• Sonuç bulunamadı

Hayat(Ömür/Yaşantı) ve Yaşamak

2.1. Şiirlerinin Tema/Konu Bakımından İncelenmesi

2.1.11. Hayat(Ömür/Yaşantı) ve Yaşamak

Sefa Kaplan, daha çok kendi düşünsel ve duygusal dünyasından yola çıkarak hayat temini şiirlerinde ele alır. Ayrıca kimi şiirlerde hayat kelimesinin eş anlamlısı ömrü ve yaşantıyı kullanır. Dönemine göre değişen bir anlayışla ele alınan hayat izleği, 1923-1940 arası Cumhuriyet Devri şiirine asıl malzeme olarak girer. (Can 2012: 428) Türk ve Dünya edebiyatında her yazar ve şair; kimi zaman kendi hayatından kimi zaman tanıdıklarından, arkadaşlarından, şahit olduklarından yola çıkarak belli bir kesimin veya kendisinin hayatı hakkında eserler kaleme alır. Bu anlamda “yaşantı, edebi esere gerçeklik vehmi veren canlı ve müşahhas unsurların kaynağıdır” (Kaplan 2015: 24) Hayat ve yaşamak konusunu sadece şiirlerinde ele almaz. Düzyazı eserlerinde de her iki konu hakkında düşüncelerini paylaşır. Örneğin; Geç Kalan Adam’da yaşamayı, “yavaş yavaş bütün başlangıçları kendinde bulmak, binlerce yıldır tecrübe edilmiş şeyleri, daha şahsi hale getirerek bir defa daha tecrübe etmek” (S. Kaplan 2013: 275) olarak belirtir. Bir başka eseri Sevda Sürgünleri’nde hayat hakkında, “bütün

cazibe ve cilasına rağmen doğru hayat ya da yanlış hayat gibi tanımların içi bomboştu. Sonunda ölüm olan bir hayat, bütün teorilerden daha hakiki ve bir o kadar da zavallıydı.” (S. Kaplan 2014: 161) der. Gözleri Görmeyen İki Adam’da ise, “hayat, intihar ve inanmak dışında bir alternatif bırakmıyor insana.” (S. Kaplan 2016: 516) diyerek görüşlerini dile getirir.

Manzara şiirinden alınan;

“yaşamak - - ne aldın ne verdin insanlara aktif pasif mesela bilançosu hayatın”

(S.S., s. 49)

dizelerde şair, yaşamaktan yola çıkarak hayatı ekonomik terimlerle tanımlar. Şiirde hayat; kar-zarar hesabına, anamala, sermayeye yaşamak; değiş tokuş aracına/nesnesine insan ise kar amacı güden ticari bir kuruluşa benzetilir. Şair yaşamayı, maddi olarak gören ve menfaat açısından değerlendiren insanları eleştirir. İlk dizede yaşamaya, insanların yüklediği anlamı şair basit bulur. Çünkü onlara göre yaşamak, bir değiş tokuştan ibarettir. Bu değiş tokuş, tamamen maddiyat ve menfaat üzerine kuruludur.

Şair; bencil ve çıkarcı bir anlayışla insanların ilişkilerini kurmasını eleştirir. Bu anlayışı, ikinci dizede örneklendirir. Buna göre yaşamayı egoist ve pragmatist bir temele dayandıran insanlar için hayat, aktif ve pasif bilançodan oluşur. Çünkü toplumu oluşturan bireylerin kendi çıkarları doğrultusunda hareket edip hayatlarının temeline bir tür kar-zarar anlayışını almaları doğaldır. Böylece ilişkilerinin bilançosunu tutarak, aktif ve pasif açıdan değerlendirirler. Buna göre pragmatist ve egoist bireyler için pasif bilanço; umduklarının olmaması, planladıklarının gerçekleşmemesi ve zarar görmeleri anlamına gelir. Aktif bilanço ise umduklarının olması, planladıklarının gerçekleşmesi ve kar elde etmeleri demektir. Şiirde insanların ilişkilerini ticari bir anlayışla kar-zarar döngüsüne göre kurmaları, hayatlarını sadece kar/kazanç amaçlı üzerine odaklamaları ve yaşamayı böyle görmeleri eleştirilir.

Minyatür şiirinde geçen;

“nicedir sirklere taşınan garip bir minyatür gibiyim bir minyatür gibiyim – hayat ağır geliyor menekşelere”

(S.S., s. 20)

dizelerde Sefa Kaplan, tekrir sanatını kullanarak düşünsel ve duygusal dünyasının ne halde olduğunu vurgular. Uzun zamandır içinde bulunduğu durumu anlatır. Buna göre şair; yabancılaşmanın, dışlanmanın ve yalnızlığın pençesindedir. Bu yabancılaşma ve dışlanma, toplumsal açıdan yorumlanacağı gibi kendine de olabilir. Şiir toplumsal

açıdan değerlendirildiğinde Sefa Kaplan, sosyal açıdan kendini minyatür olarak gördüğünü ifade eder. Çünkü toplum; eğlence düşkünü, birbirine ve kendine yabancı, geçici amaçlar/zevkler peşinde, düşünsel ve duygusal kaos içindeki bireylerden oluşan sirk gibidir. Şair, böyle bir toplumda yaşadığı için kendini yabancı, dışlanmış ve yalnız hisseder. Daha önce belirtildiği gibi, Klasik edebiyatta; sevgilinin saçına, kakülüne (Bayram 2007: 215) ve başı eğik olduğu için aşığa benzetilen (Açıl 2015: 17) menekşe, Sefa Kaplan’ın şiirlerinde diğer bütün çiçeklerde olduğu gibi hem mecazi hem de temel anlamda kullanılır. Şair, kendini ve kendi gibi olanları menekşeye benzeterek hassasiyetini, yalnızlığını dile getirir. Çünkü kendine bile yabancılaşmış bireylerden oluşan toplumda yaşanan hayat, taşın(a)mayacak derecede ağırdır. Hayat imgesiyle şair, içinde bulunduğu toplumsal olumsuz şartları simgeler. Diğer açıdan şiir kişisel olarak değerlendirildiğinde, şairin kendine yabancılaştığı söylenebilir. Böyle düşündüğünde sirk imgesi; şairin olmak istemediği, anlaşamadığı, yadsıdığı diğer benini, minyatür olduğu durumu, geldiği noktayı, menekşe olmak/gerçekleştirmek istediğini, hayallerini, planlarını, hayat ise kendi içinde sıkışıp girdap haline gelen düşünsel ve duygusal dünyasını simgeler. Şairin; belli istekleri, hayalleri ve planları vardır. Bu isteği, hayali ve planları gerçekleştiremeyip başarısız olunca kendine yabancılaşır, kendi içine kapanır. Böylece olduğu ile olmak istediği arasında sıkışıp kalır. Kendi beniyle karşı karşıya gelen ve onunla çelişen bir düşünsel ve duygusal girdap içinde yaşadığı bunalımı/zorluğu ifade eder.

Niyaz şiirinden alınan; “ömür dediğin ne ki dolanır burcu akrep acılardan mürekkep”

(M.Ş., s. 36)

mısralarda, ömür tanımlanır. Şaire göre ömür, acılardan oluşan ve akrep burcunda dolaşan bir süreçtir. Akrep burcunu; şairin çok sevdiği ve örnek aldığı Behçet Necatigil’in, şairlerin hayatını üçe ayırdığı gurbet, hasret ve hikmet burçlarından esinlenerek (Çetin 2010: 223) söylemiş olabilir. Böylece Sefa Kaplan; ömrü, kendinden yola çıkarak tanımlar. Buna göre ömür denen süreç şair için zorluklardan, çıkmazlardan, mücadeleden ibarettir. Bu süreç, kroniktir. Düşünsel ve duygusal olarak içinde bulunduğu kaosu anlatır. Zorluktan, çıkmazdan ve mücadelen oluşan bu süreç, şaire acı verir. Ömür; bir ucunda akrep, diğer ucunda acı olan paradoks bir süreçtir. Çünkü zorluklar, açmazlar ve mücadeleler bitmek bilmez. Sonu olmayan olumsuz bu durum içindeyken şair, ömrü(yaşadığı hayatı) acı olarak nitelendirir.

Gazel formuyla yazılan Eskiyen şiirindeki; “hangi gonca hangi ney hangi akşam dallarda uzak yaşantılarda sanki sevmiş alfabesini”

(L.Ş., s. 61)

beyitte tabiat, çeşitli/farklı yaşam ve düşünce şekillerine sahip insanlara teşbih edilerek öznel açıdan ele alınır. Ayrıca şair, istifham sanatını kullanarak bir bilinmeze cevap arar. Şiirde gonca imgesi; kurulan hayalleri, elde edilmek istenenleri, planları vb, Klasik edebiyatta bir ilham kaynağı olarak kullanılan (Pala 2003: 371) ney; dini duyguları, huzuru, dinginliği, akşam; menfi duyguları ve düşünceleri, olumsuz şartları, nefsi istekleri, dallar; çeşitli/farklı yaşam ve düşünce şekillerine sahip insanları, yaşantı; gıpta edileni, hevesleneni, alfabe ise düşünsel ve duygusal değişimi, benimsenen yolu/düşünce tarzını simgeler. Kurulan hayal, plan veya elde edilmek istenen şeyin farklı/çeşitli düşünce ve duygulara sahip bireylerde ne tür tepkilere/değişimlere sebep olur sorusunun cevabı aranır. Şair cevabını, bir ihtimalden yola çıkarak kurulan hayal, plan ve istenen şey -hangi düşünce şekline sahip olursa olsun- bireyin özüne/kişiliğine uygun değilse elde edeceği tek şeyin farklı bir benlik olarak belirtir. Keza aynı sonucu dini duygular, bulunmak istenen huzur ve dinginlik için de ifade eder. Huzuru, dinginliği veya dini duyguları olması gerekende değil de yapay/sahte düşünce şekillerinde aramak, kişiyi farklı noktaya götürür denmek istenir. Diğer açıdan nefsi istekler, menfi duygular ve düşünceler, farklı bireyler de aynı şekilde meydana geldiği için istenenden çok farklı bir noktaya getirir. Fakat olumlu veya olumsuz bütün isteklerin, düşüncelerin, planların çeşitli ve farklı düşünce şekillerine sahip insanlarda, farklılık meydana getireceği belirtildikten sonra gelinen noktanın sevilebileceğini ifade eder. Çünkü gıpta edilen, heveslenen elde edilmiş olur. Şair, gıpta edilenin veya heveslenenin elde edilme sürecinin ne olursa olsun bireyin kendisinden daha farklı bir kişiliğe büründüreceği ve noktaya getireceği kanısındadır. Bu yüzden varılan sonuç, gelinen noktadan çok uzaktır.

Sefa Kaplan’ın şiirlerinde hayat izleği, genellikle bir kavram olarak ele alınır. Bu kavram, doğumla başlayıp ölümle sona eren veya içinde bulunulan zaman dilimini kapsayan bir süreç değildir. Olumlu veya olumsuz şartlar içinde, bütünü kapsayan duygusal ve düşünsel dünyanın şiire yansıtılmış şeklidir. Böylece hayat temi, belli şartlar dahilinde varılan genel bir sonuçtur/çıkarımdır. Ömür, doğumla başlayıp ölümle biten süreci vurgulamak için kullanılır. Şiirlerde içinde bulunulan olumsuz durumu belirtmek amacıyla genel bir süreç açısından ele alınır. Yaşantı ise daha çok ya gıpta

edileni, hevesleneni ya da şimdiki zamana bağlı yaşam şeklini ifade etmek için ele alınır. “İnsanın tek ve en büyük şansı” (Korkmaz 2002: 91) olan ve Türk şiir tarihine yaşama sevinci olarak Garipçilerle giren yaşamak izleğinin, bir azap olarak ele alınması daha temelli bir sorundur. (Yavuz 2005: 113-114)

Şimdi şiirinden alınan; “erişmez bir nevbahar yaşadık- ne değişti yaşamasak kime gam”

(S.S., s. 32)

dizeleri, iki farklı şekilde yorumlamak mümkündür. Birincisi ilk iki mısra; erişmez bir nevbahar, yaşadık - ne değişti diye yazılabilir. Şiir bu açıdan değerlendirildiğinde, şair nevbahar imgesiyle kurduğu hayallerini, gerçekleştirmek istediklerini, olumlu düşüncelerini simgeler. Fakat ne hayaller ne istenenler ne de olumlu düşünceler hayata geçirilir. Olumsuz bu durum, karamsarlığa sebep olur. Şair, daha iyiyi ve güzeli amaçladığını ama bunu gerçekleştiremediğini ifade eder. Üstelik suya düşen hayallere ve gerçekleştirilemeyen planlara rağmen, bu durumun kendisi açısından pek önemli olmadığını anlatır. Çünkü ne değişti sorusuyla, önemsizlik anlatılır. Kurulan hayallerin hayata geçirilememesi, planların gerçekleştirilmemesi gerçeğiyle yaşamak, şair için önem arz etmeyen bir durumdur. Son mısrada ise yaşanan durumun kimsenin umurunda olmadığı dile getirilir. Şair, yaşamak ve yaşamamak arasında bağlantı kurarak nötrleştiğini ifade eder. Çünkü her iki durumunda önemsiz olduğunu belirtir. İkincisi ilk iki mısra; erişmez bir nevbahar yaşadık- ne değişti olarak da düşünülebilir. Bu durumda şairin, zaten erişmez olan hayalleri, planları veya istekleri vardır. Fakat bunların olmaması, hayata geçirilememesi şairi üzmez. Çünkü hayatında değişen bir şey yoktur.

İntihar Şiirleri’nin son bölümünde yer alan 9’da geçen; “istabul’da geceleri

biz olmaktan çıktık artık boğaz tek teselli ruha yaşamaktan bıktık artık.-”

dörtlükte, mekanlar baz alınarak duygusal ve düşünsel tespit/durum dile getirilir. Şair, İstanbul’dayken gecenin gelişiyle değiştiğini belirtir. Gecenin gelmesiyle sadece şair değişmez, kendi gibi olanları da kapsayan bir süreçten bahsedilir. Gece imgesi, kişisel ve toplumsal değişimi/dönüşümü simgelemekle birlikte nefsi istekleri, olumsuz düşünce ve duyguları da imler. İstanbul’da gece olunca şair, nefsani duygulara veya olumsuz/kötü düşüncelere ve duygulara kapılır. Bu kapılma sonucu, bir tür değişim yaşadığını belirtir. Çünkü artık zaman zarfının kullanılmasıyla, gelinen nokta/durum vurgulanır. Gelinen nokta veya durum, şairin ve kendi gibi olanların istemedikleri ama

bildikleri bir değişimden ibarettir. Bu, düşünsel ve duygusal anlamda olumsuz bir “ben” değişimidir. Nefsani arzular, menfi duygu ve düşünceler sarmalındaki şair, İstanbul’un bu durumu beslediğini/tetiklediğini ima eder. Çünkü İstanbul, şair için bu değişimin mekanıdır. Diğer taraftan toplumsal anlamda kültürel değişimler, bireyleri kendi benliklerinden uzaklaştırır. Başka bir kimliğe ve kişiliğe bürünen bireylerden oluşan toplumun gerçek yüzü, gece olunca ortaya çıkar. Üstelik şair için tek avuntu mekanı, boğazdır. Fakat tesellinin de bir sonu vardır. Bu son, yaşamaktan bıkmanın noktasıdır. Şair, kişisel menfi duygu ve düşünce sarmalında yaşayıp kendini teselli etmekten bıktığını vurgular. Böyle bir hayatın kendisine bıkkınlık verdiğini dile getirir.

Sefa Kaplan için duygusal ve düşünsel olarak hayat( ömür/yaşantı) neyse eylemsel açıdan yaşamak da odur. Hayata olumsuz bakan, karamsar bir dünya bakışına sahip şair için yaşamak; adeta bir mecburiyettir, zorluktur, tesellidir. Çünkü yaşamak; sadece yemek, içmek gibi biyolojik ihtiyaçların karşılanması değildir. Şair için yaşamak, duygusal ve düşünsel dünyasını hayatına ne kadar yansıttığıyla paralel anlamdadır. Öte yandan toplumsal olarak olumsuz kültürel değişimler içinde yaşamak, şaire tam bir ıstırap verir. Böyle bir toplumda yaşamaktansa teselliyi ya hayallerde ya alkol/sigara gibi dışsal nesnelerde ya da mekanlarda arar.