• Sonuç bulunamadı

3. ASKERLERE GÖRE DÖNEMİN TÜRKİYESİ

3.8. ASKERİ OKULLARIN DURUMU

Savaş yıllarında askeri okullar ortaokul seviyesinden başlıyordu. Erzincan ve Konya’dan gelen askeri ortaokul öğrencileri buradan Maltepe, Kuleli, Işıklar Askeri Liselerine gitmekteydi. Askeri liselerde askeri ortaokullardan gelen talebeler, sivillere nazaran daha kıdemli ve tecrübeli oluyorlardı.852 Askeri liselerden mezunlar

Harp Okuluna devam edebiliyordu. En son olarak da Harp Akademisi sınavlarını verenler kurmay subaylığa terfi ediyordu.

Tek parti iktidarı süresince Demokrat Parti iktidara gelene kadar askeri okullarda taşınmalar hariç bir değişiklik yaşanmadı. Almanların Türkiye sınırlarına

849 Türk Subaylarının İkinci Dünya Harbi Hatıraları, s. 104, 105. 850 Türk Subaylarının İkinci Dünya Harbi Hatıraları, s. 5, 6.

851 “Birkaç gün sonra Blenheim I tayyaresi ile uçuşlara başladım. Hâlbuki İngiltere’de daha modern Blenheim V’lerle uçmuştum. Uçakta hava yer telsizi, hatta dâhili telefon bile yoktu. Tarette oturan atıcı (silahçı) astsubayı yanımıza çağırmak için ayağına ip bağlıyorduk. Uçaklar eski, bakımsız bir durumda idi. Sık sık motor arızası (8’inci bujide) ve patlama oluyordu. Makinistler; “Çekinmeyin teğmenim. Havada açılır, merak etmeyin.” diyorlardı. Ben de onlara gülerek; “Bu sarhoş mu ki havada, temiz havayı bulunca açılır!” diyordum. Meğer haklı imişler, çünkü meydan +30/35 derece, yukarısı serin. Kâfir, serin havayı bulunca açılıyor ve bir problem çıkarmıyordu. İngiltere, İzmir gibi sıcak yapmıyordu. Bir gün alaya benzin gelmemişti. Bütün tayyareler yerde ve bölükler beklemede idi. Alay komutanı da bölükleri dolaşıyordu. Alayda 4 bölük vardı. Her gittiği yerde “neden uçmuyorsunuz?” diye soran alay komutanı “Efendim benzin gelmedi, benzin yok!” cevabını alıyormuş. Sıra bize geldi, bizden de aynı cevabı alınca; “Ulan, herkes aynı şeyi söylüyor, ne biçim adamsınız be, uçun ulan!” diye söylenerek öfke ile odasına gitti.” Türk Subaylarının İkinci Dünya

Harbi Hatıraları, s. 11.

yaklaştığı 1941 tarihlerinde askeri okulları taşıma ihtiyacı hissedildi. Harp Akademileri Ankara’ya; Topçu Okulu Halıcıoğlu’ndan Polatlı’ya; Süvari Okulu Ayazağa’dan Söke’ye; Fen ve Tatbikat Okulu (Muhabere-İstihkâm Okulu) Maçka’dan Ankara’ya; Deniz Harp Okulu ve Lisesi Heybeliada’dan Mersin’e; Talim Alayı İskenderun’a intikal etti.853

Okuduğumuz anılarda okullar üzerinde ilginç olaylara rastlıyoruz. Bunlara ortaokul seviyesinden başlayarak göz attığımızda, Konya Askeri Ortaokulu bünyesinde Türkiye’nin demografik yapısını özetleyen tablo vardır: “Askeri Ortaokul

3’üncü sınıfta derslere başlamadan önce, Anadolu'nun her köşesinden gelmiş, poturlu, şalvarlı, denizi, uçağı, vapuru, ilini, ilçesini dahi görmemiş bazı çocuklarla bir araya gelmiştik. Öğrenci velilerinin değişik meslek grupları gibi, bölgesel dağılımları da çok değişikti. Fakat adildi. Böylece, İç Anadolu, Marmara, Trakya, Karadeniz, Doğu ve Güney Doğu Anadolu olarak sıralanıyordu.”854

Askeri mekteplerde katı disiplinle birlikte derslerin de ağır oluşu bazı öğrencileri okuldan, dersten uzaklaştırmaktaydı. Konya Askeri Ortaokulunda bir şekilde okuldan kaytarmak için türlü türlü yollara başvuran öğrenciler, tebeşir tozu içip revirde yatma numarasına dört elle sarılıyorlardı.855

Liselere geçtiğimiz zaman, günümüzdeki hayatı çağrıştıran uygulamalar vardır. Kendi lise yaşantımda eskiler her zaman sınıfın ve okulun lideriydi. 70-80 yıl öncesinde Bursa Işıklar Askeri Lisesinde de durum aynıydı: “Otuz beş kişilik birinci

kısım içinde, on üç kişi, bir evvelki dönemden gelen ve "dönekler" şeklinde ifade edilen bir grubu oluşturuyordu. Samsun'dan gelen arkadaşlar ayrı kısımlara düşmüşlerdi. İlk iki gün olaysız intibak işleri ve normal dersler şeklinde geçti. Üçüncü gün ilk defa Fransızca dersimiz vardı. Eskilerden (o zamanki ismiyle döneklerden) sınıf subaylığınca seçilen birisi, ilk dönem sonuna kadar kısım 853 Türk Subaylarının İkinci Dünya Harbi Hatıraları, s. 62.

854 Sabri Yirmibeşoğlu, a.g.e., s. 17.

855 “Ara sıra haylazlıkta yapıyoruz. Dersler ağır geliyor ve bizi hazırlıksız bir imtihan yakalamak üzere ise, tebeşir tozu içip ateşimizi yükseltiyor revire yatıyoruz. Çocukluk, revirde de ateşimizi ölçmek üzere dereceyi elimize verdiklerinde, dereceyi yün battaniyeye sürtüp ateşimizi yüksek gösteriyor, birkaç gün daha revirde kalıyoruz. Bir gün hiç unutmuyorum, Beşiktaş'ın ünlü futbolcusu Çaçi okul revirinde askerliğini yapıyordu. Revire tebeşir tozu içmiş ve yatmayı başarmışım. Çaçi dereceyi elime verdi. Koltuğum altına koyarken battaniyeye o kadar sürtmüşüm ki 40'ın üzerine yükselmiş. Baktım Çaçi'nin gözleri fal taşı gibi açılmış, tabi bizim foyamız meydana çıktı. Çaçi'nin efendiliği sayesinde bunu cezasız atlattık.” Sabri Yirmibeşoğlu, a.g.e., s. 18.

kıdemlisi olarak görev yapacak, dönem sonunda, en yüksek notu kim alırsa, bu görevi ona devredecekti. Kısımda her şey döneklerin isteğine göre ayarlanıyor, ağır baskıları, gerekirse şiddete bile dönüşebiliyordu.”856 Bahsi geçen okulda öğrenci

psikolojisini önemseyen öğretmenler de mevcuttu.857

Liseler için en acıklı olaylar 1941 taşınmaları sonrasında yaşandı. Akşehir’e taşınan Maltepe Askeri Lisesinin 500 kişilik mevcudunu içine alabilecek tesis yoktu; eski kışla ders yeri, ahırlar yemekhane, cami yatakhane olarak kullanıldı.858

Askeri eğitim kurumlarında yaşanan taşınmaların bir başka olumsuz tarafı eğitim kadrolarının kalitesinin azalması olarak karşımıza çıkmaktadır: “İstanbul’da

dokuzuncu ve onuncu sınıfları okurken, asker veya sivil olsun, isim yapmış olan öğretmenlerimiz çok değerli insanlardı. Bir kısım öğretmenimiz, üniversitelerde görev yapan öğretim elemanları idi. Okulun Akşehir’e nakli konusu ortaya çıkınca, bir kısım öğretmenimiz yaşlı olmaları nedeni ile bir kısmi ise asıl görevinin

856 Kemal Yamak, a.g.e., s. 38.

857 “Öğretmenimiz kürsüye çıktı, beni işaret ederek "Gel bakalım buraya" dedi. Yanına gittim, “On beş kuruş ver” dedi. Çıkarıp masanın üzerine koydum. Elime bir tomar kâğıt verdi. Bunlar Fransızca fiil ve irregüler fiil cetvelleridir. Size çok lazım olacak, arkadaşlarına dağıt ve herkesten on beşer kuruş al ve getir” dedi. Ertesi gün tekrar Fransızca dersimiz vardı. Derse geldiğinde selamlaşmayı istediği gibi yaptık. Kürsüde yerini aldı, imzaları tamamladı, beni işaret ederek “Sen gel bakalım” dedi. Şimdi bile hatırlayamadığım Fransızca "irregüler" (yani kaideye tabi olmayan) bir fiil söyleyerek, "Bunun … zamanını çek bakalım" dedi. Okul başlayalı üç gün fiil cetvelini alalı sadece bir gün olmuştu. Bir şey söylemek için ağzımdan bir "e..." ("efendim" diyecektim) harfi çıktığı anda, yediğim tokadı ve bunun etkisiyle arkamdaki duvara çarpan başımdaki acıyı hissettiğimi hatırlıyor, karşımda hırsından tepinen ve "Fiil cetvelini boşuna mı verdik!" diye bağıran hocayı görüyordum. Hiç sesimi çıkarmadım. "Defol" dedi. Defolup yerime oturdum. Ödemişli sıla soran arkadaşımızı işaret ederek "Gel bakalım sıla va mı" diyerek yanına çağırdı. Aynı şekilde bir soru da ona sordu. O "daha" diye başlayan bir şeyler söyleyecekti ki o da tokadı yedi. Ama, konuşmaya devam etme ve mazeretler ileri sürme hatasını işledi. Konuştukça tokatlar indi kalktı, o da "defol"du. Kendisi bir şeyler anlatıyor, fakat ben hiçbir şey dinleyemiyordum. Yıllarca özlemini çektiğim askerî okulda, ilk askerlik dersimi, yediğim o tokatla almıştım. Hocanın bizi işaret ederek "Gelin buraya" dediğini duydum. Yanına gittik, "Çay ocağına gidin, benden birer tarçın için. Hadi doğru dışarı çay ocağına" emrini verdi. Henüz paydos zili çalmamış, ders devam ediyordu. İki arkadaş, söylene söylene dışarıda dolaşıyor ve ''Lanet olsun, onun tarçınını içmeyeceğiz" diye infial gösteriyorduk. Zil çaldı. Askerî lisenin son sınıfında olan, Merzifon'dan tanıdığımız, o zamanki Tahsin Şahinkaya Ağabey'imiz (sonradan Hava Kuvvetleri komutanı ve Konsey üyesi komutanımız) bizi görerek yanımıza geleli. "Hayrola Kemal ne oldu?" diye sordu. Olan biteni anlatmaya başladım, hemen sözümü keserek, "Tarçın içtiniz mi?" dedi. "Hayır, içmiyoruz" der demez elimizden tuttuğu gibi, bizi doğru çay ocağına götürdü ve "Hocadan bunlara iki tarçın" deyince, çaycı öncelikle bizim tarçınları getirirken, Tahsin Ağabey de açıklamasını yaptı. "Şimdi teneffüs bitip de derse dönerken, hoca çay ocağına gelip soracak, içtiyseniz parasını verecek, içmediyseniz sizi bir sene boyunca her fırsatta dövecek. Deli misiniz, hemen tarçınları için" dedi. Tarçınlarımızı içerek, bu ilk olayı ve dersimizi içimize sindirmeye çalıştık.” Kemal Yamak, a.g.e., s. 38-40.

İstanbul’da olması yüzünden Akşehir’e gelememişlerdi. Boşalan bu yerler yedek subaylarla doldurulmuştu.”859

Askeri liselerden sonra sıradaki adım Harp Okuluydu. Bu okulda ne yazık ki inşaat eğitimden daha önemliydi. 6 aylık kıta stajı için 1938 tarihinde Manisa’da bulunan Kenan Kocatürk, inşaat derdinden kurtulamamalarına hayıflanmaktaydı: “İskân durumu çok sıkışık idi. Bir taburluk yere iki tabur sıkıştırılmıştı. Öncelikli

çalışma konusu inşaat idi. Eğitim sonra geliyordu. Bu durum beni derin hayal kırıklığına uğratmıştı. Ordu hâlâ mı bu dertten kurtulamamıştı.”860

Aynı yıllarda Harp Okulunda boş zamanı değerlendirme olanaklarının son derece kısıtlı olduğu görülüyor. Okula gazete girmesi, ders dışı kitap okunması bile yasaktı. Kışla havası hâkimdi.861 Benzer uygulamalar Deniz Harp Okulunda da

vardı.862 Rejimin sert tedbirlerinin altında yatan neden, öğrencilerin okuyup

bilinçlenmesi sonrası iktidara karşı muhalif düşüncelere bürünmesini önlemekti. Çünkü kendileri Harp Okullarında her türlü gazeteyi, kitabı okumuş ve daha sonra bilinçlenerek II. Abdülhamid’i tahttan indirmişlerdi. Yıllar sonra aynı akıbete uğramak istemiyorlardı.

Savaş nedeniyle eğitim süreleri ihtiyaçlara göre değişiklik gösterebiliyordu. Harp Okulunda ders süresi 6 ay kısaltılmıştı. Amaç, hızlıca subay temin etmekti. Öğrenciler karar sonrası değişik duygular içerisindeydi. Sevinç ve üzüntüyü bir arada yaşıyorlardı: “Harp Türkiye'den uzakta idi ama aylar geçtikçe harp gittikçe

genişliyor ve sıcak rüzgârlar Türkiye'ye de esiyordu. Pekâlâ, Türkiye de kendisini harbin içinde bulabilirdi. Hükûmet bunu düşünmüş olacak ki, bizim ikinci sınıfı altı ay kısaltarak şubat ayı içerisinde kıtalara gönderilmemizi kararlaştırdı. Hem seviniyor ve hem de üzülüyorduk. Seviniyorduk, çünkü talebelikten kurtulacaktık. Üzülüyorduk, çünkü senelerdir beraber olduğumuz arkadaşlarımızdan ayrılacak ve

859 Türk Subaylarının İkinci Dünya Harbi Hatıraları, s. 1. 860 Kenan Kocatürk, a.g.e., s. 197.

861 İbrahim Şenocak, a.g.e., s. 14.

862 Hüseyin Yıldırım, “Deniz Harp Okulu Mersin’de”, Altıncı Askerî Tarih Semineri Bildirileri II,

İkinci Dünya Harbi ve Türkiye (20-22 Ekim 1997 İstanbul), Genelkurmay Basımevi, Ankara, 1999, s. 276.

İstanbul'a da veda edecektik.”863 Hızlandırılmış eğitimde öğrencilerin ders

yoğunluğu nedeniyle bir şey anlamadığını düşünende vardı.864

Eğitimin son halkası Harp Akademisi idi. Ancak burada da derslerin içeriğinde problemler vardı. Cemal Madanoğlu devrim tarihi dersinin bilgi vermekten uzak biçimde amacına uygun işlenmediğini belirtmektedir.865 Hocaların

tek gayesi, rejimin istediği sınırlar dahilinde pragmatik tarih anlayışıyla ders anlatmak olmuştur.

863 Kenan Evren a.g.e., s. 57.

864 “İkinci Dünya Harbi, Harbiye’den meslek okullarına geçişimizi çabuklaştırdı. Bilahare subay çıkmak üzere, Harbiyeli ile subay arası acayip bir hüviyetle, o zaman İstanbul’da Halıcıoğlu’nda bulunan Topçu Okuluna teslim olduk. Bir sürü ders... Yüksek riyaziyeden, balistiğine, atışımdan biniciliğine kadar... Teknik ve taktik... Programlar öğretmenin kafasında, yüzde doksan öğrenci birçok derslerin hangi konuyu kapsadığından habersiz.” Dündar Seyhan, a.g.e., s. 8, 9.

SONUÇ

Birinci Dünya Savaşı tarihin en büyük savaşlarından birisidir. Bu savaştan 21 yıl sonra ortaya çıkmış olan İkinci Dünya Savaşı ise sonuçları ve etkileri bakımından bugüne kadar gerçekleşen savaşlar arasında birinci sırada gelmektedir.Birinci Dünya Savaşı’ndan sonra dünya sahnesinde, toprak emellerinden vazgeçmeyen revizyonist devletler ile mevcut pozisyonunu korumak isteyen anti-revizyonist ülkeler yer almaktadır. Almanya, İtalya ve Japonya’nın başı çektiği revizyonist ülkeler, hızlı bir silahlanma yarışı içine girmişlerdir. Anti-revizyonist gruptaki devletler ise daha barışçıl bir askeri anlayış gütmektedirler.

Türkiye, İngiltere ve Fransa gibi revizyonist olmayanlar tarafındadır. 29 Ekim 1923’te Cumhuriyetin ilanı sonrası yurt içinde ve dışarıda barış politikası temel prensip olmuştur. Bu anlayış çerçevesinde ordudan çok, ülkenin tarım-sanayi sektörleri babında kalkınmasına önem verilmiştir. 1939 yılına kadar ordu içerisinde barış kuruluşu esas alınmıştır. Savaşın çıkacağı anlaşılacağı vakit ordunun harbe hazırlık yeteneği artırılmak istenilmişse de artık İkinci Dünya Savaşı başladığında geç kalındığı anlaşılmıştır.

Türkiye’nin, savaşan devletlerle kıyaslandığında ordusunun ne kadar geride kaldığı açıkça ortadadır. Ordu envanterinde Birinci Dünya Savaşı’ndan kalma silah ve teçhizatlar bulunmaktadır. Modern harp ve silah teknolojisinden son derece yoksun kalınmıştır. Asker anılarında, noksanlıklar tüm çıplaklığıyla gözler önüne serilmiştir. Subay kadrosu, üstlerini ve devletin başındakileri eleştirmekten çekinmemişlerdir. Yaptıkları değerlendirmeler yaygın algıdaki İkinci Dünya Savaşı Türkiye’sinin yeniden ele alınması ihtiyacını doğurmaktadır.

Harp süresince silah teknolojisindeki yetersizliğinin farkına varan Türkiye, 6 yıl boyunca ülke ayırt etmeksizin dışarıdan devamlı malzeme tedarikine devam etmiş ve atlardan, kum torbasına kadar ne varsa almaktan geri kalmamıştır. Asker anılarına baktığımızda ülkeye gelen malzemelerin çoğu eski, bozuk, yedek parçası bulunmayan ürünlerdir. Hatıratları dikkatlice incelediğimizde müttefik gibi görünen İngiltere’nin silah teslimatını ağırdan aldığı ve bazı ekipmanları bilerek göndermedikleri anlaşılmaktadır.

Fakat gelen malzemeleri de kullanabilecek nitelikli ve kalifiye eleman eksikliği yaşanmıştır. Diğer taraftan şahsi eğitim için yurt içinde kurslar açılmış ve yurt dışına askerler gönderilmiştir. Bu dönemde belki de Türk ordusunun tek artı yönü, 1912-1922 arasındaki 10 yıllık süre zarfında pek çok savaş tecrübesi edinmiş komuta kademesine sahip olmasıdır. Tecrübeli generallerin rolü, ordunun taktik- strateji ve manevi yönüne müspet ekiler yapmaktadır.

1939 tarihinde 300.000 kişilik Türk ordusunun değişen koşullar içerisinde yeterli gelmeyeceğinin farkına geç de olsa varılmıştır. 2 yıl gibi kısa bir sürede askeriye sınıfında büyük ilerlemeler kaydedilerek 1 milyon civarında erat silah altına alınmıştır. Savaşın en çok şiddetlendiği yıl olan 1943’te ise bu rakam 1,3 milyona ulaşmıştır.

Devlet, silah verdiği askerlerine bir yatak bile vermekte zorlanmıştır. Asker anıları içerisinde hemen hemen herkes kalitesiz uyku ortamından muzdariptir. O tarihlerde komutanlar bile devlete dert yanmaktadır. Sadece bu da değil; yemek ve sağlık koşulları gibi daha birçok şeyin eksikliği yaşanmaktadır.

Silah altına girebilecek erkek nüfusunun 2/3’ünün orduya dâhil olması, kas gücüne dayanan tarım üretimi üzerinde olumsuz sonuçlara yol açmıştır. Temel tüketim maddelerinden buğday, arpa gibi besinlerin üretim değerleri 1941’den itibaren hızla azalmıştır. Sonunda ekmekte karne uygulamasına geçilmiştir. Bu vakitlerde Kenan Evren vb. birçok subay eve ekmek götürünce, aile efradının büyük bir mutluluk yaşadığını ifade etmişlerdir.

Hatta başka subaylar ise emirlerindeki askerlerin yemek bulamayarak, acı bir şekilde atların yemlerini yemek zorunda kaldıklarını ifade etmişlerdir. Benzer sıkıntıları halkta yaşamıştır. Maalesef, açlıktan ölen insanlar olmuştur.

Devlet, Milli Müdafaa Kanunu ile her ne kadar dizginleri ele almak istese de bunu başaramamıştır. İaşe Müsteşarlığı, Ticaret Ofisi, Petrol Ofisi vb. teşkilatlar Refik Saydam zamanında başlayan fiyat artışlarını önlemekte yetersiz kalmıştır. Refik Saydam’ın ani ölümüyle 1942 Temmuz’unda iş başına gelen Şükrü Saraçoğlu dönemi ise daha kötü gelişmelere gebe olmuştur. Refik Saydam’ın katı devletçilik politikası yerine daha liberal, esnek bir anlayış benimsenmiş ve ülke ekonomik

felakete sürüklenmiştir. Geçim sıkıntısı en önemli dert olmuştur. Halktaki panik havası asker anılarına yansımıştır.

Toplumun geneli sosyolojik ve psikolojik olarak incelendiğinde, geçim sıkıntısı ve barınma problemleriyle beraber büyük bir kaygı ve endişenin egemen olduğu görülecektir. Savaş ülke sınırlarına yaklaştıkça, toplumdaki bireylerin bedenlerine ve zihinlerine hiç bitmeyecek amansız bir hastalık gibi sirayet etmiştir. Bu amansız hastalık uzadıkça, korku ve panik havası nedeniyle insanlar ne yapacaklarını şaşırmışlardır. İnsanların bir yabancı gördüklerinde onu casus sanarak, ihbarda bulunacak derecede psikolojileri alt-üst olmuştur.

6 yıllık süre zarfında ülke genelindeki vatandaşların çoğunluğu, ekonomik ve psikolojik yönden gelişim yerine, hızlıca gerileme sürecine girmiştir. Sosyal adaletsizlik yüzünden toplum içerisindeki çok küçük bir zümre, bu süreçten bağımsız şekilde hayatlarını devam ettirerek servetlerine servet katmışlardır. Sosyal hayat içerisinde zuhur eden yeni zengin sınıfa, hiç kimse engel olamamıştır.

Bunlarla beraber askeri alanda da tüm olumsuzluklarla baş başa kalan ve dış politikada kimseye güveni olmayan İsmet İnönü ile kurmayları, Türkiye’nin daha savaşın en başından itibaren tarafsız kalması için gayret sarf etmişlerdir. Osmanlı Devleti zamanında kaybedilen Batı Trakya, Ege Adaları ve Suriye gibi yerlerde savaşa katılması için Ankara’ya teklifler yapılmıştır. Ancak Kara, Deniz ve Hava Kuvvetlerinin harp taarruz kabiliyetinden yoksun olduğunun farkına varan Türkiye, savaşa katılmayı tüm baskılara rağmen reddetmiştir.

Günümüzde ise popüler kültürde insanlar neden savaşa girilmediğini ve bize vadedilen topraklara niçin tenezzül bile edilmediğinin cevabını aramaktadır. Bu soruların yanıtını da İsmet İnönü’nün cesur davranmayışı tezine bağlamaktadırlar.

Meselenin cesaret ve korkusuzluktan öte anılan dönemdeki şartlar çerçevesinde değerlendirilmesi gerekmektedir. Asker hatıratlarının genelinde savaşa girilmeyişinin takdir edildiği görülecektir. Bunun yanında elbette karşıt görüşte yer alan anı mensupları da mevcuttur. Birinci elden asker hatıratlarına dayanarak halkın ve ordunun farklı pencerelerden ele alınarak irdelenmesi sonucunda, Türkiye’nin

savaşa katılmayarak ülkesi ve geleceği adına yerinde bir karar verdiğini söylemek yanlış olmayacaktır.

KAYNAKÇA

Kitaplar

AKINCI, Ahmet Cemil, Mehmetçikle 30 Yıl, Atlas Kitabevi, İstanbul, 1971.

AKKILIÇ, Abdülhalim, Askerin Romanı: E. Sv. Alb. Abdülhalim Akkılıç'ın

Savaş ve Barış Anıları, Haz. Yılmaz Akkılıç, Körfez Ofset Yayınları, Bursa, 1994.

ALPAR, İhsan Ali, Türk Silahlı Kuvvetlerinde 55 Yıl 11 Ay, Nilüfer Matbaası, İstanbul, 1974.

ALTAY, Fahrettin, 10 Yıl Savaş 1912-1922 ve Sonrası, İnsel Yayınları, İstanbul, 1970.

Amiral Vehbi Ziya Dümer’in Anıları, Haz. Osman Alpay Kaynak, İstanbul Deniz

İkmal Grup Komutanlığı Matbaa Müdürlüğü, İstanbul, 2003.

Atatürk’ün Doğumunun Yüzüncü Yılında Türk Silahlı Kuvvetleri, Harita Genel

Müdürlüğü, Ankara, 1982.

AYDEMİR, Şevket Süreyya, İkinci Adam (1938-1950), C. II, Remzi Kitabevi, 11. Baskı, İstanbul, 2011.

BATUR, Muhsin, Anılar ve Görüşler Üç Dönemin Perde Arkası, Milliyet Yayınları, İstanbul, 1985.

CANBAZOĞLU, Hicret Hürkan, Asker Gözü ile 27 Mayıs'a Doğru DP Devrinde

Türk Silahlı Kuvvetleri, y.y., Ankara, 2005.

Cumhuriyetin 50’nci Yıldönümünde Türk Silahlı Kuvvetleri, Genelkurmay Harp

Tarihi Başkanlığı, Genelkurmay Basımevi, Ankara, 1973.

ÇELİKOĞLU, Adnan, Bir Darbeci Subayın Anıları 27 Mayıs Öncesi ve Sonrası, Haz. Ergin Konuksever, Yapı Kredi Yayınları, İstanbul, 2010.

DAĞCI, Gül Tuba, Osmanlı’dan Cumhuriyete Ordu Siyaset İlişkisi ve 27 Mayıs

1960 Askeri Darbesi, İlgi Yayınları, İstanbul, 2006.

DERİNGİL, Selim, Denge Oyunu: İkinci Dünya Savaşında Türkiye’nin Dış

Politikası, Tarih Vakfı Yurt Yayınları, İstanbul, 1994.

EKEN, Aydın, Ord. Prof. Ata Nutku: Türk Gemi İnşaatı Endüstrisi ve

Mühendislik Eğitiminin Önderi, İTÜ Vakfı Yayınları, İstanbul, 2013.

ESİN

,

Numan, Devrim ve Demokrasi Bir 27 Mayısçının Anıları, Doğan Kitap, İstanbul, 2005.

EVREN, Kenan, Kenan Evren’in Anıları, Milliyet Yayınları, İstanbul, 1990.

FINDLEY, Carter Vaughn, Modern Türkiye Tarihi: İslam, Milliyetçilik ve

Modernlik 1789-2007, Çev. Güneş Ayas, Timaş Yayınevi, 5. Baskı, İstanbul, 2016. Genelkurmay Belgelerinde Kürt İsyanları, C. 1-2, Kaynak Yayınları, İstanbul,

1992.

GÖK, Hayrullah, Mareşal Fevzi Çakmak’ın Askeri ve Siyasi Faaliyetleri (1876-

1950), Genelkurmay Askeri Tarih ve Stratejik Etüt Başkanlığı Yayınları,

Genelkurmay Basımevi, Ankara, 1997.

GÜRKAN, İhsan, Bir Generalin Askeri ve Akademik Anıları, Kastaş Yayınevi, İstanbul, 2002.

İLHAN, Hasan, F. Emre Güler, Türk Bahriyesinin İlkleri, Deniz Basımevi Müdürlüğü, İstanbul, 2014.

İLTER, Zeki, Bir Ömür Boyu Askerlik (1919-1972), Kastaş Yayınevi, İstanbul, 2013.

İNÖNÜ, İsmet, Defterler (1919-1973), C. 1, Haz. Ahmet Demirel, Yapı Kredi Yayınları, İstanbul, 2001.

İZGÖREN, Ahmet Şerif, Bir Türk Zabitinin Anıları: Muhittin Ergüneş 1917, İzgören Yayınları, 3. Baskı, y.y., 2011.

KOCATÜRK, Kenan, Bir Subayın Anıları 1909-1999, Kastaş Yayınları, İstanbul, 1999.

KÜÇÜK, Sami, Rumeli’den 27 Mayıs’a: İhtilalin Kaderini Belirleyen Köşk