• Sonuç bulunamadı

BÖLÜM 3. SİMÜLASYON EVRENİ

3.1. Simülasyon Kuramı

Batı uygarlığını başka bir deyişle Aydınlanmayı başarmış, modern toplumları içine alan simülasyon kuramıyla Baudrillard artık kendisinin bir parçası olduğu Batı toplumunun hedef ve amaçlarını yitirdiğini ve bir kısır döngü içine hapis olduğu ve bu kısır döngüden de nasıl kurtulacağını bilemediğini ama her şeye rağmen de bu simülasyonun devam etmesinden yana olduğunu çünkü yitirdiği manevi değerlerden sonra maddi olarak da bir kayıp yaşamamak yani sahip olduğu maddi zenginliği kaybetmemek adına mevcut yapının devamlılığını istediğini ifade eder. Batı toplumunun en önemli problemi modernleşmenin sonucunda bugün ideolojik, politik, felsefi, kültürel düzeyde bir model olma özelliğini yani simgesel anlamını kaybetmiştir.

Simülasyon evreni, işte bu bitmişliğin gizlenmeye çalışıldığı evrenin kendisidir (Adanır, 2017, s.27).

107

Bir köken ya da bir gerçeklikten yoksun gerçeğin modeller aracılığıyla türetilmesine hipergerçek yani simülasyon denilmektedir (Baudrillard, 2016 b, s. 13-14). Baudrillard’a göre, modernizmi deneyimleyen Batı toplumlarında gerçeklik ortadan kalkmış ve onun yerini gönderen sistemlerinin tasfiye edildiği, düşsel ve gerçekliğin ayrımının yapılamadığı simülasyon almıştır. Gerçek yerini işlemsel görünümlere bırakmıştır. Göstergeler “şeyler” vardır ancak şeylerin bilgisinin aktarımını etkileyen, epistemolojik töz sistemini simülasyona çeviren araçlar vardır.

Diğer bir deyişle, simülasyon her türlü gerçekliğin yerini işlemsel ikizine bıraktığı bir caydırma olayıdır.

Baudrillard gerçeklik ile simülasyon arasındaki farkın ne kadar karmaşık bir yapıya sahip olduğunu “gizlemek” ile “simüle etmek” terimleri arasındaki anlam farkından yola çıkarak anlatmaya çalışmıştır. Sahip olunan bir şeye sahip değilmiş gibi davranmak; bir varlığın yadsınmasını ifade eder ve “gizlemek” terimiyle ifade edilirken, sahip olunmayan şeye sahipmiş gibi davranmak; yokluğun yadsınmasını ifade eder ve

“simüle etmek” terimiyle ifade edilir. Birincisi varlığa ikincisi ise yokluğa gönderme yapar. Baudrillard simüle etmek ve gizlemek arasındaki farkı tıp alanından bir örnek vererek açıklar.

Hastaymış gibi yapan kişi yatağa uzanıp bize hasta olduğuna inandırmaya çalışır. Bir hastalığı simüle eden kişi ise kendinde bu hastalığa ait semptomlar görülen kişidir (Baudrillard, 2016 b, s.16). Hasta olmayan birisi de hasta olan birisinin gösterebileceği semptomları gösterebilir. Hastalığı simüle eden kişi gerçek hastanın gösterebileceği tüm semptomları gösterdiğinden hasta olmadığı söylenemeyeceği gibi hasta olduğu da söylenemez. Semptomlar tasarlanarak oluşturulabiliyor yani doğal bir olgu özelliğini kaybetmişse, her hastalığında simüle edilebileceğini düşünebiliriz. Buna göre, simülasyon, gerçeğin tüm verilerine sahip olan ama gerçek olmayan şeydir.

Buradaki en önemli hususun altını çizmekte fayda var. Bir şeyi taklit etmek, hayal etmek, düşlemek ya da gizlemek gerçeklik ilkesine zarar veremez çünkü gerçek ve bu terimlerin ifade ettiği durumlar arasında her zaman bir fark vardır ancak simülasyon gerçek ile düşsel, gerçek ile taklit ya da gerçek ile parodi arasındaki farklılıkları yok eder ve yerine ikizini koyar. Bir başka deyişle, simülasyon sahte ya da

108

taklit olanı anlamamıza yarayan gerçekliği yok ederek hem gerçekliği hem de sahtesini yok eder ve referansı yani göndereni yok edilen, içinde yaşanılan durum ne gerçektir ne de sahtedir. Bir göndereni olmayan, gerçeklik olarak algılanmak isteyen görünümler;

simülakrlar vardır. Simülasyon, simüle etmek ve simülakr terimlerinin anlamlarının bilinmesi Baudrillard’ın Simülasyon kuramının anlaşılması açısından önemlidir.

Simulakr: Bir gerçeklik olarak algılanmak isteyen görünüm.

Simüle etmek: Gerçek olmayan bir şeyi gerçekmiş gibi sunmak, göstermeye çalışmak.

Simülasyon: Bir araç, bir makine, bir sistem, bir olguya özgü işleyiş biçiminin incelenme, gösterilme ya da açıklanma amacıyla bir maket ya da bir bilgisayar programı aracılığıyla yapay bir şekilde yeniden üretilmesi (Baudrillard, 2016 b, s. 7).

Baudrillard yapmış olduğu tanımlamaların örneklerini tıbbın yanı sıra ordudan ve dinden de verir. Bugün ordu da karar vericilerin simülatörler karşısında daha açık belirtmek gerekirse askerlik için elverişli olmadıklarını göstermek amacıyla deli rolü oynayanlarda görülen semptomların üretilmiş mi yoksa gerçek mi olduğuyla ilgili olarak kararsız kaldıkları görülür. Eskiden belli kanıtların ışığında bu kişiler cezalandırılırken, bugün eğer bir deliyi bu kadar iyi taklit edebiliyorlarsa gerçekten delidirler düşüncesini yeğlemektedirler (Baudrillard, 2016 b, s. 17).

Din konusunda ise tanrısal güç simülakrı ikonalar üzerinden örneklendirilir.

İkonalar aracılığıyla görüntüler Tanrı düşüncesinin yerini alabilmektedir. Bunun bir başka adı ise imgelerle oynanan bir tanrı yaratma oyunudur. Baudrillard’a göre ikonoklastları korkutan ikonaların Tanrı düşüncesini insanların zihninden silip atabileceklerini sezmenin yanı sıra, sonuç itibarıyla bu korkunç hakikatın Tanrının asla var olmadığı, yalnızca üretilen simülakrları aracılığıyla var olabildiği hatta kendi simülakrlarından başka bir şey olmadığı düşüncesine farkına varmalarıdır. Simülakr bu durumda göndereninden daha gerçek bir hal almıştır (Baudrillard, 2016 b, s. 18).

İkonoklastlar eğer simülakrların Tanrı düşüncesini sadece gizleyeceklerini düşünselerdi imgelere savaş açmaz ve onları yok etmeye çalışmazlardı.

109

Baudrillard tıp, ordu ve din alanlarından verdiği bu örneklerle bir yandan simülasyonun ne kadar karmaşık bir yapıdan oluştuğunu anlatmaya çalışırken diğer taraftan da imgenin/göstergenin Tanrı bile simüle edilmiş, Tanrı’ya olan inanç, göstergelerine bir başka deyişle imge ve ikonlara indirgenmiştir diyerek öldürücü gücünü vurgulamaktadır. İmgeler/göstergeler ölümcül bir güce sahiptir çünkü göstergenin işlevi gerçekliği ortadan kaldırmak ve bu ortadan kaldırma ya da kaybolma durumunu da perdelemek olmuştur (Baudrillard, 2019a, s. 18). Bizans ikonalarının Tanrının varlığını yok etmesi bu durumu en güzel şekilde ifade eden örnektir. Öldürücü bir güce sahip imgenin karşısına, gerçeğin görünen ve algılanabilen yanlarını sunan yeniden canlandırmanın diyalektik gücüyle çıkılmaktadır. Batı, bu yeniden canlandırma olayının önemine ya da göstergenin derin bir anlama sahip olabileceğine, bir göstergenin, bir anlamın yerini alabileceğine ve bir şeylerin —bu tabii ki Tanrı'dır— bu değiş tokuşun gerçekleşmesini sağladığına bütün kalbi ve iyi niyetiyle inanmaktadır (Baudrillard, 2016 b, s. 19). Tanrının simüle edilmesi, ya da Tanrı inancının göstergelerine indirgenmesi, sistemin simülasyona doğru yuvarlandığının bir kanıtıdır.

Simülakr gerçek dışı olan bir şey değildir, göndereni olmayan, başlangıç ve bitiş noktalarının belirsiz olduğu, sürekli kendini yenileyen bir kapalı devre içinde, gerçeğin değil yalnızca kendi kendinin yerine geçebilen bir göstergedir.

Yeniden canlandırma gösterge ve gerçeklik arasında eşdeğerlilik ilkesinin bulunduğunu kabul etmek demektir. Ancak simülasyon göstergeyi bir değer olarak reddeder ve düşman olarak algılar. Simülasyonu emmeye çalışan yeniden canlandırmaya karşılık, simülasyon yeniden canlandırma düzenini bir simülakra dönüştürür.

3.2 Göstergelerin Evreleri

Baudrillard 1970’lerden sonraki dönemi simülasyon ya da hipergerçeklik evreni olarak adlandırır ve hipergerçeklik öncesi imge/gösterge temelinde belirli dönemleri ifade eder. Ona göre İmge/Gösterge dört farklı süreçten geçmiştir. Birincisi derin bir gerçekliğin yansıması olarak imge; burada imge olumludur çünkü imgeler gerçeği yansıtmaktadır, ikincisi derin bir gerçekliği değiştiren ve gizleyen imge; imge

110

olumsuzdur çünkü Baudrillard bu dönemi “kötü büyü” benzetmesini kullanır, imge her ne kadar gerçeği çarpıtsa da henüz gerçeklikten kopuş söz konusu değildir, üçüncüsü derin bir gerçekliğin yokluğunu gizleyen imge, imge bir büyüleme aracı durumundadır, gerçeğin yerini almaya çalışır ve dördüncüsü gerçekliğin hiçbir çeşidiyle ilgisi olmayan, kendi kendinin saf simülakrı olan imge, imge artık görünümün değil simülasyon düzeninin bir parçası olmuştur ve sembolik bir düzene geçilmiştir (Baudrillard, 2016 b, s. 20)

“Borges Masalı” Baudrillard’ın ikinci tür simülakr durumunu anlatabilmek için kullandığı bir örnektir. Buna göre imparatorluğun hizmetindeki haritacıların çizdikleri harita sonunda imparatorluğun topraklarına birebir eşit boyutlara sahip bir belgeye dönüşmektedir. Ancak çökmeye başlayan imparatorlukla birlikte lime lime olmuş bu harita parçalarıyla çölde karşılaşan insanlar vardır. Sonuçta bu harap olmuş soyut metafizik güzelliğin, imparatorluğun şanına yakışan bir görünüme sahip olduğu ve eskidikçe gerçeğiyle birbirine karıştırılan sahtesi gibi imparatorluğun da bir leş gibi çürüdükçe özüne yani toprağa dönüştüğü görülmektedir. Bu güncelliğini yitirmiş masal ikinci basamak (order) simülakrların gizli çekiciliğine sahiptir. Haritanın çizildiği zaman imparatorluğun mevcut durumu yani şaşası, görkemi ve güçlü hali artık yok olmuştur. Bunları yansıtan saraylar, tahtlar, hanlar, vb. yerlerini yıkıntılara ve harabelere bırakmıştır. Artık harita bir gönderenden, referanstan yoksundur. Baudrillard bu durumu bir köken ya da bir gerçeklikten yoksun gerçeğin, modeller aracılığıyla türetilmesine hipergerçek yani simülasyon olarak adlandırmaktadır. Her ne kadar gerçek çarpık da olsa, tam olarak gerçeklikten kopuş söz konusu değildir. Gerçeklik kısmen de olsa vardır. Gerçeklikle bir bağın kopuşu söz konusu değildir.

Disneyland ve Watergate skandalı Baudrillard’ın üçüncü basamak simülakr için verdiği örneklerdir. Disneyland bütün simülakr düzenlerinin iç içe geçtiği kusursuz bir modeldir. Hem göz kamaştırıcı, hem yanıltıcı hem de gizleyicidir. Disneyland’ın bu kadar çekici ve göz kamaştırıcı yapan tüm güzellikleri ve çirkinlikleriyle Amerika’nın minyatürleştirilmiş toplumsal bir mikro-kozmosuna benzemesi ve alınan kolektif keyiftir. Burada Amerika’nın sahip olduğu tüm değerler çizgi film kahramanları aracılığıyla yüceltilmekte ve çoğaltılmaktadır. Ancak bu yüceltmenin gizlediği başka şeyler vardır. Bu ideolojik “tezgah” üçüncü basamak bir simülasyon olayının gizlenmesini sağlamaktadır. Disneyland “gerçek” ülkenin, “gerçek” Amerika’nın bir

111

Disneyland’a benzediğini gizlemeye yaramaktadır. Bu durum sıradan gündelik yaşantının bir hapishaneyi andırmadığını gizlemeye çalışan toplumsal bir yapının hapishaneler inşa etmesine benzemektedir. Disneyland’ı çevreleyen Los Angeles ve Amerika, gerçek bir evrene değil simülasyon evrenine aittir.

Disneyland’a verilmek istenen çocuksu görünümün altında yatan sebep yetişkinlere özgü başka bir evren ve gerçekliğin olduğu düşüncesini vermektir.

Baudrillard’a göre çocuksuluk aslında her yere yayılmıştır ve bunu saklamak için Disneyland vardır. Yetişkinler buraya gelerek çocuksuluklarını gerçekleştirerek gerçekte çocuk olmadıklarına inandırılmaktadırlar. Los Angeles bir kent olarak sürekli hareket halinde bir sistemden oluşmakta, Kaliforniya ise cinsel, ruhsal, somatik geri kazanım enstitüleriyle dolmuştur. Sokakta birbirlerinin yüzüne bakmamak için gözlerini kaçıran insanlar için yüz yüze bakma enstitüleri, birbirine dokunamayan insanlar için dokunma kursları ya da yürümeyi unutanlar için jogging keşfedilmiştir. Yaşamın her alanında her şeye eski işlevi yeniden geri verilmek istenmektedir. Burada sorun yanıltıcı bir yeniden canlandırılmış gerçeklikten (ideoloji) çok, gerçeğin gerçeğe benzemediğini gizleyebilmek ve gerçeklik ilkesinin devamını sağlayabilmektir. Disneyland’ın sunduğu düşsellik ne gerçektir ne de sahte. Burası gerçek adlı kurmacayı ona simetrik bir şekilde yeniden üretmek amacıyla tasarlanmış bir caydırma (ikna) makinesidir (Baudrillard, 2016 b, s. 28-29). Burada imge olmayan bir gerçekliği gizler, imge bir büyüleme aracı durumundadır, gerçeğin yerini almaya çalışır.

Baudrillard’a göre Disneyland’in tasarlanma biçimiyle Watergate skandalının tasarlanma biçimi arasında hiçbir fark yoktur. Watergate iş merkezinde bir ofise giren beş hırsızın, aslında ABD'nin o zamanki ana muhalefet partisi olan Demokratik Parti'nin ofisine girdikleri ve hırsızların ise Nixon'ın partisi olan Cumhuriyetçi Parti ile yakın ilişki içinde olduklarını ve amaçlarının Demokratik Parti'nin telefonlarını gizlice dinlemek üzere mikrofonlar yerleştirmek olduğunu ortaya çıkar. Bu olayın sonucunda ilk kez bir Amerikan Başkanı istifa etmek zorunda kalmış ve tarihin skandalları arasında yer almıştır. Baudrillard’a göre ise Watergate kesinlikle bir skandal değildir çünkü gerek Disneyland gerekse Watergate skandalı birer düşsel oyundur. Her iki örnekte önceden belirlenmiş yapay sınırların ötesinde herhangi bir gerçekliğin bulunmadığı gizlenmeye çalışılmaktadır. Bunlar düşsellikle gerçeklik arasındaki bağın kopartılarak

112

bütün bir toplumsal yapının ve hayatımızdaki neredeyse tüm süreçlerin bir simülasyon evrenine dönüşmesini sağlamaktadır. Burada gerçeğin yerini modeller almıştır.

Bu politik skandal da sonuç olarak bir yandan ahlaki ve politik bir ilkeyi eski sağlığına kavuşturmaya çalışırken, diğer yandan da düş gücünü harekete geçirerek yitip gitmekte olan gerçeklik ilkesine o ilk görünümünü yeniden kazandırma gayreti içerisindedir (Baudrillard, 2016b, s. 31). Bu bakımdan Baudrillard’a göre Watergate bir skandal değildir, çünkü herkes Watergate’in bir skandal olmadığını gizlemeye çalışmaktadır. Bir başka deyişle kapitalist ahlak anlayışının gizlenmesinden başka bir şey değildir.

Baudrillard’a göre, bir şeyleri gizleyen göstergeler aşamasından, gösterilecek bir şey kalmadığını gizleyen göstergeler aşamasına geçiş bir dönüm noktasıdır (Baudrillard, 2016b, s. 20). Birinci aşama gelenek-görenek, inanç (din) ve ideolojilere ait bir gerçeklik ilkesini temel alır yani gerçek olan ile gerçek olmayan klasik mantık doğrultusunda birbirinden ayırt edilebilmektedir, ikinci aşama bir simülasyon çağına girilmiş olduğunu ve gerçek olan ile gerçek olmayanın birbirinden ayırt edilmesine imkan veren bir “gerçeklik” ilkesinin yok olduğunu ve sonuçta gizlenecek bir

“gerçeğin” kalmadığını göstermektedir. Gerçeklik ilkesini yitiren ve sonucunda illüzyonunu yitiren, insan ilişiklerinin sembolik olduğu bir toplum artık bir simülakrum toplumudur. Bu toplumda artık insanların hayatlarında imaj ve semboller yönlendirici olmaya başlamış ve yaşamak için gerekli olan somut gereksinimler yerini haz temelli psikolojik gereksinimlere bırakmıştır.