• Sonuç bulunamadı

SUBAYLARIN ORDU İÇİNDEKİ PERSONEL İLE İLİŞKİLERİ

3. ASKERLERE GÖRE DÖNEMİN TÜRKİYESİ

3.5. SUBAYLARIN ORDU İÇİNDEKİ PERSONEL İLE İLİŞKİLERİ

Asker kuvvetlerinin mevcudu, kısmi seferberlikle 1938’e nazaran 7-8 kat arttırılmıştı. Buna mukabil subay sayısı askeri okullarda eğitim süresinin kısaltılmasıyla çoğaltılmıştı. Savaş psikolojisinden dolayı subayların astları, üstleri ile inişli-çıkışlı ilişkileri olmuştur. Ordu yönetiminde can damarı durumundaki komuta kademesi, Amerika Birleşik Devletleri’ni andırmaktadır. Ordunun muvazzaf personel kaynağı emekli veya görevdeki devlet memuru, muallim, işçi, çiftçi ve cüzi miktarda subay-astsubay çocuklarından oluşmaktadır.799 Bu yönetici kadro zengin zümreden kurulmadığından orduda fırsat eşitliği, gelirlerin adil paylaştırılması, işsizlik ve yoksulluğun önüne geçme düşüncesi ön plandadır. Zengin ailelerin evlatları, yüksek gelire sahip meslekte çalışanların çocukları ve aileleri askeri okulları çok dikkate almamıştır.800

Savaş sırasındaki subaylardan Dündar Seyhan, ordunun tüm sınıflarının birbirleriyle olan askerlik anlayışını gözler önüne sunmaktadır: “Orduda eratla ağız

ağıza yaşayan, Takım ve Bölük Kumandanlarıdır. Er için devlet onlardır. Her şeyden onları sorumlu tutar, iyiliğini kötülüğünü onlardan bilir, üst tarafı düşünmez, üst taraf yoktur onun için. O devirde bizim için de üst tarafı yoktu ya! En üstteki her şeyi dört başı mamur isteyen mükemmel yazılı emirler çeker, bunlar çoğaltıla havale edile gelir bölük kumandanına dayanır. "Şöyle yap" derler, "Böyle yapacaksın" derler. "Şununla yapacaksın" veya "Bunu kullanacaksın" diye emir verildiği pek nadirdir. O zamanın askerlik anlayışı bu çeşitti.”801

Subayların ast ve üstlerine karşı olan bakışlarını daha yakından tanımak için ikili ilişkilere -yazışmalara, konuşmalara- bakmakta fayda vardır. Örneğin Harp Okulu öğrencilerinin hayranlık duyduğu bazı hocalar, 1937 Trakya manevrasında devletin başındaki Atatürk huzurunda general olmak için sorguya çekilmeleri sırasında, kurmay albayların hepsi onun karşısında saçmalamıştı: “Atatürk'ün

sorguya çektiği, general olacak kurmay albaylardan biri, birinci sınıftaki tabiye 799 Sabri Yirmibeşoğlu, Askeri ve Siyasi Anılarım (1928-1965), C. 1, Kastaş Yayınevi, İstanbul,

1999, s. 16.

800 Sabri Yirmibeşoğlu, a.g.e., s. 16. 801 Dündar Seyhan, a.g.e., s. 12.

başöğretmenimiz Asım Altuğ idi. Onun taktik bilgisine, ilim ve irfanına hayran idik. Fakat Atatürk'ün karşısında o kadar bocalamıştı ki! Bir harp okulu talebesinin bile kolayca cevaplandırabileceği sorular karşısında bocalamıştı. Kendisi de bunun farkında olacak ki, sonra dışarda bir aralık beni gördü ve sordu? Harekât odasından kan ter içinde çıkmıştı.

—Kocatürk... Ben neler söyledim? Çok fena mı konuştum? — Hocam bilakis. Harika idiniz!

O gün Atatürk’ün huzurunda imtihan olan hocalarımız, Fehmi Türesel, İzzet Aksalın, Nurettin Baransel ve diğerlerinin de aynı duruma düştüklerini görmüştüm.”802

Saçmalayanlar dışında sinirlenenlerin sayısı daha çoktu. Savaş arifesinde 1939 Ağustos’unda Sarıyer Askerlik Şubesi’nde çalışmaya başlayan Abdülhalim Akkılıç; sivil memurların görevini layıkıyla yapmadığından şubeyi emekli subaylarında yardımını alarak, 1 sene durmadan çalışarak yılların ihmalkârlığını az da olsa düzeltebilme şansına erişebilmiştir.803 Tüm bu yaptıklarına karşın şube

denetiminde Tuğbaydan azar yemesi anı sahibinin siniri bozmuş, haksızlığa uğradığını düşündürmüş ve komutanına ağzına gelen ne varsa söylemekten çekinmemesine neden olmuştur.804

Komutanına karşı sinirlenen diğer isim Kenan Evren’di. Trakya’da bir çekilme esnasında, bağlı olduğu tümenin bir tek kamyonu vardı. Bu kamyon erzak, cephane veya tümen karargâhındaki subayların eşyasını taşısın diye verilmiş ama

802 Kenan Kocatürk, a.g.e., s. 178. 803 Haz. Yılmaz Akkılıç, a.g.e., s. 295.

804 “Şubeyi denetlemeye geldiler. Denetleme sırasında eski defterleri incelerken tuğbay, “Şube reisi bakınız icra kütüğe, kütük icraya bağlanmamış” diye beni eleştirmeye kalkışmasın mı?

Tepem attı, “Ne ile bağlayacağım? Kınnapla mı, yoksa telle mi?” Ortalık yere sanki bir bomba düşmüş gibi oldu. Tuğbay fena halde bozularak, "Siz nasıl konuşuyorsunuz böyle" diye şaşkınlıkla söylendi.

“Basbayağı konuşuyorum. İncelediğiniz şu defterlerin tarihine bir bakın. Bunlar on yıl önceki defterler. Ben sadece sekiz aydır bu şubedeyim. Celp ve terhis işlemleri ve şubenin günlük işlemleri yanında fırsat ve zaman buldukça bu eski kayıtları da düzelttiriyorum. Yıllarca işlenmeyerek yüz üstü bırakılan bu kayıtları, sekiz ayda düzene sokmak imkânı var mı? Siz, benim sorumluluk dönemimdeki işlemleri inceleyerek hakkımda bir karara varınız. Şunu da eklemeliyim ki, bu yıl ben terfi ederek ayrılacağım. Buraya belki, benim kadar da bu işlemlerden anlamayan biri gelecektir. Şubeleri düzeltmek istiyorsanız, bir meslek olmasını öneriniz.”

Yanıtım üzerine tuğbay, bir hayli sinirlenerek “Bana akıl mı öğretiyorsunuz? Fazla oluyorsunuz!” diye tepki gösterdi.” Haz. Yılmaz Akkılıç, a.g.e., s. 296.

tümen komutanı bunların yerine, hep hususi eşyalarını kamyonla nakledince Evren ve arkadaşları komutanının etajerini yakmıştır.805

Böylesine bencil ve düşüncesiz komutanların yanında, kendinden önce başkalarını önemseyen isimler elbette yok değildi. Savaşın son aylarında Ardahan’a tayin olan İbrahim Şenocak’ın ailesini Borçka’dan Ardahan’a getirmeye çalışan komutanın yaptıkları takdire şayandır: “Borçka'ya vardığımda aldığım bir haber beni

çok sevindirdi. Sayın tümen komutanı ailemi Ardahan'a getirmem için; kendi Dodge marka binek aracının Borçka'ya gönderilmesini emretmişler. Araç iki gün sonra geldi. Eşyalar araba, biz de oto ile salimen Ardahan'a döndük. Büyük bir komutanın çok küçük bir astına karşı gösterdiği böyle bir âlicenaplık ve böylesine yakın bir ilgi unutulabilir mi, ömrüm oldukça da unutamayacağım.”806

Harbin Balkanlara yönelmeye başladığı zamanlarda Trakya bölgesinde inşaat çalışmaları aralıksız sürmekteydi. 1940 senesinin 30 Ağustos günü teğmen olarak Maltepe Atış Okulunda çektiği kura ile 214’üncü Piyade Alayı, 6’ncı Bölük takım subaylığına atanan Cemalettin Oğuztan, göreve başlar başlamaz Abdurrahman Paşa korusundaki kışlaların inşaatlarının bitirilmesi ve üstlerinin kapatılması emrini aldı.807 Diğer bölüklerde kapatma işlemi tamamlanmamasına karşı alay komutanı

yeni atanmış teğmeni herkesin gözü önünde fırçalamakta bir bahis görmedi, fırçaladığı kişide ona karşı gelmekten geri durmadı.808

Genç teğmenleri aşağılayarak uyarmak yerine onları tatlı dille ikaz eden komutanlar da vardı. 1. Ordu Komutanı Fahrettin Altay gibi büyük şan ve şöhrete

805 Kenan Evren, a.g.e., s. 71, 72. 806 İbrahim Şenocak, a.g.e., s. 37.

807 Türk Subaylarının İkinci Dünya Harbi Hatıraları, s. 246.

808“Bütün bölük komutanları alay kumandanlığınca binanın üzerine konulması lazım gelen kalasların verilmesini ve bunların üzerine tahtaların çakılarak kapanmasını bekliyordu. İki gün sonra bölüğümü talim yapmak üzere meşhur Beykoz çayırına götürmek üzere hazırladığım sırada alay kumandanı bir hışımla benim önümde durup; "Bu ne tembel bölük, ne tembel adamsın sen. Ne zaman bölüğün üstü kapanacak." diye bütün çevreden duyulacak şekilde bağırıyordu.

Çok içerlemiştim. Çünkü böyle bir şeyi beklemiyordum. Hem alaya yeni gelmiş, hem de çiçeği burnunda teğmendim. Diğer bölükler farklı olsa söyleyecek sözüm yoktu. Alay kumandanı; "Söyle ne zaman bitecek bu bölüğün üstü." diye üsteleyince, "Bitmeyecek." dedim.

Alay kumandanı bir suphanallah çekti ve "Senin ağzından çıkanı kulağın duydu mu?" diye sordu. "Alayca bana binanın üzerine atılacak kalası ve bunların çakmak için çivi verilmedikçe bitmeyecek." dediğimde, alay kumandanı yanımdan uzaklaşmıştı. Biraz öteden "Teğmen, gel buraya." diye bağırdı. "İşte sana odun. Yardır kullan, Harbiye saymanlığından 1 kilo çivi versinler." dedi. Üstelemedim. "Baş üstüne" deyip ayrıldım.” Türk Subaylarının İkinci Dünya Harbi Hatıraları, s. 246, 247.

sahip bir ismin, subayına öğretici ders veriş şekli herkese örnek olmalıdır: “Nihayet

teftiş günü gelmişti. Bölüğü teftiş yerine getirip tabur kumandanına takdim ettim. Teftiş başlamıştı. Bir müddet sonra siyah bir resmi araba ve arkasında birkaç cip durdu. 1’inci Ordu Kumandanı Fahrettin Altay, bazı general ve albaylar bize doğru gelmeye başladı. Tabur kumandanının emriyle, bölüğü esas duruşa geçirdim. Yanaşık düzen teftişine hazır olduğum tekmilini orgenerale verdim. Eratın teftişi bitti. Erlerde herhangi bir kusur bulunamadı. Kendime güvenim geldi. Rahat hareket etmeye başladığımda general yan gözle beni kontrol ediyordu. Sıra hayvanlara gelmişti. Az sonra cebinden bir beyaz mendil çıkardı. Mendili şehadet parmağına dolayıp, atın kulağına soktu. Çıkardı. Mendil simsiyah olmuştu. Bende hoşafın yağı kesildi. Kızardım, bozardım, donakaldım.

"Gördün mü teğmen, atın kulağındaki bu kiri?" diyerek etrafındakilere gösterdi.

"Gördüm orgeneralim bir daha olmayacak." dedim. Gülerek; "Sakın ha, talimnamede hayvanların kulakları temizlenir diye bir madde yok. Ben sana bir ders vermek için böyle yaptım. Ve şunu unutma ki, komutan isterse her zaman hata bulur." dedi ve arabasına binip gitti.”809 Fahrettin Altay burada büyük bir

tevazulukla komutanların istediği zaman hata bulabileceğini, komuta kademesinin kendisini her zaman taburu, bölüğü, alayı ile ilgi ve alakasını yüksek tutarak çalışmalarını aksatmamasını istemiştir.

Kurtuluş Savaşı’nda önemli başarılara imzasını atmış Fahrettin Altay Paşa’nın askerine gösterdiği alçak gönüllülüğü daha düşük rütbedeki subaylarda göremiyoruz. 1941 yılında Halıcıoğlu Topçu Okulundaki bölük komutanının sert tutumları yüzünden ağlayan, içkili gelen, hapishaneden kaçanlar oluyordu ve maalesef komutan, öğrencilerin psikolojisini önemsemiyordu: “Bölük komutanımız,

kendisini askerliğe bütünüyle vermiş, bilgili, fakat katı disiplinden yana Yüzbaşı

809 Türk Subaylarının İkinci Dünya Harbi Hatıraları, s. 248, 249; Ahmet Cemil Akıncı da

komutanların istediği zaman kusur bulabileceği uygulamalardan şöyle bahsetmektedir: “Kumandandı

bu. Canı ister bir askerin ayakkabısının altını kaldırır bakardı. Yahut çıkartır çorabını, ayak tırnaklarının kesilip kesilmediğini, temizliğini kontrol ederdi. Hatta bazıları apış tıraşını bile görmek isterlerdi. Bunlardan tutun, hayvanların derisindeki toz, tımar malzemesinin ayrı numaralanışı, koşum takımında bir kayışın ucunun gül yapılışı. İşte bunlardan ve benzerlerinden ta muharebe durumunun geçiş tarzına kadar sorumluyduk.” Ahmet Cemil Akıncı, a.g.e., s. 227.

Enver Eralp idi ki, birlikte olduğumuz süre içinde bir hayli sorunlarımız oldu. O, Harbiye’den verilen ve iki yıldan beri giydiğimiz elbiselerin ve şapkaların nizamî olup olmadığına bakıyor ve her gün sorunlar çıkarıyordu. Katı askerliğin gereği aramızda ağlayanlar oluyor, bazen de okula içkili gelenler oluyordu. Hapsolan bir arkadaşın, hapishaneden kaçtığı da olağan olaylardandı. Öğrenci ruhiyatı önemliydi ama aldıran yoktu. Bölüğümüzdeki huzursuzluk, diğer bölüklerde yoktu. Bölük komutanı, mütalaa zamanlarında, kabaralı ayakkabılarıyla koridorda gezerken geldiğini anlardık. O, şapkasını gösterip, bunu on iki yıldır giyiyorum, on beş yıl giyemediğime esef ediyorum der, bizi içimizden güldürürdü.”810

1941 baharında Almanların Balkanlara tamamıyla egemen olacağı bir dönem yaşanmıştır. Bütün Balkan ülkelerini kısa zamanda ele geçiren Almanların, Trakya hududuna 30-40 km yaklaşmasına mütekabil İstanbul’daki diğer askeri okullar gibi Halıcıoğlu’ndaki Topçu Okulu da şehirden ayrılmıştır. Polatlı’ya taşınan Topçu Okuluna, öğrencilerin en çok korktuğu isimlerin başında yer alan acımasız komutan Yüzbaşı Enver Eralp’te gelmiştir. Kendisi, Halıcıoğlu’ndaki çizgisini Polatlı’da da sürdürmüş ve ölen olsa sevinecek bir ruh halinde eğitimlerine devam etmiştir: “Okulda eğitim için bir topçu taburu ile bir süvari bölüğü vardı. Zaman zaman

çıktığımız tatbikî eğitimden, Bölük Komutanı Yüzbaşı Enver Eralp çok memnundu. O, askerlik bu... İstanbul'da okulun içinden kadın-kızlar geçerdi, burası sahra... Talimhane böyle olur diyerek memnuniyetini belirtiyordu. Bir gün çevredeki Basri tepede atlı tatbikat-binicilik-yapılıyordu. Toz toprak içinde, dörtnala tepeye çıkarken, bazı arkadaşlar attan düştü. Bundan en çok Yüzbaşı Eralp memnun oldu. "Bizim zamanımızda, binicilikte kafa göz yaralanırdı, sizler hiç fire vermiyorsunuz" diye memnuniyetsizliğini aleni belirten yüzbaşı, ölen olsa, sanırım daha memnun olacaktı.”811

Kara Kuvvetlerinde olduğu gibi Deniz Kuvvetlerinde de benzer türde anlaşılması zor subaylar mevcuttur. 1941 içerisinde Çanakkale Boğazı’nın muhtelif noktalarını mayınlamak üzere yapılacak tatbikatta, mayın ağının yükleme ve

810 Türk Subaylarının İkinci Dünya Harbi Hatıraları, s. 47.

811 Türk Subaylarının İkinci Dünya Harbi Hatıraları, s. 64.; Yüzbaşı Enver Eralp’in aksine

Merzifon 4. Tayyare Alayındaki Alay komutanı Albay Akkuş ise, askerlerine değer verip, onlarla beraber vakit geçirmek için piknik partileri düzenlemiştir. Bu partilerde makam ve rütbe geri plana atılarak tüm alay eğlenceli anlar yaşamıştır. Muhsin Batur, a.g.e., s. 38.

boşaltma yerlerinin nereye kurulacağı tartışma konusu olmuş ve Binbaşı Celaleddin Orhan, görevinden istifa etmeyi düşünür bir ruh haline bürünmüştür: “Bu ağın,

Çanakkale’de Çimenlik ile Kumkale gerisindeki sığlık arasına konması halinde, geri hizmetleri, ikmal işleri, mayın yükleme ve boşaltma işleri ve deniz savaş ve yardımcı gemilerinin emniyeti temin edilmiş olacaktı.

Keyfiyeti bir raporla Deniz Komutanı B.T. beye bildirdim. Beni çağırtarak: -Benim bunları bilmediğimi mi sanıyorsun, diye bir sürü laf ettikten sonra: -O iskele benim zamanımda yapıldı, şimdi nasıl aksini teklif edebilirim, diyerek bir şey olmadığını bildirdi. Ben de cevaben:

-Komutanım; bir şeyi bilmemek, hata etmek, düşünmemek akla gelmemiş olmak belki mazur görülebilir ama hata bilindiği veya sonradan anlaşıldığı halde hatada ısrar ederek susmak bilmem ki nasıl doğru olur?.. Sizce yapılacak bir şey olmadığına göre, benim için yapılacak bir şey var ki o da sebebi zikir edilmek şartıyla benim bu vazifeden affımı istemek olacaktır. Çünkü bu şartlar altında yapılabileceğinden şüphe ettiğim bir işin başında bulunmam benim için şerefli olmayacaktır, diyerek ayrıldım.”812

Aynı anı sahibi, aynı yıl içerisinde Çanakkale’ye geri döndüğünde tekrar bir münakaşa ile karşı karşıya kalmıştır. Çanakkale’de mayın tatbikatı sırasında azami 15 mayın yükleme kapasitesi olan Peyk gemisine, 25 mayın yüklenmesi sonucu bir başka Deniz komutanı ile anlaşmazlıklar yaşamıştır.813

812 Celaleddin Orhan, a.g.e., s. 316-318.

813 “Köprü üstünde gemiyi idare eden vardiya subayıma, Boğaz’dan çıkınız emrini verdikten sonra Dz. K.nına:

- Komutanım; Boğazdan çıkılması hakkındaki emriniz yapılıyor. Ancak esen kuvvetli lodos rüzgarı ve denizleri; Fen Heyeti raporu ve Don. K.nının emirlerine aykırı olarak yüklediğimiz fazla mayınlar geminin merkez-i sıklet ve merkez-i muvazene hesaplarını bozduğu ve geminin boğazın içinde dahi bayılmalarından ve düştüğü yalpalarından güçlükle kalkmasından belli olduğundan dışarı çıkarsak geminin alabora (devrilmesi) tehlikesi olabileceğini arz ederim.

- Korkma hiçbir şey olmaz. Demesi üzerine, bir üst âmir olan Müs. Mv. K.nına:

- Sayın Generalim; Dz. K. Bf’nin emirlerini yapıyoruz. Ama bu kadar fazla yükle bu işin tehlikesiz olmadığını arz ederim efendim, diyerek makinelerime tam yol kumandasını verdim. Sanki bizi bekliyormuş gibi, Boğazdan çıkar çıkmaz yediğimiz koskoca bir denizle gemi düştüğü yalpadan titreye, titreye zorla kalkmaya çalışırken hakikaten tehlikeli anlar geçirdik. Bilhassa başomuzluktan denizleri yememeye başlayınca sürati yarım yola indirmeye mecbur kaldım. Dz. K. birden:

- Dönelim.

- Emredersiniz, ilk fırsatta döneriz efendim. - Hayır, hayır… derhal dönün.

Günümüzde hem astlarınız hem de üstlerinizle sağlıklı ilişkiler kurmanız, ileride zor zamanlarda başınız sıkıştığında, mutlaka işe yarayacaktır. 1943’te de Harp Akademisine girmek için çabalayan Nurettin Türsan, ikili ilişkilerinin avantajını kendi lehine çevirebilmesini bilecektir. Harp Akademisine giriş için 1,5 derece miyobu tanıdık vasıtasıyla 2 dereceye çıkarmayı başarmış ve sınava girmeye hak kazanarak kendisine akademinin kapılarını aralamıştır. O günlerde başından geçenleri şöyle aktarıyor: “Milli Savunma Bakanlığında, beyaz yıldızlı kâtip

sınıfından bir albayı tanıyordum. Ona gittim, derdimi anlattım. Beni aldı, sağlık dairesi başkanı bir doktor generale götürdü. Gözcü albayın zulmünü ona anlattım. "Halt etmiş o," dedi. Bir doktoru çağırdı, "Yaz!" dedi. "Subay sağlık talimatında değişiklik yapılmıştır. Nakıs (iki) derece miyobu olan subaylar Harp Akademileri sınavına girebilirler..." "Bunu git, İkinci Başkana imzalat getir." emrini verdi. Telefonla da konuştu. Bana da "İki saat sonra raporunu al, gel." emrini verdi. İki saat dolar dolmaz koştum. "Raporunu ver," dedi ve göz muayenesi hanesindeki "GİREMEZ" kelimesini çizerek bu kez kendisi, kırmızı kalemle "Harp Akademisine GİRER" yazdı, imzaladı, mühürledi. Dört yıllık bir subaydım ve üsteğmendim. Bugüne kadar hiçbir üstümün elini öpmemiştim. Gözyaşlarımla, sarıldım bu yaşlı generalin elini öptüm ve yeniden araya girmiş olan albaya giderek teşekkür ettim.”814

Miyop sorunu çözerek sınavı kazanan Türsan, daha sonra Kurmay Başkanıyla yaptığı sohbette iskarpin ayakkabı giydiği için sınavdan kovulma tehlikesi atlattığını öğreniyor ve meselenin aslı anlaşılınca karşılıklı gülüşmeler yaşanıyor.815 Hâlbuki o,

bunları talimatnamelere aykırı şekilde kendi kafasına göre giymemişti.

- Şimdi dönersek, gemiler çok hırpalanacaklar, görüyorsunuz ki yalpadan kalkamıyorlar. Bir az ilerleyip Boğaz ağzına göre dalgaları daha rahat yiyebilecek rota hattına geçelim o zaman döneriz. - Komutanım, üzerimize çullanmak üzere olan şu koca dalga geçmedikçe dönemeyiz.

- Size dönmenizi emir ediyorum. Derken o koca dalga bize bir çullanış çullandı ki, gemi adeta inledi. Tam bu sırada Berk emir almadan kendiliğinden Boğaza kaçmak üzere bir teşebbüs yaptı ise de devrilme tehlikesi altında yeniden peşimi takibe başladı. Bu sırada hadisatı sükunetle seyredip bizleri dinleyen Kolordu K. Nuri Yamut Paşa, Dz. K.nına:

- Gemi Komutanının muhakkak ki gemisini hepimizden daha iyi tanıması gerekir. Bu itibarla gemi komutanının gemisini idarede serbest bırakmamız yerinde olacaktır, sanırım, diyerek bana da: - Haydi oğlum, harekâtında serbestsin. Münasip gördüğün zaman dön, demek suretiyle Dz. K.nının müdahalesini bertaraf etmişti.” Celaleddin Orhan, a.g.e., s. 322-324.

814 Nurettin Türsan, a.g.e., s. 65.

815 “Sınavdan sonra bir gün, " Seni Kurmay Başkanı çağırıyor." dediler. Odasına girdim: "Bana bak!” dedi. “Kolordu Komutanı az kalsın seni sınavdan kovuyordu. Ne disiplinsiz subaysın! Bu sınava iskarpin ayakkabıyla gelinir mi?" Şaşırdım: “Aman albayım, iskarpinleriniz gelmedi mi? Ordu

İskarpin meselesindeki neşeli Kurmay Başkanının benzerine Kırklareli’nin Karahamza köyünde yılbaşı kutlamasında bulunan Tümen Komutanı Tümgeneral Kemal Balıkesir’de rastlamaktayız.816 Teğmen Talat Özdoğan’ın, Kemal Paşa içki

içerken kendisine neden içmediğini sorunca verdiği cevap keyifleri yerine getirmişti: “O gece herkes bir şeyler içiyordu. Biz genç subaylar da kenarda bir masa etrafında

toplanmıştık. Kemal Paşa bir ara yanındaki alay komutanına; "Sait Bey tümenimde, benim içkili toplantımda ve hem de senin alayında içki içmeyen subay var." dedi. Alay komutanı da; "Bilmiyorum efendim" diye cevap verdi. Kemal Paşa beni işaret ederek, kızgın bir tavırla "Teğmen kalk bakayım ayağa, niçin içki içmezsin." diye sordu. Ben de korka korka cevaben; "Efendim yarın tümenimiz Bulgaristan'ı işgal ettiğinde içki içmeyen bir subaya ihtiyaç hâsıl olursa o ben olacağım" diye cevap verdim. Yüzüme dik dik bakarak yanına oturttu kendi kadehini doldurdu bana da bir kadeh verdi ve "Verdiğin cevabın şerefine içiyoruz." diyerek, ilk ve son defa bana rakıyı tattırdı.”817

Komutanlarının istemediği davranışları yaparak gözden düşen subaylar da vardı. Buna verilebilecek en güzel örnek 1940-1944 arasında Romanya’da ateşemiliterlik görevini yürüten Kenan Kocatürk’tü. 1944’te Maltepe 2. Zırhlı Tugayında vazifesini icra ederken yurt dışındaki yaşantısının kendi ülkesinde kabul görmeyeceğini düşünmemişti. O yıllarda sadece Tugay komutanları makam aracına sahipti.818 Kışlaya arabayla gidişi gençler tarafından hoş görülse de üst rütbedeki subaylar ve Tugay komutanınca iyi karşılanmadı.819 Sonraları mal varlığı için hakkında soruşturma bile açıldı.

iskarpin giymeyi kabul etti, bana da Genelkurmay'da verdiler" dedim. Hemen telefonla Ankara'yı aradı ve “iskarpinler kuryeyle geliyor." diyerek gülmeye başladı. Ertesi gün sınavdan sonra yanıma geldi; "Nuri iskarpinler geldi. Kolordu Komutanı giydi ve 'Askerlik yaşamımda ilk kez sivil ayakkabı giyiyorum', dedi" diyerek güldü (Böylece Türk ordusunun ilk sivil ayakkabı giyme tarihini veriyorum: Kasım 1943 ve daha II. Dünya Savaşının bitmesine iki yıl var).” Nurettin Türsan, a.g.e., s. 66, 67. 816 Türk Subaylarının İkinci Dünya Harbi Hatıraları, s. 177.

817 Türk Subaylarının İkinci Dünya Harbi Hatıraları, s. 178. 818 Kenan Kocatürk, a.g.e., s. 342, 343.

819 “Bazı günler kışlaya da arabamla gitmek icap ediyordu. Gerekçe, belki de bir bahane idi. Daha