• Sonuç bulunamadı

İSLAMİYETİN TÜRK SİYASİ İKTİDAR ANLAYIŞINA ETKİLERİ

Hz. Peygamber devrinde bazı Bedevî (göçebe) Arap kabileleri birkaç kez İslamiyeti kabul edip sonra vazgeçmişlerdir. Çağdaş Iraklı sosyolog Ali al-Wardî, bunların başka ülkelere seferler açılıp da büyük zaferler kazanılması sonucunda zengin ganimetler elde edilince tekrar ve kesin olarak İslamiyete girdiklerini belirtmektedir. Yazar bu tutumun nedenini şöyle açıklamaktadır: “…bu seferler onların ceplerini doldurduğu gibi “tagallup”

229 AYDIN, Hukuk Tarihi, s. 124-125.

230 “… İşleri/yönetimleri aralarında şûrâ iledir”, Şûrâ 42/38; “… O halde bağışla onları, af dile onlar için; iş

ve yönetim konusunda da onlarla şûrâya git …”, Âl-i İmran 3/159. 231 CİN/AKYILMAZ, Hukuk Tarihi, s. 83; AYDIN, Hukuk Tarihi, s. 125.

yani “üstün gelip, hükmetme” duygularını da tatmin ederek gönüllerini de dolduruyordu”232. Al-Wardî, Bedevîlerin İslamiyeti kabulünde başka milletlere zorla hükmetme duygusunun etkili olduğunu vurgulamaktadır. Benzer şekilde kökeni Orta Asya steplerine dayanan Türklerin İslam dinini kabul etmelerinde de insanlara hükmetme duygusunun etkili olduğu yönünde düşüncelere rastlanmaktadır233. Kanaatimizce, Türk boylarının İslamiyeti kabulünde bu düşüncenin de etkileri olmuştur. Çünkü Türkler, Orta Asya’dan sürekli olarak Batı’ya doğru göç etmişler ve bu göç yolları boyunca irili ufaklı pek çok devlet kurmuşlardır. Kurdukları devletlerin pek çoğunun tebaasını önemli oranda yerel kavimler oluşturmuştur. İslamiyetin evrensel bir din oluşu ve buna bağlı olarak meşrû hükümdara itaatin esas olması, siyasi iktidarı elinde tutan asıl unsur için önemli bir güç gösterisidir.

İslamiyet öncesi Türk topluluklarında siyasi iktidar ve egemenliğin ilahi bir temele oturduğunu daha önce belirtmiştik. Evrensel bir nitelik taşıyan egemenlik, Tanrı’nın “kut” verdiği kişi tarafından kullanılır ve “kut” siyasi iktidarın meşruiyet zeminini oluştururdu. Kanaatimizce, Türklerin İslam dinini kabulleriyle birlikte siyasi iktidarın ilahi temele oturduğu anlayışında büyük bir değişiklik olmamıştır. Çünkü eski Türklerde ancak Gök Tanrı tarafından kendisine “kut” bahşedilen kimse hükümdar olabilirken; İslam inancında halife ya da hükümdar, “Allah’ın yeryüzündeki gölgesi”dir. Ancak farklılık, evrensellik ve iktidarın kullanımı konularında karşımıza çıkmaktadır. Eski Türklerde egemenliğin evrensel bir amacı bulunmakta ve bu “cihan hakimiyeti” olarak adlandırılmaktaydı234. İslam inancında ise siyasi iktidarın egemenliği yine evrensel bir nitelik taşımakla birlikte, asıl amaç İslam dinini yaymak olmuştur. Dolayısıyla, İslamiyetin kabulüyle birlikte, siyasi iktidarın amaçlarından birisi de İslam dinini yaymak haline gelmiştir. Bu durum, dinin siyasi iktidara meşruiyet sağlayan en önemli unsur olduğunun bir göstergesi sayılabilir. Eski Türklerde daha çok karizma ve gelenekselliğin ağır bastığı otorite anlayışının İslamiyetle birlikte özellikle dini motiflerle bezendiğini söylemek mümkündür.

VIII. Yüzyılın ortalarından itibaren Müslüman olmaya başlayan Türkler, siyasi, dini ve kültürel teşkilatlanma açılarından yeni bir döneme girmişlerdir. Orta Asya’dan sürekli olarak Batı’ya ve Güney’e göç eden Türk boyları, Müslümanlarla çeşitli şekillerde ilişki kurarak, Müslüman Arap yönetimlerinde askeri ve idari görevlerde bulundular. Özellikle

232 al-WARDI Ali, Soziologie des Nomadentums, Darmstadt 1972, s. 129 vd.’dan naklen, AKPINAR Turgut, Türk Tarihinde İslamiyet, İstanbul 1994, s. 57.

233

AKPINAR, s. 76.

Abbasi ve Sasani bürokrasilerinde önemli görevler alan Türkler, kısa zamanda güçlü bir baskı grubu oluşturarak söz konusu devletlerin en üst makamlarına kadar çıkabildiler. X. ve XII. Yüzyıllar arasında Karahanlılar, Gazneliler, Samaniler, Harzemşahlar ve Selçuklular, bağımsız siyasi organizasyonlar olarak belirdiler. XI. Yüzyılın ortalarında İslam halifeliğinin merkezi olan Bağdat’ı ele geçiren Selçukluklar, Halifeliğin koruyucuları olarak diğer Müslüman Türk sultanlıklarına oranla uzun yıllar bölgede egemen bir güç olarak kaldılar235.

Selçuklular, hüküm sürdükleri dönem itibarıyla en güçlü Müslüman Türk sultanlığı olarak, kurdukları siyasi ve idari yapılanma ile kendilerinden sonra gelen Anadolu Selçuklu ve Osmanlı devletlerini etkilemişlerdir. Osmanlı yönetiminin tüm siyasi ve idari kurumları ve dolayısıyla siyasi iktidar anlayışı Selçuklu ve Anadolu Selçuklu devletlerinin devamı niteliğindedir236.

1055’te Selçuklu beyi Tuğrul, kısa zamanda ülkesini genişletip, Bağdat’taki Abbasi halifesinin güvenini kazanmış, halife Kaim Biemrillah, Tuğrul Bey’in başarıları üzerine bir elçi göndererek egemenliğini te’yid etmiştir. Aslında siyasi iktidarı fiilen elinde bulunduran Tuğrul Bey’in egemenliği, Halife tarafından resmen onaylanmış ve meşrulaştırılmıştır237. Yoksa Tuğrul Bey’e siyasi iktidarı veren, halife değildir. 1058’de büyük bir törenle Bağdat’a giren Tuğrul Bey, İslam dinine yaptığı hizmetlerden dolayı halife tarafından kendisine teşekkür edilerek “şarkın ve garbın hükümdarı” ilan edilmiştir238.

Türkler İslam dinine girdikten sonra kendi siyasi ve idari birikimleriyle, İslam yönetim anlayışı ve siyasi iktidar olgusunda bazı farklılıkları ortaya koymuşlardır. Bilindiği gibi, İslamiyette devlet başkanı (halife), Allah’ın elçisi olan Hz. Peygamber’in vekilidir. Halife bu sıfatla “bütün Müslümanların başı” olarak anılır ve insanların dünya ve ahiretle ilgili bütün işlerinin, Kur’an’ın (Şeriatın) emir ve yasakları doğrultusunda gerçekleşmesinden sorumludur. Oysa Türk hükümdarı Tanrı bağışı olan “kut” ile yalnız yeryüzündeki insanları yönetmekle görevlidir. İşte egemenlik anlayışındaki bu farklılık İslam tarihinde ilk defa Büyük Selçuklular devrinde ortaya çıkmış ve Türk hükümdarları dünyayı yönetme yetkilerini

235 DURSUN, s. 121-122.

236 KÖPRÜLÜ M. Fuad, Bizans Müesseselerinin Osmanlı Müesseselerine Tesiri, İstanbul 1981, s. 18-38. 237 KAFESOĞLU İbrahim, “Selçuklular” maddesi, İA, c. X, Ankara 1979, s. 361. Müslüman hükümdarların

İslam halifesi tarafından tanınmalarını sadece bir gelenek ve saygı ifadesi olarak gören yazarlar da vardır: “İslam hükümdarlarının Abbasî hilafetinden menşur almaları, bir meşruiyet dayanağı olmaktan çok, gerek ülke içinde ve gerekse İslam dünyasında bir itibar ve saygı geleneği olarak devam etmiştir.”, KÖSOĞLU Nevzat, Devlet Eski Türkler’de İslam’da ve Osmanlı’da, İstanbul 1997, s. 215-216.

halifeye devretmeyerek kendi uhdelerinde tutmuşlardır. Daha önceki İslam devletlerinde, hatta Gazneliler gibi Müslüman Türk devletlerinde bile devlet başkanları “İslam halifesine bağlı birer Müslüman emir” olarak kalmışlardır. Buna bağlı olarak, halifenin yüksek otoritesini tanıyıp, her türlü icraatta dini çerçeve içerisinde kalmaya gayret etmişlerdir. Buna karşılık Selçuklu Sultanları, hizmette kusur etmedikleri halifeyi sadece saygıdeğer bir vatandaş kabul ediyorlar ve hilafet başkenti Bağdat’ı Türk Selçuklu imparatorluğunun sade bir şehri olarak görüyorlardı. Bozkır Türk devletlerinde vicdan hürriyeti şeklinde, hatta Karahanlılarda meşruiyet prensibi olarak görülen, dünya işlerinin dinden ayrı tutulmasından ibaret bu eski Türk geleneği, halifenin para ve erzak tahsisatını artırmakla yetinen Tuğrul Bey’in saltanat meselelerini tümüyle üzerine almasıyla fiilen yürürlüğe konmuştu. Böylece yerleşik İslam yönetim anlayışında önemli bir değişiklik meydana gelmiştir. Bu anlayışa göre, halife dînî, sultan ise dünyevî olmak üzere birbirine denk iki baş olarak kabul edilmiş, Türk hükümdarı artık halifeye bağlı bir Müslüman emiri değil, fakat siyasi iktidarın gerçek sahibi olmuştur239. Ancak bu ayrımın, hilafetin Osmanlılara geçmesi ile (1517) büyük ölçüde ortadan kalktığı da bir gerçektir240.

IV. KLASİK DÖNEM OSMANLI SİYASİ İKTİDARI

Anadolu Selçuklu Devletinin dağılmasından sonra, Anadolu’da irili ufaklı pek çok beylik boy göstermiş, Osmanlı beyliği de söz konusu beyliklerin küçük bir örneği olarak tarih sahnesine çıkmıştır. XIV. yüzyılın başlarında henüz küçük bir uç beyliği olan Osmanlı Beyliği, 150 yıl içinde bir dünya devletine dönüşerek, imparatorluk olmuştur. Kuşkusuz, tarih içerisinde Türklerin kurduğu en büyük ve en uzun ömürlü devlet, Osmanlı Devleti’dir. Osmanlı, bir devlet olmasının yanı sıra, asli unsurunu Türklerin oluşturduğu bir medeniyet olarak tarihteki yerini almıştır. Konumuz itibariyle bizi Osmanlı Devleti’nde siyasi iktidarın görüntüsü ilgilendirmektedir. Bundan sonraki açıklamalarımızda, Osmanlı siyasi iktidarının kaynağı, yapısı ve meşruluk temellerinin neler olduğu gibi sorulara cevap aranmaya çalışılacaktır.

239

KAFESOĞLU, Türk Milli Kültürü, s. 346. 240 Konuyla ilgili açıklamalara ileride değineceğiz.

A. BEYLİKTEN DEVLETE GEÇİŞTE SİYASİ OTORİTE