• Sonuç bulunamadı

Siyasi iktidar-yönetilen denkleminde uzlaştırıcı ve istikrarı sürekli kılma yönünde bir rol üstlenen meşruluk, bu denklemin olmazsa olmaz unsurunu teşkil ederken, aynı zamanda yapısal açıdan da bir harç işlevi görür. Siyasi iktidar-yönetilen ilişkilerinin meşruluk zeminine oturması bu ilişkinin kurulduğu sistemin sürekliliğini, dayanıklılığını, istikrarını sağlar. Öyle ki meşruiyet, siyasi iktidarın varolma sebebini belirleyen en üst anlam dünyasıdır.

Tezimizde buraya kadar yapmış olduğumuz açıklamalar, meşruluk kavramının tarihî süreçte kazandığı siyasi ve sosyal anlamlarla ilgilidir. Kavramın esası, ona temel olan ve olabilecek değerler, kavramlar ve olgular bu bölümde sergilenmeye çalışılmıştır. Bu açıklamalar doğrultusunda, meşruluk kavramının tarih boyunca yöneten-yönetilen ilişkisinin temeli olduğu sonucu göz ardı edilemez bir gerçektir.

Meşruluğun çok çeşitli kaynakları olabilir ve bunlar yukarıda da görüldüğü gibi, çok değişik sınıflandırmalara tâbî tutulabilir. Toplumsal değer yargılarını bir kenara bırakacak olursak, siyasi sistem açısından önemli olan, yönetilenler arasında siyasi iktidarın haklı olarak

kullanıldığı inancının yerleşmiş olmasıdır. Söz konusu inanç meşruiyeti ifade eder. Bu inancın zayıf ya da kuvvetli olması o iktidarın siyasi açıdan meşruiyetinin profilini gösterir. Eğer toplumun iktidarın haklılığına ilişkin inancı zayıf ise bu düşük meşruiyetin hakim olduğu bir siyasi rejimi ifade eder. Buna karşılık, toplumda siyasi iktidarın meşruiyetine dair inanç güçlü ve yaygın ise bu siyasi rejim yüksek bir meşruiyet anlayışı ile kuvvetlenmiş, istikrarlı bir rejimdir.

Düşük meşruiyet temeline oturan rejimlerde siyasi iktidar zayıf bir desteğe sahip olduğundan, yaşanacak herhangi ciddî bir bunalım, bir rejim sorununa dönüşebilir. Bu, çözülme ve çökme gibi yapısal felaketleri de beraberinde getirecektir. Çözülmelere iktidarın vereceği tepki otorite kullanmaktan çok, sertlik ve cebir kullanma şeklinde olacağından, siyasi karmaşa bir meşruiyet krizi ile yoğunluk kazanabilir. Buna karşılık, yüksek meşruiyet temeline dayanan bir siyasi iktidar ve siyasi rejim için durum farklıdır. Burada sağlam temellere oturmuş, istikrarlı, otoritenin gerektiği gibi ve yerinde kullanıldığı bir sistem söz konusudur. Bu rejimde iktidar yönetilenlerin geniş desteğini sağlamış olduğu için sistem, ciddî sarsıntılara bile dayanabilecek tedbirlerle donanmıştır. Siyasi iktidarın sahip olduğu yoğun destek, meydana gelebilecek sarsıntının bir rejim sorunu olmasını engelleyecektir. Sistem, yönetilenin destek ve rızası ile yönetenin otoritesinin ideal uzlaşımını muhafaza edebildiği sürece bir meşruiyet krizi de doğmayacaktır.

Sonuç olarak, yönetilenlerin siyasi iktidara gösterecekleri rıza ve itaatin sebepleri çok çeşitli olabilir. Bütün bu açıklamalar ışığında, siyasi açıdan meşruluğun herhangi bir siyasi iktidar veya toplum için birebir değerlendirilebilecek objektif bir kriterinin olamayacağı ortadadır. Yukarıda belirtmeye çalıştığımız meşruluk temellerinin pek çoğu her siyasi iktidarda az ya da çok bulunabilir. Veya toplumun siyasi iktidara itaatine temel olabilecek değer yargıları ve ilkeler farklılık gösterebilir. Siyasi iktidar açısından önemli olan, yönettiği toplum tarafından benimsenmesi ve yönetilenlerin kendisine olan itaatinin toplumun beslediği yaygın bir inanca dayanmasıdır. Bu itibarla, temeli her ne olursa olsun meşruluk, siyasi iktidarın egemenliğinin en aslî dayanağıdır.

İKİNCİ BÖLÜM

TANZİMAT DÖNEMİNE KADAR OSMANLI DEVLETİNDE SİYASİ İKTİDARIN MEŞRULUK TEMELLERİ

Osmanlı Devleti’nin kuruluşundan 1600’lü yılların başına kadar devam eden süreç, genel olarak “klasik dönem” olarak nitelendirilmektedir. Tezimizin bu bölümü, Osmanlı Devleti’nin klasik dönemi (1300-1600) ile XVII. yüzyılın başlarından Tanzimat Fermanı’nın (Gülhane Hatt-ı Hümayûnu) ilan tarihi olan 1839 yılına kadar süren döneme ayrılmıştır. Klasik Dönem, Osmanlı uygarlığının ve siyasi iktidarının kendine özgü özelliklerinin ve belirleyici vasıflarının oluştuğu, devletin ve siyasi iktidarın kurumlaştığı dönemi ifade etmektedir. Öyle ki, İstanbul’un fethinin gerçekleştiği XV. Yüzyılın ortalarından başlayarak XVI. Yüzyıl boyunca Osmanlı siyasi iktidarı tüm kurumlarıyla gelişimini sağlamış ve sistemini karakterize etmiştir. Tarihçilerin genellikle 1600 yılına kadar sürdüğünü kabul ettikleri bu dönemden sonra Osmanlı Devleti durağan bir yapıya bürünmüş, ardından gerileme ve çözülme süreci başlamıştır. Gerileme süreci içerisinde, kötü gidişe yönelik olarak zaman zaman çeşitli tedbirler alınmaya çalışılmış, ancak bu tedbirler Tanzimat’a kadar karakteristik bir görüntü sergilememiştir.

Bu bölümde öncelikle Türkler ile aynı coğrafyada hüküm sürmüş bazı eski uygarlıkların siyasi iktidar yapılarına kısaca temas edilecektir. Ardından Türklerin İslamiyeti kabulünden önce kurmuş oldukları başlıca devletlerde siyasi iktidar ve iktidarın meşruiyeti konusu incelenmeye çalışılacaktır.

Türklerin İslamiyeti kabulü ile birlikte, siyasi iktidarın meşruiyeti konusuna ilişkin inancın geçirdiği değişim bu bölümün bir diğer önemli inceleme konusu olacaktır. Ardından kuruluşundan itibaren Osmanlı siyasi iktidarı ve meşruiyet temelleri gözden geçirilmeye çalışılacaktır.

I. BAZI ESKİ DEVLETLERDE SİYASİ İKTİDAR VE MEŞRUİYET OLGUSU İslamiyet öncesi Türk devletlerinde siyasi iktidarı ve iktidarın meşruluk temellerini daha iyi anlayabilmek için, tarih boyunca birbirine yakın coğrafyalarda hüküm sürmüş bazı devletlerin ya da uygarlıkların iktidar ve meşruiyet olgularına kısaca göz atmak yararlı olacaktır. Çünkü, devletlerin birbirleriyle giriştikleri askerî, siyasi ve kültürel münasebetler sonucunda karşılıklı bir etkileşime girmeleri kaçınılmazdır. Ülkeler aynı coğrafyada olsun olmasın, karşılıklı olarak pek çok müesseseleri, kurdukları ilişkiler sonucunda birbirlerine

aktarmışlar, birbirlerinden etkilenmişlerdir. Bu sebeple başta Çin olmak üzere, eski Türk devletleriyle çeşitli münasebetleri olmuş Moğol, İran (Fars), Roma ve Eski Yunan gibi uygarlıklar buradaki inceleme konularımız olacaktır.