• Sonuç bulunamadı

BÖLÜM 3. SİMÜLASYON EVRENİ

3.10. Üretimin Sonu

Eskiden her şey Tanrının, ataların ya da doğanın cömertliği, armağanı olarak addedilirken bu durum bize değerin ilahi ya da doğal güçlerin egemenliği altında olduğunu göstermektedir. O zaman değer yasasının rasyonelleşme sürecinden geçmemiş olması ve sonsuz bir gönderenler sistemi tarafından belirlenmesi yasanın aynı zamanda ticari değer yasasının da karşıtı olan doğal değer yasası olarak nitelendirilmesini gerektirmektedir.

Bu yapının kendi içinde bir mutasyona uğramasıyla değer üretilen bir şey, göndereni emek olurken; değer yasası da tüm emeklerin genel bir eşdeğerlisine dönüşmektedir. O andan başlayarak, değer insan emeğine özgü ayrımlayıcı ve rasyonel bir işleme indirgenmiştir. Bu emek ölçülebilmekte ve dolayısıyla artı-değere dönüşebilmektedir.

Ekonomi politik eleştirinin ortaya çıkışıyla iş gücü belirleyici bir rol kazanmış, üretimde bir artı değer ortaya çıkarırken, kapitalin rasyonelleşmesini sağlamıştır. Bugün

172

simülasyon evreninde birçok şeyin içi boşaltılmış ve anlamsızlaşmıştır ya da eski anlamlar kaybolarak yerlerini yeni oluşturulmuş olana bırakmıştır. Günümüzde üretim, ticari biçim, iş gücü, eşdeğerlik ve artı değer gibi niceliksel, maddi ve ölçülebilir bir biçim bize anlamsız gelmektedir. Eskiden üretim güçleri –üretim ilişkileriyle çelişkili de olsa- yine de bir gönderen ancak toplumsal zenginliğin bir göndereni olarak algılanmaktaydı. Üretimin içeriği kapital adlı toplumsal bir oluşum anlamına gelirken, ona özgü içsel eleştiriye de Marksizm denilmekteydi. Devrim zorunluluğu da bu ticari değer yasasının yıkılması üzerine oturtulmaktaydı. Ancak bugün kapitalizm değişime uğramıştır, ticari değer yasası yerini yapısal değere bırakmıştır. Baudrillard bu düzeni hiper-kapitalist bir düzen olarak adlandırmıştır. Baudrillard’ın devrimlerin yapılması artık mümkün değildir, devrimden söz edilemez demesindeki sebeplerden biri, eğer devrim üretimle alakalıysa, üretimin artık yok olmasıdır, dolayısıyla devrimde yapılamaz olmuştur.

Yapısal değer yasası, artı-değer gibi en yalın ve en karmaşık bir toplumsal egemenlik biçimidir. Bu, egemenlik biçimine özgü gönderenlerin bundan böyle şiddete başvurmadan tek bir damla bile kan izi bırakmadan bizi çepeçevre sarıp sarmalayan ve kod aracılığıyla her yerde işlemselleştirilebilen göstergeler tarafından tamamıyla emilmiş olduğu ve kapitalin “üretim” evresinde başvurduğu sınai, ticari, finansal açıklamaların ötesine geçerek sonunda en saf görünümüne kavuşturduğu egemen bir sınıf ya da güç ilişkileriyle ilişkisi kalmamış bir söylevdir (Baudrillard, 2016a, s. 19).

Yapısal değer kapitalizmin içinden bir devrim yapmış ve sonucunda emek sıradan bir göstergeye dönüşmüştür. Esas devrim budur. Simülasyon evreninde göstergeler düzeninde biçim emeği ele geçirmiş, her türlü bağlantısını kesmiş ve anlamını yok ederek yeniden üretim süreci içine çekmiştir ve üretimin içeriği yok edilmiştir. Kodun gerçekliğinde üretim ve emekle ilgili her şey göstergeler ritüeline dönüşmüştür. Emek işlemsel hale gelmesiyle her türlü anlama sahip olabilecek bir değişken konumuna düşmüştür. Emek ve üretimin göstergelerden başka bir şey olmamaları gibi değerde sadece bir göstergedir. Bu, diğer gösterge ağlarıyla çok yönlü, dur durak bilmeyen, oynak bir iletişim biçimidir. Emeğin simülasyon evreninde işlemselleşmesiyle, tüm ekonomiyle ilgili kategoriler de kodun rastlantısal evrenine sürüklenmektedir (Baudrillard, 2016a, s. 21). Böylece eski yaşama ait tüm düşlerde yok olmaktadır.

173

Kapitalist sistem emek ve ücret arasındaki eşdeğerlik üzerine oturtulmuştur ancak bugün ücret yani emeğin satışı bitirilmiştir. Emek, ücret ve daha nice ekonomik terim artık içeriklerini kaybetmişler ve birer göstergeye dönüşmüşlerdir. En geriye doğru gittiğimizde emeğin, doğanın bir değere dönüşmesini sağlayan gösterge olduğunu görürüz ve değerin egemenliğinin sağlanması insanın ve doğanın belirsizliklerinin yok edilmesine bağlıdır. Bu durum üretim düzeninde medenileşmek için dünyanın değiştirilmeye çalışılmasında kendini göstermektedir. Bu, dünyada üretilmeyen hiçbir şey bırakmamaya çalışmaktır. Üretimin azgınlaşması ve uygarlaşma başa baş giden, bir birinden ayrılamaz bir bütünlük oluşturmaktadır. Geçmişte emek, bir iş kolunda çalışılarak, kazanılan gururu, alın terini temsil ederdi. Bugün içinde yaşadığımız simülayon evreninde emeğin gönderenler sistemi yok edilmiştir. Emeğin anlamı yok edilmiştir. Emek herkesi aynı kaynağa gelişigüzel gönderen bir paradigma ya da herkesi başı sonu olmayan bir düzenlemeler evreninde bir araya getiren söz dizimsel yapı (sentegma) yani devingen, polivalan, kesintiye uğrayabilen ve herhangi bir amaçtan yoksun bir şey olarak görülmektedir (Baudrillard, 2016a, s. 25). Çalışma bir kod tarafından düzenlenen, yaşamı baskılıyan ve kaplayan, sürekli meşgul etme faaliyetidir.

İnsanlar meşgul edilmektedir. Mutlaka yeni bir eğitim, yeni bir proje vardır. Emek eskiden üretkenlikti, şimdi ise kurmaca bir meşguliyet halini almıştır. Esnek çalışma saatleri, özerklik ve kendine hesap verebilmek gibi yeni özellikler, evden çıkmanızı ya da makinelerle çalışmanızı artık gerektirmediği gibi her türlü psikolojik sorunlarınızla bile size bir iş verilerek sisteme entegre ediliyorsunuz. Kendi başınıza kalma durumu artık imkansızdır. Çünkü sistem buna izin vermemektedir. Yani sistemin devam etmesi için varlıkları zorunlu hale gelmiş bireylere ihtiyaç vardır.

Emek metalaşmıştır bir başka deyişle tasarımlanıp, pazarlanmakta ya da alınıp sayılmaktadır. En büyük yanlışlardan biri tüketimi üretim düzeninin bir uzantısı olarak görmektir çünkü artık üretim, kodlanmış göstergeler arası bir değiş tokuş ve bütünsel bir yaşam tasarımı olarak tüketim dünyasına ait göstergedir. Üretim düzeninde her şey belirli etmenlere indirgenirken, kod da her şey değişkenlere indirgenmektedir. Biri denklem ve güç bilançoları üretirken, diğeri bir bütünle birleşme/eklenmeden çok ilişkilendirme/benzerlik kurma yoluyla kendisine direnen ya da elinden kaçırdığı şeyleri

174

etkisiz kılmaya yönelik hareketli ve rastlantısal bütünlerin içine doğru sürüklemektedir (Baudrillard, 2016a, s. 27).

Özgün bir üretimden söz etmek mümkün değildir. Sistem üretim güçlerini kapitale dönüştürmektedir bir başka deyişle sistem üretim gücü ve emek imal etmektedir. Böylece canlı emek ölü emeğin egemenliği altına girmiştir. Burada egemen kod olarak ölü emeğin çıkarları yönlendirici olurken ve bunun sonucunda toplumda hakimiyet sağlarken, aynı zamanda toplumsal ilişki biçimi durumundadır.

Üretim diyalektiği anlamını yitirmiş, kullanım/değişim değeri, üretim güçleri/ilişkileri gibi karşıtlıklar etkisini kaybetmiştir. Üretim ve ekonomide de politika, moda ya da medya alanlarında olduğu gibi sonsuza dek sürüp gidebilecek bir iç içe geçirme yöntemiyle her şeyin yeri değiştirilebilmekte, her şey tersine çevrilebilmekte, birbirleriyle değiş tokuş edilebilir hale getirilmektedir (Baudrillard, 2016a, s. 29)

Manifaktür dönemimdeki bir yerlere kapatılma olayı Foucault’nun XVII.

yüzyılla ilgili yaptığı kapatma betimlemesinin muazzam bir şekilde genişletilmiş halidir. Toplum rasyonel olma yolunda önce işsiz, aylak, serseri takımını meşgul etmeye, onları bir yerlere bağlamaya çalışarak rasyonelliği dayatmıştır. Kapatılma emek ve verimliliğin amaçlanması gibi göstergelerin ardına gizlenerek sınai bir sistem şekline bürünüp, genişleyerek tüm toplumu kapsayacak ve bir konsantrasyon kampı, bir ceza, bir tutuk evine dönüşecektir (Baudrillard, 2016a, s. 56). Üretim sürecinin ölmesi fabrikalarında ölümünü beraberinde getirmiştir. Fabrika artık tüm toplumu içine almaktadır. Biçimsel olarak değişime uğramış olan kapitalizmin toplumun tüm katmanlarına yayılabilmesi için hem emeğin özgün biçiminin hem de fabrikaların ortadan kaldırılması zaruridir. Bu sebeple emek ve fabrika artık her yerdedir. Her yerde olan aslında yoktur. Emek, uygarlaşma yolunda ortaya çıkan akıl hastanesi, getto, hastane, hapishane, tüm kapatma ve bir arada tutma yerleri gibi öğelerden birine dönüşmüştür ve artık yasal bir görünümdedir. Günümüzde bu mekanlar kendi sınırlarından çıkarak tüm topluma yayılmışlardır. Tanrının öldüğünü ya da her yerde olduğunu gizlemek için kiliselerin yapılması gibi, emekle üretimin ölmüş olduğunu ya da her yeri kapsadığını gizlemek amacıyla fabrikalar kurulmuştur. Kapitalin sahip

175

olduğu tek silah emeğin yeniden üretimidir. Simülasyon evreninde emek, üretim, fabrika gibi kavramların içleri boşaltılmış ve bu kavramlar eski anlamlarını yitirerek aslında sadece sistemin yeniden üretilmesini sağlamaktadırlar, sanki her şey eskisi gibi devam etmektedir.

Yukarıda saydığımız içlerinin boşaltılarak yeni anlamlarla yeniden üretilen emek, üretim, fabrika gibi kavramların yanına ücret, para ve grev gibi terimleri de ekleyebiliriz böylece Baudrillard’ın neden toplumsal bir çözümleme yapılamayacağı düşüncesini de daha iyi anlayabiliriz.

Ücret kapitalin egemenliğini ifade eden emek gücünün statüsüne uygun bir ödüle dönüştürüldüğünde anlamı kaybolur (Baudrillard, 2016a, s. 38). Kapitalizm için emekçiye verilen ücret/gelir ekonomik bir yatırımdır. Ancak sömürü biçimi olarak ücretlendirme yerini kapitalist bir toplumun parçası olarak ücretlendirmeye bırakınca ya da tüketimin birey için zorunlu, toplumsal bir hizmete dönüşmesi ve ücret/gelirin bu doğrultuda yeniden tanımlanması sonucunda sistem bireyi tüketmekle yükümlü kılmıştır. Kapital içeriğini değiştirdiği ücret/gelirle, üreticileri sermayenin yeniden üreticisine dönüştürmüştür. Onları ücret/gelirle potansiyel tüketici olmalarını sağlamaktadır çünkü toplumu oluşturan bireylerin hepsi kapitalist zihniyetin bir parçası olmalıdır. Emek/ücret eş değerliliği son bulurken, artık ücret/gelir zorunlu kılınan tüketimin gerçekleştirilmesi için zorunlu bir öğe olmuştur. Ücret kendiliğini emekle oluştururken ya da ücretin temelinde emek varken artık simülasyon evreninde başka türlü düşünülmektedir; ücret bireyin üzerine düşen sorumluluğu yerine getirmesi için yani ülkesi, toplumu ve kendisinin kısaca sistemin devamı için tüketmesi amacıyla zorunlu hale gelmiştir.

Ücret ve emek ya da gösteren ve gösterilen arasındaki ilişki kopmuştur.

Saussure’ün söylediği gibi dilin yapısı ve ekonominin yapısı arasında benzerlik kurulabilir. Dildeki göstergelerin değişimi ekonominin kategorilerini de etkiler. Üretim ve tüketimi beraber düşünmek gerekir ancak 1929’daki büyük ekonomik bunalım ve 2.

Dünya savaşı sonrası dönem de tüketim yönlendirilebilir ve kontrol edilebilir bir değişkene dönüşünce üretim ve tüketim arasındaki karşılıklı birbirlerini belirleme

176

açısından ilişki sonlanmıştır. Baudrillard’a göre üretimde hız ve artış aslında üretimin sonunu ifade etmektedir (Baudrillard, 2016a, s. 41). Hem üretim hem de tüketim bu hızlı artış sonucunda kendi kendilerine son vermiş, geriye kalan ise sadece artış olmuş ve sadece artış yoluna devam etmiştir. Artışın ihtiyaçlarla kesinlikle ilgisi yoktur.

Sistemde para da dahil tüm göstergeler hızlı bir şekilde yer değiştirmektedir. Sürekli üretim ihtiyacı gösterge enflasyonunu doğurmuştur. Her zaman bir üretim ve üretmek için yatırım vardır. Paranın gösterge olarak toplumsal üretimle ilişkisi kalmamış, spekülasyonun bir aracına dönüşmüştür. Para kullanım değerinin ve değişim değerinin dışına çıkmış ve piyasadan bağımsız bir simülakra dönüşmüştür. Para çok hızlı el değiştiren ve başka hiçbir şeyle karşılaştırılamayacak bir şeydir. Pazar aracı olmaktan çıkmıştır.

Baudrillard ekonomi de diğer önemli bir unsur olan grevleri de artık eski anlamını kaybetmiş ve bir simülakra dönüşmüş olduğunu düşünmektedir. Baudrillard’a göre tarihsel açıdan grev; belli bir üretim sisteminde kapitalin başvurduğu gereksiz şiddete karşı, artı-değerin küçük de olsa bir parçasını koparabilmek amacıyla örgütlenmiş bir şiddet türü olarak kabul edilebilir. Bugün grevin bu tanımı geçerli değildir. Grev etkisizdir çünkü içinde yaşadığımız süreçte üretim temelli bir ekonomiden söz etmek imkansızdır ve buna bağlı olarak sistem grevlere karşı dayanıklıdır. Toplumsal ilişki biçiminin yeniden üretim düzeneğine dokunulmadığı sürece, kar edilmese de olur mantığı egemendir.

1968 Mayısında gerçekleşen öğrenci olayları üretim biçiminden yeniden üretim biçimine geçişin ilk göstergesidir. İlk olarak üniversitelerde bir şey üretilmediğinin farkına varılmıştır. Yeniden üretim aracı olarak öğretim elemanlarının aslında bilgi ve kültürün yeniden üretiminden başka bir şey yapmadıkları ortaya çıkmıştır. Üretim güçleri konumundan yeniden üretim güçleri konumuna doğru geçiş diğer alanlardaki tüm alt kategorileri de etkilemektedir. Ancak proletarya tepki verebilecek en son kesimdir. Baudrillard’a göre bu durumu sağlayan en önemli etken üretken emek olarak adlandırdığı illüzyondur. Proletaryanın sömürülse bile toplumsal zenginliğin kaynağında yer alması, ideolojik olarak sisteme karşı olabilecek her hangi bir karşı duruşu engellemektedir. Buradaki kurnazca yaklaşım şudur; üretken emeğin sömürü

177

alanını genişletmek yerine herkesi yeniden üretici emekçi statüsüne indirgemedir.

Proletarya boş zamanlarında nasıl özgürlük ilüzyonu içinde yaşıyorlarsa üretim illüzyonunu da çok yoğun olarak yaşamaktadırlar. Burada ki en önemli konu yeniden üretim düzenine karşı her hangi bir isyanı başlatacak bir kesim varsa proletarya en son olacak kesimdir.

Bir insanın emek gücüne dönüşebilmesi için ölmesi gerekmektedir. Ücret de bu ölümün karşılığıdır. Bu ölüm aslında yaşam ile ölüm arasından kalmayan farkın sonucu olarak hayatta kalma sürecinde ölümle yaşamın birbirlerini etkisizleştirmeleridir bir başka deyişle geciktirilen bir ölümdür. O zaman şunu diyebiliriz; çalışmak yavaş bir şekilde ölmektir. Baudrillard bunu yavaş ölümün vahşi ölüme karşı koyması olarak değerlendirir. Emek kurban etme ritüelinde anında gerçekleşen ölüme karşı koymaktır.

Çalışan kişi öldürülmemiş kişidir. Emek insanı yaşatılmaya değer buldurur. Emekçinin ölme hakkı elinden alınmış, yaşamı mümkün olduğunca uzatılmış ancak yaşamı boyunca çalışmaya mahkum edilmiştir. İktidar gücünü öldürmeden değil hayatta bırakmaktan almaktadır. Efendi kölenin ölme hakkını elinden alarak, onu ayı zamanda simgesel mallara ait dolanım düzeni dışına atmış olmaktadır. Bu köleye karşı uygulanan ve onu iş gücü haline getiren bir şiddet biçimidir. İktidarın sırrı da budur. Eğer iktidar geciktirilmiş ölüm demekse, bu ölüm suspens’i sürdüğü müddetçe iktidar da sürüp gidecektir. Eğer iktidar hemen her zaman ve her yerde yapılmış olan tanımına göre geriye dönüşü olmayacak bir şekilde vermek demekse, o zaman iktidar ancak, efendinin köleye yaşamını tek taraflı olarak lütfetme gücü-geciktirilmeyen ölüm- karşılıklı hale getirildiğinde ortadan kalkmış olacaktır. Başka alternatifi yoktur. Yaşatarak iktidarın ortadan kaldırılması imkansızdır. Çünkü verilmiş olanı tersine çevirme olasılığından yoksun kalınmaktadır. Yalnızca bu yaşamın teslim edilmesi, geciktirilen ölüm yerine anında ölümle yanıtlama olasılığı gerçek anlamda radikal bir yanıt olduğu kadar iktidarın da ortadan kalkmasına yol açabilecek tek seçenektir. Her devrimci stratejide köle ölme hakkına sahip olmalıdır. Bu ölümün saptırılması ya da geciktirilmesi efendinin iktidarını sürdürmesine yaramaktadır (Baudrillard, 2016a, s. 80). Emeğin armağan edilme ve kabul edilme biçimi doğrudan egemen toplumsal ilişki biçimine özgü ve ayrımlayıcı bir kod işlevi görmektedir. Ücretse bu zehirli armağanın kanıtı, kodun tek göstergeyle özetidir. Ücret verilirken, harcanması amacıyla verilmektedir.

178

Bu, başka bir çalışma biçimdir ve ücretini alan kişi tüketim düzeni içinde nesneleri kullanış biçimiyle çalışma süreci sırasında maruz kalmış olduğu yavaş ölüm adlı simgesel ilişkinin aynısını yeniden üretmektedir. Emekçi aldığı ücretle ölümü nasıl geciktiriliyorsa, nesnelere ödediği ücret de nesnenin geciktirilmiş ölümü içindir (Baudrillard, 2016a, s. 82-83). Ekonomi iktidarı tanımlayan terimleri tersine çevirerek iktidar yapısını gizler. İktidara karşı etkili olabilecek tek yanıt size verdiğini geri vermek yani simgesel anlamda ölmektir.

Toplum ya da bireyler iktidara karşı gelebilmek yani iktidarın köleleştirmek için verdiğini sonlandırmak için kendilerinden vazgeçebilirler. İktidarı yerle bir etmek için gerekli olan tek silahta budur. Yavaş ölüm eğer iktidar sağlıyorsa, hızlı ve ani bir ölüm iktidarı alt edecektir. Ani beklenmeyen bir ölümü şu an düşleyebiliyorsak, yavaş bir ölüm sürecinde olduğumuz içindir (Baudrillard, 2016a, s. 86).