• Sonuç bulunamadı

Siyasi Liderlerin Kişisel Özelliklerinin Toplumca Onaylanması (Kişisel Karizma)

B. TOPLUMSAL TEMELLER

3. Siyasi Liderlerin Kişisel Özelliklerinin Toplumca Onaylanması (Kişisel Karizma)

Köken itibariyle eski Yunanca’ya dayanan “karizma” sözcüğü “tanrının lûtfu”, “tanrı vergisi” gibi anlamlar taşımaktadır129. Siyasi iktidarın meşruiyet kaynağı olarak kullandığı figürlerden en önemlisi kahramanlık veya karizmatik liderliktir. Kahramanlık siyasi iktidara psikolojik bir boyut kazandırmaktadır. Meşruiyetin temel amacının toplumsal birliğin ve bütünlüğün bir çeşit dışa vurumunu sağlamak olduğunu varsayarsak, karizmatik liderlik bu dışa vurumun odaklandığı en etkili meşruiyet kaynağıdır. Çünkü karizmatik lider, yönetilenlerin onun şahsında bütünleştiği, ona –taşıdığına inanılan üstün nitelikleri taşımıyor

127 OKTAY, s. 12.

128

WEBER Max, Economy and Society, Berkeley 1968, s. 233. 129 OKTAY, s. 49; KAPANİ, s. 90.

olsa da- olan güvenin inanca dönüştüğü kişidir. Toplumda yerleşik dini inanışlar, geleneksel iktidar ve dolayısıyla meşruiyet onun şahsında birleşmiştir130.

Max Weber’in “karizmatik otorite” tiplemesinde, siyasi iktidarın meşruluk temelinde, bir kişinin olağanüstü sayılan nitelikleri yatmaktadır. Yönetilenler, liderde kutsallık, kahramanlık ya da sıradan olmayan, örnek alınacak ve üstün bir kişilik gördükleri için ona bağlanırlar. Onun kurduğu düzene neredeyse radikal bir bağlılıkla bağlanır ve itaat ederler. Bu özelliklerin liderde gerçekten var olup olmaması çok önemli değildir. Önemli olan, toplumun buna inanmış olmasıdır. Zaten karizmatik otoritenin meşruluğundan söz edebilmek için geniş toplum kitlelerinin, liderlerinin olağanüstü bir takım yeteneklere sahip olduğuna inanmaları gerekir. Bu inanç, lideri “karizmatik” kılacağı gibi, onun siyasi iktidarına da meşruluk kazandırır131.

Karizmatik lider gücünü, siyasi iktidara meşruiyet kazandıran temel ilkelerden alır. Fakat çoğu zaman bu kişilik kendi meşruiyetini ve iktidarını kendisi oluşturur. Oluşan bu iktidar toplumsal rıza ile otoriteye dönüşür. Toplumsal meşruiyet, -lider bunların karşısında olsa da- ya geleneksel, ya dini ya da ideolojik bir kaynaktan beslenir. Bu kaynaklar lidere mitolojik, kutsal, insanüstü özellikler kazandırır. Ancak kazandıkları bu güç ve üstün özellikler, lideri beslendiği meşruiyetten çoğu zaman bağımsız kılar. Lider, artık kendisini meşruiyetin olmazsa olmazı, yasası olarak görmeye başlar. Birlik ve bütünlüğün temelinin kendisini de kapsayan meşruiyet değil, bizzat kendisi olduğunu ilan eder. Bu durum, meşruiyet ve liderliğin örtüşmesi durumudur. Weber’in sezarizm veya diktatörlük olarak nitelediği bu durumda karizmatik olduğuna inanılan lider, artık hiçbir gelenek yahut kurala aldırmayan, özgür biri olarak yönetilenlerin efendisidir132. Kural, karizma sahibi efendinin iki dudağının arasından çıkan söz veya takındığı tavırdır. Ondan kaynaklanan her söz ve tavır, yönetilenler için uyulması gereken bir buyruğa dönüşür133.

Karizmatik lider, toplumun yerleşmiş düzenine ve geleneklerine, en azından bunların bir kısmına karşı koyarak köklü değişikliklere yönelmesi açısından genellikle radikal ve devrimci bir karakter arzeder. Diğer taraftan karizmatik otorite hukukî ve geleneksel otorite tiplerinden farklı olmakla birlikte, onlardan daha kısa ömürlü ve daha az istikrarlıdır. Bunun sebebi çok belirgindir: Çünkü bu iktidar tipinde sadece bir adamın kişiliğine bağlı, onun üstün 130 ÇETİN, s. 53. 131 BEETHAM, s. 24; KAPANİ, s. 91. 132 ÇETİN, s. 53-54. 133 OKTAY, s. 51.

olduğuna inanılan olağanüstü niteliklerinden doğan otorite doğal olarak başka bir kişiye ya da halefe intikal edemez. Kurumsallaşması pek mümkün değildir. Lider hayatta kaldığı sürece kişisel otoritesi var olacaktır. Onun sahneyi terk etmesiyle otorite ya hukukî ya da geleneksel otoriteye dönüşecek ve bu tiplerden biriyle kurumsallaşabilecektir134.

Bir siyasi sistemde iktidar sahibi veya sahiplerinin kişisel nitelikleri vasıtasıyla kendilerine yoğun bir taraftar kitlesi toplayabilecekleri ve bu yolla da otoritelerine meşruluk kazandırabilecekleri siyasetbilimciler tarafından ileri sürülen görüşlerden birisidir. Buradaki “kişisel nitelik” ifadesi, Weber’in karizma kavramıyla benzerlik çağrıştırabilir. Fakat kişisel nitelik, karizma kavramını aşan, ondan daha geniş bir anlam taşımaktadır. David Easton’a ait olan bu çözümlemede, liderlerin mutlaka olağanüstü özelliklere sahip olması gerekmez. Ayrıca, yönetilenlerin gözünde böyle bir imaja sahip olduğu inancının yerleştirilmesi de şart değildir. Asıl olan, her ne şekilde olursa olsun, toplumun desteğini kazanmada etkili ve başarılı olmaktır. Çünkü yönetilenlerin desteğini kazanmak, siyasi iktidarı meşrulaştırıcı bir potansiyel ihtiva eder. Diğer taraftan, Weber’in karizmatik otorite tiplemesinde olduğu gibi burada bir “tek lider” söz konusu değildir. Easton, daha çok alt düzeyde bir “liderler kadrosu”nun rolüne dikkat çeker. Eğer bu liderler kadrosu gerçekten yetenekli ve kaliteli ise onların yürüteceği yönetim, yönetilenlerin rejime bağlılığını artıran ve meşruluk duygusunu kuvvetlendiren önemli bir faktör olabilir135. Easton’ın bu çözümlemesi yönetenlerin kişisel becerileri üzerine oturmuş görünmektedir. Bu beceriler, bazı kişisel yeteneklerle olabileceği gibi eğitim yoluyla sonradan kazanılmış da olabilir. Yukarıdaki açıklamalardan anlaşıldığı kadarıyla, Easton’ın bu çözümlemeyi yetenek, kalite ve organize olabilme gibi özelliklere bağladığını söylemek çok yanlış sayılmamalıdır.

Toplumsal ve siyasi tarih bağlamında bakıldığı zaman, karizmatik olarak nitelendirilebilecek liderlerin hep benzer şartlarda ortaya çıktıkları görülür. Bu dönemler, belli başlı tarihi, sosyal ve psiko-sosyal şartların yarattığı, genellikle toplumsal ve siyasi bunalım ve buhran dönemleridir. Bu tip dönemlerde kitlelerde daima bir kurtarıcı arama ortak içgüdüsü belirginleşir. Doğal olarak, bu kurtarıcı her zaman rastlanılabilecek özelliklerde sıradan bir kişi değildir. Her ne kadar bu üstün özelliklerin liderde bulunduğuna toplum kendisini inandırmış olsa da, sıradan bir kişinin karizmatik bir kişiliğe bürünebilmesi pek mümkün değildir. Kitlelere hükmederken zaman zaman yetkilerini kötüye kullanmış olsalar

134

KAPANİ, s. 91. 135 KAPANİ, s. 94-95.

bile bu adamlar, bazı üstün yeteneklere sahiptirler136. Eski Türk tarihinde bu otorite tiplemesine örnek olarak gösterilebilecek liderler vardır. Moğol toplumu için Cengiz Han, Avrupa Hunları için Attila, Asya Hunları için Mete, tarihin bize sunduğu bilgiler ışığında, karizmatik olarak nitelendirilebilir.

4. Siyasi iktidarın Uyduğu Yasalara Toplumca Rıza Gösterilmesi

Max Weber’ e göre siyasi iktidarı kullananlar üstün emretme ve yönetme güçlerini hukuk düzeninden ve bu düzenin koyduğu kurallardan alıyorlarsa, burada hukukî otoriteden söz edilebilir. Bir başka ifadeyle, bu iktidar tipinde iktidarı elinde bulunduran otorite, yönetme gücünü rasyonel (akılcı) ve herkes için bağlayıcı nitelikteki kurallardan almaktadır137. Bu sistemde meşruluğun kaynağı hukuktur. Siyasi iktidara itaat onun hukuka uygun olarak kullanıldığı inancından doğar. Yönetenlerin iktidara geliş yolları ve yönetim yetkileri hukuk normlarıyla açık olarak belirlenmiştir. Dolayısıyla yönetilenler karizmatik ya da geleneksel otorite tiplerinde olduğu gibi iktidarın şahsına değil, işgal ettiği makama, daha doğrusu hukuk düzenine itaat gösterirler. Siyasi iktidar hukuk normlarının kendisine tanımış olduğu yetkileri yine hukuk çerçevesinde kullanabildiği sürece meşrudur138. Bu düzen beraberinde, yönetilenlerin “kanun önünde eşit olduğu” prensibini de getirir139.

Bu sistemin belirgin özelliği, yönetilenlerin hukuk düzenine olan inanç ve bağlılıklarıdır. Yönetimin yasal ve rasyonel bir temele dayanması, yönetilen kitlenin hukuk kurallarına doğrudan ulaşabilmesi ve onları anlayabilmesi, sistemin istikrarı için önemli yapı taşlarıdır. Hukukî otoritenin meşruluk zeminini, açık ve anlaşılabilir hukuk normlarının toplumsal güveni sağlamlaştırması, yönetici-yönetilen ilişkilerinin karşılıklı güven esası üzerine oturması oluşturur. Toplum, bu rasyonel normlar içerisinde siyasi iktidarın iktidara geliş yollarını, iktidarı kullanırken sahip olduğu yetkileri, bu yetkilerin sınırlarını önceden bilme imkanına sahiptir. Siyasi iktidar hukuken meşru kabul edilen yollarla iktidara geldiği ve toplumsal güven içerisinde iktidarını kullandığı sürece meşru kabul edilir.

Siyasi iktidarın kurulu hukukî düzene uygun davranması ve yönetilenlerin de buna rıza göstermesi bağlamında Easton, Weber ile örtüşen düşünceler ileri sürmektedir. Easton’a göre siyasi iktidarın meşruluğunun diğer bir kaynağı, siyasi yapının ve onun işleyişini düzenleyen

136 KAPANİ, s. 91-92; OKTAY, s. 50.

137 BEETHAM, s. 24; KAPANİ, s. 90; TEZİÇ, s. 104; SAN, s. 68-69. 138

KAPANİ, s. 90. 139 SAN, s. 69.

normların yönetilenler tarafından geçerli olarak kabul görmesidir. Yazarın “yapısal kaynak” olarak nitelediği bu düşünceye göre, rejimin temel kuruluş sistemi ve dayandığı hukuk düzeninin meşru olarak toplumca benimsenişi, bu yapı ve düzen içerisinde öngörülen yollarla iktidara gelenleri ve yine belirtilen sınırlar içerisinde otoriteyi kullananların iktidarını meşrulaştırır140. Yapısal kaynakta asıl olan rejimin kurumsal yapısıdır. Siyasi iktidar bu kurumsal yapının dayandığı normlara bağlılığı ölçüsünde meşrudur, denilebilir.

Geleneksel meşruiyet anlayışının doğasında “sürdürme” amaç ve prensibinin bulunduğunu ifade etmiştik. Hukukî (yasal-akılcı) meşruiyetin belirleyici karakteri ise “değişim”dir. Hukukî meşruiyette temel ilke, içinde yaşanan durumun gereklerine önem vermektir. “İtaat” ve “uyma” akılcı bir süreç gereği, kabul edilen yasal normlara ve kurumlara yöneliktir. “İtaat eden”, yani toplum, toplumsal ve dünyevi birer ürün olan genel kurallarla, yine bu kuralların doğal ve mantıki uzantılarına itaat eder. Bu itaat etmenin altında yatan sebep, itaat edilen kural veya kurumun akılcılığına ve sekülerliğine dair inançtır. Rasyonel kural ya da norm, bir dogma olmadığı gibi, kutsal bir kaynaktan da gelmemektedir. Dolayısıyla ihtiyacı karşılamada yetersiz görülüyor ise değiştirilebilir. Esas olan, kuralın “sürdürülmesi” değil, “ihtiyacı karşılıyor olması”dır141. Akılcı hukuk normlarının kullandığı kavramlar, herhangi bir geleneksel inanıştan, fizikötesi güçlerden, insanüstü yeteneklere sahip kahramanlardan veya dini olgulardan beslenmez. Ortaya koydukları ilişkinin karakteri varılmak istenen amaçla sınırlıdır. Amacı gerçekleştiremeyecek olan kural ortak iradeyle ve rasyonel kurallar çerçevesinde değiştirilebilir.

Hukukî otoritede itaat konusu kural, kurum veya normların, özerk bir anlayışın ve dünyevi bir yaklaşımın ürünü olmak dışında, başka özellikleri de vardır: Kurallar, kavramlar ve kurumlar, kişiler üstüdür, biçimseldir. Toplumu oluşturan bireylerin bölgesel, dini, felsefî ve ırksal özelliklerinin üzerinde ve toplumu yatay bir boyutla kesen, onları siyasi sistemin bir unsuru –vatandaşı- olmak sıfatıyla tanıyan bir karaktere sahiptir. Bireyin kanun önünde eşitliğinin sağlanması, önce kanunların biçimsel ve kişiler üstü nitelikte olmasına bağlıdır. Birey, kanunların kendi tanımlarıyla betimledikleri “yapay” ve “soyut” bir “tür”e mensup bireydir. İşte bu birey “vatandaş” adını alır. Kanun, “vatandaş” olarak tanımladığı bireye, içinde doğduğu toplumsal kümeden kaynaklanan bireysel özelliklerini bile, bu vatandaş kimliğiyle tanır. Hatırlanacağı üzere, geleneksel meşruiyet anlayışı, içinde doğulan kümenin ölçülerini esas alıyordu. Hukukî (akılcı-yasal) meşruiyet, bu anlamda daha anonim, daha

140

KAPANİ, s. 94. 141 OKTAY, s. 43.

kapsayıcı ve yeknesaklaştırıcı bir meşruiyet anlayışıdır. Bu, eşitlik düşüncesinden, eşitliği sağlama kaygısından kaynaklanır. Kanun önünde eşitlik, kişiler üstü ve biçimsel kurallar bütününü gerekli kılar. Bu denklem içindeki muhtemel ilişkiler, özellikleri itibariyle türlere ayrılmıştır. Kanun, türün içine giren bireyleri hedef alan tanımlamalar geliştirir. Böylelikle, kuralın biçimselliği ve dünyeviliği, kuralın düzenlediği ilişki alanına soyut düzeyde hesap edilebilir bir alan olma özelliği kazandırır142.