• Sonuç bulunamadı

Ankara’nın Çok Kültürlü Ses Evreni

ANKARA HALK MÜZİĞİNİN TARİHSEL VE GELENEKSEL

1- Ankara’nın Çok Kültürlü Ses Evreni

T

arihi-coğrafî konumu itibarıyla birçok uygarlığa ev sahipliği yapmış bir yerleşim bölgesinin tam merke-zinde duran Ankara’nın sahip olduğu çok katmanlı müzik kültürü, tarihsel birikimiyle çevre dinamikle-ri etkisi altına alan bir nitelik arz eder. Bu anlamda, şehrin binlerce yıllık medeniyet tarihi içinde yaşamış olan kültür tabakalarının, Ankara’nın müzik geleneğini ve buna bağlı pra-tikleri etkilemesi kaçınılmazdır. Kösemihal ve Karsel (1939: 6)’e göre Ankara halk müziği, Eti tabakasını takip eden Frigya, Yunan, Roma, Bizans ve Osmanlı kültüründen izler taşır. Buna bir de As-ya’dan her çağda gelen ezici kültür dalgalarını da eklemek gerekir.

Ayrıca bu bölgede hüküm süren eski Frigya, milâttan önce bile Anadolu’nun en kuvvetli müzik merkezlerinden biridir. Bu bağ-lamda Kösemihal ve Karsel (1939), Bizans Dönemi’ndeki Anadolu ile Türklerin egemenliğinde gelişen süreçteki çalgılara dikkat çe-kerler. Buna göre, Tanbura ile Pandura, Zurna ile Sirinks, Kaval ile Aulos arasında doğrudan bir ilişki vardır ve söz konusu bu durum bölgedeki müzik geleneğinin sahip olduğu tarihsel derinliğinin en önemli kanıtıdır.

Tarihsel süreçte, Ankara ve çevresinde var olan müzik pratiklerine ilişkin eski yazılı kaynaklar bizi en fazla yüz yıl geriye götürebilmektedir. Ortaya çıkan bulgular şaşırtıcı bir biçimde Ankara kent merkezinde çok kültürlü bir müzik yaşantısına işaret etmektedir. Bu anlamda şehirde dört farklı müzik kültürünü görmek mümkündür. Bunlardan ilki, bölgenin egemen nüfusu olan Müslüman Türklerin müzik yaşantısıdır. Seymenlik geleneği içinde harmanlanan ve kültürel bağlamda yaygın ve derin bir niteliğe sahip olan bu müzik yaşantısı aynı zamanda kentin ana akım müzik pratiği ola-rak karşımıza çıkar. Divanlar, oyun havaları, bozlak, ağıt ve zeybeklerin tümü bu yapının ürünleridir.

İkincisi, belirli bir zümreye ait olup Osmanlı müziğinin popülerleşen yüzü olan ve o dönemde de

“Alaturka” olarak tanımlanan müzik yaşantısıdır. Bu müzik, öncelikle I. Dünya Savaşı öncesi tüccar Ermeni ve Rumlar tarafından kente girmiş, 1920 yılında Millet Meclisi’nin açılmasıyla İstanbul, İzmir gibi kentlerden gelen asker-sivil bürokrasi sayesinde kentte yaygınlık kazanmıştır. Kentte ya-şayan Musevî, Ermeni ve Rumların kendilerine özgü müzik yaşantılarıysa, yirminci yüzyılın başında Ankara’nın çok kültürlü yapısının en açık göstergesidir. Ankara’nın gizli kalmış bir diğer müzik yaşantısı ise Mevlevî, Bektaşî ve Rufaî tekkelerinde icra edilen dini müzik pratikleridir. Kentin mo-dern öncesi dönemdeki kozmopolit müzik yaşantısı Şekil 1 üzerinde açıkça görülebilir.

Seymen Geleneği Alaturka/Osmanlı Musiki Rum, Ermeni ve Musevilerin dini ve

dünyevi müzik yaşantısı

Türk-İslam geleneğine ait tekke müziği Şekil 1: 20. yüzyılın başında Ankara’nın çok kültürlü müzik yapısı.

Burada ortaya konan çok kültürlü yapıya rağmen Ankara Halk Müziği’nin en önemli belirleyici faktörü her zaman Seymenlik geleneği olmuştur. Kentteki ana akım halk müziği pratiğinin bu orga-nizasyon etrafında şekillenerek icra edildiği bir gerçektir. Seymenler, kurdukları musiki meclisleriyle geleneğin devamlılığını ve aktarımını sağlarken, bu ortamlarda icra ettikleri zeybekler, düz oyunlar, divan, kırat ve oturak havaları ile Ankara halk müziğinin kimliğini inşa etmişlerdir.

Tarihsel süreçte Ankara, Seymenlik kurumu kadar organize ettiği saz âlemleriyle de öne çıkmıştır.

Burada yaygın olan bağlama icrası, divan denilen musiki meclislerinin de ayrılmaz bir parçasıdır.

Tanım gereği divanlar, kentin ileri gelenlerinin, Seymenlerin ve musikişinasların toplanıp sazlı sözlü muhabbet yaptıkları, hiyerarşik olarak belirli bir kurallar bütünü dâhilinde işleyen kapalı musiki ortamlarıdır. Buna göre, “divanlarda sevk ve idare ‘Ağa’ denilen efe başı tarafından yapılmaktadır.

Ağa yüksek bir sandalyeye veya sedire oturarak ayak verir. Bunun diğer bir ismi, divan ayağı açılı-şıdır. Burada diğer saz çalan kişiler, ancak kendilerine sıra geldiği ve izin verildiği takdirde çalmaya başlarlar” (Şimşek ve Palacı, 2001: 29).

Divanlarda bağlama ailesine zilli maşa ve şimşir kaşık eşlik etmektedir. Bu meclisin repertuvar bileşenleri ise; divan ayağı, kırat, muhabbet havaları, zil havaları, oyun havaları, bozlak ve ağıttır.

Divan haricindeki cümbüş âlemleri de o dönemin en gözde eğlence pratikleri arasındadır. Cüm-büşler aynı zamanda âşıklık geleneğinin bir parçası olan divanların, âşık ağızlarının seslendirildiği;

Misket, Yandım Şeker, Hüdayda, Mor Koyun, Topal Koşma gibi karakteristik eserlerin icra edilip düz oyunların oynandığı bir ortamdır (Yönetken, 2006: 7).

Ankara’nın diğer bir özelliği aynı zamanda önemli bir zeybek bölgesi olmasıdır. Burada zeybeğe ziybek veya zibek; müziğiyle dansıyla ve kıyafetiyle bu kültürü yaşayan ve yaşatanlara ise Seymen denilir. Ege bölgesindeki efeler için kullanılan zeybek tabiri Orta Anadolu’da ve özellikle de Anka-ra’da Seymen ismiyle karşımıza çıkar. Bu yapı, belirli bir örgütlenme biçimine işaret etmekle birlikte sözlü kültüre dayalı bir eğitim sistemi ile kendine özgü ritüelleri, simgesel anlamlar taşıyan sembol-leri ve karakteristik oyun, dans ve müziğiyle varlığını teyit eder.

ANADOLU’NUN SIRLI SESi: MÜZİĞİYLE ANKARA

Ankara’nın diğer bir müzik dinamiği ise düz oyunladır. Bu terim, Türk halk müziğinde yaygın ola-rak kullanılan oyun havası türünün bölgedeki karşılığıdır. Kadınların zil, erkelerin ise zilsiz ve bazı bölgelerde -ağırlıklı olarak kent çevresinde- kaşıkla icra ettikleri düz oyunlar, başta Seymenler ol-mak üzere tüm yörenin önemli bir müzik pratiğidir. Buna karşın Ankara’nın oyun ve dans pratiği düz oyun ile sınırlı değildir. Yönetken (2006)’e göre kentte köçeklere de rastlamak mümkündür:

“Ankara’da görülen oyunlardan biri de Kara Kuşa Oturma köçek oyunudur. Bu oyun rivayete göre Osmancık’tan gelmedir. Yerliler onu oynamazlar. Ankara’da evvelce düğünlerde köçek tutmak adetti.

Güvey elbisesi gibi yeni güzel elbiseler giyip, vücuduna havaî fişekleri bağlayarak oyun esnasında tutuşturup alay ortasında oynamaya devam eden Fişekçi Kadir Ağa gibi enteresan tipler de görül-müştür” (Yönetken, 2009: 9).

Cumhuriyetin ilânıyla birlikte Ankara, Anadolu’dan göç alan İstanbul’dan sonraki ikinci bir kent olmuştur. Hiç kuşkusuz bu hareketlilik şehrin müzik kültürünü de etkilemiştir. Örneğin, Kösemihal ve Karsel (1939)’in “Ankara Folkloru” kitabında göçe ilişkin bazı izler görmek mümkündür. Burada Ankara folkloru altında bir Erzurum Barı ile bir Kastamonu türküsüne (Saniyem) yer verilmesi Cumhuriyet dönemi Ankara’sının kültürel çeşitliliğini kanıtlar niteliktedir. Bu çalışmada görülen diğer bir durum merkez ve çevre arasındaki ilişkidir. Araştırmacılar müzik ve oyun kültürüne dair bir köyde yaptıkları alan çalışmasında oyun ve saz ehli kişilerin şehre göçtüklerini saptamıştır. Söz konusu bu veri, yalnız bugün değil Cumhuriyet’in ilk döneminde dahi merkezin çevreyle olan folk-lorik ilişkisini yine kanıtlar niteliktedir.

Ankara’da folklorik nitelikli müzik geleneğinin yanında Kösemihal ve Karsel (1939: 10)’in deyimiyle

“piyasa işi bir alaturka musiki modası” o dönem için oldukça yaygındır ve bu müzik, Ankara’da yeni gelişen sivil-asker bürokrasisinin eğlence yaşamının önemli bir parçası olacaktır. Alaturka musiki-nin Başkentteki öyküsü ise şöyledir; I. Dünya Savaşı öncesi İstanbul-Ankara arasında ticaret yapan yerli tüccar ve levantenler bu müziğin öncü aktörleridir. Kentteki icracıları ise Katolik ve Gregoryen Ermenileri ile Rum ve Musevîlerdir.1 Bürokrat sınıfının düğün ve müzikli toplantılarında alaturka musikiye ayrı bir önem verilmektedir. Bilhassa savaş yıllarında Ankara’yı mesken tutan bu yeni sınıf, bu müziğin yegâne alıcısıdır. Ancak bu müzik hiçbir suretle yörenin halk müziği ile etkileşim içinde olmamıştır. Hatta bazı çevre illerin (Konya, Niğde gibi) müzik geleneklerinde gerek çalgı gerekse üs-lûp bakımından Osmanlı/Türk müziğinden izler görülse de Ankara’da bu etkinin müzikal dinamiklere nüfuz etmemesi dikkat çekicidir. Örneğin Türk müziğinin simge sazlarından udun, Ankara’nın müzik kültürüne girişi 1914 sonrasına dayanmaktadır (Kösemihal ve Karsel, 1939: 10). Elbette ki bunda şehrin güçlü bir Seymen kültürüne sahip olmasının etkisi büyüktür. Ancak yine de Ankara’nın modern öncesi dönemde geç şehirleşen bir yer olması saray müziğiyle olan etkileşimini güçleştirmiştir.

Tablo 1: 19. yüzyılın sonu 20. yüzyılın başında Ankara nüfusu (Behar, 1996).2

TEBAA 1881 1890 1902

Müslümanlar 17.218 17.992 22.769

Ortodoks Rumlar 1.637 1.565 2.329

Ermeniler 6327 7.855 7.828

Museviler 413 413 842

Toplam 25.955 27.825 33.768

1 Kösemihal ve Karsel özellikle Hristiyan müzisyenlerin kendi aralarında “ekmek kavgası” içinde olduklarını belirten bütün düğün ve derneklerde Hristiyan müzisyenlerin para karşılığında bu işi yaptıklarından söz etmektedir. “Çoğu nota okumayı bilmiyor, herhangi bir parçayı bilenlerden ve kulaktan meşk ediyorlardı” (Kösemihal ve Karsel, 1939: 10).

2 Bu nüfus sayımına kadınlar dâhil edilmemiştir.

Yirminci yüzyılın başında şehrin çok kültürlü etnik yapısını oluşturan Ermeni, Rum ve Musevî cemaatlerinin müzik yaşantıları da burada dikkate değerdir. Tablo 1’de görüldüğü gibi şehirdeki gayrimüslim tebaanın nüfus oranı azımsanmayacak düzeydedir.

Kösemihal ve Karsel (1939)’deki bilgilere göre Ermeni, Rum ve Musevî cemaatleri için müzik vaz-geçilmez bir yaşam biçimidir. O dönem için alaturka musiki tamamen ud ve keman icra eden Er-meni ve Musevî müzisyenlerin tek elindedir. Riyaset-i Cumhur orkestrasının Ankara’ya taşınmasına kadar kentteki tek Klâsik Batı müziği icracıları ise Rumlardır. Bu dönemde vals, mazurka ve polka gibi türlerin keman, flüt ve mandolin eşliğinde bozkır topraklarında tınlaması da önemli bir ayrın-tıdır. Gayrimüslim tebaanın müzik pratiklerine ilişkin detaylar şöyle özetlenebilir:

Ankara’da öne çıkan ilk müzisyen grubu Hristiyanlardır. Buna göre, Aleksi ve Kütoğlu Andon, keman; Sarapel Boğos, büyük flüt; Kısıli Kirkor, Binyat Andon ve Salgın Petri pikolo flüt; Cerrah Rüpen, Bogos ve Hacı Firan Kirkor, ud; Pavli ise santur, ud, akordeon ve mandolin gibi birkaç çalgı çalabilmekle ün yapmışlardır. Pavli’nin normal santurdan daha büyük kendine mahsus bir santuru olduğu bilinmektedir. Kireççi Mihal ud ve Susçu Yovan ise kemanla ayrı bir saz takımı kurmuşlardır. Bu müzisyenlerin çoğunun nota bilgisi yoktur. Diğer bir önemli bilgi ise, Aleksi’nin Ankara’da fasıl müziğini ilk yayan kişi olmasıdır. Bu kişi aynı zamanda Atatürk için marş besteleyip dönemim parasıyla 50 lira ile ödüllendirilmiştir. Hristiyan toplantılarında Keman, büyük ve küçük şüt, mandolinden oluşan çalgı takımları tek sesli olarak Kadril, Lansiye, Vals, Mazurka, Sotiş, Polka gibi türleri icra etmektedir. Bu müziklerle dans edilmektedir. Şarkı sözleri Rumcadır. Ankara’daki alaturka müziği icra edenler ise daha ziyade Ermenilerdir. Katolik Ankara Ermenileri daima Türkçe konuşmuşlar, müziklerini bu dilde icra etmişlerdir. Ancak kilisede hem Katolik hem de Gregoryen Ermeniler dini müzik ve dualarını Ermenice yapmışlardır. Ermeni Katolik cemaati diğer mezhepten farklı olarak kilisede çalgı kullanmaktadır. Bu çalgılar, sol el ile körüğü işletilen ve sağ el ile perdeleri kullanılan küçük bir armonik başta olmak üzere keman, büyük ve küçük flütlerden oluşmaktadır.

Bu çalgı topluluğu Şemmas denilen ve üç kişiyle söylenen dualara eşlik etmektedir. Ud ve benzeri mızraplı çalgılar ise, uzun seslerle okunan dualara eşlik edemedikleri için takıma alınmamaktadır.

Çalgı topluluğunda kemanlardan biri tizden, diğeri bir oktav aşağından çalması, armonik duyuluşu elde etmek kaygısının bir göstergesi sayılır. Buna rağmen Protestan Joovran kilisesinde armoniye doğru bir adım atılmıştır. Buranın başpapazı Batveli, armonik çalgısıyla ile tek başına söylemekte, akabindeyse cemaat çeşitli seslerle kendisine eşlik etmektedir. Dualar Ermenilerin aksine Türkçe olarak yapılmaktadır. Bir örnek; Haktaala azimsin sen/Biz ne hakir, edna…/Hep mahlûkat çöksün birde/Secde kılsın sana (Kösemihal ve Karsel, 1939: 10-12).

Gayrimüslim müzisyenlerin yanında Ankara, Seymenlik geleneğinden gelen güçlü bir müzisyen profiline sahiptir. Örneğin tarihte bilinen en eski bağlama üstadı Kıyak Ali Efe3 bunlardan biridir ve sarayda II. Abdülhamid’e saz çalan maharetli bir müzisyendir. Kıyak Ali Efe dönemi itibarıyla perdesiz bağlama çalan -belki de icat eden- ilk icracıdır (Kösemihal ve Karsel, 1939). Kronolojik sırayla; Çoban Hüseyin, Parmaksız Hüseyin, Mutafın Hasan, Güveçli Andon, Kalburcunun Hüse-yin, Parmaksızın Halil Efe, Ahmet Kayıplar, Kasap Yaşar, Bahçıvan Halil4 Bostancı Ahmet Ağa,

3 Efe ile ilgili şöyle bir rivayet söz konusudur: “Kıyak Ali Abdülhamid zamanında İstanbul’da maiyet taburunda aşçı imiş. Bir gün baş aşçı ile oturup bağlama çalıyormuş. Abdülhamid sazın sesini duymuş; Ali’yi çağırtarak bağlamasını dinlemiş, hoşlanmış; kendisini zabit yapmak istemiş. Fakat Ali, ‘ben padişahı istemiyorum ki, rütbesini alayım’ diye haber göndermiş ve saraydan kaçmış” (Kösemihal ve Karsel, 1939: 8).

4 Hicrî takvimle, 1310 yılında doğan Ankaralı Bahçıvan Halil, yirmi yaşında bağlama çalmaya kendi kendine başlamış ve bu konuda bir hayli ustalaşmıştır. “Bir yıldan fazla İstanbul’da, bir müddet Halep’te oturmuş. Avusturya’da Galiçya cephesinde harp ederken yaralanarak Gedik kasabası askeri hastanesinde tedavi edilmiş, üç ay Viyana’da istirahat etmiş, Belgrad üzerinden İstanbul’a dönünce Bağdat’a sevk olmuş, Ankara’da dört buçuk yıl jandarmalık ederek bütün civarları dolaşıp tanımış. Fakat bu görgülerine rağmen yerli musikinin esasına bağlı kalmış, bağlamasını böyle bir bağlılıkla çalma sebatını göstermiş” (Kösemihal ve Karsel, 1939: 8).

ANADOLU’NUN SIRLI SESi: MÜZİĞİYLE ANKARA

Fitmanın Ahmet, Hisarlı Bahri, Mamaklı Mehmet Ağa, Yağcıoğlu Fehmi Efe5 ve Genç Osman6 gibi isimler tarihsel süreçte Ankara halk müziğinin önde gelen bağlama icracılarıdır (Kösemihal ve Karsel, 1939: 8; Tan ve Turhan, 2000: 23; Şimşek ve Palacı, 2001: 29). Cumhuriyet döneminin ikinci ve üçüncü kuşak Ankaralı saz icracıları ise; Bayram Aracı7 Mucip Arcıman, Adnan Şeker, Rıfat Balaban, Burhan Gökalp, Mehmet Erenler, Zekeriya Bozdağ, Hacı Taşan, Ayaşlı Dede, Remzi Coşkuner, Necmettin Palacı, Fikret Karagülle, Ayhan Ertürk, Mehmet Ali Palacı, Ünal Türkmen, Engin ve Ersin Eroksal, Arif Balaban, Mehmet Demirtaş’tır (Tan ve Turhan, 2000: 24). Her ne kadar bağlama Ankara’nın başat bir çalgısı olsa da sazın yanında davul, zurna, tef, darbuka, kaşık, zilli maşa, dilli/dilsiz kaval, madeni kaval, dilli ve dilsiz çobandüdüğü ile göçmen yerleşimlerinde görülen armonik8 gibi çalgıların da varlığını görmemiz gerekir (Kösemihal ve Karsel, 1939: 8; Tan ve Turhan, 2000: 21).

Ankara’nın çevre ilçe ve yerleşimlerindeki müzik kültürü Ankara halk müziğinin karakteristik yapı-sını oluşturmada önemli bir tamamlayıcı özellik taşımaktadır. Dolayısıyla Ankara halk müziğindeki çevre ve merkez ilişkisi oldukça karmaşıktır. Şöyle ki, o dönem itibarıyla çevredeki birçok müzik unsuru kentte görülemeyebilir. Buna karşın Karaşar bölgesindeki zeybeklik geleneğinin kentteki seymen geleneğiyle ilişkisi oldukça açıktır. Bu bağlamda kentin folklorik müzik nitelikleri Ankara çevresini tam anlamıyla temsil ettiğini söylemek oldukça zordur. Ancak Ankaralı bağlama icracısı Bahçıvan Halil’in Kösemihal ve Karsel (1939: 8)’e verdiği bilgiler ışığında, kentteki saz çalma ge-leneği ile 8-10 saat yürüme mesafesindeki köylerin müziği arasında pek fark yoktur. Halil’e göre, kentteki bağlama icracıları çevre yerleşimlerdeki bağlamacılara nazaran daha ustadır ve icraları fark-lıdır.