• Sonuç bulunamadı

JEAN BAUDRILLARD VE SİMÜLASYON KURAMI: BİR SİMÜLAKR OLARAK SARI YELEKLİLER

N/A
N/A
Protected

Academic year: 2022

Share "JEAN BAUDRILLARD VE SİMÜLASYON KURAMI: BİR SİMÜLAKR OLARAK SARI YELEKLİLER"

Copied!
362
0
0

Yükleniyor.... (view fulltext now)

Tam metin

(1)

JEAN BAUDRILLARD VE SİMÜLASYON KURAMI:

BİR SİMÜLAKR OLARAK SARI YELEKLİLER

İbrahim Emre Günay 17 11 53 101

DOKTORA TEZİ

Disiplinlerarası İletişim Bilimleri Anabilim Dalı İletişim Bilimleri Doktora Programı

Danışman: Prof. Dr. İclal Gül Batuş

İstanbul

T.C. Maltepe Üniversitesi Lisansüstü Eğitim Enstitüsü

Haziran, 2021

(2)

JEAN BAUDRILLARD VE SİMÜLASYON KURAMI:

BİR SİMÜLAKR OLARAK SARI YELEKLİLER

İbrahim Emre Günay 17 11 53 101

Orcid: 0000-0003-0657-8164

DOKTORA TEZİ

Disiplinlerarası İletişim Bilimleri Ana Bilim Dalı İletişim Bilimleri Doktora Programı

Danışman: Prof. Dr. İclal Gül Batuş

İstanbul

T.C. Maltepe Üniversitesi Lisansüstü Eğitim Enstitüsü

Haziran, 2021

(3)

ii

JÜRİ VE ENSTİTÜ ONAYI

Bu belge, Yükseköğretim Kurulu tarafından 19.01.2021 tarihli “Lisansüstü Tezlerin Elektronik Ortamda Toplanması, Düzenlenmesi ve Erişime Açılmasına İlişkin Yönerge” ile bildirilen 6689 Sayılı Kişisel Verilerin Korunması Kanunu kapsamında gizlenmiştir.

(4)

iii

ETİK İLKE VE KURALLARA UYUM BEYANI

Bu belge, Yükseköğretim Kurulu tarafından 19.01.2021 tarihli “Lisansüstü Tezlerin Elektronik Ortamda Toplanması, Düzenlenmesi ve Erişime Açılmasına İlişkin Yönerge” ile bildirilen 6689 Sayılı Kişisel Verilerin Korunması Kanunu kapsamında gizlenmiştir.

(5)

iv

TEŞEKKÜR

Çok değerli danışman hocam Prof. Dr. İclal Gül Batuş ve tez izleme komitesinde yer alan Prof. Dr. Selva Ersöz ve Prof. Dr. Gürdal Ülger’e doktora eğitimi süresince beni sabırla destekledikleri ve değerli bilgi ve tecrübeleriyle bana katkı sağladıkları için teşekkür ederim. Ayrıca Tez savunma jürisinde yer alan Prof.Dr. Filiz Balta Peltekoğlu ve Dr. Öğr. Üyesi Semiha Ümit Arat hocalarıma teşekkür ederim.

Doktora yapmama vesile olan ve doktora eğitimi süresince her zaman beni destekleyen değerli eşime ve biricik prensesim, canım kızıma en içten sevgilerimi sunarak teşekkür ederim.

İbrahim Emre Günay Temmuz 2021

(6)

v

ÖZ

JEAN BAUDRILLARD VE SİMÜLASYON KURAMI:

BİR SİMÜLAKR OLARAK SARI YELEKLİLER İbrahim Emre Günay

Doktora Tezi

Disiplinlerarası İletişim Bilimleri Anabilim Dalı İletişim Bilimleri Doktora Programı Danışman: Prof. Dr. İclal Gül Batuş

Maltepe Üniversitesi Lisansüstü Eğitim Enstitüsü, 2021

Üretim düzeninden tüketim düzenine geçişle meydana gelen yapısal değişimin sonucunda her şey görünüme ya da Baudrillard’ın deyişiyle simülakra dönüşerek simülasyon evrenindeki yerini almıştır. Anlam kaybolmuş ve çift kutuplu dünyanın sona ermesiyle gerçeklik ilkesi ortadan kalkmıştır. Simülasyon evreninde sistem her şeyi kendi değerleri doğrultusunda göstergeler üzerinden kendiyle uyumlu hale getirerek kendini yeniden üretirken, kitle iletişim araçlarıyla sanki her şey eskisi gibi devam ediyormuş gibi ya da gerçeklik ilkesi hala mevcutmuş gibi izlenim vermektedir. Kitle iletişim araçlarının tek görevi simülasyon üretmektir.

Bu araştırma kitle iletişim aracı olarak Liberation ve Le Figaro gazetelerinin sarı yelekliler hareketini sanki gerçeklik ilkesi hala mevcutmuş gibi haberleştirerek simülasyon üretmeleri ve sarı yelekliler hareketinin simülasyon evreninde bir simülakr olması üzerine kurgulanmıştır. Bu bağlamda Liberation ve Le Figaro’da kullanılan haber başlıkları analiz edilerek sanki gerçeklik ilkesi mevcutmuş gibi haber yapıldığı ve simülasyon ürettikleri böylece gerçeğin yokluğunun gizlendiği gösterilmeye çalışılmıştır. Sonrasında sarı yelekliler hareketinin simülasyon evreninde simülakr olduğu toplumsal hareketlerin ve politika dünyasının sistem doğrultusunda dönüşümleri üzerinden gösterilmeye çalışılmıştır.

(7)

vi

Sarı yelekliler hareketinin üretim düzeninde görülen toplumsal hareketlerden farklı nitelikler taşıdığı ve tüketim düzenine başka bir deyişle simülasyon evrenine ait bir hareket olduğu gösterdiği nitelikler açısından ele alınmıştır. Fransa’da politika dünyasının sistemle uyumlu olarak dönüşümü ve sol ve sağın aslında yer değiştirme oyunu oynadıkları, yerlerini tek bir sisteme bıraktıkları Le Pen, Melanchon ve Macron üzerinden incelenmiştir. Ayrıca üretim düzeninden tüketim düzenine geçişle üretim düzeninde geçerli olan kavramların tüketim düzeninde nasıl kendilerinin de ötesine geçerek kavramsal olarak başkalaştıkları ve sistemi tamamlar hale dönüştükleri gösterilmiştir. Simülasyon evreni başlangıcının ve sonunun belirsiz olduğu, kendi kendini üreten kapalı bir sistemde her şeyin kendinin de ötesine geçerek hipergerçekleştiği ya da gerçeğin yokluğunun gizlendiği bir evrendir.

Anahtar Kelimeler: Simülasyon, Simülakr, Tüketim Düzeni, Gerçeklik

(8)

vii

ABSTRACT

JEAN BAUDRILLARD AND SIMULATION THEORY:

YELLOW VESTS AS A SIMULACR İbrahim Emre Günay

PhD Thesis

Department of Interdisciplinary Communication Sciences Communication Sciences Programme

Supervisor: Prof. Dr. İclal Gül Batuş Maltepe University, Graduate School, 2021

As a result of the structural change that occurred with the transition from the production order to the consumption order, everything turned into appearance or, in Baudrillard's words, a simulacrum and took its place in the simulation universe. The meaning was lost and the reality principle disappeared with the end of the bipolar world.

In the simulation universe, while the system reproduces itself by harmonizing everything with itself through signs in line with its own values, it gives the impression as if everything continues as before or as if the reality principle still exists with the mass media. The only task of mass media is to produce simulations.

This research is based on the fact that the newspapers Liberation and Le Figaro, as mass media, report the yellow vest movement as if the reality principle still exists and produce simulations and the yellow vest movement is a simulacrum in the simulation universe. In this context, the news headlines used in Liberation and Le Figaro were analyzed and it was tried to show that the news was made as if the reality principle existed and that they produced simulations, thus hiding the absence of truth.

Afterwards, it has been tried to show that the yellow vests movement is simulacrum in the simulation universe, through the transformations of the social movements and the political world in line with the system.

It has been discussed in terms of the characteristics that the yellow vests movement has different characteristics from the social movements seen in the production order and that it belongs to the consumption order, in other words, to the simulation universe. The transformation of the political world in France in accordance

(9)

viii

with the system and the fact that the left and the right play the game of displacement and leave their place to a single system are examined through Le Pen, Melanchon and Macron. In addition, with the transition from the production order to the consumption order, it is shown how the concepts that are valid in the production order go beyond themselves in the consumption order and become conceptually different and complete the system. The simulation universe is a universe where the beginning and the end are uncertain, where everything goes beyond itself in a closed system that produces itself, or where the absence of reality is hidden.

Keywords: Simulation, Simulacra, Consumption Order, Reality.

(10)

ix

İÇİNDEKİLER

JÜRİ VE ENSTİTÜ ONAYI ... ii

ETİK İLKE VE KURALLARA UYUM BEYANI ... iii

TEŞEKKÜR ... iv

ÖZ ... v

ABSTRACT ... vii

İÇİNDEKİLER ... ix

ÖZGEÇMİŞ ... xii

BÖLÜM 1. GİRİŞ ... 1

1.1. Araştırmanın Problemi ... 1

1.2. Araştırmanın Amacı ve Önemi ... 1

1.3. Araştırmanın Sınırlılıkları ve Varsayımları ... 8

BÖLÜM 2. MODERNLİĞİN KAYNAKLARI VE MODERNİZM ... 9

2.1. Feodalite ve Burjuvanın Ortaya Çıkışı ... 9

2.2. Rönesans ... 23

2.3. Reform ... 35

2.5. Sanayi Devrimi ... 65

2.6. Aydınlanma ... 70

2.7. Modernizm ... 98

BÖLÜM 3. SİMÜLASYON EVRENİ ... 105

3.1. Simülasyon Kuramı ... 106

3.2 Göstergelerin Evreleri ... 109

3.3. Gerçeklik İlkesi ... 112

3.4. Hipergerçeklik ve Bütünsel Gerçeklik ... 114

3.5. Simülasyon Evreni ... 119

3.6. Simülakrlar Düzeni: Simülasyon Evreninde Toplumsal ve ... 121

Kültürel Gelişim ... 121

3.7. Simgesel Değiş Tokuş ... 131

3.7.1. İlkel Toplumlarda Potlaç Kültürü ... 140

3.7.2. Batı Avrupa Toplumlarında Potlaç Kültürü ... 146

3.7.3. Armağan Zihniyet/Kültürü ve Kapitalizmin İlk Başlangıç Dönemi: ... 152

(11)

x

3.8. Yapısal Değer Yasası ... 156

3.8.1. Nesnelere Kazandırılan Mantıksal Statü ... 158

3.9. Tüketim Toplumu ... 160

3.10. Üretimin Sonu ... 171

3.11.Teknolojik Determinizm ve Baudrillard ... 178

3.12. Simülasyon Evreninde Kitle İletişim Araçları ... 186

3.12.1. Kitle ... 197

3.12.2. Toplumsalın Sonu ... 200

3.12.3. Politikanın Sonu ... 205

3.12.4. Enformasyonun Sonu ... 212

BÖLÜM 4. YÖNTEM ... 217

4.2. Evren ve Örneklem ... 218

4.3. Verilerin Toplanması ... 219

4.4. Verilerin Çözümlenmesi ve Yorumlanması ... 219

BÖLÜM 5. BİR SİMÜLAKR OLARAK SARI YELEKLİLER’İN ANALİZİ ... 221

5.1. Sarı Yeleklilerle ilgili Haberlerde Söylemin Analizi ... 221

5.1.1. Liberation’da Sarı Yelekliler Hareketi ... 222

5.1.1.1. Makro ve Mikro Yapısal Çözümleme ... 223

5.1.2. Le Figaro’da Sarı Yelekliler Hareketi ... 238

5.1.2.1. Makro ve Mikro Yapısal Çözümleme ... 238

5.2. Bulgular ... 253

5.2.1. Sarı Yelekliler Hareketi ... 253

5.2.1.1. Toplumsal Hareket Kavramının İçeriği ... 254

5.2.1.2. Toplumsal Hareketlerin Dönüşümü ... 257

5.2.1.3. Simülasyon Evreninde Toplumsal Hareketler ... 259

5.2.1.4. Simülasyon Evreninde Toplumsal Hareketlerin Niteliği ... 263

5.2.1.5. Sarı Yeleklileri İsyan Ettiren Nedenler ... 265

5.2.1.6. Sarı Yeleklilerin Talepleri ... 266

5.2.1.7. Sarı Yelekliler Hareketinin Nitelikleri ... 271

5.2.1.7.1. Aktörler ... 271

5.2.1.7.2. Semboller ... 274

5.2.1.7.3. Örgütlenme ... 275

5.2.1.7.4. Değerler ... 279

5.2.2. Fransa’da Genel Politik Görünüm ... 282

5.2.2.1. Le Pen’in (Ulusal Parti) Dönüşümü ... 283

5.2.2.2. Melanchon’un (Boyun Eğmeyen Fransa) Dönüşümü ... 289

(12)

xi

5.2.2.3. Anlamın Sonu ... 294

5.2.2.4. Simülasyon Evreninde Sol ya da Sağ ... 298

5.2.2.5. Bir Simülakr Olarak Emmanuel Macron ... 300

5.3. Yorumlar ... 304

5.3.1. Liberation’da Haberi Yapılan Sarı Yelekliler Hareketine İlişkin ... 304

5.3.2. Le Figaro’da Haberi Yapılan Sarı Yelekliler Hareketine İlişkin ... 307

5.3.3. Bir Simülakr Olarak Sarı Yelekliler Hareketine Yönelik Yorumlar ... 308

BÖLÜM 5. SONUÇ ... 326

KAYNAKÇA ... 338

(13)

xii

ÖZGEÇMİŞ

İbrahim Emre Günay İletişim Anabilim Dalı Eğitim

Derece Yıl Üniversite, Enstitü, Anabilim/Anasanat Dalı Y.Ls. 2010 Kadir Has Üniversitesi, Sosyal Bilimler Enstitüsü

Amerikan Kültürü ve Edebiyatı Ls. 1998 Selçuk Üniversitesi, Eğitim Fakültesi

İngilizce Öğretmenliği Lise 1994 Özel Ortadoğu Koleji İş/İstihdam

Yıl Görev

2015 - Öğretim Görevlisi. Yıldız Teknik Üniversitesi (YDYO)

(14)

1

BÖLÜM 1. GİRİŞ

1.1. Araştırmanın Problemi

Baudrillard’ın kuramına göre Aydınlanmayı geride bırakarak modernleşmeyi başarmış batı Avrupalı toplumlar bugün simülasyon evreninde hapsolmuşlardır. Her şeyin görünüme dönüştüğü simülasyon evreninde kitle iletişim araçlarının tek görevi simülasyon oluşturmaktır. Simülasyon evreninde kitle iletişim araçları sanki hala üretim düzeninde gerçeklik ilkesi mevcutmuş gibi ya da sol ve sağ ideolojiler hala varmış ve insanlara sundukları hayaller ve ütopyalar geçerliymiş gibi haber yaparlarken aslında simülasyon oluşturarak gerçekliğin yokluğunu gizlemektedirler. Bu bağlamda kuram doğrultusunda Liberation ve Le Figaro gazetelerinin sarı yeleklilerle ilgili yaptıkları haberlerde kullandıkları haber başlıklarıyla simülasyon üretmelerinin araştırılması çalışmamızın problemlerinden birini oluşturacaktır.

Üretim düzeninden tüketim düzenine geçilmesiyle, gerçeklik ilkesinin yitirildiği simülasyon evreninde her şey kendinin de ötesine geçerek simülakra dönüşmüştür.

Simülasyon evreninde Liberation ve Le Figaro gazetelerinin sarı yeleklilerle ilgili sanki her şey eskisi gibi devam ediyormuş gibi haberler yaparlarken ve böylece simülasyon üretirlerken aslında sarı yeleklilerin simülakr olmasının araştırılması çalışmanın diğer problemidir.

1.2. Araştırmanın Amacı ve Önemi

Bu çalışma, en temelde Jean Baudrillard’ın Simülasyon kuramı çerçevesinde Liberation ve Le Figaro gazetelerinin sarı yelekliler hareketini sanki her şey eskisi gibi devam ediyormuş gibi başka bir deyişle sanki gerçeklik ilkesinin hüküm sürdüğü zamanlardaki gibi sol ve sağ ideolojiler mevcutmuş gibi haberleştirerek simülasyon ürettikleri ve sarı yelekliler hareketinin aslında simülasyon evreninde bir simülakr olduğunu ortaya koymayı amaçlamaktadır. Bu tez çalışması, hem ülkemizdeki iletişim çalışmalarının kuramsal birikimine hem de Baudrillard’ın düşünce yapısı ve çalışmalarıyla ilgili ikinci el literatüre katkıda bulunmayı hedeflemektedir.

(15)

2

Baudrillard’ın entelektüel çevrelerde önemli bir düşünür olarak addedilmesi 1960’lardan sonrasına, kitaplarının İngilizceye çevrilmesiyle, düşüncelerinin Fransa dışında tanınmasıyla gerçekleşmiştir. Her ne kadar bir Fransız olsa da düşünceleri kendi ülkesinin dışında, İngilizce konuşan ülkelerde daha fazla ilgiyle karşılanmıştır. Hiç kuşku yok ki, Körfez savaşının ya da 11 Eylül saldırılarının aslında gerçekleşmediğini öne sürmek her düşünürün harcı olmamakla birlikte Baudrillard’ı ilgi odağı haline getirmiş ama aynı zamanda tepkilerinde merkezine koymuştur.

Savunduğu düşüncelerinin temellendirilmesinde akademik bir kaygı taşımamanın yanı sıra kuralsız olması, çoğu zaman satır aralarında mesajını vermesi, eklektik bir tarz ve ironik bir üslup kullanması, onun sisteme karşı duruşunu ya da neden kendisini kuramsal bir terörist olarak nitelediğini gösterirken, aynı zamanda okuyucularının onu anlamasındaki başlıca zorlukları ve onu anlamak için özel bir çaba sarf etmek gerektiğini de gösterir. Aslında Baudrillard’ın en belirgin kuralı kuralsızlıktır diyebiliriz. Hiçbir zaman anlaşılma kaygısı taşımayan Baudrillard arkasında genel geçer normların dışına çıkarak sadece çeviriler aracılığıyla değil ana dili Fransızca olan okuyucular için de anlaşılması zor eserler bırakmıştır. Baudrillard’ın eserleri ülkemizde 1990’lardan sonra aynı zamanda Baudrillard’ın öğrencisi de olmuş olan Sayın Oğuz Adanır’la çevrilmeye başlanmış olmakla birlikte az sayıda değerlendirme ya da eleştiri üretilmiştir.

Kendi deyimiyle kuramsal bir terörist olan Baudrillard yaptığı analizlerle Batı uygarlığına son derece radikal eleştiriler getirmiştir. Eleştirileri Aydınlanma sonrası modernleşmeyi deneyimleyen Batı Toplumlarıyla sınırlıdır. Batı uygarlığını bir başka deyişle Aydınlanmayı başarmış, modern toplumları içine alan simülasyon kuramıyla Baudrillard artık kendisinin bir parçası olduğu Batı toplumunun hedef ve amaçlarını yitirdiğini ve bir kısır döngü içine hapis olduğu ve bu kısır döngüden de nasıl kurtulacağını bilemediğini ama her şeye rağmen de bu simülasyonun devam etmesinden yana olduğunu çünkü yitirdiği manevi değerlerden sonra maddi olarak da bir kayıp yaşamamak yani sahip olduğu maddi zenginliği kaybetmemek adına mevcut yapının devamlılığını istediğini ifade eder. Batı toplumu bugün ideolojik, politik, felsefi, kültürel düzeyde bir model olma özelliğini yani simgesel anlamını kaybetmiştir.

Simülasyon evreni, işte bu bitmişliğin gizlenmeye çalışıldığı evrenin kendisidir.

(16)

3

Baudrillard’ın bakış açısıyla Aydınlanmayı yaşamış Batı Avrupa toplumlarında gerçekliğin egemen olması 18. yüzyılla başlar ve 19. yüzyılın başında belirginleşerek 1960’ların sonuna kadar farklı tonlarda devam eder. Bugün ise bu toplumlar gerçeklik ilkesini kaybetmiştir, çift kutuplu dünya sona ermiş ve içe göçüş gerçekleşmiştir.

Diyalektiğin sonlanması anlamın sonunu getirmiştir. Son iki yüzyıldır iki birbirine zıt kutup olarak addedilen sol ve sağ ideolojiler insanların yaşamlarını şekillendirirken, onlara hayaller, ütopyalar sunuyorlardı ve insanlar bu hayaller ve ütopyalar için mücadele ediyorlardı. Ekonomi temelli sınıfsal yapılanmada burjuva/köylü, kapitalist/emekçi gibi sınıflara mensup insanlar kendi sınıfsal dünya görüşlerine sahiptiler ve yaşamlarını ait oldukları dünya görüşüne göre yaşamaya çalışıyorlardı.

Gerçeklik ilkesini bu iki dünya görüşü oluştururken, politik, ekonomik, toplumsal ve kültürel de bu iki görüş üzerine temelleniyordu.

Ancak 2. Dünya savaşıyla kapitalizm kendi içinde yaptığı devrimle mutasyon geçirmiş ve işçi sınıfı kaybolmuş ve burjuva sınıfı tek bir sınıf olarak kalmıştır. Bugün sol ve sağ kavramlarının içeriklerinin değişmesiyle birbirleriyle iç içe geçmişler ve yerlerini tek bir sisteme başka bir deyişle neokapitalizme bırakmışlardır. Simülasyon evreninde sol ve sağ kavramları kendilerinin ötesine geçmiş ya da görünüme dönüşmüşlerdir ve bu kavramların sundukları hayaller de sonlanmıştır. Eskiden insanlar tüm dünya için iyi olan uğruna mücadele eder ve hayallerini herkes için iyi olandan yana kurarken, simülasyon evreninde toplumsal değerler yerini bireysel olana bırakmıştır. Ancak kitle iletişim araçlarıyla sanki her şey eskisi gibi devam ediyor izlenimi verilerek gerçekliğin yokluğu gizlenmekte ve simülasyon üretilmektedir.

Simülasyon evreninde üretimin bir anlamı kalmamıştır. Maddi üretim hipergerçeğe dönüşmüştür, bir başka deyişle geleneksel üretimin tüm özelliklerine sahip olmanın yanında onun genişletilmiş bir yansımasıdır (Baudrillard, 2016b, s.43).

Üretimin sonunun gelmesiyle ya da üretimin kendini aşarak yeniden üretim sürecine dönüşmesiyle diğer tüm kategorilerde bundan etkilenmiş ve tüm kavramlar kendilerini de aşarak kendilerinin ötesine geçmişlerdir ve işlemselleşerek, görünüm olarak varlıklarını devam ettirmektedirler.

Günümüzün hastalığı gerçeğin üretimi ve yeniden üretimi olmuştur. Ekonomi politiği oluşturan değerlerin içleri boşaltılmış, ücret, emek, grev gibi kavramlar yok

(17)

4

olmuşlardır. Rasyonalitenin hakim olduğu üretim düzeninden haz temelli irrasyonel tüketim düzenine bir başka deyişle ekonomi politikten gösterge ekonomi politiğe geçilmesi ile mutasyona uğrayan kapitalizm her şeyin işlemsel hale geldiği ve simülakra dönüştüğü bir yeniden üretim düzeni görünümü almıştır. Başka bir deyişle işlemselliğin sonucunda biçim içeriğe karşı zafer kazanmıştır. Bu durum simülasyon evreninin aslında bir görünümler dünyası olduğunu göstermektedir.

Simülasyon evreninde toplumsal, politika ve kültür de kalmamıştır, hepsi ölüdür.

Baudrillard’a göre içleri boşaltılmış ve yeniden doldurularak kendilerinin de ötesine geçmişlerdir. Toplumsal yerini toplumsal ötesine, politika yerini politika ötesine ve kültürel yerini kültürel ötesine bırakmıştır. Biçimsel olarak mevcudiyetini koruyan bu kavramlar içeriklerini yitirmişlerdir. Gerçekliğin egemen olduğu evrende bir biçim ve içeriğe sahip olan göstergeler (gösterge: gösteren/gösterilen) bu evrende içeriklerini yitirmişler ve sözde birer gösterge olarak adlandırılabilecek birer görünüme dönüşmüşlerdir. Simülasyon evreninde her şey simülakr’dır.

Simülasyon evreninde görünümler müstehcen ve ayartıcıdır çünkü sistem politik, ekonomik, toplumsal ve kültürel ahlakı yok etmiştir. Sistem kendi varlığını devam ettirebilmek için kendi ahlak sistemini ve değerlerini oluşturmuştur. Sistem bunu yaparken de kitle iletişim araçları en büyük yardımcısıdır. Kitle iletişim araçlarının tek görevi vardır; anlamın sonunu getirerek simülasyon oluşturmak, başka bir deyişle gerçekliğin yokluğunu gizlemektir.

Toplumsal hedeflerden yoksun illüzyonunu kaybetmiş birey maneviyattan yoksun bireysel hedeflerin de kendisini bir yerlere götürmeyeceğini bilmektedir ancak sahip olduğu refahı, zenginliği kaybetmek istemez. Burada karşılıklı bir tamamlama söz konusudur. Birey sistemin gerektirdiklerine kendini adapte ederek sistemi yeniden üreterek güçlendirirken, sistemde bireyi daha fazla tüketmesi için ödüllendirir. Bir devrimin gerçekleşmesi ise olanaksızdır. Baudrillard’ın deyişiyle dışa dönük patlamalar olmaz ancak sistem kendi içinde kaynayan bir evrendir ve sistem ancak kendi kendini için için kaynayarak yok edebilir.

Simülasyon evreninde, gerçeklik evreninde yaşanmış ve bitmiş olan her şeyin anlamı tersine dönmesine rağmen sanki her şey yani politik, ekonomik, toplumsal ve

(18)

5

kültürel açıdan eskisi gibi sürüp gitmektedir. Sanki toplumsal sınıflar, bir çalışma ve üretim düzeni, bir fiyat ve ücret politikası ve nihayet yaşayan bir kültür olduğu izlenimi yaratılmaya çalışılmaktadır. Oysa bütün bunların hepsi simülasyon evreninde yukarıda da ifade ettiğimiz gibi ölüdür. Sistem bunların hala var olduğunu kanıtlamak için daha çok televizyon programı daha çok eğlence ve kültür programı, daha çok film, vs.

üretilmesini sağlamaktadır. Sistem dış görünüşüyle oldukça dinamik ve devingendir ve bu son derece yanıltıcıdır. Virilio’dan bu konuda verdiği örneklere bakarsak; bir projeksiyon makinesinden saniyede 24 kare akıp geçen bir görüntüde hiç mi hiç hareket olmayabilir. Saatte 1000 km hızla uçan bir uçaktan yeryüzüne bakıldığında insan sanki aracın ilerlemediği gibi bir izlenime kapılmaktadır. İşte simülasyon evreni böyle bir evrendir. Başka bir deyişle Batının diğerleri üzerinde bırakmaya çalıştığı bu hız izlenimi gerçekte tam zıddı olan bir atalet durumunu gizlemek içindir.

Böyle bir evrende ya da Baudrillard’ın deyişiyle simülasyon evreninde sarı yelekliler hareketi sol kanadı temsil eden Liberation ve sağ kanadı temsil eden Le Figaro gazetelerinde haberleştirilirken sanki her şey eskisi gibi devam ediyormuş gibi başka bir deyişle sanki hala sol ve sağ kavramları geçerliymiş gibi yaklaşım sergiledikleri ve simülasyon ürettikleri kullandıkları başlıkların analiz edilmesiyle gösterilecektir. Çalışmamızın diğer problemi sarı yelekliler hareketinin simülakr olma durumu ise önce toplumsal hareketlerin ve sonrasında politika dünyasının içinde bulundukları sistemle uyumlu olarak dönüşümleri üzerinden açıklanacaktır.

Sistem her şeyi simülakra çevirerek kendi kendini sürekli olarak yeniden üretmektedir. Bu bağlamda Fransız politika dünyasının ve toplumsal hareketlerin de sistem doğrultusunda değişimi ya da simülakra dönüşmesi kaçınılmazdır. Baudrillard’a göre bu değişimler üretim düzeninin yerini tüketim düzeninin almasıyla her yeri kaplamış ve genişleyerek devam etmiştir. 1970’lere kadar insanlara toplumsal hedefler, ütopyalar ve hayaller sunan sol ve sağ ideolojiler sonrasında başkalaşmışlar ve Baudrillard’ın deyişiyle görünüme dönüşmüşlerdir başka bir deyişle varlıklarını biçimsel olarak devam ettirmekle beraber yerlerini aslında tek bir sisteme bırakmışlardır. İnsanlar her şeyin simülakra dönüştüğü simülasyon evreninde yaşamaktadırlar ve hayalden yoksun toplumsal ideallerin kaybolduğu, herkesin tek başına kaldığı, bireysel yaşamların öne çıktığı bir evrende maddi olarak kayıp

(19)

6

yaşamamak ve var oluşlarını yine sistemin istediği şekliyle tüketim temelinde devam ettirmek istemektedirler. Sarı yelekliler hareketine katılanların önemli bir kısmı daha fazla tüketmek ve bu duruma bağlı olarak gündelik yaşamda görünür kalabilmek ya da var olmak için pastadan daha fazla pay istemek amacıyla bir araya gelmişlerdir.

Bu çalışmanın hipotezleri şunlardır:

1. Hipotez: “Günümüzde sol ve sağ kavramları ortadan kalkmış, yerini tek bir sisteme; neoliberalizme bırakmıştır. Buna rağmen kitle iletişim araçları çalışmamızın özelinde Liberation ve Le Figaro gazeteleri sanki bu iki birbirine karşıt görüş hala geçerliymiş gibi haber yaparak ve böylece insanlara bu iki kanadın hayallerini sunarak simülasyon üretmektedirler.”

2. Hipotez: “ Fransa’da yaşanan ve dünya gündeminde yer alan “Sarı Yelekliler”

hareketi Baudrillard’ın ortaya koyduğu simülasyon kuramının unsurlarını bünyesinde barındığı için bir simulakr olduğudur.”

3. Hipotez: “Sarı yelekliler hareketi Liberation ve Le Figaro gazetelerinde ifade edilenin aksine sistem yanlısı ve sistemi daha da güçlendiren, tüketime alışmış ve tüm yaşamını tüketim kültürüne göre düzenleyen insanların pastadan daha fazla pay istedikleri bir harekettir.”

Bu tez çalışmasının amacı olan Liberation ve Le Figaro gazetelerinin sarı yeleklilerle ilgili yaptıkları haberlerle simülasyon yaydıkları ve sarı yelekliler hareketinin bir simülakr olması durumunun tespiti şu şekilde yapılacaktır.

Öncelikle Batılı toplumların modernleşmeye doğru uzanan süreçte geçirdiği dönemler ana hatlarıyla anlatılmaya çalışılacaktır. Simülasyon kuramını anlamak için özellikle Batılı toplumlar ile dünyanın geri kalan bölgelerinde yaşayan insanlar arasındaki yaşanan tarihsel sürecin farklılığını anlamak gerekmektedir çünkü simülasyon kuramı evrensel bir nitelik taşımanın aksine modern Batılı toplumları kapsamaktadır. Burjuva sınıfının nasıl ortaya çıktığı ve sonrasında burjuvanın önderlik ettiği ve önemli değişimleri de beraberinde getiren kapitalist bir zihniyetin oluşumuna ve sonrasında bugün içinde yaşadığımız simülasyon evreninin oluşumuna götüren sürecin başlangıcını anlamak için modern yaşamın kaynakları başlıklar halinde anlatılacaktır.

(20)

7

Sonrasında Simülasyon Evreni bölümünde Baudrillard’ın simülasyon kuramını oluşturan kavramlar ve toplumsal, politik, kültürel ve ekonomik değişimler Baudrillard’ın yaklaşımı doğrultusunda göstergelerin belirli evreleri üzerinden ve Rönesans sonrası simülakr düzenleriyle açıklanmaya çalışılacaktır. Baudrillard’a göre Batı Avrupa toplumlarında kapitalizmin mutasyon geçirmesiyle irrasronel tüketim tarzı yaşamın tüm alanlarını etkilemiştir. Bu nedenden dolayı Baudrillard simülasyon evreninde yaşayan toplumların üretim değil tüketim kültürü üzerinden analiz edilmesi gerektiğini savunmaktadır. Baudrillard’ın etkilendiği önemli bilim insanların başında gelen Mauss’un incelemelerinden irrasyonel tüketimin ilkel toplumlarda da son derece yaygın bir kültür olduğunu anlıyoruz. İlkel toplumlara özgü olan bu yaşam tarzı ya da potlaç kültürünün izleri bugün hala Avrupa toplumlarında görülmektedir. Baudrillard’a göre bugün Batı Avrupa toplumları ilkel toplumların devamıdır. Bu bağlamda Baudrillard’ın kuramsal çizgisi doğrultusunda tüketim kültürü üzerinden getirdiği açıklamaları daha anlaşılır hale getirmek amacıyla ilkel toplumlarda görülen ve sonrasında modern toplumlarda kapitalizmle değişen ama önemli ölçüde kendini muhafaza eden potlaç kültürü incelenecektir ve kapitalizmin nasıl mutasyona uğradığı ve toplumun nasıl tüketim toplumuna dönüştüğü yapısal olarak ele alınacaktır. Ayrıca Baudrillard’ın kitle iletişim araçlarına yaklaşımını ve teknolojinin gelişime bağlı olarak kitle iletişim araçlarının simülasyon evrenini nasıl ürettikleri ve simülasyon evreni içerisindeki işlev ve etkileri değerlendirilecek ve Baudrillard’ın yaklaşımında çok özel bir öneme sahip olan kitlenin ne olduğu, simülasyon evreninde toplumsalın, politikanın ve enformasyonun sonlanmasının ne anlama geldiği incelenecektir.

Çalışmamızın analiz bölümünde Liberation ve Le Figaro gazetelerinde kullanılan haber başlıkları Van Dijk’in eleştirel söylem analizi kullanılarak incelenecektir. Böylece Liberation ve Le Figaro gazeteleri sarı yelekliler hareketiyle ilgili yaptıkları haberlerde kullandıkları başlıklarla sanki sol ve sağ ideolojiler eskisi gibi varlıklarını devam ettiriyormuş gibi bir izlenim vererek simülasyon ürettikleri gösterilecektir. Aslında sarı yelekliler hareketinin simülasyon evreninde bir simülakr olduğu önce toplumsal hareketlerin değişen niteliklerinin sonrasında Fransa’daki genel politik görünümün incelenmesiyle ortaya konacaktır. Ayrıca sarı yelekliler hareketinin Liberation ve Le Figaro gazetelerinde ifade edilenin aksine sistem yanlısı ve sistemi daha da güçlendiren, tüketime alışmış ve tüm yaşamını tüketim kültürüne göre

(21)

8

düzenleyen insanların pastadan daha fazla pay istedikleri bir hareket olduğu gösterilmeye çalışılacaktır.

1.3. Araştırmanın Sınırlılıkları ve Varsayımları

Bu çalışmada sol kanadın düşüncelerini temsil eden Liberation ve sağ kanadın düşüncelerini temsil eden Le Figaro gazetelerinin internet baskılarında çıkan ilk sayfalarındaki üst ve alt başlıklar üzerinden Sarı Yelekliler Hareketi haberleştirilmesi analiz edilecektir. Çalışma act-1 olarak adlandırılan 17 Kasım 2018’de başlayan ilk protesto ile 17 Aralık 2018 tarihleri arasındaki 4 haftalık süreçteki baskıları kapsamaktadır.

Bu tez çalışması, Baudrillard’ın kaleme aldığı metinlerin kronolojik bir sıra esasınca okunup analiz edilmesine, düşünürün beslenme kaynaklarının incelenmesine ve ikinci el literatürün eleştirel okumasına dayanmaktadır.

Baudrillard’ı anlayabilmenin en büyük zorluğu kullandığı dilin ve üslubun yanı sıra düşüncelerinin ve savunduğu ilkelerin toplu halde ifade edilmemesi, bir başka deyişle tüm kitaplarına dağılmış olmasıdır ve okuyucunun çok özenli bir çıkarım yapmasına bağlı olmasıdır. Baudrillard’ın çok açık bir şekilde kitle iletişim araçlarıyla ilgili bir kuramı yoktur ancak kitle iletişim araçları simülasyon evreninde bağımlı bir değişkendir. Kitle iletişim araçlarına bütünsel yaklaşan Baudrillard araçlarla ilgili olarak herhangi bir ayrıma da gitmemiştir. Düşünürün iletişimle ilgili düşünceleri üzerine yapacağımız yorumlar, yazmış olduğu yazıların satır aralarından elde edilmiştir.

Bu çalışmanın varsayımları şunlardır:

1. Varsayım: Aydınlanmayı başarmış Avrupalı modern toplumlar bugün geldikleri noktada amaçlarını yitirmişler ve bir kısırdöngü içine hapis olmuşlardır.

2. Varsayım: Sarı yelekliler hareketi simülasyon evreninde ortaya çıkan diğer hareketleri de temsil edebilecek ve örnek olarak alınabilecek bir harekettir.

3. Varsayım: Fransa’da Liberation sol ideolojiyi, Le Figaro sağ ideolojiyi temsil etmektedir.

(22)

9

BÖLÜM 2. MODERNLİĞİN KAYNAKLARI VE MODERNİZM

Baudrillard’a göre Batı Avrupa toplumları yaklaşık iki yüz yıl farklı tonlarda gerçekliği yaşamış ve 1970’lerden sonra simülasyon evrenine girmiştir. Bugün artık gerçeklik ilkesi kaybolmuştur. İçinde yaşanılan dünya sözde göstergelerden oluşan bir görünümler dünyasına dönüşmüştür. İletişimin, toplumsalın, politikanın ve diğer her şeyin sonlandığı bambaşka bir evreni tanımlayan Baudrillard’ı okuduğumuzda insan türünün de sonlandığını düşünebiliriz. Her şey simülakr’a dönüşmüştür. Baudrillard simülasyon kuramını Batı Avrupa toplumlarıyla sınırlandırmaktadır. Modernleşmeyi gerçekleştiren bu toplumlar dünyanın geri kalanından farklılaşarak ayrılmıştır. Bu durumu ise belirleyen tarihsel süreçlerdir. Rönesans ve Reform Hareketleri, Bilim ve Sanayi Devrimleri ve Aydınlanma dönemi sonucunda ortaya çıkan modern insan aklın önderliğinde yola çıkmış ancak günümüzde gerçeklik ilkesini kaybetmiş ve simülasyon evreninin bir parçası olmuştur. Bu bağlamda modernliğin kaynakları ve modernizm simülasyon evreninin oluşumunu anlayabilmemiz için son derece önem teşkil etmektedir. Baudrillard’ın eleştirel bakış açısı doğrultusunda modern insanın ortaya çıkışı olumludur ancak sonrasında modern insanın içine düştüğü durum ya da simülasyon evreninin ortaya çıkışı modernleşme yolunun sonucudur. Bu bölümde modernleşmeyi sağlayan süreçler ele alınarak Baudrillard’ın söylediği Batı Avrupa toplumlarının dünyanın geri kalanından nasıl farklılaştığı açıklanmaya çalışılacak böylece sonraki bölümlerde yapılacak olan simülasyon evreniyle ilgili çalışmaların daha iyi anlaşılmasını sağlayacak bir arka plan oluşturulacaktır.

2.1. Feodalite ve Burjuvanın Ortaya Çıkışı

Ortaçağ 5.yüzyılda Batı Roma İmparatorluğunun yıkılmasıyla başlamış ve 1453’de İstanbul’un Türkler tarafından fethi ya da 1492 Amerika’nın keşfine hatta bazı tarihçilere göre 17. yüzyıla kadar sürmüştür (Erdem, 2009, s. 31,67). Petrarca’ya göre

(23)

10

bu çağ karanlık bir dönemdir. 5. ve 11. yüzyıllar arası ortaçağın erken dönemi, 11. ve 14. yüzyıllar arası ortaçağın yüksek dönemi ve 14. ile 15. yüzyıllar ortaçağın geç dönemi olarak kabul edilir. Ortaçağın birinci döneminde Hıristiyan din adamları Helenistik bilim ve felsefesine karşı düşmanca tavır almışlar ve aklın yerine incilin öğretilerini temel almışlardır. İkinci dönem ise unutulmamalıdır ki ortaçağ şartlarında kendinden önceki döneme yani erken dönemin koşullarıyla karşılaştırıldığında, görece bilim ve teknolojinin ilerlemesine dayalı olarak ilericidir. Skolastik düşüncenin temelleri yüksek ortaçağ olarak adlandırılan bu dönemde ortaya çıkmıştır. Kilise de Latince çeviriler yapılmaktadır. Avrupa’nın Bologna, Oxford, Paris gibi önemli üniversiteleri yine bu dönemde kurulmuştur. Üçüncü dönem ise kilisenin iç çekişmelere sahne olduğu ve kendi içinde bölündüğü, güç kaybettiği Reform ve Rönesans’ın doğmasını sağlayan şartların oluştuğu dönemdir.

Roma imparatorluğu M.S. 476 yılında yıkıldıktan sonra Cermenler Roma şehirlerini istila etmişler ve başta tarım arazileri olmak üzere başlıca zenginlikler soylular, din adamları ve asker komutanlar tarafından ele geçirilmiştir. Bu dönem yağmanın, savaşın ve hiçbir bütünlükten söz edilemeyeceği, güçlü olanın kendi hükümranlığını kurduğu ve kendi hükümranlık bölgesini istediği gibi yönettiği bir dönemdir. Yoksullar ve eski dönemden kalan köleler ise geniş arazilere sahip soylu efendinin tebaasını oluşturmuştur. Gücü elinde bulunduran soylular ile onlara bağlı yaşayan köylüler arasındaki ilişki dokuzuncu yüzyılda ortaya çıkan feodalizm denilen dönemin ana unsurudur. Soyluların toprakları üzerinde yaşayan köylüye her türlü korumayı sağladığı, köylünün de korumanın karşılığında emeğini verdiği bir sosyoekonomik ilişki ortaya çıkmıştır. Erken feodal dönemin temel özelliği, karşılıklılık ilkesidir (Sander, 1999, s. 66). Bu dönemde lordun koruması olmadan yaşamak çok zordu ve kısaca bir lordun vassalı olmadan ne güvende olurdunuz ne karnınız doyardı.

Serflerin can güvenliğini sağlama yükümlülüğü karşısında, serflerin sorumluluğu olan çalışma, çoğu zaman adeta yarı kölelik halini almaktaydı (Erdem, 2009, s. 31-67).

Ortaçağın V. yüzyıldan IX. yüzyıla kadar uzanan ilk döneminde ortaya çıkan feodal yapının koşulları Batı Roma İmparatorluğunun yıkılması sonucunda ortaya çıkmıştır.

Feodalizm, toplumsal yapı olarak, bir yanda toprak sahibi kral, aristokrasi ve kilise;

diğer yanda da köylü kitlesi olarak bölen sınıf sistemi tarafından güçlü bir şekilde damgalanmıştır (Heaton, 1985, s. 71).

(24)

11

Ortaçağda parası olan insan sayısı son derece azdı ve zaten paranın kullanıldığı alanlar ise bir elin parmaklarını geçemezdi. Altın ya da gümüş gibi servet ifade eden birikimler kullanılmazdı. İnsanlar ihtiyaçlarının önemli bir bölümünü ya kendileri üreterek ya da değiş tokuş yaparak sağlardı. Diğer her türlü ihtiyaçlar o toprakların sahibi senyörler tarafından karşılanırdı. Satın alınan maddelerde vardı ama bu çok nadiren görülen bir ilişki tarzıydı. Satın alınan en önemli madde tuzdu çünkü tuz özellikle yiyecek maddelerinin muhafaza edilmesi için çok büyük ehemmiyet taşırdı.

Feodal toplumun erken dönemlerinde henüz akılcılığın olmadığı bir zihin yapısı dolayısıyla insanlar fazlalık üretmiyor sadece ihtiyaç hissedildiğinde kendi gereksinim duyduklarından fazlasını üretiyorlardı. Bu durum da ancak kuraklık beklentisi ya da doğal afetlerin yaşandığı zamanlarda geçerliydi. Bir başka deyişle insanların zihni sonraki kapitalist sistemi oluşturan insanların zihniyle karşılaştırıldığında işlenmemiş ya da ham şekildedir diyebiliriz. Fazlalık elde ederek sonrasında detaylı bir organizasyonun oluşması ve organizasyonu tamamlayıcı birçok kurumun varlığıyla, fazlalığın artı değer yaratır hale gelmesi ve bu artı değerin yine daha fazla artı değer getirmesi için tekrardan yapılandırılması için hem uzun süreye ihtiyaç vardır hem de bir çok farklı unsurun zamanla ortaya çıkarak bir araya gelmesi zorunludur.

Akdeniz gerek siyasi gerekse ekonomi açısından tarihin en eski dönemlerinden günümüze kadar her zaman önemini korumuştur. 7. yüzyılda Müslümanların Avrupa’da ve kuzey Afrika’da yayılması Akdeniz’i Avrupalılara kapatmış, ticareti Müslümanlar kontrol etmiştir. 11. yüzyıla kadar devam eden bu süreçte Avrupa kapalı ev ekonomisi dönemini yaşamıştır. Bir başka deyişle dış pazar olmadan sadece iç pazarda ticaret varlığını sürdürmüştür. Bu dönemde kilise etkinliğini artırırken, Avrupalılar ticareti iç pazarda geliştirmiştir. 1096 yılında ilk Haçlı seferiyle Akdeniz yeniden Avrupalılar için ticarete açılmıştır.

Haçlı seferleri ticaretin gelişmesine önemli ölçüde katkıda bulunmuştur.

Bunlardan en önemlisi Akdeniz yeniden Hıristiyan iç denizine dönüşmesi ve lüks mallara karşı pazar yaratmasıdır. Bu seferlerle doğuya giden binlerce Avrupalı evlerine yanlarında getirdikleri daha önce görülmemiş ürünlerle döndüler ve sonrasında bu ürünlere olan talebin karşılanması gerekmiş ve bu durumda tüccarları doğu limanları ve başta İtalyan limanları olmak üzere batıdaki limanlar arasında deniz ticareti yapmasını

(25)

12

sağlamıştır. Haçlı seferlerinin aslında kutsal amacı görünen bir nedendi. Esas neden yağmalama sonucu elde edilen malların getirdiği zenginliktir. Bu durum bize 15.

yüzyılda Amerika’ya medeniyet götürmekle övünen Avrupalıların, yüzbinlerce insanı öldürüp, sahip oldukları zenginlikleri Avrupa’ya taşımalarını hatırlatmaktadır. O dönem Avrupa’ya getirilen zenginlikler başta Rönesans olmak üzere önemli dönemlerin başlamasına neden olmuştur. Kaldığımız yerden devam edersek, daha önce hiç tanınmamış yiyecekler, parfümler, baharatlar, kumaşlar Avrupalı için yeni birer lüks maddelerdi. Haçlı seferleri özellikle İtalyan liman şehirleri için de önemliydi. Cenova, Pisa, Napoli gibi limanlarda ticaret çok canlıydı ve bu bölgelerin gerek çektiği nüfusla gerekse sağladığı ticari imkanlar yoluyla elde edilen zenginliklerle önemli şehirler haline gelmişlerdir. Hatta üçüncü haçlı seferleri bu limanların canlılığı için olması gereken karşı limanların ele geçirilmesi amacı taşımaktadır (Huberman, 2017, s. 30).

Ticaretin gelişmesi en çok şehirleri etkilemiştir. Şehirler hem yapısal olarak değişirken hem de nüfus çektiği için büyüdü ve ticaretle bağlantılı olarak şehirleşme öncelikle ticaretin de gelişmiş olduğu Hollanda ve İngiltere de başladı. İlk şehirleşme hareketlerini yol üzerinde, deniz ya da nehir kenarlarında ulaşımın kolay olduğu yerlerde daha doğrusu kurulan kaleler de görürüz. Bu kaleler koruyucu görev yapmaktaydı ve gelen konuk tüccarlar buralarda yanındakilerle birlikte konaklardı.

Ortaçağda mevcut şartlar gezgin tüccarları belirli korunaklı noktalarda yerleşmeye zorluyordu. Bu şartlar doğanın getirdiği zorluklar ve güvenliktir. Kötü hava koşulları, yol vermez tepeler, ırmaklar tüccarları belirli noktalarda toplanmalarını gerektiriyordu.

Para ve mallarını güvende tutabilecekleri, gereksinimlerini rahatça karşılayabilecekleri kale kentlerde yaşamayı tercih ediyorlardı. Düşmana karşı korunmak amacıyla tasarlanmış olan kale kentler ulaşılması kolay yerlerde yapılmıştı. Tüccarlar yolculuklarını istilacıların geçtikleri yollara yapıyorlardı; bunun sonucu olarak da istilacılara karşı yapılmış olan kalelerin, tüccarları duvarlarına çeken kusursuz bir konumları vardı. Böylece ilk ticari gruplar doğanın ekonomik dolaşımın odak noktaları olma eğilimi gösterdiği yörelerde oluşmuştur (Pirenne, 2016a, s. 102-103). Sürekli uğrak yeri olan kalelerin iç bölgesi yani burglar bu gezgin tüccarlar tarafından dolduruldukça ya da kalabalıklaşma arttıkça, hayat bu kalelerin dışına da taştı ve kalenin dışında da ayrı bir toplum oluştu. Günümüzde eski Avrupa şehirlerini

(26)

13

incelediğimizde, eski ve yeni şehir olarak ayrılmasının kökeninde bu kale şehirler vardır.

Ticaret tüccarlar ile gelişmiştir. Unutmayalım ki tüccarların işlerini yürütmenin temelinde bireysellik ve özgürlük en önemli bileşendirler. Tüccarlar gittikleri ya da kaldıkları yerlerde bu değişimi de beraberlerinde götürüyorlardı. Bir anlamda gittikleri yere ticari olarak canlılık getiriyorlar, o yeri kendi çevreleri içinde cazibe merkezi haline dönüştürerek katkıda bulunuyorlardı ve bu durumdan mahrum kalmak istemeyen yerel sorumlular tüccarların işlerini kolaylaştırarak her iki tarafında kazanmasına yol açıyorlardı. Ancak zamanla tüccarların istekleri ya da doğal olarak ortaya çıkan yeni ihtiyaçlarının karşılanması sadece yerel yöneticilerin çözümleyebileceği bir durumdan çıkmıştı. Yani bir noktada yerel çözüm yetersizdi ve önem arz eden kararlar kilisenin onayından geçmeliydi çünkü kiliseye karşı gelmek Tanrıya karşı gelmek demekti ki bunun da cezası ya toplumdan aforoz edilmek ya da ölüm demekti. Bu durum bir şekilde aşılmalı, çözümlenmeli ve ticaretin önündeki engeller kaldırılmalıydı. Ticaretin henüz filizlendiği bir dönemde görülen zorluklar gelecekte ticaretin hacminin artmasıyla daha da büyüyecekti. Belki de anlık çözümlemeler yetmeyecekti.

Düzenlenen panayırlar, krediler, senetler ya da paranın kullanıma girmesiyle yeni ticaretin gerekliliği laik ya da dinden bağımsız bir düzenlemeyi de beraberinde zorunlu kılıyordu. Bu durumda şunu görmemiz de kaçınılmazıdır; şehirdeki ticaretin getirdiği özgürleşme ile genel anlamda var olan mevcut feodal yapının getirdiği despotluk arasındaki çekişme zaman içinde tüccarların birlik oluşturarak loncaları kurmalarını sağlamıştır. Böylece ticaretle uğraşan kesimler ticaretin dinamizmi için gerekli serbestinin sağlanması için ilk adımı atmışlardır.

Ortaçağ toplumunda; loncaların ekonomik ve sosyal görevleri bulunuyordu. Bu loncaların en önemli görevi ya da etkinliği üretimin düzenlenmesinde ve kontrolünde görülür. Yani tüccar iç ve dış ekonomik rekabete karşı korunur, çalışma saatlerinden ücretlerin belirlenmesine kadar hatta ürünün kalitesinin ölçülmesine kadar farklı süreçlerde belirli görevleri en ince ayrıntısıyla icra ederdi. Loncalar tüccarlar arasında uyum ve tek sesliliği de sağlıyordu (Küçükkalay, 2014, s. 208). Amaç kilisenin hakim olduğu feodal yapının bir parçası olan geleneklerin yerini herkes için geçerli, değişmez ve eşitlik esasına dayalı bir düzenlemeydi. Loncalar kendi içlerinde bağlantılıydılar yani

(27)

14

bir yerde yapılan anlaşma böylece uzaktaki bir lonca sayesinde orada da geçerliydi.

Ayrıca üyeler arasında dayanışma ile sadece kendi üyeleri arasında geçerli olan bir takım ayrıcalıklarda sağlanıyordu. Bir başka deyişle loncalar pazarları kontrol edebiliyor ve düzenliyorlardı. Ticaret hem nitelik hem de nicelik açısından değişiyordu.

Ürünün taşınması için araçlar, yollar, köprüler ve rıhtımlar inşa edilerek nehirlerin etkin bir ulaşım aracı olarak kullanılmasına başlanmıştır. Nehir üzerinde kullanılan araçlar da şartlara uygun şekilde değişmiştir böylece uzak bölgelerle bağlantıya geçilebilecek, pazar dışa doğru genişleyebilecekti. Taşımacılıktaki gelişimin sonucunda ticaret de gelişti. Ticaretin gelişmesi; karı, refahı, üretimi artırırken, halkın ekonomi ile ilgili algısını da değiştirdi. Artık halk feodalizmin çözülmesinde en önemli etkenlerden olan pazar oluşumunu ve loncaların oluşumunu da destekliyordu (Küçükkalay, 2014, s. 185).

Lonca sistemi aslında bugün içinde yaşadığımız dünyanın küreselleşmesindeki belki de ilk adımdır diyebiliriz. Ortaçağda kurulan loncalar yerelin üzerinde bir güç elde etmiştir.

Bunun en önemli sebebi ise paranın ya da parayı getiren ticaretin artık bir iktidar aracı haline gelmesi yani gücün en önemli işareti olmasıdır.

Ticaretin gelişmesiyle mevcut dönem ile geçmiş arasındaki farklılıklarda daha açık görülebiliyordu. Feodal dönemin başlangıcına baktığımızda insanların zenginliği toprakla ölçülüyordu ki toprak sahibi olanlarda soylulardı, sonrasında toprağın yerini önceleri çok nadiren kullanılan para, zamanla şartların değişimi sonucunda yani kullanılmaya başlanması ve kullanımının yayılması ya da değiş tokuşun yerini almasından sonra zenginliğin göstergesi olmuştur. Zenginliğin ölçümü artık toprak değil paraydı. Toprağın üzerinde çalışan serfler ve onların üzerinde soylular ve en üstte ise ruhban sınıfı ortaçağ toplumunu oluşturan ana unsurlarken, ortaya kendine göre kuralları olan ve bu kurallara göre alım satım yapan yeni bir sınıf; orta sınıf ortaya çıkmıştır. Bu sınıfın adı burjuva sınıfıydı. Bu sınıf soylu ve ruhban sınıfı dışında, alt sınıftan gelen ama ticaretle zenginleşmiş ve kendi kendini yaratmış ya da yoktan var etmiş bir sınıftır. Parayı elinde bulunduran, ticaretle parasını çoğaltan ve tekrar yatırım yaparak iş hacmini büyüten, özgürlüğü ve bireyselliği savunan, zaman geçtikçe güçlenen bir sınıftır ve sonucunda soyluları bile kısmen de olsa etkisi altına getirdiği zenginlikle alsa bile, en çok mücadeleyi kiliseye karşı vermiştir. Kilisenin kuralları burjuvanın önünde bir engeldir. O halde burjuvazinin önünde iki seçenek vardır. Bu durum ya kilisenin ortadan kaldırılmasıyla sonuçlanacaktır ya da başka bir kilise

(28)

15

kurulacak ve bu yeni kilise ticaretin önünde engel olmayı bırakın destek olup onu geliştirecek, hızlandırarak büyütecek bir role sahip olacaktır. Çalışmamızın içinde bu duruma Reform bölümünde yeniden değineceğiz ancak kilisenin mevcut gücüyle ilgili şunları söyleyebiliriz.

Kilisenin bu dönemdeki öğretisi, Agustinusçuluk olarak nitelendirilir. Bu düşüncede öğretilerini Platon’un düşüncelerinden alır (Alatlı, 2015, s. 281). 13. yüzyıla kadar otoritesini koruyan bu düşüncenin kurucusu Aziz Augustinus: “inanabilmek için anla; anlayabilmek için iman et.” sözüyle öğretisini özetlemektedir. İnsan hem iyiyi hem de kötüyü temsil eder. İnsan iyidir çünkü tanrının yansımasıdır ama aynı zamanda insan kötüdür çünkü ilk günahı işlemiştir (Russ, 2014, s. 69,70). Hakim olan düşünce insan azla yetinmeli, açgözlü olamamalı, lükse ve şatafata ilgi duymamalı. Dünya zorluklarla doludur ve böyle yaşamak gerekir. Tanrı bu dünyada çekilen yoksulluğun, eziyetin karşılığını cennet olarak verecektir. Ortaçağ da kilisenin yaydığı inanışına göre örneğin bir insan komşusundan ödünç bir şey istiyorsa bunu zenginleşmek için değil, yaşamını devam ettirmek için istiyordur. İyi bir Hıristiyan komşusuna karşılıksız yardım etmeliydi. Birisine bir şey verildiğinde fazlasıyla almak uygun düşmezdi çünkü bu karşıdaki kişiyi zarara sokmak demekti. Bu bağlamda kilisenin faize bakış açısını da tahmin edebilmek zor değildir. Kiliseye göre faizle borç vermek ya da tefecilik yapmak günahtır ve yasaktır. Ancak kilisenin bu yaklaşımı burjuvanın ya da tüccarların onaylamadığı bir durumdur. Bu ortaya çıkan yeni sınıf parayı saklamıyor ya da sabit tutmuyor, parayı daha çok para getirmesi için farklı alanlarda kullanıyordu ve bu alanlardan biri de faizle para almak ve vermekti.

12. yüzyıl Avrupa’sında ticaret şehirde en önemli uğraş olunca, kırsala da şehirde yaşayanlara önemli ölçüde yiyecek yetiştirmek düştü. Bu bir bakıma şehir ve kırsal arasındaki karşılıklı iş bölümüydü. Şehirlere olan göç kale içinde oluşan toplulukların yani burgların kalabalıklaşmasına neden olunca burg dışında da yeni yerleşkeler oluştu. Bu durum kalabalıkların yiyecek ihtiyaçlarının karşılanması için eskiden uygulanan metotların bırakılmasını ve eskiye göre bir farklılaşmayı zorunlu kılıyordu. Bu farklılaşma da teknolojinin ilerlemesine bağlı olarak yeni ve ileri yöntemlerle ve çok fazla gübre kullanımı gibi yollarla verimliliği artırmak ve yeni tarım arazileri açmakla oldu. Avrupa’daki siyasi ve ekonomik yapı 1100’lü yıllara doğru

(29)

16

yavaş yavaş çözülmeye ve biçim değiştirmeye başladı. Bu nedenle 1100 ve 1350 yılları arasındaki dönemde çağın kendi özgürlüğü içinde teknolojik ilerlemeler ve yenilikler, tarım başta olmak üzere üretime uygulanmıştır (Küçükkalay, 2014, s. 179). Özellikle yeni tarım alanları açmak için bataklıkların kurutulmasından, makilik alanların ıslahına ve kullanılmayan sahipsiz arazilerin tarıma açılmasına kadar çalışmalar yapıldı. Tarım alanındaki en büyük yenilik hafif saban yerine ağır sabanın kullanılmasıdır. Ormanlık alanların temizlendikten sonra sürülmesinde, tarlaların birkaç kez sürülmesini aza indirerek işten, zamandan, insandan ve hayvandan tasarruf edilmesine yol açtı. Ağır sabanın kullanımının yanında çivili at nalının ve hamutun bulunması, atın öküzün yerine tercih edilmesi, demirin kullanımı ve gübreleme verimi artıran diğer yeniliklerdir (Küçükkalay, 2014, s. 181). Tarımın gelişmesi hayvancılığı da geliştirdi. Kışın hayvanların açlık karşısında telef olmasını engellemek amacıyla kesilmek zorunda kalan hayvanlar artık kesilmiyor farklı alanlarda kullanımı yaygınlaşıyordu. Artık hayvancılıkta yem ekim arazilerinin çoğalması ve yeni tekniklerle toprağın dinlendirilmesi süreci hayvanlar için gerekli geniş mera alanları da oluşturuyordu. Bu gelişmelerin burada değinilmesinin en önemli amacı toplumun yaşamının yavaş bir şekilde olsa da değişmesini gözler önüne sermektir. Bu değişim zihinsel değişimi de beraberinde getireceği için önemlidir.

Gerek tarım da gerekse hayvancılıktaki gelişmelerin getirdiği sonuç ise insanların ihtiyacından daha fazlasını üretebilmesidir. Pazarların oluşmasıyla daha çok ekin yapabilecek ve bunların bir kısmına senyöre diğer kısmını kendine ve bir kısmını da para karşılığı şehre satabilecekti. Parası olduğunda ise belki özgürlüğünü satın alabilecekti. Özgürlüğü satın alabilmek bir anlamda devrim niteliği taşıyordu. Kendi toprağında kendi için üretebilecek, özgürlüğünü kazanabilecek ve kendine daha çok üretmek için toprak alabilecek ya da şehre göç edebilecekti. Böylece paranın önemi artıyordu ve bunun önemini de toprak üzerinde çalışan senyörüne bağlı serfler görüyordu. Parayla özgürlük satın alınabiliyordu ve özgürlük daha çok çalışıldığında zenginliği de getiriyordu. Burada unutulmaması gereken en önemli nokta; soyluların kendileri için çalışan serflerin özgürlüklerini elde etmelerine ses çıkartmamalarının nedenidir. Bu neden onları kiralamalarının onlara sahip olmaktan daha karlı olmasıydı.

Her iki tarafta mutluydu; bir taraf özgürlüğünü kazandığı için mutluyken diğer taraf onlar özgür olduğunda daha çok kazanacakları için mutluydular. Bu noktada paranın

(30)

17

kullanımı ve önemi hissediliyordu. Serflerin özgürlüğüne karşı çıkan kiliseydi. Bu yüzden de serfler kiliseye karşı düşmanlık besliyorlar bazı durumlarda şehirlilerin de yani burjuvaların da desteğini alıyorlardı. Özgürlük ve özgürlüğün sağladığı ortamda daha çok kazanmak ve güzel yaşama hayali serfleri artık geri dönülemez bir yola sokmuştu. Akıllarında artık soylu efendileri için onların toprağında onların tebaası olarak çalışmak yoktu. Kendileri için kendi topraklarında daha güzel bir yaşam için para kazanmak için çalışmak vardı. Eskiden yaşamlarını devam ettirebilmek için çalışırlardı ancak şimdi ihtiyaçtan fazlasını elde etmek ve bunu da biriktirerek daha fazla kazanmak için çalışacaklardı. Orta sınıf ve köylü ya da serfler birlikte ama orta sınıf dediğimiz burjuva öndeliğinde gelişiyordu. Toplum zihinsel olarak değişiyordu.

Kısaca özetlemek gerekirse, orta sınıfın güçlenmesi yeni oluşumlara da zemin hazırlamıştır. 10. yüzyıldan 11. yüzyıla kadar gelişen orta sınıfın eskiden kalma düzenle devam edebilmesi imkansız hale gelmiştir. Orta sınıfın ya da burjuvanın ortaya çıkmasıyla, geleneksel düzenin dışında, daha önceki topluluklarda görülmeyen kendine özgü bir sınıf ortaya çıkmış oldu. Ürettikleri fazlalığı kar ile satarak biriktiren ve yine biriktirdiğiyle yatırım yapan, zenginleşme arzusuyla dolu bir sınıf. Güç göstergesi olan geniş topraklar yerini paraya bırakmıştır. Ticaret sayesinde, para artan bir hızla değişim aracı ve değer ölçüsü olarak yayılmış ve güçlenmiş, kasabalarda ticaret merkezi olduklarından zorunlu olarak buralara akmıştır. Para dolaşıma girdikçe ve sistemin içinde yer edinmeye başladıkça paranın kullanıldığı işlemler de artmıştır (Pirenne, 2016b, s. 95). Bu durumda burjuva sadece maddi olarak zenginleşmemiş, ekonominin getirdiği güçle tam olarak olmasa da ya da kısmen iktidar gücü de elde etmiştir.

Feodalleşme, iki önemli unsur ile gelişerek kendini değiştiriyordu. Bu unsurlardan birincisi yukarıda değinildiği gibi kentleşme ikincisi ise merkezi yönetimin güçlenmesidir. Birincisi kentleşme X.ve XIV. yüzyıllar arasında ticaret ile birlikte gelişmiştir ve yeni bir kent nüfusu olarak burjuva doğmuştur. Burjuvalar farklı değer yargılarına sahip, kökleri özgürlük, özerklik ve yeni bilgi edinimine dayanıyordu.

İkincisi ise merkezi gücün yeniden doğuşu anlamına gelmekteydi (Goff, 2005, s. 45- 46). Kentleşme ve ticaret arasında karşılıklı bir etkileşim ilişkisi vardır yani her ikisi de birbirlerini tamamlayarak gelişmektedir. Kent tüccarların yaşamlarını kolaylaştıran, ona göre hayatı düzenleyen, kırsaldan farklı bir yaşam sunan bir yerdi. Diğer taraftan,

(31)

18

Ticaret zenginliği getirirken güvenlik kaygılarının doğmasına da sebep oluyordu. Hem can güvenliği hem de mal güvenliği yeni bir düzeni arz ediyordu. Eski düzende koruma sağlayan soylular ile yeni orta sınıf yani burjuva artık hasım olmuşlardı. Tabii bazı alanlarda, ortak çıkarın getirdiği bir takım durumlarda soylu sınıfın burjuvaya yakınlaştığı görülmekle beraber bu iki sınıfın burjuva ile kilise arasındaki mücadelenin sertliği kadar olmasa da bir mücadele vardır. Kralın ise gücü yeterli değildir. Zaten Krallıklar kendine bağlı feodal beylerin diğer bir deyişle soyluların desteğiyle ayakta duruyor ya da devriliyor, vergiler tam olarak toplanamıyor ya da toplamaktan sorumlu senyörlerin elinde kalıyordu. Merkezi temsil eden kralın otoritesi yoktu çünkü kralın kendini var eden soylu sınıfın üzerinde gücü yoktu ve bunun getirdiği sonuç ise her bölgede eşit olmayan ya da uygulamaların farklılaştığı bir yönetim ve düzenlemelerdir.

Bu durum ise ticaret yapanlar açısından ticaretin gelişmesi ve yaygınlaşması açısından olumsuz bir süreç yaratıyordu. Merkezi ve güçlü bir otoriteye ihtiyaç vardı. Burjuva zamanla zenginleşiyor ve bir anlamda edindiği zenginliği kullanarak kendine merkez bir güç yaratmak istiyordu. Bu hemen olacak bir şey değildi ama sabırla ve zenginliğini kullanarak adım adım bu hedefine de ulaşacaktı. Paranın gücüne karşı koymak hemen hemen imkansız gibiydi.

Geniş topraklara sahip soylular zamanla hem sahip oldukları topraklarının küçülmesiyle hem de üzerinde çalışan serfleri kaybedince eski ihtişamlarını da kaybettiler, kral ise soyluların karşısında yer alan şehirlileri yani burjuvayı destekleyecektir çünkü desteğinin karşılığında kral şehirlilerin maddi desteğini kazanacaktır. Krallar artık güçlerinin ekonomiye bağlı olduğunu görecek ve ticareti destekleyerek burjuvanın önündeki engelleri kaldırmaya daha istekli olacaktır. Bunu da burjuvanın desteğiyle elde ettiği zenginlikle güçlü bir ordu kurarak yapacaktı. Sözünü ettiğimiz bu yapısal değişimler beraberinde toplumu da değiştiriyor ve yeni düzenin getirdiği sonuçlara yaklaşımın eskisinden farklı olmasını zorunlu kılıyordu. Burjuvanın yaptığı şey açıkça ticaret yaparak güçlenmekti. Burjuva yatırım yaparak büyüyor ve sonucunda kurduğu birliklerle birlikte hem krala hem de kralın temsil ettiği soylulara karşı sahip olduğu zenginliği kullanarak bazen onları bölerek bazen de satın alarak durumu bir anlamda açıkça savaş yapmadan idare ediyor ve kendi gelişimine devam ediyordu. Belki de yıllar sona olacak gerçek bir savaş için zaman kazanıyor ve güçleniyordu.

(32)

19

Değişim hissediliyordu, loncaların ilk kurulduğu tarihten beri çok uzun zaman geçmiş ve artık her şehirde ayrıcalıklı bir grup için kurulmuş olan loncaların ticaret için hem daha geniş alanlarda daha geniş hacimde ticaret yapmak için hem de baskılayıcı kuralları olduğu için engel teşkil ettiği düşünülünce kısıtlanması yoluna gidilmiştir.

Loncaların kısıtlanması değişimin ne kadar belirgin olduğuna bir işarettir çünkü kimsenin sahip olduğu gücü bir yapıyla ya da kişiyle paylaşmak istemeyeceğini de göz önünde bulundurarak, ne kadar zor şartlarda kurulduğunu ve başlangıcının çok sancılı geçirdiğini düşünürsek ve tüccarların kendileri için kurduğu bir kurumu kısıtlamaya gitmeleri ve iyileştirmeye çalışmaları; loncaların kurulduğu başlangıç dönemi ile mevcut durumun arasındaki değişimin yarattığı farklılığı göstermesi açısından önemlidir. Bu değişimin sonucunda güçlü merkezi bir iktidar ve ticaret için uygun daha geniş alanlar burjuva için bir ihtiyaç olmuştur. Kralların burjuvadan aldıkları paraya ihtiyacı olması burjuva sınıfını iktidarı da söz sahibi de yapıyordu. Yargıç, doktor, avukat, bakan gibi mevkiler bu sınıf tarafından dolduruluyordu (Huberman, 2017, s.

90). Burjuva iktidar yolunda güç kazanırken, nüfus olarak da genişliyor, sayılarını artırıyordu yani genişliyordu. Feodal yapı bu dönemde mevcut yapının biçim değiştirmesiydi, yani krallıklar içinde yeni organizasyonların ve kurumların kurulması demekti. Bir başka deyişle ekonomik yapının dönüşmesiyle, yönetim biçimleri de dönüşmüş ve sınıfsal yeni bir yapı oluşmuştur. Önceki dönemlerin köylü, serf, senyör, papaz ve şövalye gibi sınıflarının yanında yeni sınıflar, güçlü bir şekilde toplumsal yapılanmadaki yerini almaya başlamıştır. Sınıfsal dönüşümün gerçekleşmesi uzun bir süreci almıştır (Küçükkalay, 2014, s. 198).

Her ne kadar Protestanlık kilisenin gücünü zayıflatsa da kilise zaten güç kaybetmekteydi. Kral sorunları çözmede daha etkin hale geliyordu. Eğitim kilisenin denetimdeyken artık tüccarların kurduğu kendi hayat tarzlarına cevap verecek okulları vardı. Kilisenin dini öğretiler temelinde bir hukuk düzeni icra etmesi yerini ticaretin getirdiği ihtiyaçlar doğrultusunda Roma hukukuna bıraktı. Artık ticaretle uğraşan dünyaya daha farklı bakmaya başlayan bir toplum ortaya çıkıyordu ve eski feodal sistemin kuralları hayatın ilerlemesine engeldi. Kilise feodal yapının en önemli unsuru olarak hem mevcut yapıyı korumaya çalışıyordu hem de önemli zenginlikleri kendisine alıyordu. Yükselen orta sınıfın feodalizmi her ülkede ayrı ayrı silmeden önce merkezi örgüte, kiliseye karşı saldırıya geçmesi gerekiyordu. Bu mücadele dini bir görünüş

(33)

20

altında yürüdü ve adına Protestan reformu dendi. Özünde, yükselen orta sınıfın feodalizme karşı ilk önemli savaşıydı (Huberman, 2017, s. 98).

Sanayi devriminin gerçekleşmesi ve tam anlamıyla kapitalist kültürün üretilmesi için gerekli olan birikim sadece ortaçağa ait mevcut üretim tarzıyla ya da ticaretin gelişmesiyle elde edilmezdi. Sanayi devrimini oluşturacak bir birikimin oluşmasının önü önce Haçlı seferleriyle sonrasında coğrafi keşiflerde açılmıştır. Kapitalist örgütlenmenin ilk temeli İtalyan şehir devletlerinde atılmıştır (Huberman, 2017, s. 179).

Haçlı seferlerinde başta Venedik olmak üzere Cenova, Pisa gibi şehirler önemli birer liman haline geldiler. Bu limanlara akan zenginlikler 13.ve 14. yüzyıllarda oluşan kapitalist örgütlenmenin başlangıcını anlamamız açısından önemli rol oynamıştır.

Doğudan gelen servet kapitalist kültürün oluşması için tam olarak yeterli olmamıştır.

Amerika’nın keşfi ile birlikte Avrupa’ya gelen zenginlikler yeterli birikimi sağlamıştır.

Marx’a göre Amerika’da altın ve gümüş bulunması, yerli nüfusun madenlere tıkılması, köleleştirilmesi, Doğu Hint adalarının fethi ve yağması birikimin başlıca uğraklarıdır.

Doğu ticaretini bir anlamda tekeline alan Venedik yüzünden İtalyan denizciler memnun değildirler. Hindistan’a ulaşma da başka yollar deneyen İtalyan denizcilerin pusulayı geliştirerek kullanmaları ve mesafeleri ölçebilmeleri, somut bilgiye dayalı harita çizebilmelerini sağladı ve böylece kıyı şeridinden ayrılarak yolculuk edebilmeyi sağladılar. 1498 de Vasco De Gama Hindistan’a deniz yolunu keşfetti. Bu durum doğu ticaretini tekeline alan Venedik’in ve Türklerin siyasi engeline takılan Avrupalı tüccarlara yeni olanaklar sağladı. Ticaretin yolları değişince bundan yararlananların da sayısı arttı ve bir takım engeller aşıldı. Eskiden sadece Venedik yakınlık avantajını kullanarak Doğu ile tekel boyutunda ticaret yaparken, anayolun Atlas okyanusu olarak değişmesiyle Portekiz, İspanya gibi diğer deniz sınırı olan ülkeler de ticaret savaşına katıldılar. Uluslararası ticaretin alanı genişledikçe eski şartlar yerini yenilerine bırakıyordu. Keşifler ticaretin yayılmasını sağladı, artık dört kıtadan oluşan büyük bir pazar kuruluyordu. Bu alışveriş yapılacak yeni yerler demekti, yeni malların bu pazarlara taşınması ve bu pazarlardan eve yeni malların getirilmesi demekti. Bu durum yeni icatları ve keşifleri de beraberinde getiriyordu. Yeni keşifler ile birlikte; oraya gitmek, orada garnizonlar kurmak ve yerlilerle anlaşmalar yapmak ve ürünleri o bölgeye taşımak ve yeni ürünlerle dönmek ya da pazarı korumak için çok büyük

(34)

21

miktarlar da para gerekiyordu bunun sonucunda İngiltere de kurulan ilk anonim şirketleri görüyoruz. Bu şirketler fazla üretim ve yüksek satışlar yaparak önemli kar elde ettiler ve bu birikime yol açtı, nitekim bu birikim 18. yüzyıldaki sanayi devriminin de temelini oluşturacaktı.

Başta İngiltere ve Hollanda ticaret yaparak önemli servetler elde ederken, İspanyollar Amerika kıtasından, Meksika ve Peru’dan gemiler dolusu altın ve gümüşle dönerek Avrupa’nın önemli ölçüde birikime sahip olmasını sağladılar. Ancak çok önemli bir konunun altını çizmek gerekir ki, o da Avrupa’nın kimliğinin oluşmasında ve sonraki maddi anlamda ki zenginliğinin altında her iki tarafında kazandığı, karşılıklı rızanın olduğu, dürüst bir şekilde anlaşmaların yapıldığı, günümüzdeki anlamıyla insan haklarının gözetildiği bir durumdan hiçbir zaman söz edilemeyeceğidir. Bunu yine Avrupa’nın önde gelen tarihçilerinden Huberman’ın yazdıklarından anlıyoruz.

“Hollandalıların sermaye biriktirme yöntemlerine bir örnek; Malaka’yı ele geçirmek için Hollandalılar Portekizli valiyi satın aldılar. 1641’de şehre girmelerine izin verdi.

Hemen evine dalıp öldürdüler ve böylece ihanetin bedeli olan 21.875 sterlini vermekten kurtuldular. Ayaklarını bastıkları yerde yıkım ve kıyım başlıyordu. Cava’nın bir eyaleti olan Banjuwangi’de 1750’de 80.000 insan oturuyordu, 1811’de bu sayı 18.000’e indi.

Hollanda onyedinci yüzyılın başlıca kapitalist ulusu olması için gerekli parayı böyle biriktirdi.” (Huberman, 2017, s. 180).

Hollanda’dan sonra en önemli kapitalist ülke İngiltere’ydi. W.Howit, Londra da 1838’de yayınlanan “Kolonizasyon ve Hıristiyanlık” adlı kitabına Oriental Herald gazetesinden Hindistan’da Britanya’yı anlatan bir yazı koyar. “İmparatorluğumuz fikre dayanan bir imparatorluk değildir, yasalara da dayanmaz, doğrudan doğruya zorla kazanılmıştır… hala da öyle yönetilmektedir. Ülkenin hiçbir kısmı gönül rızasıyla alınmamıştır… önce mallarımızı satmamız için sahile çıkmamıza izin verilmişti, sonra azar azar, bazen zor, bazen de hileyle ülkenin eski hükümdarlarını alaşağı ettik, soyluların güçlerini ellerinden aldık ve endüstrilerini, kaynaklarını sürekli sömürerek halkın bütün fazlasını ve taşınabilir servetini elinden alıyoruz.” Kolonilerle ticaret anayurdu zengin etti. Avrupalı tüccarların ilk servetleri böyle oluştu (Huberman, 2017, s. 181).

Referanslar

Benzer Belgeler

The information used for this research included number of papers, number of authors, number of references listed, impact factors of publishing journals, times cited, and whether

This study was carried out in Çukobirlik, which ranks third in Turkey cooperatives and first among the agricultural cooperatives in terms of number of partners, with

 Boudrillard da McLuhan gibi, elektronik iletişim araçlarının etkisinin çok derin ve farklı olduğunu düşünür..  Ona göre televizyonlar bir dünyayı göstermekle

ünlülerinin yanında ince g, k ve l sesleri alıntı kelimelerle dilimize girmiştir: rüzgâr, kâğıt, lazım, vb. Türkçe alıntı kelimelerin tümünde kendi

Sefotaksim duyarlılığının düşük bulunması, TEM-1 ve OXA-30’un CTX-M tipi enzimlerle birlikte sıkça bulunabilmesi ve piperasilin/tazobaktama amoksisilin/klavulanattan

Kırklareli Ġğneada bölgesinde yakalanan kemiricilerden ELISA testi ile antikor pozitifliği saptanan 20 örnekten 16’sında DOBV pozitifliği, birinde de PUUV

Tablo 26 daki analize göre ankete katılan antrenör ve sporcuların %49.6’sı tesislerin gün içerisinde açık kalma süresi bakımından bizim boş

12. The United Kingdom was mad at the Japanese so they made many Japanese-Australians leave their homes. They were put in camps with barbed wire around the outside of the