• Sonuç bulunamadı

BÖLÜM 3. SİMÜLASYON EVRENİ

3.7. Simgesel Değiş Tokuş

3.7.1. İlkel Toplumlarda Potlaç Kültürü

Kapitalizmin doğuşundan çok daha önceleri belirli bir kültüre ait bir evrensel düzenin varlığından söz etmek mümkündür. Potlaç ya da Armağan Kültürü, Karşılıklı Yükümlülük, Simgesel Değiş Tokuş bu düzene verilen farklı terimlerdir. 1923-1924’te L’Annee Sociologique’te Marcel Mauss’un “Armağan Üzerine Deneme: Arkaik Toplumlarda Değiş Tokuşun Biçimi ve Nedeni” adlı makalesinde potlaç terim olarak beslemek, tüketmek anlamına gelmektedir (Mauss, 2018, s. 78). Potlaç kültürü Marcel Mauss’a göre Amerikan Kızılderili kültürüdür. Fransız tarihçi Paul Veyne “Ekmek ve Sirk-Bir Çoğulcu Politikanın Tarihsel Sosyolojisi” (1976) adlı kitabında potlaç kültürünün Eski Roma ve Yunan’da da var olduğunu belirtmiş potlacın özellikle Roma toplumunda oldukça önemli yeri olduğunu ifade etmiştir (Aktaran: Kitapcı). Bir başka deyişle potlaç Veyne’nin araştırmalarına göre ilkel toplumların yanı sıra bugünkü Avrupa’da da görülmüştür. Tüm bu farklı coğrafyalarda yaşayan toplumlarda görülen benzerlik gösteriş yoluyla yapılan tüketimin getirdiği saygı ve itibardır.

Trobriand yerlileri Potlaç kültüründe var olan gösterişçi tüketime verilebilecek en iyi örneklerden biridir. Arkaik lüks endüstrisi potlacın temelidir (Bataille, 2017, s.

92). Malinowski’ye göre yerli halk topladıkları yer elmalarını ambarlara koymadan önce evlerinin önüne sererek herkesin görmelerini sağlarlardı böylece bu yapmış oldukları gösteriş saygı ve itibar getirirdi. Bir tür armağan ya da karşılık olarak şefe verilen elmalarda şef tarafından yine halk için tüketilirdi (Eröz, 1969, s. 54, 55). Aztek uygarlığında ise kabile şefleri düzenlenen törenlerde kendi aralarında birbirlerine karşı üstünlük kurmak amacıyla zenginlik göstergesi olan, mevcut insan emeğiyle üretilmiş olan paltolar, etekler, değerli kadın giysileri, zengin renkli tüyler, yontulmuş taşlar, deniz kabukları, yelpazeler, hayvan kabuklarından tokaçlar, desenlerle süslenerek hazırlanmış vahşi hayvan derileri bağışlardı. Amerika’nın kuzey batısında ise kwakiutllarca zenginlik göstergesi olan kanolar ve evler imha edilir, köpekler ya da köleler boğazlanırdı. Yiyecek bağışları şenliklerin işe yaramaz tüketimine yöneliktir ve sıradan bir anlam taşırken, yukarıda işaret ettiğimiz tüketim maddeleri o dönemin lüksüne işaret etmektedir. Potlacın lüksün anlamlı bir biçimi olduğu söylenebilir.

Lüksün mevki ya da statü yaratıcı bir değeri olduğu açıktır. Şatafat gerektirmeyen yüksek bir mevki yoktur (Bataille, 2017, s. 90). Potlaç kültürü Tlingitlerin, Haidaların, Timshianların ve kuzeybatı sahilindeki kwakiutlların toplumsal yaşamında önemli bir

141

yere sahiptir (Bataille, 2017, s. 84). Bir başka deyişle potlaç kültürü yapılan araştırmalar ışığında evrensel bir kültür olarak kabul edilebilir.

Genel olarak ilkel toplumlara baktığımızda aralarında bazı farklılıklar olsa da şenlik ya da kutlamalarda yapılan harcamanın amacı diğer bir kabile üyesinin mevkisini yitirmesine yönelik değildir, bağış yapanın mevki edinmesine ya da mevkisini koruma amaçlıdır. Toplum içinde elde edilen mevki ya da statü servet sahibi olmaktan öte serveti üretken olmayan toplumsal harcamalarla tüketmeye bağlıdır.

Karşılıklı yükümlülük düzeninin görüldüğü ilkel olarak adlandırılan toplumlar ile modern yaşam biçiminin görüldüğü toplumların arasındaki en belirgin temel ayrım;

karşılıklı yükümlülük düzeninde maddi olan ile manevi olan bir bütün olarak, modern toplumlarda ise birbirlerinden ayrı olarak düşünülmesidir. Günümüzde ekonomik olarak sahip olunan her şey maddi dünyaya ait olarak kabul edilirken, gelenekler, inanç gibi şeyler ise manevi dünyaya ait olarak kabul edilir. Ancak potlaç kültüründe bütünsellik içinde maddi olanın manevi olanın bir sonucu olduğuna inanılır. Potlaç zihinsel bir durumdur ve rasyonel değildir, tek tanrılı dinler öncesine ait evrensel bir kültür olduğu söylenebilir. Bugün Batı dünyasına baktığımız da potlaç kültürünü göremeyeceğimiz açıktır ancak mevcut uygulamaları derinlemesine incelediğimizde kökenlerinin bir şekilde potlaç kültürüne ulaştığını görürüz. “Armağan ya da Potlaç esas olarak verme-alma ve karşılığında verme olmak üzere üç aşamadan oluşur” (Godbout, 2003, s. 45).

Potlaç kültürünün ne zaman ortaya çıktığı tam olarak bilinememektedir, tahminen MÖ.10. yüzyıl ile MS. 10. yüzyıllar arasında tam manasıyla yaşanmış olup sonrasında zayıflayarak ya da farklı biçimlere bürünerek devam etmiş ve 19. yüzyıl Sanayi devrimiyle büyük oranda ortadan kaybolmuştur. Burada tek tanrılı dinlerin öncesinde ve sonrasında ise tek tanrılı dinlerin geçerli olmadığı ya da zayıf olduğu bölgelerde görüldüğünün de altını çizelim.

İlkel toplumların yaşamı incelendiğinde doğa armağan toplumlarında yaşamın merkezinde, gizemli, tüm bilinmezliğiyle, cömertliğiyle ve gazabıyla yaşanılması gereken bir evrendir. Kendini sürekli yineleyen doğa birçok düşünüre göre “artı”

dünyasının en önemli muhalifidir. Doğa verir ve tüketir. Doğa da biriktirme, fazlalık ya da artı değer gibi süreçler yoktur, olduğunda uzun süre beklemeden yok edilmekte ya da tüketilmektedir. Yani potlaç geriye hiçbir şey bırakmadan tüketen ve biriktirilmiş her

142

şeyi yok eden bir yaşam biçimidir. Birikim yapmak yasaktır, yaşamayı sürdürmek için biriktirme yapılsa bile bu “artı değer” yaratmak amacıyla değil, yine hep birlikte topluca tüketmek içindir. Önemli olan, mümkün olduğu kadar artı değer elde etmemektir. Mevcut inanışa göre gereğinden fazla ürünün kabileye felaket getireceği düşünülmektedir. Böylelikle kabileler varlıklarını sürdürebilmek için biriktirmek zorunda kalsalar dahi bunu diğer kabilelerle paylaşmakta ve son aşama olarak imha etmektedirler, yani tanrılara adak olarak sunmaktadırlar (Akay, 1999, s. 38).

Tarihi incelediğimizde insanoğlunun avcılıktan, hayvancılığa ya da yerleşik tarıma geçerken yaşadığı evreler, onu zihinsel olarak değiştirmediği görülür bunun sonucunda potlaç kültüründe de insanların değişime direnç gösteren bir zihinsel yapıya sahip oldukları söylenebilir. Ritüeller üzerine oturtulmuş törensel bir büyü düzeni olan karşılıklı yükümlülük evreni irrasyoneldir. Bu irrasyonel evrenden tek tanrılı dinlerin yarı-rasyonel olarak adlandırabileceğimiz evrenine geçiş oldukça zaman almıştır. Bunun nedeni tek tanrılı dinlerin maddi olanla manevi olanı –zaman içinde- birbirlerinden ayırmayı becermiş ya da öncülük etmiş olmalarıdır. Tek tanrılı dinlerde içinde yaşadığımız evren bu dünya ile öteki dünya olarak ikiye bölünmüşken, potlaç kültüründe ayrım yoktur daha önce de söylediğimiz gibi bir bütünsellik içindedir. Öteki olarak addedilen şimdikinin bir uzantısıdır.

Değiş tokuş edilen şeyler sadece mal, zenginlik, gayrimenkul, taşınır mal ya da ekonomik olarak kullanılabilen eşyalardan ibaret değildir. Her şeyden önce karşılıklı nezaket gösterileri, şölenler, ayinler, askeri hizmetler, kadınlar, çocuklar, eğlenceler, bayramlar ve fuarlar söz konusudur ki pazar buradaki en önemli noktalardan biridir.

Zenginliklerin dolaşımı, çok daha genel ve uzun vadeli bir anlaşmadaki ayrıntıdır.

Nihayetinde, bu yükümlülükler ve karşı yükümlülükler aslında tamamen zorunlu olmalarına rağmen, çoğunlukla isteğe bağlı bir şekilde, armağanlarla ve hediyelerle yerine getirilmektedir. Bütün bunlara ‘toplam yükümlülükler sistemi’ adını verilmektedir (Mauss, 2005, s. 210). Mauss’a göre karşılıklı yükümlülük rızaya dayalı ve geleneklerin hakim olduğu bir düzendir. Sadece ekonomi söz konusu olduğunda değil, yaşamın her alanında; vermek-almak-daha çoğuyla iade etmek esastır. Armağan, hem kabile içinde hem kabile dışında cömertliğin, saygınlığın, üstünlüğün bir ifadesi olarak başkasına verilen, veren kişinin ruhunu taşıdığına inanılan bir nesne olarak kabul

143

edilirdi (Sahlins, 2010, s.187). Armağan almakta vermekte bir zorunluluktu. Armağan alınıp verilmesi yoluyla malların değiş tokuşu kuramsal olarak gönüllük esasına dayalıdır ancak gerçeklikte, bir zorunluluk altında alınıp verilmektedir (Tezcan, 1989, s.30). Vermek topluluk içinde saygı uyandırırdı. Kim ne kadar çok verirse, klan da en çok onun ağırlığı olurdu. Zenginlik, prestij, güç sahip olunanların paylaşımıyla ifade edilirdi. Armağan ilişkisi alınan ve verilenin, karşılıklı yükümlülüklerin aritmetik bir eşitlik içinde düşünülmediği, katı kurallı ama ucu açık bir ilişki düzenidir. Verilenin karşılığı alındığında, onu alanın yeniden aynı kişiyle ya da başka bir kişiyle maddi veya simgesel değişim ilişkisinde bulunacağını taraflar bilmektedir. Vermek, almak ve tekrardan vermek zorunluluğu, toplumsal ilişkide bulunma zorunluluğudur. Bu sadece cömertlik, diğerkâmlık değil; aynı zamanda güç, yarışma, diğerine üstün çıkma amaçları da taşır, onur ve saygınlık arayışının can verdiği çatışma ve uzlaşmayı, gönüllük ve zorunluluğu, toplumsal beraberliği ve kişisel stratejiyi birlikte var etmektedir (Godbout, 2003, s. 11).

Potlaç servet dolaşımının bir aracıdır. Bu kültüründe bir şef tarafından önemli miktarda servetin törenlerde bağışlanması başka bir deyişle tüketilmesi gerekir, böylece tüketerek karşısındaki rakibini aşağılamış, ona meydan okumuş, onu karşılık vermesi için mecbur bırakmıştır. Bunun sonucunda bağışta bulunan kişi aşağılanmaya ve meydan okumaya karşı koymalıdır, aradaki yükümlülüğü kabul ederek cevap vermelidir. Bir süre sonra, ilkinden daha cömert yeni bir potlaçla cevap vermelidir.

Bunu yaparken de fazlasıyla yani faiziyle geri vermelidir (Bataille, 2017, s. 85). Bağışın miktarının yüksekliği meydan okumanın düzeyini belirlerdi. Bağışın mübadele değeri bağış yapılan kişinin yapılan aşağılanmaya daha yüksek bağış vererek ya da bugünkü anlamıyla faiz vererek karşılıkta bulunması zorunluluğundan kaynaklanır.

Potlaç kültüründe gördüğümüz aldığını fazlasıyla verme zorunluluğu mübadelenin kökenleri tarihinde malların karşılıklı değişimi yerine faize dayalı borcun geçebileceğini söylemeye olanak sağlamıştır. Potlacın görüldüğü topluluklarda servetin, banka uygarlığının kredi enflasyonunu hatırlatan bir şekilde, çoğaldığını kabul etmek gerekir ( Bataille, 2017, s. 26).

144

Potlaç düzenlenen şenliklerden ayrı düşünülemez. Potlaç amacıyla şenlikler düzenlenir ya da Potlaç şenlikler düzenlenmesine aracı olur ama her zaman potlaç ve şenlik bir bütündür. Şenliklerde karşı tarafa ya da rakibe meydan okumak, aşağılamak ve mecbur kılmak için bağış yapılırdı. Armağanı kabul etmemek büyük bir saygısızlık olarak görülür ve savaş nedeni bile sayılabilirdi. Mauss’un potlaç kültüründen yararlanan bir diğer önemli düşünür Bataille ise bağışı şu şekilde açıklar; bağış vererek gerçekleşir ama verdiğinizde aslında almış olursunuz bir başka deyişle sahibine kazandırır. Bağış, veren öznenin aşılması özelliğine sahiptir ama verilen nesne karşılığında, özne aşmayı sahiplenir; kendi erdemini, gücüne sahip olduğu şeyi, bir servet olarak, artık kendisine ait bir yetki olarak göz önünde bulundurur (Bataille, 2017, s. 86). Özne eğer nesneyi tek başına yok etseydi, böyle bir yetki de olmazdı. Nesne eğer başka bir gözün önünde yok edilir ya da bağışlanırsa, yok eden ya da bağış yapan kişi diğer gözün nazarında yok etmenin ya da bağış yapmanın yetkisini de alır. Zengin gösterişli bir şekilde zenginliğini yaşadığı için zengindir. Zenginlik tüketerek hem de herkesin gözü önünde şaşalı biçimde tüketerek yaşamaktır. Tüketim sade ve gösterişsiz olursa öteki üzerinde etki sağlanamaz. Bağışın yitirilerek kazandırması ötekinin üzerinde bıraktığı etkidir. Bağış görünürde vermek fiilini ifade etse de fazlasıyla almak demektir, verirken kazanmaktır. Kazanmak yetki ya da iktidar demektir. Potlaç kültüründe mesele verdiğini fazlasıyla yani bugünkü anlamıyla faiziyle almak değildir, en son verenin elde ettiği sosyal itibardır.

Yalnız unutmamak gerekir ki bağış ya da armağan vermek potlacın tek biçimi değildir. Potlaç törenlerinde rakiplere kurban verilerek de meydan okunur. Çoğu zaman köklerini dinsel törenlerden, tanrılara verilen kurbanlardan alan köleler kurban edilirdi ya da mevcut ürün; ister yağma yoluyla ister el emeği yoluyla elde edilen ürün olsun topluluk önünde amaçsızca sadece güç gösterisinin bir parçası olarak yakılır ya da parçalanır, böylece tüketilirdi. Amerika’nın kuzeybatısında kwakiutlların köyleri yakması, kanoları parçalaması bu duruma verilebilecek en iyi örneklerden bazılarıdır.

Armağan toplumunun yapısında hiyerarşik bir düzen söz konusudur ama insanların pozisyonları sürekli olarak değişkendir. Bir zaman ast olan bir zaman sonra üst olur ya da üst olan ast olurdu, her iki pozisyonunda durumunu deneyimlerdi. Diğer bir deyişle armağan toplumlarında “sınıf” yoktur çünkü üst konumda olmak için kişi

145

aldığından fazlasını vermek durumundadır ve bu herkesin konumunu değişken hale getirirdi. Herkes “alan el-veren el” ilişkisini yaşamak durumundadır, yani her statünün deneyimlenmesi ve bu statüye uygun şekilde yaşanması ve sorumlulukların yerine getirilmesi gerekiyordu. Veren el konumundan alan el konumuna düşmek aynı zamanda prestij ve itibar kaybetmek demektir. Bu durumu da herkes yaşayabilirdi ve gayet olağandı. En önemli şey saygınlık kazanmak için aldığınızdan fazlasını vermenizin gerekliliğiydi ki bu itibarın ya da saygınlığın ekonomik temelli olmadığını, toplumsal olduğunu göstermektedir. Verilen eşya fazla elde tutulmazdı, uzun süre beklemeden el değiştirmeliydi çünkü eşyanın da canı olduğuna ve esas sahibinin de tanrı olduğuna inanılırdı. Alınan armağan en kısa sürede diğer bir kişiye verilmeliydi. Aksi durumda tanrının gazabı eksik olmaz ya da kötü ruhlar ziyaret edebilirdi. Bu hediyelerin kötü ruhları kovduğuna ve insanları kötülüklere karşı koruduğuna inanılmaktadır. Zira bir insanın bedduası kıskanç ruhların içinize girmesine, sizi öldürmesine izin verir ve aynı zamanda kötü etkilerin harekete geçmesine olanak verirdi, ayrıca insanlara karşı işlenen kusurlar, suçluyu ruhların ve uğursuz şeylerin karşısında zayıf bırakır inancı kabile üyeleri tarafından paylaşılan yaygın bir düşünce şekliydi (Mauss, 2011, s. 230-231). Bu durum hem biriktirmeyi ya da stoklamayı engellerken hem de sınıfsal bir yapılanmanın önünde bir engel oluşturuyordu. Her şey tanrılara, ruhlara ve ölü atalara aittir. Her şeyi onlar verir, onlar alır. Topluluğun başına geçen kişi elde ettiği servetten daha fazlasını paylaştığı için o konumdaydı ve tanrılarla ya da ruhlar dünyasıyla halkı arasında bir köprü vazifesi görüyordu. Potlaçların yükümlülüğünü üzerine alan şefler atalarını ve tanrıları temsil etmekte ve canlandırmaktadır, bunların isimlerini taşımakta ve yaptıkları dansı yapmaktadır, ayrıca bu ataların ruhları da şefleri ele geçirir anlayışı bulunmaktadır (Mauss, 2011, s. 275).

Armağan toplumunda inanışa göre yaşanılan her şeyin bir nedeni vardı ve olması gerektiği için oluyordu. İyi ya da kötü bir şey olduğunda, olan şey tanrı ya da ölüler yani ruhlar öyle istediği için olmuştur (Adanır, 2004, s. 32). Yani rastlantıya yer yoktur.

İlkel toplumlarda genel inanış hiçbir şeyin rastlantısal olarak gerçekleşmediğidir.

Kabilenin lideri yönettiği toplumun her şeyinden sorumluydu. Toplumun itibarı kendi itibarı demekti ve onları da itibarla ve refah içinde yaşatmalıydı. Şef, kendisi, oğlu, damadı, kızı veya ölüleri için potlaç vermek zorundadır. Otoritesini kabilesi

146

üzerinde, köyü ve hatta ailesi üzerinde uygulayabilmesi için, şefler arasındaki konumunu koruyabilmesi için ruhların kendisini ziyaret ettiğini ve talihin kendisinden yana olduğunu, talihin ona ve onunda talihine hakim olduğunu kanıtlaması gerekir;

bunu kanıtlayabilmesi için de talihin ona verdiği zenginliği harcaması, bu zenginliği dağıtması ve böylece diğerlerini kendisinden aşağı gösterip onları 'kendi gölgesine' alması gerekir (Mauss, 2005, s. 279). Liderin itibarı da tüm topluluğun itibarıydı. Servet ve konum geçici bir durumdan ibaretti. Tanrının sahip olduğu şeyler sadece yer değiştirebilirdi. Kolektivite her zaman ön planda olmuştur, mülkiyet anlayışının olmaması ve kardeşlik hukuku da bunu göstermektedir. Alınanın fazlasıyla iade edildiği bu düzende, değiş tokuş mantığı yaşamın her alanını kapsamaktadır (Adanır, 2004, s. 30). “Gimwali” potlaç düzeninde gündelik ihtiyaçlar için yapılan, pazarlığın olduğu değiş tokuşa verilen addır. “Kula” ise potlaç kültüründe pazarlığın yasak olduğu kutsal, simgesel değiş tokuşa verilen addır. Kula da nesnenin ruhu olduğuna inanıldığından ve verenin bir parçası olarak kabul edildiğinden maddi değerinden çok manevi değeri yani simgesel değerine önem verilirdi. Genel anlamda potlaç kültüründe manevi değerler her zaman maddi değerlerin önünde gelmiştir. Potlaç kültüründe en fazla kafa karıştırıcı olan durum değiş tokuş olayının hem toplumsal (armağan), hem inanç biçimi (nesnenin ruhu), hem ekonomik (maddi bir değer) hem hukuki (armağan verme zorunluluğu) hem de bütün bunların bütününü oluşturan kültüreli kapsaması ve bütün bu alanların birbirleriyle kesişmesi, örtüşmesi ve birbirlerini tamamlamalarıdır.

Mauss’un da işaret ettiği gibi bütün bu alanların hepsi zihinsel olanın egemenliği altındadır. Sözlü kültür de geçmiş ya da gelecek zaman yoktur, sadece yaşanılan o an vardır yani şimdiki zaman. Simgesel düzen şaşmaz ritüellere sahip bir “büyü düzenidir”. Bir başka deyişle büyü düzeni “zamansal değişmezliğin” yani “şimdiki zamanın” egemen olduğu ve yalnızca şimdiki zaman diliminde yaşanılan bir düzendir.

Potlaç kültüründe geçmiş zaman ya da gelecek zaman yoktur. Geçerli olan sadece şimdiki zamandır.