• Sonuç bulunamadı

2. OTOMOTİV SEKTÖRÜ FİNANSMANI, SATIŞLARA ETKİLERİ VE TEORİK

2.5. OTOMOTİV SATIŞLARINI ETKİLEYEN FAKTÖRLER VE İLGİLİ LİTERATÜR

2.5.3. Reel Faiz Oranı ve Otomotiv Satışları

Dayanıklı tüketim malı olma özelliğinden dolayı otomobil talebi reel faiz oranından da etkilenmektedir. Özellikle, gelişmekte olan piyasa ülkelerinden biri olan Türkiye’de 1980’lerden itibaren ortaya çıkan yüksek ve değişken enflasyonun yarattığı istikrarsızlık, reel faizlerde dalgalanmalara neden olmuştur. Her ne kadar diğer gelişmiş ülke otomobil piyasaları talep tahminlerinde reel faiz kullanılmamışsa da, Türkiye modeli için reel faizin otomobil talebini açıklamada önemli bir rolü olduğu ifade edilebilir.

Alper ve Mumcu (2005) Türkiye’de otomobil talebinin tahmini ile ilgili yapmış oldukları çalışmada kullandıkları reel faiz verisini, nominal yıllık banka mevduat faizi ve gerçekleşmiş enflasyon verileri kullanarak türetmişlerdir. Alper ve Mumcu (2005) reel faizin yanısıra 1987 fiyatları cinsinden mevduat bankaları tarafından verilen hanehalkı tüketici kredileri, ortalama enflasyon, enflasyonun değişkenliği ve 1987 fiyatları cinsinden normal benzin fiyatları ile gayri safi yurtiçi hasıladaki

277 Reisa, H.J., Santos Silvab, J.M.C. (2006). “Hedonic prices indexes for new passenger cars in Portugal

(1997–2001)”, Economic Modelling 23 (2006), p.890–908. 118

büyüme verilerini de kullanmışlardır. Alper ve Mumcu (2005) reel faiz oranı arttığı zaman otomobil satışlarının düştüğünü tespit etmişlerdir.

Bu noktada, parasal makro büyüklüklerdeki değişikliklerin reel ekonomiyi etkilemesinde önemli bir faktör olan faiz kavramının teorik olarak incelenmesi önemli olacaktır. Bu konudaki kuramsal görüşler beş başlık altında özetlenebilir: Klasik, Wicksell, Keynes, Hicks-Hansen ve Tobin’in görüşleri.

Klasik kuramda faiz oranı reel bir değişken olup denge faiz düzeyini belirleyen faktörler tasarruf arzı ve talebidir. Burada faiz; tasarrufun arz fiyatı olarak düşünülmektedir278. Faiz haddi yükselince (düşünce) tasarruf miktarı da

artmaktadır (azalmaktadır). Faiz haddinin ikinci belirleyicisi olan yatırım talebi ise faiz haddi ile ters bir ilişki içindedir. Paranın faiz oranı üzerinde bir etkisi yoktur. Parayı sadece bir örtü olarak görürler. Parasal artış olsa bile uzun dönemde faiz oranı değişmeyecektir. Ancak reel faktörlerin değişmesi faiz haddini etkileyecektir. 1930’lara kadar birçok ekonomist faiz oranlarının klasik kuramın açıklamalarına göre oluştuğuna inanıyordu. Uzun dönemde, enflasyondaki bir artış tümüyle nominal faiz oranlarına yansır279. Bunun sebebi, uzun dönemde reel faiz

oranlarının sabit kabul edilmesidir.

Wicksell ise klasik reel faiz analizine parasal unsuru katarak teoriyi daha gerçekçi bir tabana oturtmuştur. Wicksell’e göre iki faiz oranı bulunmaktadır: doğal ve parasal faiz oranları. Doğal faiz oranı, işletilen reel sermayeden sağlanan kar oranı; parasal faiz oranı ise bankaların kredi üzerinden talep ettikleri faiz oranıdır280. Bu iki oran birbirine eşitse ekonomide fiyatlar değişmemekte, bu iki

oran birbirinden farklılık gösterdiğinde ise ekonomide tepkiler oluşmaktadır. Ekonomide parasal faiz oranı doğal faiz oranının üzerine çıktığında yatırımlar azalacak ve ekonomide durgunluk başlayacaktır. Tersi durumda ise, ekonomi enflasyon sürecine girecektir. Wicksell’e göre sermaye piyasasındaki ödünç verilebilir fon arzını tasarruflar ve parasal genişleme belirlerken, fon talebini yatırım talebi ve atıl para talebi belirlemektedir. Bu durumda denge faiz oranı, ödünç verilebilir fonlar arzı ve talebini eşitleyen parasal faiz oranıdır.

278 Aren, Sadun. (1992). “İstihdam Para ve İktisadi Politika”, Savaş Yayınları, s.18.

279 Berument, H., Malatyalı, K. (1999). “Determinants of Interest Rates in Turkey”, TCMB Discussion

Paper:9902, s.2.

280 Keyder, Nur. (1996). “Para Teori-Politika-Uygulama”. s.295.

Klasik ve neoklasiklerin faiz hakkındaki teorileri ve paranın önemli bir değişken olmadığı yönündeki görüşleri Keynes tarafından eleştirilmiştir. Faiz için insanların tasarruf yapması ve bunu saklaması değil, tasarrufların ödünç verilmesi, bir başka ifade ile paranın likiditesinden vazgeçilmesi gerekmektedir. Bu noktada faiz likiditeden vazgeçmenin bir bedelidir. Keynes’e göre faiz oranı parasal bir değişkendir. Faiz oranı (i), tasarruf ve yatırım harcamalarından bağımsız olarak para arz ve talebine göre belirlenmektedir. Keynes, para arzının (M) mevcut para stokundan oluştuğunu söylerken para talebinin (L) çeşitli faiz seviyelerinde insanların işlem, ihtiyat ve spekülasyon saikiyle ellerinde tutmak istedikleri para miktarından oluştuğunu belirtmektedir281. O halde faiz haddi şu şekilde ifade

edilebilir: i = f (M, L)

Bu paralelde Keynes’in faiz teorisinde tasarruf ve yatırım harcamalarının faiz haddinin belirlenmesinde bir önemi yoktur. Keynes’in faiz teorisi tamamen para stoku analizidir. Keynes’in analizinde faizin iki temel işlevi vardır282. Faiz,

tasarrufun finansal aktiflere yatırılması ile para olarak tutulması arasındaki seçimi belirler. Gelirin tüketim ve tasarruf arasındaki dağılımına karar verildikten sonra insanlar tasarruflarını ne şekilde tutacaklarına karar verirler. Faiz oranı ne kadar yüksekse spekülatif para talebi de o kadar düşük olacaktır. Faiz oranının ikinci işlevi ise para piyasası ile reel piyasa arasında ilişki kurmaktır. Parasal kesimde belirlenen faiz oranı yatırım talebi yoluyla reel sektörü etkilemektedir.

Hicks-Hansen’in faiz kuramı ise Klasik ve Keynesçi kuramların bir sentezi olarak kabul edilebilir. Faiz oranı ile gelir düzeyinin belirlenmesi, reel ve parasal kesimde birlikte gerçekleşmektedir. Bu yaklaşıma IS-LM analizi adı verilir. IS eğrisi, mal piyasasını dengeye getiren faiz oranı-gelir bileşimlerini gösterirken; LM eğrisi, para talebini para arzına eşit kılan faiz oranı-gelir bileşimlerini gösterir. IS-LM’in kesiştiği noktada mal ve para piyasasını aynı anda dengeye getiren faiz oranı- gelir bileşimi elde edilmiş olur.

İnsanlar servetlerini değişik yatırım araçları arasında bölüştürerek değerlendirmektedirler. Böylece değişik servet unsurları değerlendirilerek karma

281 Aren, S. (1992), ibid, s.29. 282 Keyder, N. (1996), ibid, s.296.

portföyler oluşturulmaktadır. Tobin de bu gerçeği gözönünde bulundurarak bir bakıma Keynes’in yaklaşımını geliştirmiştir. Bu kurama göre, insanlar değişik servet kalemleri arasında seçim yaparlarken, bunların getirileri yanında risklerini de hesaba katmaktadırlar. Bu şekilde risk ve getiri hesabı yaparak değişik servet kalemlerinden olusan optimal bir portföy oluşturulabilmektedir. Burada portföy dengesi, alternatif yatırım araçlarının getiri oranları eşitlendiğinde kurulmaktadır. Portföy seçimi kuramına göre, insanlar parasal, finansal ve reel aktiflerden oluşan portföylerini her an aktiflerin göreli fiyatlarına ve randımanlarına göre düzenlerler. Yatırımcı, fiyatları belirsiz bir şekilde değişen varlıkların risklerine karşı güvence olarak portföylerinde güvenli bir varlık tutmak ister283. Para bu açıdan güvenli bir

varlıktır. Bu çerçevede, para talebi diğer varlıkların beklenen getirileri kadar riskine de bağlıdır. Portföy dengesi yaklaşımına göre, faiz oranının belirlenmesinde sadece para arzı ve talebi değil diğer yatırım araçları da önemli bir rol oynamaktadır.

Reel faiz oranlarındaki hareketlenmeler faiz riskine de sebebiyet vermektedirler. Faiz riski, aktif kalemleriyle pasif kalemleri arasında vade ya da faiz bazında bir uyumsuzluk olması veya değişken faizli mali yükümlülüklerin gelecekteki nakit akımları ve gelir–gider üzerinde belirsizliğe yol açması halinde ortaya çıkmaktadır (Çelik, 2001). İlave olarak, geniş çapta kabul gören finansal serbestleştirme uygulamaları tüm dünyada ekonomileri giderek birbirine daha da bağımlı hale getirmektedir. Bu nedenle yerli ekonomiler, uluslararası finansal hareketlerden oldukça etkilenmektedirler. Bu etkilerin en yaygın olanı ve en hızlı gerçekleşebileni faiz oranlarındaki değişimlerdir.

Örneğin, 1994 yılında ABD’de enflasyonu kontrol altına almak için yükseltilen faiz oranları Meksika’da kısa dönemli faizleri yükseltmiş ve Meksika bankacılık sektörü bu gelişmelerden olumsuz etkilenmiştir. Buna ek olarak, ABD’de 19. ve 20. yüzyıllarda kısa dönemli faizlerin ani yükselişiyle oluşan birçok krizin ardında Londra’da meydana gelen faiz değişimleri yatmaktadır (Mishkin, 1997).

İlave olarak, makroekonomik göstergelerden faiz ve kur dalgalanmaları ile başlayan ve ödemeler sistemini çalışamaz duruma getiren bankacılık krizleri,

283 Dornbusch, R., Fischer, S. (1998). “Makroekonomi”. McGraw Hill-Akademi, s.383.

bankacılık sisteminde sorunlu varlıkların hızla artmasına ve reel sektör şirketlerinin de krize sürüklenmesine neden olmaktadır. Kriz zamanlarında her iki sektörü birlikte yapılandıracak çözüm stratejilerinin uygulanması ile finansal yeniden yapılandırma son yıllarda en fazla kullanılan yöntemlerdir284. Bu

bağlamda Fisher Hipotezi’ne göre, nominal faiz oranları enflasyon ile risk primi ya da reel faizin bir fonksiyonu olarak ifade edilmektedir.

Son yıllarda yaşanan bankacılık krizlerinde faiz oranları, bankacılık sektörünü (açık pozisyonlarından dolayı) daha doğrudan etkilemiştir. Özellikle gelişmekte olan ülkeler, uzun vadeli yatırımları ve bütçe açıkları sebebiyle kısa vadeli borçlanmaya gitmişlerdir. Bu fonksiyon ise sistemde baskın aracı kurum olan bankalar üzerinden; faiz oranlarının yurt dışına nazaran çok daha yüksek tutulmasıyla yerine getirilmiştir. Bu tür bir vade dönüşümü bankaları faiz riskine oldukça duyarlı hale getirmiştir. Yurtdışı faiz oranlarındaki ani bir yükseliş, finansman kaynaklarının maliyetini arttırarak sistemi sıkıntıya sokmuştur.

Stiglitz ve Weiss, yüksek reel faizlerin ters seçim ve ahlaki çöküntü problemlerini körüklediğini belirtmişlerdir285. Yüksek faiz geri ödemeli kredi olanaklarına ancak

çok fazla risk üstlenen, sağlıksız ve kaybedecek fazla bir şeyi olmayan yatırım projeleri rağbet gösterecektir. Bu nedenle problemli krediler artabilecekken, bankalar önlem olarak kredi arzlarını azaltabilecektir.

Reel faiz oranındaki artış veya azalış genelde reel büyüme ile bağlantılı olup, cari dengenin dönemselliği görüşünü destekler niteliktedir. Freund’un ampirik sonuçlarına göre, cari açıkta artış veya kötüleşme gözlemlenen 3 yıl içerisinde faiz oranları yaklaşık %2 artmış, takip eden 3 yıllık iyileşme döneminde ise yaklaşık %3 azalmıştır286.

Uluslararası sermaye hareketlerini tamamen serbestleştiren ve tam anlamıyla dışa açık bir ekonomiye sahip olan Türk ekonomisinde finans piyasası (faiz

284 Şakar, Birgül (2004) “Banka Yapılandırılma Sürecinde Varlık Yönetimi Şirketleri Seçilmiş Ülkeler ve

Türkiye Uygulaması” Marmara Üniversitesi, Bankacılık ve Sigortacılık Enstitüsü, Doktora Tezi.

285 Stiglitz, Joseph E., and Andrew Weiss, (1981), “Credit Rationing in Markets with Imperfect Information”,

American Economic Review, Vol. 71, No.3, p.116-138.

286 Freund, C. L. (2000). “Current Account Adjustment in Industrial Countries”. World Bank - Development

Economics Research Group (DECRG) FRB International Finance Discussion Paper, December. 692. 122

oranları, döviz kurları ve uluslararası sermaye akımlarında yaşanan volatiliteye paralel olarak) dalgalanmalar göstermiştir287. Reel faizlerin düşmekte olduğu ve

YTL’nin değer kazandığı dönemlerde ise bankadışı kesimlerin yurtdışı borçlanması artmaktadır. Kredi kullanan sektörlerin bankalardan önemli talebi uzun vadeli kredilerdir. Bu bağlamda, yurtdışından sağlanan kredilerin vadelerinde iyileşme olması bu gelişmeleri tetikler niteliktedir288.

Özetle, otomotiv kredilerindeki düşük faizler nedeniyle 2000 yılının otomotiv satışları Türkiye’de yüksek gerçekleşmiştir. 2000 yılının son aylarında faiz oranlarının yükselmesi ve tüketici kredilerinin durma noktasına gelmesi nedeniyle ise otomotiv alımlarında düşüşler meydana gelmiştir. Hatta bazı firmalar üretime ara vermek zorunda kalmışlardır. Sektörde ithalatın payı artmış ve üretimin payı azalmıştır. Türkiye’de 2006 yılının ilk yarısında toplam satışlar %13 ve otomobil satışları %15 oranında daralmıştır. Ancak, ikinci yarıda toplam pazar %25, otomobil pazarı ise %30 azalmıştır. Özellikle yılın ikinci yarısında gerçekleşen pazardaki bu daralmada YTL’nin %25 değer kaybetmesi ve taşıt kredisi faizlerindeki artış etkili olmuştur289. Sonuç olarak, reel faiz oranı arttığı zaman

otomobil satışlarının düştüğü ifade edilebilir. Çünkü, faiz yüksekse harcama yerine tasarruf edilir.