• Sonuç bulunamadı

Sözcük anlamı olarak postmodernite, modernite sonrası veya modernite ötesi anlamına gelmektedir. Modernitenin geride kaldığını ya da aşılması gerektiğini ifade etmektedir. Postmodernitenin daha iyi anlaşılabilmesi için moderniteden kısa da olsa bahsetmek gerekmektedir.

1. Modernite

Sanayileşme ile modernleşme kavramı veya sanayi toplumu ile modern toplum arasında doğrusal bir ilişki söz konusudur. Modern toplum sanayi toplumu veya modernleşme-sanayileşme kavramları birbirinin yerine kullanılmaktadır. Kumar’a göre [1988: 3] “modern toplum sanayi toplumudur”. Modernize olmakla sanayileşmek hemen hemen aynıdır.

Modern kavramı çok değişik ve muğlak anlamlarda kullanılmaktadır. Aslında “modern”, bir yönüyle radikla bir kırılmadan sonra ortaya çıkanı adlandıran bir kavramdır. Bilimsel, siyasal, kültürel, teknik ve endüstriyel devrim moderniteye geçişi belirlemiştir. Bu anlamda modernite, geleneksel-kırsal-tarımsal-durağan toplumdan,

modern-şehirleşmiş-endüstriyel-dinamik topluma geçişi ifade etmektedir. Modern olmak, düne ait olmayan ve başka yöntemlerle ele alınması gereken bir dünyada yaşamak demektir [Huntington ve Dominguez, 1985: 123]; [Jeanniere, 1993: 16]; [Touraine, 1995: 154]; [Fox ve Miller, 1996: 45].

Modernliğin temel parametreleri genel olarak, kapitalizm, endüstriyalizm, kentlilik, demokrasi, ussallık, bürokrasi, uzmanlaşma, farklılaşma, bilimsel bilgi, teknoloji ve ulus-devlettir. Bilimsel, endüstriyel, siyasal ve kültürel devrim moderniteye geçişi sağlamıştır [Jeanniere, 1993: 16].

Modernitenin savunucuları ve ilk sosyologları George Simmel, Emile Durkheim ile Porsons’a göre modernlik, farklılaşmanın, uzmanlaşmanın, bireyselleşmenin, karmaşıklaşmanın, sözleşmeye dayalı ilişkilerin, bilimsel bilginin ve teknolojinin başat olduğu bir yaşam şeklidir [Kızılçelik, 1994: 88].

Tarım toplumundan modern topluma geçiş, sanayileşme, kentleşme, rasyonelleşme, farklılaşma, bürokrasinin gelişimi, bireyin doğuşu ve devletin oluşumu süreci olarak ifade edilmektedir. Modernleşme ile birlikte otorite, sistemini rasyonelleştirmeye, laikleştirmeye, etkin bir bürokratik yapı oluşturmaya, bireylerin devletle ilişkilerini eşitleştirmeye ve devletin nüfuz alanını genişletmeye başlamıştır [Huntington ve Dominguez, 1985: 68]. Modernleşme bireylerde farklılaşmaya imkân tanısa da, çoğu şeyi tekleştirmiştir [Bumin, 1990: 11]. Bu tekleşme toplumsal hayatın her alanında görülmektedir.

Modernleşmenin temel faktörü sanayileşmedir. Ayrıca şehirlerin büyümesi, teknoloji ve bilimin gelişmesi de etkili olmaktadır. Bu dönemde teknolojiye uygun zihinsel yapıların oluştuğu görülmektedir [Yılmaz, 1996: 67]. Modernleşme ile birlikte devlet yönetimi karmaşıklaşmış ve fonksiyonlarında çok büyük bir genişleme olmuştur [Huntington ve Dominguez, 1985: 66]. İktidar merkezileşme, genişleme eğilimine girmiştir.

Modernlik radikal bir devrimi ve kırılmayı ifade eder. Bireyin kurtuluşunu akılcılığa bağlayan modernite, insan aklının baskılardan kurtulmasını ifade eder. Bu nedenledir ki modernite akılcılaştırma fikriyle sıkı sıkıya ilişkilidir [Touraine, 1995: 24]. Bu anlamda modernite aynı zamanda aydınlanma projesi olarak ortaya çıkmıştır.

Modernleşme ile birlikte siyasal kurumlar önemli ölçüde değişime uğramıştır. Geleneksel kurumlar ya ortadan kalmış ya da yeniden inşa edilmiştir. Devlet sürekli bir “ilerleme”, “kalkınma” kavramları ile ilişkilendirilmiştir [Aslanoğlu, 1998: 158].

Modern yapıya geçişle birlikte, zihinsel yapıda, bireysel ve toplumsal ilişkilerde ve kültürde meydana gelen değişmelere benzer değişmelerin, postmodern aşamada meydana gelip gelmediği ve modernlikten kopuş olup olmadığı konusu tartışılsa da [Yılmaz, 1996: 12], yabancılaşma, anomi, monotonluk, tatminsizlik, hazcılık, toplumların kitleleşmesi, insanlığa kurtuluş vadeden ideolojilerin bunu geçekleştirmemesi gibi nedenler, modernitenin dönüşüm noktasında olduğunu göstermektedir [Kızılçelik, 1994: 89].

2. Postmodernite

Modernleşme olgusuna yönelik eleştiriler daha eski olmakla birlikte, 1960’ların sonlarında toplumsal arayışların ve eleştirilerin yoğunlaştığı görülmektedir. Günümüzde özellikle Batı toplumlarında, postmodernite üzerine çeşitli yazılar yazılmakta ve konuşmalar yapılmaktadır. Postmodernite kavramı, sanatsal faaliyetlerde, entellektüel ve akademik alanda yaygın bir şekilde kullanılmaktadır. Bu kavram günümüzde işletme disiplininde [Dalay, 2001: 194] ve kamu yönetiminde de [Fox ve Miller, 1996]; [Dobuzinskis, 1998: 371] kullanılmaktadır.

Postmodern kavramı ilk olarak edebiyat eleştirilerinde olmak üzere 1950’lerde kullanılmaya başlanmıştır. Postmodernite, mimari, biyoloji, coğrafya, tarih, hukuk, edebiyat, siyaset, felsefe, cinsellik ve diğer sanat dalları üzerinde çok belirgin olmasa da, iz bırakmıştır [Dochherty, 1995: 7].

Postmodernizmin en çok tartışıldığı alanların başında mimarlık gelmektedir. Postmodernistlere göre, geçmişten ve onun sembollerinden bağımsız bir süreç başlatma projesi olarak modernizm, mimarlığı, adaleti ve eşitliği sağlamak, toplumu değiştirmek ve düzene sokmak için bir araç olarak görmekteydi. Onlara göre, modern mimaride kent, topyekün zihinde kurulabilir ve müdahale edilebilir bir nesne haline gelmişti. Bu döneme damgasını vuran kitlesellik ve mekanik yaklaşım kent anlayışını da etkilemiş;

kentler kendi modellerine göre insan kitleleri yaratmak üzere makine olarak tanımlanmıştı [Zeka, 1994: 13-14].

Postmodernite kavramı çok açık ve belirgin bir kavram değildir. Ayrıca postmodernitenin bir süreklilik mi yoksa radikal bir kopuş mu olduğu, maddi bir değişim mi yoksa zihinsel bir değişim mi olduğu, yoksa modernitenin bir deva mı olduğu tartışma konusu olmuştur [Sarup, 1995: 156]. Birçok düşünüre göre postmodernite, gelip geçici bir modadan öte, varlığı inkâr edilemeyecek, yeni bir dönemdir [Zeka, 1994: 10].

Postmodernite, genellikle endüstri sonrası toplum ve bilgi toplumu ile eş anlamdaymış gibi kullanılmakla birlikte ikisi arasında farklılıklar bulunmaktadır. Giddens, postmodernitenin en iyi birşekilde edebiyat, resim, plastik sanatlar ve mimarideki stil ve akımlara işaret etmeyle sınırlandırılması gerektiğini belirtmektedir [Giddens, 1998b: 48]. Toplumsal değişimler, endüstri sonrası toplum veya bilgi toplumu kavramıyla ifade edilirken, kültürdeki değişiklikleri postmodern toplum kavramıyla açıklamak daha isabetli olacaktır [Lyotard, 1994: 16]. Postmodernite daha çok kültürel dönemleştirmeye yönelik bir kavramdır. Bu anlamda postmodern dönüşüm daha çok zihinsel ve düşünsel olgulara vurgu yapmakta ve toplumun temelinde bir kırılma olduğuna işaret etmektedir. Fakat şunu da belirtmek gerekir ki, postmodern kuramcılar ortak bir kırılma noktasında buluşamamışlardır [Jeanniere, 1993: 22] 13.

Postmodernite herşeyden önce, modernite ile hesaplaşmayı içermektedir. Bu anlamda içinde modernite karşıtlığını barındırmaktadır [Zeka, 1994: 10]. Postmodern anlayışa göre, modernitenin büyük anlatıları ve umutları sona ermiş bulunmaktadır. Artık totalize edici toplumsal kuram ve devrimci siyasete yer yoktur. Postmodern düşünce, geleneği yadsımadan, onun sunduğu eski biçimleri dönüştürerek geleneği bir bakıma devralmakta ve yeniden üretmektedir. Gelişme, ilerleme, aydınlanma, rasyonalite,

13 Bu kırılmaya dikkat çeken çeşitli yazarlar söz konusudur. Rene Guenon [1979], günümüz dünyasının bir dönüşüm sürecine girdiğini, rölativizme ve faydacılığa doğru gidildiğini ifade etmektedir. Ünlü rölativistlerden Paul Feyerabend [1991] hakim bilim anlayışını reddetmektedir. Ona göre rasyonellik geleneklerin hakemi değil, yığınla gelenek içinden yalnızca biridir. Gelenekler de ne iyidir, ne de kötüdür. Giddens ise postmodernliğin modernlikten bir kopuş olmadığını, modernliğin radikalleştirilmiş ya da yüksek bir uyarlaması olduğu tezini savunmaktadır [Robertson, 1999: 228]. Ayrıca Daniell Bell’e göre bu değişim radikal bir değişimden ziyade eski yapının karakterindeki bir değişimdir [Yılmaz, 1996: 93]. Habermas ise [1994: 31] modernitenin hala bitmemiş ve tamamlanmamış bir proje olduğu kanaatindedir.

hakikat gibi büyük anlatılara [Touraine, 1995: 154] olan güvenin sarsılmasıdır. Yeni anlayış çoğulculuk anlayışını güçlendirmiştir. Bu anlayışa göre evrenselliğe yer yoktur; evrensellik fikri iflas etmiş, büyük anlatılar parçalanmış14 ve toplumu belirleyen dil ilişkileri de çözülmüştür. Modern dönemde olduğu gibi gerçek her yerde ve her zaman tek değildir. Hakikat, bulunmaktan ziyade icat edilmektedir. Postmodern düşünce, Quantum fiziğinde olduğu gibi, evrenselin karşısına göreliliği koymuştur. Bütünün yerine parçayı, merkezde toplanmanın yerine merkezkaçı, Newton’ın karşısına Heisenberg’i çıkarmaktadır [Fox ve Miller, 1996: 45]. Postmodern yaklaşım ile demokrasi arasında olumlu bir ilişki olduğu ileri sürülmektedir. Meta anlatıların reddi demokrasinin yerleşmesine katkıda bulunabilmektedir.

Postmodern düşünceyle birlikte rasyonellik ve akıl sorgulanmaya başlanmış, aklın ve bilimin kutsallaştırılmasına karşı çıkılmıştır. Feyerabend’e göre rasyonellik ve akıl yığınla gelenek içinden biridir. Yoksa geleneklerin uyum sağlamak zorunda oldukları bir standart değildir [Feyerabend, 1991: 7-10]. Modernite ileri derecede akılcı15 ve esneklikten uzak görülürken, postmodernizm daha az akılcı ve daha esnek [Ritzer, 1998: 223] olarak değerlendirilmektedir.

Postmodern düşüncenin en önemli özelliklerinden birisi de dine dönüşe imkân tanımasıdır [Jeanniere, 1993: 23]. Karşıt fikirlere sahip bir çok düşünür dine, modernitenin parçalayıp kırılgan hale getirdiği toplumsal gerçekliği onaracak bir çare olarak bakmaktadırlar.

Bu anlamda geleneksel kamu yönetimi, ulus-devlet yapısı içinde ussallığı, merkeziyetçiliği ve bütünselliği temsil eden yapılardır. Bu yaklaşım moderniteyle uyum içindedir. Ussallık, merkeziyetçilik ve bütünselliğe karşı, merkezden kaçışı, çoğulculuğu, parçaların ön plana çıkarılmasını öneren postmodern anlayışla yeni kamu yönetimi yaklaşımı uyum içindedir. Bu konuya ileride ayrıntılı bir şekilde değinilecektir.

14 1848 yılında Karl Marx Kominist Manifesto’da “Avrupa’nın üzerinde bir hayalet dolaşıyor: komünizm hayaleti” derken 1980’lerde, bu ifade “Avrupa’da bir hayalet geziyor: postmodernizm” şeklinde söylenmeye başlanmıştır [Dochherty, 1995: 7].

15 Sanayi toplumunda, aydınlanma felsefesinin de etkisiyle, evrensel akla mutlak öncelik tanınmıştı. Bu dönem filozofları, insanın aklı ile bilgi sahibi olacağını ve dünyayı aklın kontrolüne alacaklarını savunurken, post modern düşünürler her şeyi rasyonel hesap temeline indirgeyen anlayışa karşı çıkmaktadırlar [Feyerabend, 1995].