• Sonuç bulunamadı

4. BÖLÜM: TÜKETİM KÜLTÜRÜ VE DAVRANIŞ BİÇİMLERİ

4.1. Tüketim Toplumu ve Enstrümanları

4.1.10. Sanatsal Tüketim

4.1.10.1. Sanatsal Tüketim ve Edebiyat

Sanat eserleri insanoğlunun var olduğu ve estetik bir kaygı güttüğü ilk andan günümüze değin maksatlı bir yapıdan güç alarak yapılagelmişlerdir. Sanat eserinin ve sanatçının maksadı topluma estetik ölçütler çerçevesinde bir bakış açısı

kazandırmanın yanında, olumlu ya da olumsuz olguları topluma nakletmektir. Üretimin ve tüketimin hızla ilerlediği çağımızda sanatsal yaratımlar da bundan nasibini almıştır. Yazma sanatı, söz sanatı gibi kavramlarla somutlaştıracağımız edebiyat, yaratımı sürecinde herhangi izole bir alan gerektirmediğinden eli kalem tutan, okuma yazma bilen her insan tarafından yapılabileceği algısıyla adeta ayağa düşmüştür. Müzik yapmak isteyen bir bireyin, güzel bir sese, bir enstrümana ya da temel bir müzik bilgisine; tiyatro yapmak isteyen bir birey bir sahneye ve bir metne; resim yapmak isteyen bir birey; desen bilgisi, anatomi bilgisi, renk bilgisi ve ölçü anlayışına sahip olması gereklidir. Aynı zamanda edebiyatta; yazma öncesinde, geniş bir külliyat okumasına, ses ve kelime bilgisine, söz sanatlarına, bunlarında ötesinde en azından yaşadığı coğrafyanın kültürüne hâkimiyeti gerektirir. Bu bağlamda dünyadaki tüketim kültürünün ciddi boyutlarda yozlaştırdığı bir alan da edebiyattır.

Edebiyat alanındaki yozlaşma sayıları her geçen gün artan haftalık edebiyat dergilerinde, sosyal medya platformlarındaki şiir tabanlı içeriklerde, kitap basmanın kolaylaştığı bir çağda vücut bulur kendine. Bireyler postmodern çağ öncesinde kendilerine edebiyat dergi ya da köşelerinde yer bulmak için uzun uğraşlar vermişlerdir. Kaleme aldıkları edebiyat eserlerinin halka ulaşması için ya eserlerini kitaplaştırıp okuyucuya ulaştıracaklardı ya da edebiyat dergileri ve gazete köşe yazılarında kendilerine bir yer bulacaklardı. Ancak geldiğimiz çağda okura ulaşmak çok kolaylaşmıştır. Sosyal medyada; Facebook, Twitter, İnstagram, Tumblr, Youtube ve çeşitli vlog ve blog örneklerinde insanlar edebiyat çerçeveli örneklerini okuyuculara ulaştırırlar.

“Sosyal medyanın ortaya çıkmasıyla beraber yeni kültür alanları da kültür dünyasında yerini almıştır. “Yeni kültür ortamı medyalar sistemi olmadan düşünülemediği gibi, edebiyat sistemi olmadan da düşünülemez123.”

Sosyal medya ortamında kendine yer bulan birey, kendine tam anlamıyla nitelikli bir okuyucu sağlayamadığından, kendi üretimi noktasındaki bir nitelik oluşumu da eksik kalmaktadır. Bu ortamlarda hep geçici, sabun köpüğü içerikler üretilmektedir. Dolayısıyla buralardan edebiyata ulaştığını düşünen okur da, buradaki

içerikleri gelip geçici görmekte haklıdır. Edebiyatın içeriğinin yozlaşması ve tüketim unsuru haline gelmesinde tek sorumlu elbette sadece sosyal medya edebiyatı değildir. Sanatçılar ya da tüketim çağında edebiyatçı olarak adlandırılan sanat üreticileri kağıda döktükleri ürünleri de piyasa talebine göre yaratırlar. Burada edebi estetik ve kurgu kuralları da hiçe sayılır. Şiir adı altında okuyucuya sunulan içerikler; edebi ahlaktan yoksun, şiir kural ve ses bilgilerini görmezden gelerek yaratılmış metalardır. Kırk yaşındaki bir şairin “Bütün Şiirleri” isimli bir kitabının olması gibi örnekler, çağımız edebiyatçılarının edebiyat ahlağından ne boyutta uzak olduğunu gösterir. Bütün şiirleri, bütün öyküleri, bütün oyunları gibi kitaplar sanatçının ya sanatının zirvesinde olduğu bir dönemde yayınevleri tarafından yayımlanır ya da sanatçının ölümünden sonra okuyucunun da talepleri doğrultusunda yayımlanır.

Sanatçının daha gençken böyle bir girişime kendi adına girmesi, onun edebiyat diye adlandırdığı içeriğin bir meta, sanatsal maske ile örttüğü, çabasının da maddiyat temelli olduğu görülür. Şiir söze olan hâkimiyetinden mütevellit tüm sanatların çıkış noktasıdır. Bu bağlamda onun şekil ve içerik yönünden niteliksiz hale geliyor olması, tüm sanatsal uğraşın niteliksiz bir temelden besleniyor olduğu sonucunu verir. Zira iyi bir güfte, iyi bir bestenin de mayasını muhteva eder.

İsmet Özel, Şiir Kitabı (1982) eserinde şiirin ne olduğu ve nasıl değerlendirilmesi gerektiğini şu sözlerle anlatır:

“İnsan mısralarda, şiirlerde hiç kimsenin elinden alamayacağı bir "yurt" bulur. Böyle bir yurdu olmasından güven duyar. Hayvan için çığlık, mırıltı, haykırış, homurtu, inleme neyse insan için de şiir odur. İçinde bir parça "message" bulunur ama asıl işleyişini sesi çıkaranın ne cins bir mâhluk olduğunu hemcinsine ve mümkünse yabancı türlere göstermekliğiyle yerine getirir… Başka bir şey daha var: O da bazı şairlerin kendilerini siyasi doğruları, inanç soyutlamalarını savunabileceklerine inandırmış olmalarıdır. Ama ideolojik doğrular her zaman şiirin taşıdığı canlı işaretten daha aşağı düzeydedir. Şair başkasından öğrendiği doğruları

savunmaya kalktı mı, ya o doğruların darlığında tıkanacak, ya da şiirin vereceği asıl şey neyse onu feda edecektir124.

Şiirin ve dahi edebiyatın insanın halisane duygularını topluma aktarırken, kendi öz dünyasındaki hisleri yansıtması ve ona örnek teşkil etmesi bakımından; ne siyasi düşüncelere, ne popülerleşmiş olan unsurlara ne de maddiyata bağlı sebeplerle yazılmak için yazılmasına edebi ahlak penceresinden bakılamaz. Çağın ürettiği sözde edebiyat, ancak günlük ve popüler duyguların yazıya aktarılmasıyla edebi bir kimlik arayışından ibarettir. Oysa edebi kimlik denilen olgu yılların verdiği tecrübe ve halkın takdiri neticesinde beden bulabilir. Üretilen edebi eserler toplum ve toprak maneviyatıyla hemhal olmadıkça üretilen şey sadece fiziksel bir kağıt yığınıdır. Edebi yoksunluğa neden olan yegâne sebepler, şiir ve roman gibi edebiyatın iki önemli sac ayağının yozlaşması ve niteliksizleşmesi ile sınırlandırılamaz. Teknoloji çağında üretilen sanat eserleri onlara ulaşmak isteyen kitlelere elektronik bir mahiyette de ulaşabilir olmuştur. Kâğıdın, dolayısıyla toprağın ruhundan kopma noktasına gelen sistemli insanlık bilgisi ve duygusal üretimler, sayısal veriler halinde ve ekranda görünür halleriyle, okuyucu da gelip geçer bir vizyona ulaşmıştır. İnsanın dokunma duyumunda yaşanan bu boşluk hissi, bilgiyi ve duygunun kağıda duygusal yansımalarını da birer meta haline getirmiştir. Bilgiye ulaşmada onu edinme adına eskisi kadar çaba göstermeyen insanoğlu diğer tüketim nesneleri gibi sanatı da kullan-at mantığıyla tüketir olmuştur. Baudrillard, Tüketim Toplumu (2010) eserinde

bunu, savurganlık ve nesneye karşı olan açlık olarak belirtmiştir125. Bununla bağıntılı

olarak kültür ürünleri akışkan tüketim çağında birbirleriyle benzeşerek her gün başka bir formla yeniden kamu beğenisine sunulur hale gelmiştir. Temelden üretilen yeni bir eser, yeni bir deyiş yoktur. Çağımızda meydana gelen sanat üretimi tıpkı bir mal üretimi anlayışıyla üretilmekte, tüketim toplumu deposunda, tüketimin içinde dolaşacağı anı beklemektedir. Bu sanat benzeri oluşumların raf ömürleri toplumun kendinden önceki metayı ne kadar çabuk tüketeceğini değil, tüketim planlamacılarının onu ne zaman dolaşıma sokup tüketmek istediğine bağlıdır.

124 İsmet Özel, Şiir Kitabı, Adam Yayıncılık, İstanbul 1982, s. 30-35.

125 Jean Baudrillard, Tüketim Toplumu, Çev: Ferda Keskin, Nilgün Tutal, Ayrıntı Yayınları, İstanbul

Edebiyat’ın bir tüketim ürünü olması ve gerektiği gibi anlaşılamamasında özellikle roman, hikaye, anlatı gibi eserlerin kısaltılmış versiyonlarının yayımlanmasının da etkisi büyüktür. Nasıl ki bir müzik eseri tam olarak dinlenmedikçe, bir film ya da tiyatro oyunu tam olarak izlenmedikçe gereken düşünceyi izleyiciye veremez, kitaplar da yazarının yazdığı şekilde okunmaz ise gerekli etkiyi okuyucusuna tam anlamıyla aktaramaz. Özellikle “Dünya Klasikleri” olarak adlandırılan ve dünya edebiyat tarihine yön veren eserlerin kısaltılmış versiyonlarının yayınlanması, toplumun edebi gelişimi açısından sakınca arz eder. Bu eserler yazıldıkları döneme ışık tutmuş, dönemim eleştirilerini ve toplumsal dalgalanmalarını muhteviyatlarında barındırmışlardır. Editörler tarafından kısaltılan eserleri okuyan bireyler, yazarın küçük bir ayrıntı ile vermek istediği etkiye okudukları versiyonda bulunmadığından nail olamazlar.