• Sonuç bulunamadı

Bir Meşruiyet Zemini Olarak Meclis-i Meşveret

A. III SELİM DÖNEMİ: SANCILI “YENİ DÜZEN”

3. Bir Meşruiyet Zemini Olarak Meclis-i Meşveret

Türk ve İslam siyasi geleneğinin önemli öğelerinden biri olan meşveret594, Osmanlı Devleti’nin erken ve klasik döneminde Dîvan-ı Hümâyûn595 ile geniş bir uygulama alanı bulmuştur. Fakat zamanla veziriazamın dîvanı olan İkindi Dîvanı’nın devlet yönetiminde önem kazanması Dîvan-ı Hümâyûn’un sadece teşrifat için toplanır hale gelmesine yol açmıştır. Bununla birlikte klasik Osmanlı geleneğinde meşveret uygulaması sadece Dîvan-ı Hümâyûn ile sınırlı kalmamıştır. Devletin hemen hemen her döneminde, payitahtta ya da seferde meşveret kurullarının oluşturulduğu bilinmektedir. Meşveret, devlet yönetiminde sorumluluğun paylaşılmasını, alınacak kararlar üzerinde siyasi ve sosyal elitin amaç ve fikir birliği sağlamasını hedefleyen bir uygulamadır596.

XVIII. Yüzyılın ikinci yarısından itibaren, meşveret meclislerinin daha sık bir biçimde toplanmaya başlayarak, devlet yönetiminde etkili bir konuma yerleştiği görülmektedir. Özellikle I. Abdülhamid ve III. Selim dönemlerinde meşveret meclisinin toplantıları periyodik bir düzene kavuşmuştur. Meclisin bu dönemde ön plana çıkmasında kuşkusuz Dîvan-ı Hümâyûn’un bozulmasının ve önemini yitirmesinin etkileri vardır. Ancak daha çok 1768- 1774 Osmanlı-Rus savaşından sonra yaşanan sorunlar, bu meclisleri daha etkin ve önemli hale getirmiştir. Söz konusu savaşın ardından ülkede ciddi bir buhran ve siyasi kargaşa dönemi başlamıştır. Bu şartlar içerisinde meşveret meclislerinin önem kazanması; sorunların çözümünde karşılıklı görüş alışverişinde bulunarak sorumluluğu yaymak, paylaşmak ve geniş bir uzlaşma kültürü oluşturarak alınan kararı yönetilenlerin gözünde meşrulaştırmak düşüncesiyle açıklanabilir597.

Meclis-i Meşveret, devletin tüm iç ve dış önemli sorunlarının görüşüldüğü bir kurul olmuştur. Bu çerçevede, savaşa ve barışa karar vermek, iç güvenlik sorunlarına çözüm aramak, mali konularda görüş bildirmek ve bu konuda yapılacak uygulamaları görüşmek gibi önemli konular meclisin görev alanı içerisinde olmuştur. Özellikle I. Abdülhamid

594 Sözlük anlamı itibariyle meşveret; danışma, konuşup anlaşma, fikir edinmek için konuşup görüşme, görüşme meclisi gibi anlamlara gelmektedir. Osmanlıca-Türkçe Ansiklopedik Büyük Lügat (Hazırlayanlar: Abdullah Yeğin, Abdülkadir Badıllı, Hekimoğlu İsmail, İlham Çalım), c. 2, İstanbul 1981, s. 1347.

595 Dîvan-ı Hümâyûn hakkında daha önce ayrıntılı bilgi verildiği için burada üzerinde durulmayacaktır. 596

AKYILDIZ Ali, Osmanlı Bürokrasisi ve Modernleşme, İstanbul 2004, s. 31. 597 AKYILDIZ, s. 32.

döneminden itibaren meclisin görev ve yetkileri arttığı gibi, meclis üyeleri de belirginleşmiştir598.

Meşveret meclisine katılacak kişiler ve görüşülecek konular, genellikle padişahın sadrazama yolladığı bir hatt-ı hümâyun ile önceden belirlenirdi599. Bununla birlikte, sadrazam da meclisin toplanmasını bir telhisle padişaha önerebilirdi. Toplantılar padişahın başkanlığında yapılır, eğer padişah katılmamış ise bu görevi sadrazam yerine getirirdi. Görüşmelere başlamadan önce katılımcılara gündem hakkında bilgi verilir, daha sonra görüşmelere başlanırdı600. Eğer görüşülecek konular, üzerinde düşünülmeden karar verilemeyecek kadar önemli görülürse, konuyla ilgili bilgi ve belgeler toplantıya katılacak olanlara önceden verilirdi. Böylece mecliste görüşülüp karara bağlanan konular kayda geçirilerek bir telhis ile padişaha sunulurdu601. Ayrıca toplantıya katılmayan fakat görüşülen konuyla ilgili olduğu düşünülen kimselere de toplantı hakkında bilgi verilirdi602.

Meclis toplantılarında farklı rütbe ve statüdeki görevlilerin bir arada bulunmaları meclisin sağlıklı çalışmasını engelleyen ciddi bir sorun olmuştur. Çünkü, doğal olarak düşük rütbe ve statüde bulunan kimselerin, üstlerinin yanında serbestçe fikirlerini ileri sürebilmelerinin güçlüğü ortadadır. Kaldı ki bu fikirler, rütbe ve makamca üst konumda olan kişilerin düşüncelerine muhalif bir çizgide ise durum daha da zorlaşacaktır. Her ne kadar gerek padişah, gerek sadrazam tarafından mecliste her türlü fikrin açık açık konuşulması yönünde telkinler verilse de603 bu telkinlerin uygulamada çok etkili olduğunu söyleyebilmek zordur604.

598 SARICAOĞLU Fikret, Kendi Kaleminden Bir Padişahın Portresi: Sultan I. Abdülhamid (1774-1789), İstanbul 2001, s. 130; İPŞİRLİ Mehmet, “Osmanlı Devlet Teşkilatı”, Osmanlı Devleti ve Medeniyeti Tarihi (ed. Ekmeleddin İhsanoğlu), c. I, İstanbul 1999, s. 187-189; MUMCU, Dîvan, s. 157.

599 MUMCU, Dîvan, s. 157. 600 AKYILDIZ, s. 32.

601 KÜTÜKOĞLU Mübahat S., Osmanlı Belgelerinin Dili (Diplomatik), İstanbul 1994, s. 327; DOĞAN Muzaffer, Sadaret Kethüdalığı (1730-1836) (yayınlanmamış doktora tezi), İstanbul 1995, s. 132; MUMCU, Dîvan, s. 162; SARICAOĞLU, s. 96.

602 DOĞAN, s. 132; AKYILDIZ, s. 33.

603 I. Abdülhamid’in Kırım meselesi ile ilgili olarak yapılmasını istediği meşveret toplantısı hakkında dönemin sadrazamına gönderdiği hatt-ı hümâyûn, bu tip telkinler içermektedir: “Benim vezirim, İşbu manzur-i

hümâyunum olan hülâsayı meclise cem’ olunacak erbâb-ı meşverete ifâde eyliyesîz. Hazîne ahvâlini ve sâir lâzım olan her ne ise cümlesini mülâhaza lâzımdır. Sefer bunlara tevakkuf eder, gayri şerî’atimizin iktizâsı ve cümlenin ittifakıyle ve meşveretleri kararıyle amel olunsun, ammâ sonra şu şey bilinmedi ve söylenmedi deyû kimse kimseye bahâne bulur ise ve meclisten sonra şöyle mülâhaza gerek idi deyû i’tiraz-gûne söz söyler olur ise söylemesi vâcib olan vakitde sükût edüp sonra böyle nifâkâmiz fi’l ve hareket her kimden südûr eder ise Kur’an-ı münzel hakkıyçün ol-makûle kimse cezasın bulur, ona göre hâlimizi ve vaktimizi ve tedârükâtımızı eyüce fikr eylesünler iki kavî düşmandan her hâlimizi gereği gibi mülâhaza ve kimse hakkı

Mecliste görüşülen konuyla ilgili fikirler ve çözüm önerileri hakkında herkesin fikirleri sorulmuş ve sonuçta kararlar oybirliği ile alınmıştır. Zaten meşveretin amacı da bu olmuştur: Önemli devlet meseleleri hakkında verilecek kararların sorumluluğunun birkaç kişi tarafından değil, meclise katılan herkes tarafından paylaşılması arzu edilmiştir. Bunun için zaman zaman kararların oybirliği ile alınmasının bizzat padişahın isteği olduğu üyelere önceden hatırlatılmıştır605. Konuya örnek olarak, III. Selim’in bir hatt-ı hümâyûnu ilgi çekicidir: “Kaymakam Paşa, mukaddem ki meşveretimizde senin sefere hareketin farz mesabesinde, elbet gidersun deyu bana cevab verdiniz. Ben de giderim dedim. Ben o vakit ibtida (boşuna) giderim demedim idi. Bu reyi siz ettiniz ve kapıya hat yazdırıp bütün dünyanın diline düşürdünüz. İsveçli elçi senin dahi tahririnde eşittik, mesrur olduk deyu yazmış idi. Bu kadar Frenk devletleri ve bu kadar Ocaklar ve âmm (kamu) beyninde ben kendimi yalancı ve kezzâb (iftiracı, müfterî) dedirtmem ve yalan söyleyen padişahlar hakkında ne olduğunu bilürsünüz. Ben sizin tutumunuzdan benim sefere gitmemi aksi ve sed çekmem. Zira padişah az levazımla kalkamaz. Elbette şimdiden hazırlanmalıdır. Sizde hiçbir hareket yoktur. Melûke söz bir yakuşur, gerek cenk ve gerek sulh. Ben elbet baharda Edirne’ye olsun hareket ederim. Eğer bir mânî çıkarup beni ben ider iseniz ve beni bu kadar âlemin ve Avrupa beyninde rezil ider iseniz o meşverette bulunanların cümlenizi vallah rezil ederim. Sonra kendiniz bilürsünüz. Bugün kapıya yarın gelecek adamları çağırup bir meşveret-i rabıta verüp öyle gelesiz.”606

Gerek yukarıdaki bilgiler gerekse söz konusu hatt-ı hümâyûn da göstermektedir ki, meclisin oybirliği ile karar vermesine yönelik isteklerle, yapılacak işlerin ve verilecek kararların sağlam bir meşruiyet zeminine oturtulması amaçlanmaktadır. Ayrıca mecliste fikirlerin açıkça ifade edilmesine yönelik olarak padişahın ve sadrazamın telkinleri de bu meşruiyet zeminini güçlendirmek için ileri sürülen telkinler olarak düşünülebilir. Bu

ketm etmeyüp cümlenin ittifâkı taraf-ı hümâyûnuma arz oluna, …”, AHMET VÂSIF EFENDİ, Mehâsinü’l- Âsâr ve Hakâikü’l-Ahbâr (yayına haz. Mücteba İlgürel), Ankara 1994, s. 89-90. Aynı konuda sadrazamın uyarıları da dikkate değerdir: “…Devlet-i Âliyye’nin hayırhâh kullarısınız, hatırınıza gelen her ne ise ya’ni

Devlet-i Âliyye’ye göreceng etmek veyahud sened-i mezkûru vermek şıklarından kangısı hayırlu ise ketmetmeyüb söyleyesiz, bu iş Devlet-i Âliyye’nin işidir, bir türlü vesvese etmeyesiz, filân şöyle söyledi ve filân böyle söyledi deyû gücenmek yoktur. Eğer bu mecliste söylenen söz içün gücenüp söyleyen kimseye nefsâniyyet eyler isem Allah’ın kılıncına uğrayayım, hakkı ketmedüp söylemeyen dahi mu’aheze-i

İlâhiyye’ye mahzar olur, cümlemiz ind-Allah rûz-i cezâda mes’ûl olacağız, huzûr-ı Hakk’da ne şekil

söyleyecek iseniz bu meclisde dahî ol vechile söyleyesiz, bunda büyüklük küçüklük olmaz.”, AHMET VÂSIF EFENDİ, s. 90.

604 MUMCU, Dîvan, s. 161. 605

AKYILDIZ, s. 35.

telkinlerde dinî sorumluluklara ve müeyyidelere atıflar yapılması konunun bir başka dikkat çekici boyutudur. Din, Osmanlı siyasi iktidarı tarafından önemli ve etkili bir baskı aracı olarak kullanılmaya devam edilmektedir.

Sonuç olarak Meclis-i Meşveret, özellikle I. Abdülhamid, III. Selim ve II. Mahmud tarafından etkin bir şekilde kullanılmıştır. XVIII yüzyılın sonlarından itibaren Osmanlı siyasi iktidarı, bir ya da birkaç kişinin kararıyla uygulamaya konulamayacak derecede önemli devlet meselelerini görüşmek, sorumluluğu mümkün olduğu kadar geniş bir tabana yaymak ve alınan kararlara meşruluk kazandırmak için meşveret meclislerine önem vermiştir. Değişik güç odaklarının (Kalemiye, İlmiye ve Seyfiye) temsilcilerinin mecliste bulunup, alınan kararlara ortak edilmesi, özellikle savaş dönemlerinde onların desteğini alarak mücadeleyi yürütmek açısından önem taşımıştır. Bu noktada, meclis kararlarının meşruluğunda ve bu kararların dine uygunluğu konusunda görüş bildiren, başta şeyhülislam olmak üzere ulemanın meclisteki konumu ve temsili de önem kazanmıştır. Böylelikle, ulemanın Meclis-i Meşveret’ de yüksek bir temsile ve nüfuza sahip olduğu anlaşılmaktadır. Osmanlı siyasi iktidarı için bu durumun nedeni ve önemi açıktır. Meclis kararlarına ilmiyenin ortak edilmesiyle, hem çıkması muhtemel muhalif seslerin önüne geçilmeye çalışılmış hem de alınan kararların halkla iç içe olan ulema kanalıyla tabana anlatılması sağlanmıştır. Ayrıca ulemanın reyi, alınan kararların halkın gözünde meşruluğunu sağlamak için gerekli olduğu kadar yeterli de olmuştur607. Çünkü din, Osmanlı siyasi iktidarı için hala geçerli bir meşruiyet dayanağı olmaya devam etmektedir. Bununla birlikte, din Osmanlı siyasi iktidarının hareket alanını sınırlayan önemli unsur olma özelliğini de sürdürmektedir. Meşveret Meclislerinde ulemanın bu kadar ektili olması, başka bir ifadeyle, tartışılan her konuda padişahın ulemanın görüşlerine önem vermesi, son dönemde Osmanlı siyasi iktidarı için dinin önemini ortaya koyan gelişmelerdir608.