• Sonuç bulunamadı

BÖLÜM 3. SİMÜLASYON EVRENİ

3.4. Hipergerçeklik ve Bütünsel Gerçeklik

İnsanların hayatı kusursuz bir biçimde kurgulanmakta ve sentetik hale gelmektedir. Sistem içinde yaşam bulan her şey göndereninden daha gerçek gibi algılanmaktadır ve bir hipergerçeklik oluşturmaktadır. Baudrillard Güney Fransa’nın doğu sırtlarında bulunan Lascaux Mağarası’nın bu anlamda iyi bir örnek olduğunu düşünür. Mağara 1940 yılında bulunur. Duvarlarında rastlanan tarih öncesi döneme ait resimler oldukça önemlidir ve 1948 yılında ilk kez ziyaretçilere açılan Lascaux Mağarası bu yüzden çok sayıda turisti de kendine çekmiştir. Fakat aşırı ziyaretçi sayısı mağaranın bozulabileceği endişesi yaratmış ve 1963 de mağara ziyaretçilere kapanmış ama beş metre yanına bir replikası (kopyası) yapılmıştır. Baudrillard’a göre bu durum her iki mağarayı da yapaylaştırmıştır (Baudrillard, 2016b, s. 24). Fiziksel gerçekliğin zarar görmesinin yanı sıra zihinsel süreçlerin de zarar görmesi kaçınılmazdır çünkü göndereninden koparılan gönderilen asıl olanın yerini almıştır. Burada gerçek ile kopyası arasındaki mesafe ortadan kalkmış ve sonucunda her ikisi de simülasyon haline gelmiştir. Gerçek, geri dönmemek üzere aramızdan ayrılmıştır.

Simülasyon ya da hipergerçekliğin üretilmesinde ve yeniden üretilmesinde kitle iletişim araçlarının önemli bir rol oynamasının yanı sıra insanların günlük hayatındaki modern kurumlar da bu oyunun içindedir. Paris’teki Beaubourg müzesi Baudrillard’a göre bir kültürel caydırıcılık alanıdır ve bir kültür hipermarketi ve toplumsal yaşamın işlemsel simülasyonuna ait bir zaman- mekandır. Kitleler içinse burası ironik bir biçimde karşı kültür de dahil olmak üzere kültürün ölümünü görüp keyif aldıkları bir mekan olmuştur (Tambaş, 2011, s. 34).

115

Baudrillard’a göre Beaubourg Müzesi kitlelerin kültürün insani bir şey olduğu düşüncesini savunmaktan başka bir şeye yaramayan o çok eski öyküye göre aslında ölmüş bir kültürün yasını tutmak gibi keyifli bir törene davet etmektedir ve kitleler bu davete koşa koşa icabet etmektedirler. Ancak kitlelerin bu davete büyük bir istekle katılmalarının nedeni yüzlerce yıldır onları bıktıran bu kültür karşısında salya akıtmak değil, her zaman nefret etmiş oldukları bir kültürün yasını tutma fırsatını kitleler halinde ilk kez ellerine geçirmiş olmalarıdır (Baudrillard, 2016b, s. 97). Bununla ilgili olarak Baudrillard, Kültür Merkezi’nin iç mekanları (müze-Beaubourg’un) ile dış görüntünün (iskelet-Beaubourg’un) arasındaki bir zıtlıktan bahseder; bu görüntüsüyle her türlü geleneksel zihniyet veya anıtsallık yaklaşımını değiştirebilecek güce sahip olan bu bina, içinde yaşadığımız çağın bundan böyle asla süreye bağımlı olmayacağını; sahip olabileceğimiz tek zaman anlayışının, hızlandırılmış bir yinelenme ve yeniden-yinelenme, devre ve transit akışkanlar şeklinde olabileceğini haykırmaktadır... . Müze-Beaubourg, bu olguyu gizlemeye çalışırken iskelet-Beaubourg bunu yüzümüze haykırmaktadır. Zaten iskeletin bu kadar güzel ve iç mekanlarında gerçekten bu kadar başarısız olmasının nedeni budur. Kültürel üretim ideolojisi denilen şey her türlü kültür anlayışına karşıt gelmektedir. Kısaca kültür; sır, ayartma, öğreti, çok sınırlı bir simgesel değiş tokuş ve çok gelişkin ritüellerdir. Hiçbir şey bunu değiştiremez. Kitlelerin ve Beaubourg’un hoşuna gitse de gitmese de bu böyledir.’ (Baudrillard, 2016b, s. 95).

Simülasyon toplumu bir yeniden üretim toplumu olmak durumundadır. Gerçek eşdeğerli bir yeniden üretimi sağlanabilen şeye dönüşmüştür (Baudrillard, 2016b, s.

131). Bu yeniden üretilebilirlik süreci sonunda, gerçek yalnızca yeniden üretilebilir bir şey değil her zaman önceden zaten yeniden üretilmiş şey, yani hiper-gerçeğe dönüşmektedir. Hipergerçeklik gerçeğin kaybolmasının aksine ulaşabileceği en üst düzeydir. Simülasyon evrenine ait olan hipergerçeklik yeniden canlandırmanın ötesine geçer. İçinde yaşanılan mevcut evren sürekli kaynayan ve kendini yeniden üreten, dışa kapalı, içinden çıkılması mümkün olmayan ve bir üst aşamayı ifade eden simülasyon evrenidir. Baudrillard’a göre günümüz hakkında söylenecek en temel şey gerçekliğin bizzat kendisinin hipergerçek bir görünüm kazandığıdır. Hipergerçeklik, gerçekliğin yerini almış ve bugünün geçerli olan tek gerçeğidir. Baudrillard bunun nedenini ise şöyle açıklar; gerçeklik ilkesi, değer yasasının belli bir aşamasıyla çakışmıştır.

Günümüzde sistem tamamen belirsiz bir ortama doğru sürüklenmekte, tüm gerçeklik

116

kod ve simülasyona özgü hipergerçeklik tarafından emilmektedir. Artık yaşantımızı eski gerçeklik ilkesinin yerini alan bir simülasyon ilkesi belirlemektedir. Ereklerimizi yitirince modellerin belirlediği bir yeniden-üretim süreci içine girdik. İdeologlar ortadan kaybolunca yerlerini simülakrlar aldı (Baudrillard, 2016b, s. 3).

Baudrillard’a göre simülasyon evreni anlamdan yoksundur. Diyalektik kurama göre zıtlıklar bilmeyi ve anlamayı mümkün kılan genel bir prensiptir. Eğer bir örnek vermek gerekirse. “iyinin” anlamını kötünün anlamından ya da “kötünün” anlamını iyinin anlamından açıklayabiliriz. Özne ve nesne arasındaki ilişki de böyledir. Özne ve nesnenin tanımlanabilmesi için birbirlerine ihtiyaçları vardır. Descartes özne nesne ikiliğinde öznenin nesneyi tahakküm altına alması açısından eleştirilere maruz kalmıştır ancak Baudrillard’ın bakış açısı bambaşkadır. Baudrillard’a göre mevcut sistem özneyi yutmuştur. İçe göçüş ilkesine göre, zıt kutupların birbirinin içinde erimesiyle tüm zıtlıklar kaybolmuş ve sonucunda ortada ne özne ne de nesne kalmış, toplum hakikatini yitirmiştir. Bu durum “Toplumsalın Sonudur”. Toplum özne ve nesne üzerinden açıklanması imkansız hale gelmiştir.

Baudrillard’a göre kutupların birbirinin içinde erimesi ve toplumsalın kayboluşu bizi gerçekliğin ne olduğunu sorgulamaya ya da Baudrillard’ın terimiyle “Bütünsel gerçekliğin” ortaya çıkışına götürür. Simülasyon sisteminde artık gerçek tanımlanamaz çünkü her şey bir simülakrdan ibarettir. Baudrillard Bütünsel Gerçekliği “Dünyanın başta televizyon olmak üzere, internet ve çeşitli net ağları, yazılı ve görsel iletişim araçları aracılığı ile algılanarak, çözümlenmesi ya da yorumlanması sonucunda ortaya çıkan bir gerçeklik olarak tanımlar” (Baudrillard, 2019b, s. 8).

Yukarda ifade edildiği gibi anlamlandırma ancak zıttı ile mümkündür. “Gerçek”

ancak hayal, düş ya da ütopya üzerinden anlaşılabilir ve varlığını bu terimlere borçludur. Yani gerçeklikten bahsedilmek için bir hayalin ya da ütopyanın olması gerekir ancak gelişen teknolojiyle ve sistemin getirdiği ivme ile insanlar daha hayal etmeden gerçekleştirme potansiyeline sahip olabilmektedir. Baudrillard insanların hayal etmeden gerçekleştirme potansiyeline sahip olmalarını olumsuzlar. Gerçeği anlamlandırma sorununun en temel sebebi “bütünsel gerçekliktir” çünkü bu dünyada her şey gerçektir hatta gerçekten daha gerçektir. “‘Bütünsel gerçeklik’ dediğimde bununla bütün dünyanın, sınırlandırılması olanaksız işlemsel bir projeye suç ortaklığı

117

yapılmasını yani her şeyin gerçek, görünür, saydam ve “özgürleştirilmiş” olduğu, bir sonuca ulaştırıldığı ve anlamlı olması gerektiği (oysa anlamdan söz edebilmek için her şeyin anlamlı olmaması gerekmektedir.) bir dünyayı kast ediyorum” (Baudrillard, 2019 b, s. 15). Bu aşırı gerçeklik insanları hayal gücünden koparır yani gerçeklik kendi kendiyle sorun yaşar çünkü gerçek hayalin, düşün, ütopyanın varlığıyla vuku bulur ve onlarsız gerçek ya da gerçek olmayan ayırt edilemez. İnsanlar hayallerini, ütopyalarını gerçekleştirdikleri ölçüde bütünsel gerçekliğe doğru ilerleyip içine gömülecekleridir.

Her şeyin gerçek olması ya da hayal edecek bir şey kalmaması bir başka deyişle bütünsel gerçeklik işlemsellik ve bilgiyle ilişkilidir.

Baudrillard bütünsel gerçekliğe örnek olarak bütünsel müziği verir. Teknolojinin gelişmesiyle ve insandaki mükemmelleşme ya da kusursuzluk arzusu günümüz müziğini bütünsel müziğe dönüştürür. Bütünsel müzik de tıpkı bütünsel gerçeklik gibi karşıtını yok ederek gerçekliğe dönüştürür ve sıradanlaştırır. Kusurlarından arındırılır, eksiklikler giderilir ve mükemmelleştirilir.

“Bütünsel gerçeklikle müzikte de karşılaşabilirsiniz –hani şu “kadrifonik”

alanlarda karşılaştığımız ya da bilgisayar aracılığı ile “bestelenebilen”

parçalarda. Hani şu seslerin her türlü gürültü, parazitten arındırılıp, pırıl pırıl bir hale getirilerek kusursuz teknik bir restorasyon işleminin gerçekleştirilmesi gibi.

Burada ki sesler doğal biçimlerini yitirerek bilgisayar programı tarafından güncelleştirilmektedirler. Müzik salt bir ses dalgasına indirgenmekte ve dinleyiciye bu programlanmış ses ulaştırılmaktadır” (Baudrillard, 2019 b, s. 26).

Bir diğer örnek ise bütünsel insan projesidir. Genetik mühendisliğinin gelişmesiyle insanın kendisinin fizyolojik ve biyolojik kusursuzlaşması amaç edinilmiştir. Bu öyle bir kusursuzluktur ki her türlü kaza, fizyolojik ya da karakterle ilgili patolojiden arındırılmış bir kusursuzluktur. Spielberg’in Azınlık Raporu adlı filminde işlenmesi düşünülen suçun gerçekleşip gerçekleşmeyeceğine bakılmadan önlenmekte ve cezalandırılmaktadır. Suç geni doğum aşamasında alınacak hatta daha da ilerisi doğum öncesi müdahale edilerek prolifaktik sterilizasyona başvurulacaktır. Bir başka deyişle insan rektifiye edilebilir bir varlığa dönüşecektir ya da asla kendi olamayacak ve hep ideal olan olacaktır.

Bütünsel gerçeklik hayatın tüm alanlarında yanılsamayı, rastlantıyı ve kusuru dışlar. Ancak Baudrillard içinde yaşadığımız dünyanın kusursuz olmadığını ve

118

kusursuzluğun ya da mükemmelliğe erişmenin yalnızca simüle edilmiş toplumlarda görülebileceğine ve aslında gerçekliğin gücünü dünyanın bu kusurlu halinden aldığını ifade eder.

Baudrillard’a göre, “yanılsamadan çıkmaya yönelik dev bir girişim, sözcüğü sözcüğüne: Salt gerçek olan bir dünya adına dünyanın yanılsamasına son verme, işte tamı tamına simülasyon budur.” (Baudrillard, 2019 a, s. 30)

Baudrillard’ın “bir şey keşfedildiği anda, artık ondan bahsedemeyiz” cümlesi gerçekliğin sona ermesinin ve simülasyona dönüştüğünün bir başka ifadesidir. Bu durumu Tasadaylıların keşfiyle ilgili örnekle anlatmaktadır. “Filipinler Hükümeti’nin 1971 yılında keşfettiği Tasadaylılar, sekiz yüz yılı aşkın bir süre diğer insanlarla birlikte fakat onlardan habersiz bir şekilde yaşamaktaydılar. Baudrillard’ın deyimiyle

“gerçek”tiler. Ancak antropologlar tarafından keşfedilmelerinin ardından, bir süre

“incelendikten” sonra, vahşi ormanlarına geri gönderilmişlerdir. Tasadaylıları keşfeden antropologlar bu insanlarla ilişki kurar kurmaz, kapatıldıkları mezardan açık havaya çıkartılır çıkartılmaz toz haline gelen mumyalar örneği, yok olup gittiklerini görünce ormandaki yaşamlarına dönmelerini istemek zorunda kalmışlardır. Böylelikle Baudrillard’a göre yerlilere özgü bir simülasyon yaratılmıştır. Tasadaylıların keşfedilmesiyle birlikte, etnoloji gerçeğin nesnesini öldürmüş, karşılaştıkları yerlileri kendisi yaratmış ve gerçekliğini vermiş havasına bürünmüştür. Vahşiler, vahşiliklerini bile etnolojiye borçludurlar!” (Baudrillard, 2016b, s. 21). Kısaca, Tasadaylılar keşfedildikleri anda artık Tasadaylılıklarını kaybetmişlerdir.

Tanrı’nın yeryüzündeki egemenliğine son vererek, insanoğlunun kendi krallığını kurma çabası, gerçek dünyayı dönüştürme halini beraberinde getirmiştir ve sonucunda dünya teknik ve bütünsel bir gerçekliğe doğru dönüşmektedir. Aslında salt gerçekliğe ulaşmaya çalıştıkça gerçeklikten kopmaktayız, gerçekliği geri dönülemez bir şekilde arkamızda bırakmaktayız. Baudrilard’ın düşüncesine göre “gerçekleştiği an ortadan kaybolmaya başlayan bir gerçeklik evreni içinde yaşıyoruz…” (Baudrillard, 2019b, s.

15). İnsan kendi has olan öğrenme yeteneğiyle dünyayı anlamlandırmaya çalışırken ya da dünyaya bir gerçeklik kazandırmaya çalışırken, paradoksal bir şekilde dünyayı da eritmektedir. İnsan şeyleri isimlendirerek onları var ederken, onları ait oldukları ham

119

gerçeklikten kopararak yok olmalarına neden olmaktadır. Bir şey isim alıp, kavramlaştığı anda hakikate dönüşme yolunda öldürülmüş olmaktadır.

Anlam ve yeniden canlandırmayla bağlantılı nesnel gerçeklik yerini her şeyin gerçekleşebildiği her hangi bir ilkesi ya da hedefi olmayan bütünsel gerçekliğe bırakmaktadır. “Nesnel” gerçeğin ortadan kaybolmaya başlamasıyla birlikte bu gerçeklik ilkesi giderek güçten düşerken Bütünsel, Sanal bir gerçekliğin giderek güçlendiği görülmektedir (Baudrillard, 2019b, s.15). Bütünsel gerçekliğin oluşabilmesi için gerçeğin varlığının kanıtı olan düşselliğin de yok olması gerekir. Bütünsel gerçeklikte hayal etmek yoktur. Burada bir örnekle açıklamak gerekirse mevcut gerçekliğin kanıtları olamaz. Tanrı bu duruma güzel bir örnektir. Tanrının varlığını kanıtlamak mümkün değildir. Gerçeklik bir inanç meselesidir tıpkı Tanrı gibi. Kendine inanılmaya başlandığı anda gerçeklikte ortadan kalkmaktadır. Tanrının varlığı sorgulanmaya başlandığında, inanmak zorunluluğa dönüşmektedir. Bu anlamda düşselliğe dönüştürdüğümüz gerçeklik sanki giderek buharlaşarak yok olmaktadır.

Çünkü artık insanlarda gerçeğe inanacak güç yoktur. Arzu ya da istek kalmamıştır (Baudrillard, 2019b, s. 17).

Baudrillard’a gör aşırı miktarda gerçeklik kendisine inanılmasını engellemektedir. Çünkü gerek dünyayla ilgili gerekse insanla ilgili her konunun teknik olarak tüketilmesi ve her şeyin anında gerçekleştirilmesi bu sonuca neden olmaktadır.

Modern dünya zaman içinde giderek abartılı boyutlara ulaşan kusursuzlaştırma çabasıyla şeylerin var olabilmek için artık karşıtlarına gerek duymadıkları, ışığın var olabilmek için artık gölgeye, dişinin var olabilmek için artık erile (ya da tersi) ihtiyaç duymadığı, iyiliğin artık kötülüğe, dünyanın ise artık bizim varlığımıza gerek duymadığı bir yer haline gelmiştir (Baudrillard, 2019c, s.17). Sorun lanetlenmiş paydakinin aynısıdır bir başka deyişle gereğinden fazlasına sahip olmaktır. Gerçekliğin fazlalığı gerçekliğin kaybolmasına neden olmaktadır.