehir, Kayseri, Sıvas’ın iki ilçesi ve Yozgat ağızları yer alır (1996: 116 vd.). Ankara ağızlarıyla ilgili son kapsamlı çalışmalardan birini yapan Akca ise grupları daha fazla ölçüt kullanarak ayrıntılandırır (2012: 24 vd.). Akca, sınıflandırma denemesinde sesbilgisi özellikleri yerine –yor ekinin farklı biçimlerini kul-lanmayı ve ortaya çıkan ağız gruplarını ses ölçütleriyle desteklemeyi tercih eder. Buna göre –(I)yo biçimini kullanan I. grup, – (I)yoru biçimini kullanan II. grup ve –(I)yI biçimi kullanan III. grup ol-mak üzere Ankara ağızlarının üç gruba ayrıldığını yazar. Akca’nın sınıflandırmasına göre Çubuk’un kuzeyi ile Kazan ve Ayaş ilçelerinden Sarıyar ve Gökçekaya barajlarına uzanan bir sınır kuzeydeki II. ağız grubunu, aşağı yukarı Bala, Haymana ve Polatlı’nın ortasından geçen bir sınır da güneyde kalan III. ağız grubunu, merkezde kalan kalan I. gruptan ayırmaktadır.

Akca, bu grupları oluştururken şimdiki zamanın ifadesinde kullanılan –Iyor ekini temel almış, ayrıca fiil çekiminde birinci ve ikinci kişiler, r sesini korunup korunmaması, şimdi, gibi, öyle ve böyle keli-melerinin varyantlarını ölçüt olarak kullanmıştır. Buna göre I. ağız grubunda geliyor, geliyolar; geli-rim, alırım; geliriz, alırız; var, gideller; şimdi ~ şindi; gibi, óyle, bóyle kullanılır. Aynı ölçütler II. grupta geliyoru, geliyollā; gelirin, alırın; geliriz, alırız; vā, gidellē; şinci ~ şincik; gibi, öyle, böyle biçimindedir.

III. grupta ise aynı örnekler geliyi, geliyler; gelirim, alırım; gelirik, alırıh; var, gideler; hindi; gimi, eyle, beyle olarak ortaya çıkar. II. grubu oluşturan ağızlar aynı zamanda Karadeniz ve Bolu ağızlarına geçiş bölgesindedirler. Bu yüzden ikinci grup Karadeniz ağızlarında görüldüğü üzere bazı çekim ekleri-ni düzlük yuvarlaklık uyumuna uygun olarak kullanma veya yuvarlaklaştırmaya göre iki alt gruba ayrılır. Kuzeydeki ağızların birinci alt grubu geldik, aldık, diriz derken, 2. alt grubu oluşturanlar ek ünlüsünde yuvarlak biçimleri tercih eder ve aynı sözleri geldük, alduk, dirüz biçiminde kullanır.

Elbette Ankara ağızlarını daha farklı ölçütler kullanarak veya şimdiki zaman yapısının tam bir envanteriyle daha farklı gruplara ayırmak mümkündür. Nitekim hem bizim derlemelerimiz hem de Akca’nın yayınları Ankara ağızlarında üç grubun ayrılmasında kullanılandan daha fazla şimdiki zaman biçimi olduğunu göstermektedir (bk. Akca 2011: 600 vd.). Ancak bu çalışmanın amacı açı-sından sınıflandırma konusunda bu kadar bilgi yeterlidir.

Ankara Ağızlarından Derlemeler

Ağız derlemelerinde folklor ürünlerine öncelik verme durumu, yukarıda da işaret edildiği üzere, Ankara ağızlarından derlemeler için de geçerlidir. Kaynaklar, ilk Ankara ağzı derlemelerinden iti-baren türkülerin de arasında olduğu folklor ürünlerinin toplandığını gösterir. Örnek olarak Ankara ağızlarından büyük sayılabilecek ilk metin derlemesini yayımlamış olan Räsänen’in kayıtları ara-sında masallar yanında o zamanki adıyla Yabanabad olan Kızılcahamam’da Hasan isimli bir kaynak kişiden derlenmiş dört uzun türkü de vardır. Ahmet Caferoğlu’nun 1948 yılında yayımladığı Orta Anadolu Ağızlarından Derlemeler adlı çalışmadaki örnekler arasında da bir kısmı bugün Kırıkkale sınırları içinde kalan yerleşim yerlerinden derlenmiş on bir adet türkü bulunur. Bunlardan İstan-buldan gelirkene / Iras geldim sürüsüne diye başlayan “Fare Türküsü” ve “Gız-Erkek” başlıklı türküler Kırıkkale Çongar Köyünden derlenmiştir (207-209). “Keskin Türküsü” ve “Avşar Beyleri Türküsü”

Kırıkkale Yahşıhan’dan (211-214), “Saya Türküsü” ve “Kına Türküsü” başlıklı türküler Kalecik, Go-zayan köyünden, (s. 214-215), “Türkü” başlıklı metin Kırıkkale Karacalı köyünden, “Biçin Bitme İlâhisi”, “Ağıt”, “Türkü”, “Asger Türküsü” başlıklı metinler ise yine Kırıkkale Gökdere köyünden kaydedilmiştir (216-218). Ankara ağzının ses bilgisini inceleyen Hakan Akca’nın derlemiş olduğu geniş metinler arasında da türküler vardır. Ancak Akca’nın çalışmasında günümüz ağız derlemele-rindeki eğilime uygun bir biçimde, folklor metinleri derlemek gibi bir öncelik yoktur. Bu nedenle topladığı manzum metinler, çalışmanın tamamı göz önüne getirilince, Räsänen veya Caferoğlu’nun kayıtları kadar kapsamlı olmadıkları gibi bir kısmı aynı metnin farklı varyantları durumundadır.

Bizim Ankara’nın çok farklı yerleşim yerinde yapmış olduğumuz uzun kayıtlar arasında da türkü veya manzum parça yok denecek kadar azdır (bk. Demir 2013).

Folklor Ürünleri ve Dil

Folklor metinleri geleneksel sözlü edebiyatın eşsiz ürünleri olarak taşıdıkları kültürel ögeler yanın-da, sözvarlığı ögeleri başta olmak üzere eski dönemlere ait dil özelliklerini barındırmaları ve her formun kendine özgü anlatı özellikleri nedeniyle dilcilik açısından da önemlidir. Ancak folklor ürünleri başka bölgelere taşınabilirler, bu sırada üretildikleri ağzın özelliklerinin taşınmasına da aracılık ederler. Diğer taraftan yeniden üretildikleri bölgenin özelliklerini de taşırlar. Böylece An-kara’da üretilen bir türkü başka bir bölgede karşımıza çıkarken hem Ankara ağzının hem de icra edildiği bölgede konuşulan dilin izlerini taşıyabilir. Çünkü insan bir türküyü, masalı, efsaneyi, ata-sözünü, günümüzde olduğu gibi, eskiden de nasıl duyduysa öyle aktarabilir, hatta türü vurgulamak için, anlatıldığı bölgeye yabancı ögeleri özellikle öne çıkarabilir.

Türküler ve Ankara Ağızları

Türküler formları nedeniyle söz dizimi açısından sınırlı malzeme bulundururken ses özellikleri, kısmen ekler ve daha geniş biçimde sözvarlığı açısından dikkat çekici veriler sunabilirler. Ağız der-lemeleri amacıyla yapılmış çalışmalar, kayıtlar sırasında standart dilde kaydetme endişesi taşımazlar, ağızdaki dil özelliklerini yazıya yansıtmaya çalışırlar. Bunun için standart alfabede olmayan özel transkripsiyon işaretleri kullanırlar. Bu yüzden Ankara türkülerinin ses özelliklerini ve eklerindeki farklı söyleyişleri standart alfabenin verdiği imkanlarla kaydetmeye çalışan türkü derlemelerinden daha iyi yansıtırlar. Bu yazıda kullandığımız Tan ve Turhan’ın Ankara Halk Müziği adlı çalışmala-rında ise az sayıda örnekte aşağıda bir kısmına işaret edeceğimiz dil özellikleri, Türkçe alfabenin verdiği imkanlar çerçevesinde kaydedilmiştir. Ancak söz varlığı araştırmaları için her tür derleme gibi bu yayın da değerlidir ve kullanışlıdır.

Sesler

Ankara ağzının tipik ses özelliklerine Ankara türkülerinde de rastlanır. Ünlüler açısından dikkat çekici ses özelliklerinin başında ö ve ü seslerinin g -, k – seslerinden sonra u ve o’ya yaklaşıp arada bir ses olarak söylenmesi gelir. Bizim ó ve ú işaretleriyle göstereceğimiz bu ara seslerin Türkçenin önemli bir kuralı olan ünlü uyumuna etkisi yoktur. Ünlü uyumu, istisna durumunda olan az sayıda örnek dışında genelde kelimenin ilk hecesinde ö ve ü varmış gibi devam eder. Bu yüzden g -, k – seslerinden sonra ö ve ü seslerinin art damak karşılıkları olan o ve u’ya dönüşmekten çok bir ara ses olduklarını söyleyebiliriz. Ancak araştırmacılar tamamen o ve u’ya dönüşebildiklerini gösteren kayıtlar da yapmışlardır. Örnek olarak Caferoğlu’nun Kalecik’ten derlediği Saya türküsünde gö-türdüm ve gökçe kelimeleri ö harfinin altına sesin ö değil de o’ya yaklaşan bir biçimde söylendiğini göstermek için özel bir işaret konularak yazılır. Buna karşılık iki kelimede sesler doğrudan o ve u ile gösterilir. goúçe “gökçe” ve gun “gün”: Goúçe kelimesinde k sesinin ú işaretiyle kar kelimesindeki k – gibi söylendiğinin işaretlenmesini hecenin tamamen ünlü uyumuna girdiği ve arka damak sesleriyle söylendiği biçiminde yorumlayabiliriz. Ancak yine de ikinci hecede a değil e sesi kullanılır. Aynı şey bir sonraki Kına Türküsü’ndeki guççük kelimesi için de geçerlidir.

ANADOLU’NUN SIRLI SESi: MÜZİĞİYLE ANKARA

Benzer örnekler başka derlemelerde de görülür: kutúklü (Räsänen 1936: 77). Ağızlarda standart dillerde olduğu gibi tek biçimli yazılışlar beklenemez. Bu nedenle buradaki ses olayında da bir tu-tarlılık görülmez, aynı kelime farklı biçimlerde kaydedilebilir. górmez, görmezdi (84, 86).

Üzerinde durduğumuz ses gelişmesi, Ankara ağızlarının günümüzde de belirgin bir dil özelliğidir, bu yüzden yeni türkü derlemelerinde de karşımıza çıkar: gúrcisdanıñ, gúllere (Akca 2012: 163), yúk mü (Akca 2012: 188), góllerde, gúderim, kótú (Akca 2012: 190) vb. Az sayıda örnekte bu değişime başka pozisyonlarda da rastlanır: Óŋó “önü” (Akca 2012: 182) , dóúmüş (Akca 2012: 305).

Ünlüler açısından Ankara ağızlarının önemli özelliklerinden biri de bazı ağızlarda e ile i arası bir ses olan kapalı e ile söylenirken standart Türkçede açık e’ye veya i’ye değişmiş olan sesin durumudur. Bu sesler İç Anadolu’nun başka ağızlarında da görüldüğü gibi Ankara ağızlarında i’ye dönüşebilmekte veya kapalı e olarak kullanılmaktadır. gice, yėriŋ (Räsänen 1936: 77), virelim (Tan ve Turhan 2000:

32). açık e sesinin i’ye dönüşmesi başka örneklerde de görülür: Silindi mi maşrapanın galayı (efem), Bozuldu mu ziybeklerin alayı (Tan ve Turhan 2000: 222).

Türkçenin önemli yapısal özelliklerinden biri olan ünlü uyumları, Ankara ağızlarından derlenmiş türkü metinlerde ünlü dildekinden daha ileridir. Öyle ki standart Türkçede belli şartlar altında uyu-ma girmeyen kelimeler Ankara ağızlarında Türkçenin ünlü uyumuna uyar: hanı (Akca 2012: 182), iprem (Räsänen 1936: 28), heber (Akca 2012: 305), mezeriyin taşı “mezarnının taşı” (Tan ve Turhan 2000: 285), Kayaya koydum kutu / Herkes yârine mutu “muti, tabi, bağlı” (Tan ve Turhan 2000: 173), halımda “halimde” (Tan ve Turhan 2000: 182), Bahçalarda vişneyim (haydi gülümüz haydi haydi) / Bir güzele aşnayım (Tan ve Turhan 2000: 194) “aşina” gibi.

Türkülerde, iprem “İbrahim”, irafuh, “Refik” (Räsänen 1936: 78, 79), ilimon (Tan ve Turhan 2000:

197) örneklerindeki Türkçede söz başında bulunmayan ünsüzlerden önce ünlü türemesi gibi pek çok ses özelliğine rastlanır. Yine özellikle söz içinde ses düşmesi sonucu ortaya çıkmış ünlü uzun-lukları görülür: māraya, gurban oldūmuŋ (Akca 2012: 306) gibi. Ancak bunlar Ankara ağızları açı-sından ayırıcı olmadıkları için burada daha fazla tartışılmayacaktır.

Ünsüzler açısından Ankara ağızlarında arka damak k sesinin söz içi ve söz sonunda hırıltılı h sesine dönüşmesi Ankara türkülerinde de en dikkat çeken ağız özelliğidir. Ohudum (Akca 2012: 190), ya-halım (Caferoğlu 215). Türkülerde geçen ilgi çekici ve k > h değişmesinden daha nadir görülen bir gelişme ise ğ harfi ile gösterilen söz içi ses ile Arapça kökenli saat kelimesindeki Türkçede olmayan gırtlak sesi ayının ünlü arasında h sesine dönüşmesidir. Bu değişmeler nedeniyle “Al kağıt mavi ka-ğıt” diye de icra edilen türkünün Ankara’dan derlenmiş biçimi şöyledir (Tan ve Turahan 2000: 33):

Al kâhat mavi kâhat Ağlarım sahat sahat Sen orada ben burada Nasıl gönül ırahat

Sesbilgisi alanında İç Anadolu ağızlarında yaygın olan damak n’si, baŋa, deŋiz, gız kelimesinde olduğu gibi söz başında arka damak k – sesinin g – ile söylenmesi türkülerde de alışılmıştır. Ama bunlar Ankara ağızları için belirleyici değildir.

Ekler

Ekler açısından türküler zengin bir veri sunmaz, ancak türkülerde yine de ilginç eklere rastlanabilir.

Örnek olarak Ankara ağızlarında ilen edatı Ankara ağızlarında kendinden önceki kelimeye bitişir ve ünlü uyumuna girer. Bu sırada sona gelen n sesinin etkisiyle l sesi n’ye dönüşür:

Kereviz özüyünen Kim görmüş gözüyünen Adam yâre küser mi

Ellerin sözüyünen (Tan ve Turhan 2000: 150).

Bülbüle su verdim altın tasınan Çok günler geçirdim kara yasınan Ben seni severdim bir hevesinen

Başın pınar ayakların göl olsun (Tan ve Turhan 2000: 91).

Ankara türkülerinde ekler açısından korunan ilgi çekici bir yapı da belirtme halinin üçüncü kişi iye-lik eklerinden sonra eksiz veya – n ile yapılmasıdır. – n ekinin iyeiye-lik eklerinden sonra belirtme olarak kullanılması hem Türkçenin tarihi dönemlerinde hem de günümüzde Tatarca gibi bazı kardeş dil-lerde korunur. Aşağıdaki örnekdil-lerde görüleceği gibi Ankara ağızlarında da böyle bir kullanım vardır:

Kayalar merdin merdin Kim bilir kimin derdin Ağaçlar kalem olsa

Yazılmaz benim derdim (Tan ve Turhan 2000: 176).

Aynı eke şu örnekte de rastlarız:

Vardım baktım süt büşürür Südün gaymağın daşırır, (…) Vardım baktım un eler,

On parmağın kınalar (Tan ve Turhan 2000: 237).

Ankara türkülerinde görülen dikkat çekici eklerden biri de – ca /-ce ekinin “kadar” anlamında sınır-lama işleviyle kullanılmasıdır:

Sarı yazma dizece Gidelim bizece Sarılalım yatalım

İlk bahardan güzece (Tan ve Turhan 2000: 216).

Söz Varlığı

Türkülerin dilcilik açısından en ilgi çekici oldukları yön, söz varlıklarıdır. Örnek olarak kilav “dü-zenli, yerli yerinde” (Akca 2012: 149) , mürd olur “kurur” (Räsänen 1936: 85), gıprıh “kırpık, kırpıl-mış, (ağaç için) kısa” (Caferoğlu 1948: 212) gibi sözler standart dil konuşurlarının kolayca çıkarabi-leceği anlamlara sahip değildir. Nesilden nesle aktarılabilen türkülerde günlük dilde hatta türkünün derlendiği ağız da bile artık kullanımdan düşmüş kelimeler korunur. Böylece daha eski bir dönemde türküyü üretenlerin kelimeyi tanıdığına dair izler türkülerde kalır. Aşağıda örneklerle gösterileceği üzere bir türkü zaman zaman bir kelimenin derleme bölgesinde kullanıldığının tek tanığı olabilir.

Ankara türkülerinde de geçmişe ait sözlere ve bu sözlerin taşıdığı kültür ögelerine bolca rastlanır. Bu tür örneklerin tam bir dökümünü vermek bu yazının amacı değildir. Ancak bunlardan bir kısmını yorumlamak konuyu aydınlatma açısından ilgi çekici olabilir. Örnek olarak Räsänen’in derlediği şu dörtlüğü alalım (1936: 79):

İrafuh çavuş guran dutar Beyler efe senden beter Inanmayıŋ sözlerine Çendermeler alınan dutar

ANADOLU’NUN SIRLI SESi: MÜZİĞİYLE ANKARA

İlk bakışta türküde bugün bilinmeyen bir söz yok gibidir. Ancak son satırda geçen ve “tuzak, aldat-ma, hile” anlamına gelen al kelimesi bugün ancak bulmacalarda çıkan, günlük dilde kullanımdan düşmüş bir kelimedir.

Bir başka örnek olarak epeyce meşhur olan “Kayaların Arını” türküsünü verebiliriz. Bu türküde gü-nümüz açısından ilgi çekici iki kelime geçer: Kayaların arını / Süpürseler karını (…) kayalar merdin merdin (Tan ve Turhan 2000: 175). İlk dizede geçen arın kelimesi “alın”, ikinci dizede geçen merdin ise “sert” anlamındadır ki bunların anlamını standart Türkçeden hareketle çıkarmak imkansızdır.

Yine “Her Sabah Her Seher Gelir Geçersin” adlı türküde onmadığımı diye bir ifade geçer: Ben de bildim onmadığımı / Daha çilelerim dolmadığını (Tan ve Turhan 2000: 149). Onmak burada “düzel-mek, düzene girmek” anlamında kullanılır ki bu da standart Türkçede yoktur.

Evlerinin önü tahta daraba (Tan ve Turhan 2000: 127) dizesindeki daraba “tahta perde, tahta bölme”

anlamına gelir.

Pencerenin perdesi / Geri vurdu dermesi (Tan ve Turhan 2000: 200) dizelerinde geçen derme, Derleme Sözlüğü’nde “yelek, önü işlemeli bir çeşit yelek” olarak adlandırılmıştır. Anlamı standart Türkçeden hareketle çıkarılamaz.

Aşağıdaki türküde geçen sergen sözcüğüne anlam olarak “mutfak rafı; tahıl, meyve, sebze serip ku-rutmaya yarayan yer” gibi anlamlar verilir. Ancak türkümüzdeki ikinci kullanım sözlüklerde kayıtlı bu tanımların metne tam da uygun olmadığını gösterir. Birinci sergen’in kullanımı bilinen anlamlara uygun gibidir. Ancak ikinci kullanılışta uzanılan bir yer olmalı. İnternet kaynağı Ekşi Sözlük’te veri-len ocağın bulunduğu odaya yakın sıcak bir bölüm anlamı türküye daha uygundur.

Sergende gümüş balta da, oğlan gülüm oğlan Yar gelir darta darta, oğlan gülüm oğlan Sergene uzanmışım da, oğlan gülüm oğlan

Gül gibi gızarmışam da, oğlan gülüm oğlan (Tan ve Turhan 2000: 95) Ankara türkülerde geçen ilgi çekici kelimelerden biri de yenile sözcüğüdür:

Kapuz kestim yiyen yok

Haydi halin nedir diyen yok (Yar yar aman, ayrılamam) Aman yenile bir yar sevdim

Haydi gözün aydın diyen yok. (Tan ve Turhan 2000: 166).

Potinimin bağına Düştüm gönül ağına Yenile bir yar sevdim

O da gelmiş çağına (Tan ve Turhan 2000: 202).

Yenile, bugün standart Türkçede kullanılmamakla birlikte ağızlarda görülür. Bu yüzden Derleme Sözlüğü’nde anlamı “şimdi, pek az önce” olarak kaydedilmiştir. Aynı sözcüğe yeñile biçiminde tarihi metinlerde de rastlanır. Örnek olarak Tarama Sözlüğü’ndeki “Yeni, henüz, yeniden, pek yeni” anlamı yukarıda alıntılanan örneklere daha uygundur. Ayrıca Tarama Sözlüğü’ndeki farklı örnekler, kelime-nin eskiden yaygın olarak kullanıldığını gösterir. Ankara’da söylenişi de yenile değil yeñile olmalıdır.

Ankara türkülerinde geçen kimi yerel sözlerin tek tanığı türkülerdir. Bir türküden geçen kelimenin örnek olarak Derleme Sözlüğü’nde türkü dışında tanığı bulunmamaktadır. Ya da kelimenin Ankara’da geçtiği kaydedilmemiştir. Böylece bir türkü Derleme Sözlüğü gibi geniş bir kaynaktaki eksik bilgiyi de tamamla-mış olmaktadır. Aşağıdaki türkü parçasında geçen dolak sözcüğü bunun ilgi çekici bir örneğidir. Kelime Derleme Sözlüğü’ne göre Malatya, Kayseri ve Ordu’da “başörtüsü, tülbent, yazma, ayağa, sıcak tutması için

sarılan yün kumaş; ayağa, sıcak tutması için sarılan yün kumaş” anlamlarıyla kullanılmaktadır. Aşağıdaki türkü kelimenin Ankara ağızlarında da kullanıldığını gösteren tek tanık durumundadır:

Karpuz kestim sulandı, Gine gönlüm bulandı Elâ gözlüm boynuna

Mavi dolak dolandı (Tan ve Turhan 2000: 167).

Türkülerde yöreye özgü bitki adlarına da rastlanır. Örnek olarak Ankara ağızlarında “lahana”ya ke-lem dendiği Derke-leme Sözlüğü’nde Hasanoğlan’dan bir örnekle belirtilmiştir. Ancak aşağıdaki Türkü Çubuk’tan derlendiği için örnek, bu sözcüğün Çubuk ağızlarında da kullanıldığının tanığıdır.

Beş pınar dedikleri Kelemdir yedikleri Hiç aklımdan gitmiyor

O yarin dedikleri (Tan ve Turhan 2000: 170).

Derleme Sözlüğü’nde “Tekme, çifte: Beygir çocuğu bir depikte yıktı.” Biçiminde anlamlandırılmış ve örneklendirilmiş olan kelimenin belgelendiği yerler arasında Ankara yoktur. “Sabah oldu güneş doğdu bacadan” türküsünün nakaratı bu kelimenin Ankara ağızlarında da kullanıldığını gösterir.

Anne niçin verdin beni çocuğa

Bir dekmükte yuvarlandı bucağa (Tan ve Turhan 2000: 207).

Giderim şöyle böyle / Gül dibini hergeyle (Tan ve Turhan 2000: 158) türküsünde geçen herg sözcüğü Derleme Sözlüğü’nde “Sürülüp dinlenmeye, nadasa bırakılan tarla” anlamıyla geçmektedir. Ayrıca herg itmek birleşik fiili de vardır. Ancak buradaki hergeyle – biçimi Derleme Sözlüğü’nde de kayıtlı değildir.

Giderim şöyle böyle / Gül dibini hergeyle (Tan ve Turhan 2000: 158) türküsünde geçen herg sözcüğü Derleme Sözlüğü’nde “Sürülüp dinlenmeye, nadasa bırakılan tarla” anlamıyla geçmektedir. Ayrıca herg itmek birleşik fiili de vardır. Ancak buradaki hergeyle – biçimi Derleme Sözlüğü’nde de kayıtlı değildir.