• Sonuç bulunamadı

Türk şiirinde daha çok Tanzimat Dönemi’nde görülen sosyal tema, dönemine göre farklı anlayışlarda farklı şekillerde ele alınır. Şairler ve yazarlar; toplumun aksayan yönlerini, sosyal çarpıklıkları, yanlış inançları ve düşünüş şekillerini vb eleştirmiştir. Örneğin, “1950’lerde şiir, ön sralarında şairlerin bulunduğu bir elit tabakanın altındayken 1960’lı yılların tam ortasından şiirden çok şairler belirli siyasi görüş taşıyan grupların altına girer. 1970’lerde muhayyilesi sosyal olarak işleyen şairler, iç’e bakmaktan çok dış’a bakar.”(Eroğlu 1993: 62-68)Sefa Kaplan’ın şiirlerinde görülen sosyal boyut, “bir yandan kendi macerasının bütün sınırlara yüklenip oradan bütün insanların öz macerasını tahrik edecek güçte işaretler bulup çıkarmak, bir yandan da kavrama gücünün sınırlarından insanlara bazı işaretler getirmektir.”(Özel 2006: 38)denebilir. Üstelik sosyal boyut, sadece şiirlerde görülmez. Küçük Karşılaşmaları Katlanılır Kılma Sözlüğü’nde, Geç Kalan Adam’da, Sürgün Sevdaları’nda ve Geleceği Elinden Alınan Adam’da da sosyal içerikli konular ve mesajlar görülür.

Maske şiirinde geçen;

“okul sokak gül bahçesi eskitirler yönleri değiştirip kullanırlar bir köşede ben’leri ya o akşam üzerleri o pencere önleri gülümser uzaktan utancı takılır maske”

(İ.B.Y., s. 16)

dörtlükte, toplumun belirtilmeyen belli bir kısmı eleştirilir. Eleştirilen bireyler “maske”takıp yaşayan insanlardır. Şair, günlük hayatta normal davranan bireylerin

sahte/yapay yaşamlarını gül bahçesi imgesiyle belirtir. Fakat bu tür bir yaşam şeklinin bedeli, yönlerin eksiltilmesidir. Sahte/yapay yaşam biçimlerinin de bir gün biteceğini ima eden şair, bunun için oluşturulan diğer ben’leri değiştirip kullandıklarını ifade eder. Çünkü belli bir çizgide yaşamak, bu bireylere göre değildir. O yüzden her şey yolunda imajı verip mutlu gibi davranmalarına rağmen değiştirip durdukları roller aslında onları tüketir. Bu tükeniş, farklı kişiliklere ve yüzlere bürünmenin kaçınılmaz sonudur. Özellikle akşam üzerleri kendi esas ben’leriyle yüzleşen bireyler için, utanılır mahiyettedir. Fakat diğer ben, bu duruma ancak acı bir tebessüm eder. Çünkü maske, her zaman utançla takılır. Şair, kendi gibi olamayıp çok farklı bir kişiliğe bürünen ve öyle yaşayan insanları eleştirir. Bu tür bireyler, toplum içindeyken başka bir yüzle yaşar ve gerçek kişiliklerini saklar. Bu açıdan, bir tür kişilik paradoksuyla yaşarlar. Toplumun şartlarından veya belli açılardan zorunlu olan bu değişiklik, bireyleri kendileriyle çelişki ve tutarsızlık içine düşürür.

Kayıp Kuşak şiirinden alınan; “adetti eskiden, hüzünlü şarkılarda bir sigara daha yakılır ve pencereden uzak ufuklara bakılırdı.- (…)

adetti eskiden, gencecik bir beden

daha verilirken toprağa, bir kibrit çakılır, ömrün kıyısına camdan bakılırdı.-” (M.Ş., s. 51-52)

bentlerde şair, eskiden gelenek olup sonrasında sonradan terk edilen merasimlerden bahseder. Buna göre ilk bentte içinde bulunduğu durumdan memnun olmayanlar veya içinde uhde kalanlar, hüzünlü bir şarkı çaldığında üzülürler. Çünkü uzak ufuklar; gerçekleştiril(e)meyen planları, kurulup yapıl(a)mayan hayalleri simgeler. Hüzünlü şarkılar; planları, hayalleri, hafızayı, bilinçaltını sembol eder. Bilinçaltına atılıp unutulmak istenen yaşan(a)mayan veya gerçeleş(e)meyen ne varsa şarkı eşliğinde hüzünlü bir şekilde ortaya çıkar. Fakat böyle bir duygusal ve düşünce dünyasına sahip olanlar, artık yoktur. Şair, bu yok oluşa hüzünlendiğini de ima eder. Son bentte tevriyeli kullanılan beden ; ceset, plan, hayal, istek, toprak; mezar, hayal kırıklığı, gerçeği, sonu, kibrit; diğer ben’le ve gerçeklerle yüzleşmeyi, ömür; gelinen noktayla olunmak istenen arasındaki farkı, içinde bulunulan hayatı, cam; kabullenmeyi, pes etmeyi, vazgeçmeyi, eleştirmeyi, sorgulamayı simgeler. Şair; eskiden gençken ölen biri defnedilirken bu acı

ve hüzün verici olay karşısından kişinin kendini sorgulamasının adet olduğunu dile getirir. Çünkü gencecik insanlar da olsa, ölüm gerçeği vardır. İnsanlar bu gerçekle yüzleştiklerinde, kendilerini/hayatı sorgularlar. Fakat bu davranış, eskiden yapılan bir tür merasimdir. Diğer taraftan planlar gerçekleşmediğinde, kurulan hayaller suya düştüğünde hayatın acımasız ve gerçek yüzüyle karşılaşma kaçınılmaz olur. Böylece hayal edilenle gerçek arasındaki fark, insanı hem hüzne hem de kabullenmeye sevk eder. Fakat bu kabulleniş, gerçeklere göre hayal kurmaya sebep olur. Çünkü çakılan bir kibritle hayata camdan bakma, eskilerin yaptıkları geleneklerdendir. Nerde, nasıl ve ne şekilde hata edildiği, nelerin yanlış yapıldığı gibi konularda eleştirel bir bakış açısıyla kendilerini sorguladıkları dile getirilir.

İntihar Şiirleri’nin birinci bölümünde yer alan 2’de geçen;

“gümüşü ve altını iğne oyası gibi işleyen ararat eteklerinde sıratlar düşleyen pos bıyıklı ermeniler, taşlara tarihi nakışlayan ve duanın birini bitirmeden diğerine başlayan Süryanilerle kol kola girip safalar getirdiniz dedi gelenlere, gelenler,

heybelerini açıp azıklarında ne varsa bölüştüler çınarın gölgesinde, yayıklarda ayranlar, yufka ekmek, bazlama, pestil, üzüm ve incir, gözleme getirdi nar tanesi yeldirmeli ermeni bir genç kız bambaşka bir gözle bakarak ufka.-”

(İ.Ş., s. 35)

bentte Ermeniler; madencilik yapan, köprüler kuran, zorluklara alışkın ve kültürel değişime yüz tutan bir millet olarak betimlenir. Süryaniler ise; dini değerlere bağlı ve tarihi hafızası güçlü bir millet olarak ifade edilir. Her iki millet de Anadolu’da yaşamaktadır ve göçle, başka sebeplerle yaşadıkları yerlere gelenlere iyi davranıp güzel karşılarlar. Misafirler ise bu güzel karşılamaya, yanlarında getirdikleri azıklarla karşılık verirler. Şiirde genç kız; anaçlığı, toplumun anaerkil oluşunu, ümitleri simgeler. Şair, milletlerin birbiriyle tanışıp kaynaşmalarını sonucunda güzel şeyler olacağını ima eder. Fakat şiirin son bendinde (s. 36)kültürel değişim/dönüşüm sonucu içine girilen olumsuz olaylar sebebiyle birbirlerine nasıl düşman kesildikleri anlatılır.

Sosyal temalı şiirlerin hepsinde eleştiri kesin vardır. Sefa Kaplan; toplumun aksayan yönlerini, yanlış düşüncelerini, davranış bozukluklarını, kültürel değişimi/dönüşümü ciddi bir şekilde eleştirerek ifade eder. Toplumun menfi ve keyfi kurallarını, ön yargılarını, neyi niçin savunduğunu, yaptığını veya neye niçin karşı olduğunu bilmeyen bireyleri de toplumsal ve kişisel açıdan baz alarak eleştirir. Şair, sosyal içerikli şiirlerinde kültürel yabancılaşmayı hem kişisel hem de toplumsal açıdan

ifade eder. Sefa Kaplan, yeniliğe karşı değildir ama bilinçsizce yaşanılan, savunulan ne varsa hepsine aykırı bir duruş sergiler. Bu duruş kimi zaman yalnızlıktır, kimi zaman asiliktir kimi zaman da sorgulamadır.

Sürgün Sevdaları’ndaki; Gecekondu (s. 58) şiirinde varoşların hayat şartlarını ve hükümetin yoksul insanlara bakış açısını, Almanya Mektubu (s. 61) ve Almanya Trenleri (s. 63) şiirlerinde gurbete gitmek zorunda olan insanları ve geride bıraktıklarını, Elif (s. 68)şiirinde anneler gününde yoksulluktan intihar eden bir anneyi, Grev (s. 73) şiirinde ise bir ailenin durumunu anlatır.

Sefa Kaplan’ın şiirlerinde görülen diğer sosyal içerikli tem, siyaset oldukça az görülür. İlk dönem şiirlerinde milliyetçilik varken 1980 sonrasında sosyalizm daha ağır basar. İlk Durak, Yeni Bir Ergenekon, Sınırlar, Hasret Yolcusu, Yarınlara Ismarlanan Yiğit ve Sahibini Örseleyen Sorular Bahsi siyasi yönü olan şiirlerdir. Ayrıca Küçük Karşılaşmaları Katlanılır Kılma Sözlüğü’nde her türlü milliyetçiliğe karşı olduğunu belirten (S. Kaplan 2016: 100) şair, sosyalizme inanır. (a.g.e., s. 32) Üstelik aynı eserinde; feministleri, marksistleri, ülkücüleri, muhafazakarları, islamcıları ciddi şekilde eleştirir. (a.g.e., s. 155-157)

Gazel tarzında yazılan ilk dönem Hasret Yolcusu (Türk Edebiyatı, 1978, S. 60, s. 12-13)şiirinde geçen;

“Kerkük’ten Kırım’a, Toroslardan Tanrı dağlarına dek Hilaller dolaşır elden ele.

(…)

Yokluk aynasında acı çeken öksüzler Var olacak Türklerle…”

beyitlerde şair, milliyetçi görüşünü mekanla ve ırkla birleştirerek ifade eder. İlk beyitte her biri mutlu ve övülen mekanlar (Bachelard 2014: 27-28)olan Kerkük’ü, Kırım’ı, Toroslar’ı ve Tanrı Dağları’nı vurgular. Çünkü bu topraklar, Türk’ün ortaya çıkıp kendini ontolojik açıdan kanıtladığı/simgeleştirdiği mekanlardır. Hilaller, Osmanlı’yla birlikte milliyetçiliği de simgeler denebilir. Şair, Türkler’in anayurduyla Osmanlı’nın fethettiği mekanların bir bütün teşkil ettiğini anlatır. Çünkü ayrı da olsalar elden ele dolaşan hillaller vardır. İnsanların uzamsal açıdan uzak oluşlarının önem arz etmediğini ima eden Sefa Kaplan; milli hafızanın mekânsal simgesinin insanların özünde, kültüründe, hafızasında hala yaşadığını belirtir. İkinci beyitte, kültürel değerlerden ve mekanlardan uzak olup kendini garip veya savunmasız hissedenlerin Türklerle hayata bağlanacaklarını dile getirir. Çünkü aynaya baktıklarında kendilerini köksüz düşünen ve

mutsuz hisseden bireyler için Türklük, var olmanın ve kendini bulmanın kaynağıdır. Sahibini Örseleyen Sorular Bahsi şiirinden alınan;

“bağdat Caddesi’nde

şaşkın bakkal’dan suadiye’ye doğru yürüyen yürürken yüksek sesle türkü söyleyen bir Kürt daha mı tuhaftır acaba newyork beşinci cadde’de halay çeken bir Türk’ten

ve farklı mıdır mesela günde beş vakit namaz duran müslümanla günde üç kez istavroz’a davranan hıristiyan,

nerede karışır ırmaklar birbirine nerededir insanı içine taşıyan delta biri mecusi, diğeri budist iki ikiz birbirine bakarak nereye akar

ve ilk neresinden yırtılır harita.-”

(www.revueayna.com/portfolio/sefa-kaplan/)

bentte şair, ilk dönemin aksine sosyalist bir bakış açısıyla sorular sorar. Şiirin isminden anlaşılacağı üzere bu sorular, Sefa Kaplan’ı çok örseler/yorar. Çünkü insanların ırksal ve dinsel açıdan bölünmelerine ve ona göre sınıflandırılmalarına, akıl erdiremez. Şaire göre; bu ayrımın mantıksal, vicdani hiçbir gerekçesi veya açıklaması yoktur. Şiirde öncelikle Türk ve Kürt ayrımını, mekânsal ve kültürel bazda ele alarak değerlendirir. Buna göre Bağdat Caddesi’nde türkü söyleyen Kürtle, Newyork Beşinci Cadde’de halay çeken bir Türkün birbirinden hiçbir farkı olmadığını ifade eder. Aynı şekilde Müslümanla Hristiyan’ın da birbirinden farklı olmadığını anlatır. Çünkü Sefa Kaplan için önemli olan ırksal ya da dinsel farklılık değildir. İnsan olmaktır önemli olan. Şair, bu tür ayrımların nedenini harita imgesiyle nitelendirir. İnsanlar neden ırksal ve dinsel açıdan bölünür ve birbirini dışlar sorusuna cevap arar.

Sefa Kaplan, kitaplarına aldığı şiirlerinin hiçbirinde alenen herhangi bir dini veya siyasi ideolojiyi savunmaz. İlk dönem şiirlerinin bazılarında siyaset görülür. Şair, şiirlerini siyasi bir propaganda aracı olarak kullanmaz. Belli bir siyasi düşünceyi baz alarak insanları veya toplumları yargılamaz. Sefa Kaplan için önemli olan, insandır. Dinsel, ırksal veya kültürel ayrım, şair için önem arz etmez.

2.4. Şiirlerinin Yapı Bakımından İncelenmesi