• Sonuç bulunamadı

BÖLÜM 2. MODERNLİĞİN KAYNAKLARI VE MODERNİZM MODERNİZM

2.7. Modernizm

Modernizm ile insanlar inanç özgürlüğüne ulaşmış, bireyselleşmiş, kentler gelişmiş, aklın ışığında elde edilen bilimsel bilgiyle ilerleme sağlanmış ve kapitalizm yaşamın her alanında etkinleşmiştir. Eski yerini yeniye bırakmış, durağan bir yaşam tarzından sürekli değişimin olduğu bir yaşam tarzına geçilmiştir. Modern yaşam biçimi aklı merkeze alırken, geleneksel değerleri ve inançları unutturmuş ve geleneksel kurumları biçimsel olarak bozmadan ama içeriklerini değiştirerek kendi içine almıştır, başka bir deyişle modernleştirmiştir.

Modernleşme kapitalizmle birlikte her şeye rasyonel yaklaşarak, maddi zenginliği görece sağlarken, insani değerlerin de erozyonuna sebep olmuştur. Avrupalı modern insan aklın ışığında ilerlemeye dayalı bir yaşam tarzının insanları daha mutlu ve huzurlu edeceğini düşünmüştür.

Kendinden önceki feodal yapıya karşıtlık içinde ortaya çıkan, bir başka deyişle soyluların koruması ve kilisenin despotluğu altında yaşamak yerine daha özgür, insancıl ve mutlu bir hayat elde etme amacıyla verilen mücadelede ulaşılan modernizmin taşıdığı anlam insanın kendi kaderini Tanrının elinden alarak kendisinin çizmesiydi. Bir başka şekilde ifade etmek gerekirse Tanrının yeryüzündeki egemenliğine son vererek, insanoğlunun kendi krallığını kurma çabasıydı. İki yüzyılı aşkın bir süredir kendi krallıklarını kurmuş olan Avrupa toplumları maddi olarak zenginleşirken manevi açıdan ve insani değerler yönünden zayıflamışlardır. Bugün içinde yaşadığımız tüketim toplumunda, yeni bir insan psikolojisinin oluşumu ortaya çıkmış, bir başka deyişle ortalama insanın algılama, öğrenme ve bilme süreçleri başkalaşmıştır.

Batı medeniyeti olarak addettiğimiz Avrupa toplumlarının modernizm sonrasında geldikleri noktada maddi olarak değilse de maneviyatlarını ya da insani değerlerini kaybettiklerini Baudrillard’ın eserlerinde açıkça görülmektedir.

Kelime olarak “modern”, Latince “modernus”tan türetilmiştir. Modernus ise yine Latince’de “hemen şimdi” anlamına gelen “modo”dan türetilmiştir (Kızılçelik ve Erjem, 1996, s. 385). Modern kelimesi pagan dönemden Hıristiyanlık dönemine geçişte eskiden yeniye doğru ilerlemenin sonucunda farklılaşmayı ifade etmektedir ve ilk kez Hıristiyanlık döneminin pagan döneminden farklı bir karaktere sahip olduğunu vurgulamak üzerine kullanılmıştır (Çiğdem, 2004, s. 65). Modern kelimesi eskiye karşı

99

yeniyi vurgulamak için kullanılır. Bu çalışmada kullandığımız anlamıyla modernleşme genel olarak tarıma dayalı toplumsal bir yapıdan sanayiye dayalı bir toplumsal yapıya geçiştir denilebilir. İnsanların toprakla ve küçük imalathanelerde üretim yaptığı durağan bir yapının üretimin makineleşmesiyle bir başka deyişle sanayi devrimiyle, ulaşımın geliştiği, geniş pazarların ortaya çıktığı, kentleşen, okur-yazar oranı artan dinamik bir yapıyla yer değiştirmesidir.

Birçok düşünürün modernliğin ne zaman başladığı ile ilgili olarak tartışmaları bize kesin bir başlangıç noktasını sunmanın ne kadar zor olduğunu göstermektedir. Bazı düşünürler modernliği Amerika’nın keşfiyle başlatarak Rönesans ve Reform hareketlerine dayandırırken, bazıları da Burjuva sınıfının ortaya çıkışına dayandırır.

Modernliği 17. yüzyılda Bilimsel Devrimin gerçekleşmesinden itibaren başlatanlar da mevcuttur. Genel olarak moderniteyi 15. ve 20. yüzyıllar arasında yer alan entelektüel, kültürel, toplumsal ve estetik dönüşümün bir sonucu olarak tanımlayabiliriz (Çiğdem, 2004, s. 72).

Modernizm ortaçağın düşünce yapısına karşıtlık içinde kendini üretmiş olup belirli dönemlerin sonucunda olgunlaşarak etkinleşmiştir. Modernleşme eski değerlerin soyutlanıp yerlerine yenilerinin konması çalışmasıdır. Bu durumu sağlayan bilimsel, kültürel, endüstriyel ve siyasal değişimlerdir (Jeanniere, 1994, s. 16). Bu dört ana değişim birbirleriyle ilintilidir ve esasen bu değişimlerin temelinde önce dinin hayatı düzenleyici unsuru olarak etkisizleştirilmesi ve sonrasında akıl yoluyla ya da akla uygun metotlarla hayatın tekrar düzenlenmesi vardır.

Bilimsel Devrim’in en önemli temsilcisi olan Newton önceki bölümlerde ifade ettiğimiz gibi Evrensel Yerçekimi Kanunu’nu keşfederek yeni bir dünya görüşünün temellerini atmıştır. Newton fiziği, tabiat olaylarını neden-sonuç ilişkisine oturtarak onları belirli kanunlara bağlamış ve tabiattaki değişimleri Tanrı’nın iradesine bağlayan Hristiyan teolojisini derinden sarsmıştır. Doğadaki oluşumları Tanrının iradesi olarak açıklanması yerini doğanın bağımsız yasaları olduğu ve bu yasalarca düzenli şekilde işletildiği açıklamasına bırakmıştır (Küçük, 1994, s. 17). Deneysel bilimin kurucusu olarak kabul edilen Bacon ise tarihin ilerleyen bir süreç olduğunu, doğanın yasalarının keşfiyle doğaya hakim olunabileceği ve bu yasaların toplumsal alanlarda uygulanabileceğini ve böylece ilerleme sağlanabileceğini savunuyordu (Timuçin,1999,

100

s. 6). İnsanın doğaya egemen olabilme gücüne ilişkin farkındalık, insanı doğaya dışsallaştıran Kartezyen anlayışın ürünüdür, topluma da kesin yasalarla egemen olunabileceği düşüncesi pozitivizmin kurucusu Comte ile doğmuştur. Pozitivizmin felsefe, sosyal bilimler metodolojisi ve siyaset sahnesinde etkinliği modern anlayışın şekillenmesinde önemli rol oynamıştır. Pozitivizm insanlığın yalnızca gözlemlenebilir olgulara, onlar arasındaki ilişkilere ve olguların gözlemlenmesi yoluyla keşfedilen yasalara dayanan pozitif ya da bilimsel anlayış evresini tanımlar (West, 1998, s. 87).

Comte’ye göre pozitivizm eski dönemden kalma özellikle teolojik ve metafizik felsefe sistemlerine karşı tavır alan, aklın gösterdiği yolla, gözlem ve deney temelinde somut olguları inceleyen bir yaklaşımdır. Ancak burada altı çizilmesi gereken en önemli husus Comte’nin doğa bilimleri ile sosyal bilimleri ayrım yapılmadan metodolojik olarak birleştiren bilim anlayışıdır. Bilimin bütünlüğü açısından metotlar birleştirilmelidir (Durkheim, 2006, s. 415). Tek bir potada toplanacak bilimler kaynaşarak tek ve aynı temel yöntemin kontrolü altına alınacaklardır. Bu anlayış aydınlanma felsefesinin modern bir toplumun inşa edilebilirliği inancının tamamlayıcısıdır. Comte’ye göre, Batı toplumlarında oluşan bunalımı giderecek, toplumlara yön verecek ve onları düzene kavuşturacak kısaca mutluluğunu sağlayacak olan hiç kuşkusuz ki pozitif felsefedir (Kızılçelik, 2013, s. 230). Doğa bilimlerinde Galileo ve Newton’la, felsefede Bacon ve Descartes’la büyük buluşlar yapmak, büyük sistemler yaratmak bağlamında başarısını kanıtlayan insan aklı, bu başarılarından sonra insani alana dönmüş ve bu alanı aklı ile Tanrıdan bağımsız aydınlatabileceği umudunu yaratmıştır (Arslan, 1992, s. 26).

Bilimsel bilgi “Tanrı”nın yerini almaya başlamıştır. Batı; felsefe, fizik ve keşfedilmesi beklenen her alandaki açıklamayı Tanrı’nın varlığı yerine akılla açıklamaya başlamıştır (Koçakoğlu 2012, s. 17).

Modernleşmeyle eski geride bırakılacak yani eski kurumlar yenileriyle değiştirilecek ve insan kendi kaderini kendi çizecektir, daha fazla özgür ve mutlu olacaktır. Aydınlanmacı düşünürler yaptıkları çalışmalarıyla Tanrı merkezli evrenin yerine insan merkezli bir evren koymaya çalışmışlar, 17. yüzyıl Bilimsel devriminin sonuçlarını devam ettirmişlerdir. Ortaçağda kul olarak kabul edilen insan, modern dönemde artık aklını kullanmaya muktedir, laik bir birey olacaktır. Avrupa insanının yaşamının her alanını yeni bir anlayışla oluşturma çabası, Batı uygarlığının tarihsel gelişiminin ve değişiminin düşünsel ve kültürel sonucudur. Bu gelişim süreci Bilimsel

101

Devrim ve Sanayi Devrimleriyle oluşmuş, Aydınlanma dönemiyle en üst seviyeye ulaşmış ve Fransız Devriminin gerçekleşmesini sağlamıştır. Önce kapitalizmin doğuşuyla İngiltere’de başlayan toplumsal değişim sonrasında Fransa’da özgürlük hareketi olarak devam etmiştir. Nihayet Almanya’da felsefi temellerini oluşturarak tüm dünyayı etkileyecek modernleşme hareketine dönüşmüştür (Çüçen, 2006, s. 25-26).

Modern düşünce yapısının temelini oluşturan Aydınlanma 17. ve 18. yüzyıllarda var olan totaliterliğe, kastçı-feodal toplum yapısına, baskıcı dinsel dünya görüşüne karşı, yeni olgunlaşmakta olan burjuvazinin yönettiği bir özgürleşme hareketidir (Aslan, Yılmaz, 2001, s. 95). Feodalitenin yıkılmasından sonra tarih sahnesine yeni bir sınıf olarak ortaya çıkan burjuva ve onu burjuva yapan özellikler bugünkü modern Avrupa’nın sosyal ve kültürel hayatını doğrudan şekillendirmiştir.

Burjuvazi açısından en önemli olan ve onun toplumsal ve düşünsel evrimini en çok etkileyen faaliyeti piyasa ekonomisinin zorunlu öğesi olan mübadelenin gelişmesidir (Goldman, 1999, s. 33). Burjuva varlığını kabul ettirmek ve varlığının devamını güçlenerek sağlamak için kapitalist ekonominin mübadele yasasının gelişmesinin ön koşulları arasında olan bireyin özerkliği, sözleşme, evrensellik, hoşgörü, özgürlük ve mülkiyet gibi haklar için verdiği mücadele diğer birçok önemli etkeni de göz önüne alarak Rönesans ve Reform hareketlerini, Bilimsel ve Sanayi Devrimlerini ve Aydınlanmayı doğurarak ortaçağın kapılarını kapatmış modern çağın kapılarını açmıştır diyebiliriz.

Modern düşüncenin üzerine temellendiği Aydınlanma hareketinin dayanak noktaları Rönesans ve Reform’dur (Berman, 1992, s. 44). Rönesans döneminde düşünce alanında özgürleşmenin ve bireyin önem kazandığı bir ortam oluşmuş, sanat, bilim ve edebiyat alanındaki gelişmeler dinin otoritesini kırmış, insanı özgürleştirmiştir.

Rönesans insanı yeniden keşfetmiştir (Habermas, 1994, s. 33). Ortaçağ da unutulan Yunan ve Roma kültürü bu dönemde yeniden doğmuştur (Gombrich, 1999, s. 223).

Matbaanın etkisi, yeni icatlar, sanat ve kültür faaliyetlerine destek olan zengin ailelerin mevcudiyeti ve bilim insanların ve sanatkârları korumaları altına almaları Rönesans’ı ortaya çıkaran nedenlerden bazılarıdır. Coğrafi keşiflerin sonunda elde edilen zenginlik, kentleşme, doğudan göç eden Bizanslı bilim adamlarının akademilerde çalışması önemli

102

zihinsel değişimleri de beraberinde getirerek modern insanın oluşmasına temel olmuştur.

Tüm bu gelişmeler ticareti geliştiriyor, zenginliği artırırken ve buna bağlı olarak birçok alanda değişimleri de beraberinde getirirken değişime direnen en önemli kurum olan kilise modernleşme yolunda hala bir engel teşkil ediyordu. Reform hareketi dönemin değişen koşullarında değişmeyen bir kurum olarak kalan kiliseye karşı başlatılan ve sonucunda farklı mezheplerin ortaya çıktığı bir harekettir. Luther 31 Ekim 1517’de Azizler günü arifesinde Wittenberg Kilisesi kapısına 95 maddeden oluşan ve Endüljans uygulamasını protesto eden tezini asarak insanların kiliseyi sorgulamalarını istemiştir. Luther’in bunu yapmasının nedeni olarak din adamları arasındaki çekişmeleri, din adamlarının cehaletini ve en önemlisi endüljansı yani belgesini satın alan kişinin günahlarından kurtulmasını sayabiliriz. Luther’in bu hareketi Kilisenin hiyerarşik yapısına ve kutsama ayinlerine yapılan açık bir isyandır. Ona göre insan kendini Tanrıya teslim eder ve ona sonsuz iman ederse günahlarından kurtulabilirdi (Bronowski ve Mazlish, 2012, s. 132-135). Reform hareketinin diğer önemli din adamı Calvin de Kilisenin despotluğuna ve dini kiliseyi temsil eden din adamlarının anlayışları doğrultusunda ya da isteklerine göre yaşanmasına karşı çıkıyordu. İçinde yaşadığı dönemin kilisesini dini çarpıtmakla ve baskıcı olmasıyla suçluyordu. Luther ve Calvin’in amacı Hıristiyanlığı yozlaşmadan kurtararak, eski haline döndürmekti ancak burjuva hareketi Reform Hareketini kendi çıkarları doğrultusunda kullanarak, bir anlamda ticareti destekleyen yeni bir dini anlayışın doğmasını sağlamıştır. Böylece yeni düzenlemelerin önündeki engel ortadan kalkmış ve özgürleşme yolunda önemli bir adım atılmış olacaktır. Reform hareketinin sonunda birey aklını kullanarak Tanrı ile aralarına başka bir unsurun girmesinin gerek olmadığı düşüncesine sahip olmuştur. Rönesans ve Reform hareketleriyle ve yapılan bilimsel keşifler insanın aklının kullanımını kendisinin eline almasını sağlamıştır.

Rönesans’ın sunduğu yeni yaşam biçimi, Reform hareketiyle kilisenin etkisinin kısmen azalması, Bilimsel gelişmeler ve daha çok kazanma arzusu diğer tamamlayıcı koşullarla birleştiğinde Sanayi Devriminin gerçekleşmesini sağlamıştır. Sanayileşme ile fabrika sistemi doğmuş, köyden kentlere olan göçü hızlandırmış, kent hayatını doğurmuş ve işçi sınıfı ortaya çıkmıştır. Dokuma sanayinde başlayan büyük dönüşüm, buhar gücünün kullanımıyla tüm alanlara yayılmış, tarımda ve ulaşımda önemli

103

gelişmeler elde edilmiştir. Yapılan icatlar üretimde kullanılan makinelerin güçlenmesini sağlayarak, verimliliği artırmış ve buharlı gemilerin kullanılmasıyla, mevcut pazarların büyütülebileceği anlaşılmıştır (Curley, 2010, s. 13). Kapitalist süreçte, fabrikalarda çalışmak amacıyla kırsaldan kente doğru göçün sonucunda işçi sınıfı ortaya çıkmıştır.

Artan nüfusla beraber artan üretim sanayileşmenin ilk başladığı yer olan İngiltere’yi sadece Avrupa’nın değil dünyanın en gelişmiş ticari merkezi yapmıştır. Bu durumdan tüm Avrupa etkilenmiş ve ekonomilerini bu yönde geliştirerek ticari başarı kazanmak için kıyasıya rekabet etmişlerdir. Sanayi devriminin en önemli özelliği üretim sisteminin değişmesidir. Buna bağlı olarak ekonomi sıçrama yapmış ve toplumda önemli değişimler meydana getirmiştir.

Tarihsel süreçte Aydınlanma felsefesi sonrası gelişen koşulların sonucunda yani aklını kullanmayı öğrenen, laikleşen, özgürleşen ve ekonomik olarak güçlenen burjuva, siyaset alanında da etkinliğini artırmış ve Fransız Devrimini yapmıştır. Fransız devrimi eski rejime son verirken sadece Fransa’nın değil, tüm Avrupa’nın düşünce yapısını değiştirmiştir. Ulus devlet kavramı, özgürlük, eşitlik, kardeşlik ön plana çıkarken, feodal düzen yıkılmış, monarşik düzen de zayıflayarak yok olmaya başlamıştır (Bronowski ve Mazlish, 2012, s. 547). Fransız Devrimiyle feodal toplum çökmüş, yerine bilinçli bir şekilde oluşmuş yeni bir özgürlükçü toplum kurulmuştur ve ulus devlet ortaya çıkmıştır.

Fransız Devrimini köylülerle birlikte yapan ve en kazançlı çıkan yükselen orta sınıf olan burjuvaydı. Burjuva varlığının ortaya çıktığı ilk zamanlarda merkezden bağımsız olmak için mücadele ederken, zamanla ticaretle birlikte gelişerek büyümüştür.

Artık hem gerekli hukuksal düzenlemeleri sağlayacak hem de koruma ve güvenliği sağlayacak merkezi bir otoriteye ihtiyacı vardı. Burjuvaziyi eğitim görmüşler sınıfı olarak niteleyebileceğimiz; yazarlar, doktorlar, öğretmenler, avukatlar, yargıçlar, devlet memurları ve paralı sınıf olarak niteleyebileceğimiz tüccarlar, imalatçılar ve bankerler gibi insanlar oluşturuyordu. Bu insanlar Fizyokratlar ve Adam Smith’in yazılarıyla iktisadi alandaki ihtiyaçlarını, Voltaire, Diderot ve Ansiklopedistlerle toplumsal alandaki ihtiyaçlarını dile getirmişlerdir, ticaret ve endüstride ise laissez-faire’i sağlayacak olan din ve bilimde yönetimin akılda olmasını amaç edinmişlerdir (Huberman, 2017, s.169).

104

Rönesans ve Reform Hareketleriyle başlattığımız modernleşme süreci Bilimsel gelişmeler ve Sanayi Devrimiyle güç kazanmış, Aydınlanma Döneminde ana gövdesini oluşturmuş ve Fransız Devrimiyle durdurulması imkansız bir süreç haline gelmiştir denilebilir.

18. yüzyılda Avrupa’da başlayan modernizm yaşamın tüm alanlarını etkilemiştir. Modernizmin en önemli özelliği din ve geleneği dışlayarak aklın yol göstericiliğinde ilerlemeye dayalı yaşam tarzı sunmasıdır. Modern olan demek yeni ve ilerlemiş olan demektir. İlerleme modernite’nin en temel özelliğidir. Akıl temelinde gözlem ve deney yapılarak elde edilen bilgiyle oluşturulan yasaların, doğanın insanın ihtiyaçları doğrultusunda düzenlenmesi ve sonrasında aynı yasaların toplumun düzenlenmesinde de kullanılarak insanın mutluluğa ereceğine olan inançtır. Modern yaşam biçimi aklı merkeze alırken, geleneksel değerleri ve inançları unutturmuş ve geleneksel kurumları biçimsel olarak bozmadan ama içeriklerini değiştirerek kendi içine almıştır, başka bir deyişle modernleştirmiştir.

105