• Sonuç bulunamadı

18. yüzyıl aydınlanma felsefesinin ulus-devletin düşünce dünyasını belirleyen bir zihniyet yeniliği hatta devrimi olduğunu söylemek doğaldır. Bu felsefenin tüm

1.2. YABANCILARIN TÜRKOLOJİ İLE İLGİLİ YAPTIĞI ÇALIŞMALAR

1.2.17. Nassif Mallouf (1823-1865)

var olan yasaların en iyisidir ve neredeyse İngiliz yasasının üstündedir.

Türk, bin yıllık göreneklerden ve Kuran’dan kaynaklanan özyönetim uygulamaktadır. Sultan, ‘despot’ (vurgu Engels’in; OBK) olmak şöyle dursun, çok saygın kraliçeden daha sınırlı etkiye sahiptir. Din özgürlüğü salt Türkiye’de vardır. Sınıf farkları, sınıf savaşımları, siyasal partiler, bu cennette yoktur ve olamaz; çünkü bütün Türkler iç politikada aynı düşüncededir. Hiçbir yerde Türkiye’den daha az merkeziyetçilik yoktur.

Kısacası, sadece Türk centilmendir ve sadece Türkiye’de özgürlük bulunmaktadır.” (Kula, 2002: 392-393).

Urquart’ın Türklere dair yapmış olduğu beyanatlar bile kendi dönem aydınlarını çok şaşırtmakla birlikte, Batı düşünürlerinin gözlerini, Türk toplumunun üzerine çevirmiş ve bilimsel bir bakış açısıyla sorgulatmaya sevk etmiştir. Bu da Türkolojinin gelişmesine katkı sağlamış ve Türkler, bilimsel çalışmaların konusu olarak diliyle, kültürüyle, tarihiyle, hayata bakış tarzının arkasında yatan felsefesiyle incelenme gereği duyulan bir konunun merkezi olmuş. İşte bu odaklaşma ile birlikte Türkler mercek altındaki bir toplum olarak bilimsel anlamda inceleme konusu yapılmaya başlanmasıyla birlikte Türkoloji söz konusu daha önce yapılan çalışmalarla birlikte gelişimini sürdürmüştür.

İlerleryen zamanlarda, 19. yüzyılın sonları 20. yüzyılın başlarında, bu yapılan çalışmalar, toplumsal hayatta, özellikle Osmanlı coğrafyasında, belli bir kamuoyunun hazırlayıcısı konumunda rol oynamıştır. Hazırlanan kamuoyu ile birlikte Osmanlı’nın yenileşme namına yaşadığı sürecin destekçisi olan ve Batılılarca çalışılan bu eserler, Türklere kendi kimliklerine bakma, kendilerine farkındalık üzerinden değer verme, algısını da ortaya çıkarmıştır ki tarih üzerinden kökenlerine tanık olan Osmanlı aydını, edebiyatını da millî bir sürece sokma yoluna girmiştir.

Mallouf 1845-1855 yılları arasında Propagande de Smyrnne’da hocalık yapmıştır (Hertslet, 1865: 118). Fırsat buldukça İtalyanca, Türkçe ve modern Yunanca’nın grarmer yapısı ve gündelik kullanımı üzerine yoğunlaşır ve bu dillerde bilimsel boyutta söz sahibi olacak kadar da kendisini geliştirmiştir (Bosworth; Donzel; Lewis; Pellat, 1987: 303). Bu okulda doğu dilleri alanında hoca olan Mallouf 1854 yılında Kırım Savaşı esnasında İngiliz-Osmanlı Genel Komutanlığı bünyesinde birinci derece çevirmen sekreter olur ve İngiliz memurlara Türkçe dersleri vermiştir (Larousse, 1873: 1023).

1855 yılından itibaren 1856 yılının sonuna kadar Lord Raglan’ın çevirmenliğini üstlenmiştir. Lord Raglan’la birlikte 1856 yılının sonuna dek kalacağı Londra’ya gider.

Burada Athenaeum Club”a seçilmiştir. Daha sonra Sir Henry Bulwer’e çevirmenlik yapmaya başlamıştır. Onların Bükreş’te başlayan ikili münasebetleri çalışmaları doğrultusunda İstanbul’a kadar devam etmiştir. 1857 Eylülünden 1859 Mayısına kadar Sir Henry Bulwer’in hizmetinde İstanbul’da kalmıştır (Hertslet, 1865: 118). 1859 yılında İzmir İngiliz konsolosluğunun birinci derece çevirmeni olmuştur (Hertslet, 1865: 42). 1865 yılında dönemin ölümcül hastalıklarından olan sarıhummadan ölmüştür (Bosworth; Donzel; Lewis; Pellat, 1987: 303).

Mallouf içinde yaşadığı koşuşturmacaya rağmen, İngiliz ve Fransız Societe Asiatique merkezlerinin bir üyesi olmuştur. The Literay Gazette’nin 7 Mart 1857 tarihine ait nüshasında, Nassif Mallouf’un 21 Şubatta Royal Asiatic Society’e daimi üye olarak seçildiği duyurulmuştur (The Literay Gazette, 1857: 238).

Başarılı araştırmacı, şarkiyatçı bütün bunların yanısıra 1859 yılında dönemin padişahı Sultan Abdülmecid tarafından, ilmî çalışmaları nedeniyle, Mecidi Nişanı almıştır. Yine İran devleti tarafından da Aslan ve Güneş Nişanı ile taltif edilmiş, ödüllendirilmiştir (Hertslet, 1865: 118).

Mallouf’un o dönem ortaya koymuş olduğu sözlük, konuşma kılavuzu ve dilbilgisi kitapları edebî olarak bir ayrıcalığa sahip değildir. Onun yapmış olduğu çalışmalarının en kayda değer tarafı Osmanlı Türkçesi’ni Osmanlı çatısı altında mevcut gayrimüslim ahali arasında da daha teorik ve kitabi bir şekilde kullanılır hale getirmiş olmasıdır.

Herkesin sözlü olarak kısmi boyutta bildiği bir bilgileri sistemli bir şekilde kitaplaştırarak bilgiye bütüncül bir yapı kazandırmıştır.

Yaşadığı dönem içinde çeşitli konular hususunda bilgi edinme çabası, Osmanlı Türkçesi’nin üzerinden ziyade, Fransızca olarak kaleme alınan eserler, dönem ahalisi tarafından daha çok tercih edilir bir durum olmuştur. Ancak Mallouf’un ele aldığı konular, söz konusu yıllarda cemiyeti oluşturan bireylerce, merak edilen konular olmuştur. Buna bağlı olarak Mallouf’un çalışmaları sayesinde Türkçe, daha geniş bir okuyucu kitlesine ulaşmıştır. Nassif Mallouf’un birçok eserinin ilk kez İzmir’de basılmış olması da o dönem için İzmir’in önemli bir kültür merkezi olduğuna işaret etmektedir ki yapılan kaynak taramalarında Osmanlı İmparatorluğu’nda Fransız basınının ilk örnekleri İzmir’de görülmektedir (Strauss, 2003: 60-61).

İncelediğimiz nüsha Fransız-Türkçe sözlüğün 1856’da Paris’te basılan ikinci baskısıdır.

Eserin baş tarafında Jean-Henry Abdolonyme Ubicini ve Bianchi gibi iki önemli şarkiyatçının takrizleri mevcuttur. Jean-Henry Abdolonyme Ubicini, Haziran 1856 tarihli yazısında Mallouf’u yaptığı çalışmalardan dolayı takdir etmiştir.

1849 yılı sonlarına doğru iki cilt olarak yayınlanan Dictionnaire Français Turc adlı çalışmasının Bianchi’nin 1831 yılında yayınladığı sözlük çalışmasından sonra sahasında önemli bir boşluğu doldurduğunu kaydeder. Yalnız Mallouf’un 1849’da yayınladığı iki ciltlik sözlüğünün fiyatının çok külfetli olduğundan bahisle, bu cep sözlüğünün daha uygun bir fiyatla temin edilebilecek olmasından dolayı memnuniyetlerini dile getirmiştir. Genç yaşına rağmen, gerek yetiştiği coğrafya gerekse de aldığı eğitim ile geçmişteki çalışmalarının kendisini gelecek için ümitvar kıldığını ifade etmiştir (Mallouf, 1856: IIIX).

Ubicini ise 26 Aralık 1854 tarihli mektubunda Mallouf’un kendisine gönderdiği Fevâid-i ŞarkFevâid-iyye adlı eserFevâid-inFevâid-in Fuad EfendFevâid-i ve Cevdet EfendFevâid-inFevâid-in KavâFevâid-id-Fevâid-i OsmanFevâid-iyye adlı eserleri gibi Türk-Avrupaî bir dilbilgisi kitabının tüm gereklerini yerine getirdiğini dile getirmiştir. Mallouf’u genç yaşındaki çalışmalarından dolayı tebrik ettikten sonra onu, Levantenin Türkçe, Arapça ve Farsça üzerine çalışmalara katkıda bulunacak tek isim olarak taltif eder (Mallouf, 1856: XI-XII).

Journal de Constantinople gazetesinin 2 Ağustos 1855 tarihli nüshasında Nassif Mallouf ve eserleri hakkında bibliyografya mahiyetinde kimi bilgilere rastlanmıştır.

Gazetedeki bilgilere göre Mallouf’un Fransızca-Türkçe sözlüğü ilk defa 1849 yılı Kasım ayında yayımlanmıştır. Türkiye’de alanında ilk olan bu sözlüğün birinci baskısı Reşid Paşa’ya ithaf edilmiştir. Ahmed Vefik Paşa ise bu eseri, yaygınlık kazanması için, Eflak ve Boğdan’da dağıtılmak üzere çok sayıda satın almıştır. Mallouf ise Nasrettin Hoca’nın fıkralarının olabildiğince edebî bir dille çevirilmelerinin özellikle Türkçe öğrenenler açısından çok değerli olduğu kanaatindedir. Elde bulunan diğer kitaplara nazaran günlük dilin canlı bir şekilde kullanıldığı bu fıkraların çevirisi son derece faydalı olacaktır. Fransızca ile kıyas olmayacak kadar veciz ifade şekillerine sahip olan Türkçe için bu evsafta bir çeviri faaliyeti son derece güç olmştur (Mallouf, 1856: 3-4).

İlk baskısından sonra bu çeviri eserden 6 parça 1853 yılı Temmuz ayında Revue de L’orient dergisinde yayımlanmıştır (Mallouf, 1853: 72-74). Mallouf, Türk diline, görmüş olduğu eğitim üzerinden yazdıklarıyla katkı sağlamış başka bir dile çeviri yaparken Türkçenin anlam inceliklerini kendi dönemindeki aydınlara göstermiş ve hissettirmiştir. O dönem yaptıkğı çeviriler arasında Nasrettin Hoca’nın fıkraları bu anlam inceliklerini gösterme bakımından önemli bir çalışma olmuştur. Fıkralar, derin anlamları ihtiva etmesi bakımından yabancılar için anlaşılması zor metinlerdir. Buna rağmen Mallouf, adeta Türk dilinin sadeleşmesini, daha millî bir sürece girmesini desteklercesine çalışmasını sürdürmüştür. Bu konuda kısa da olsa Fransızca tercüme örneği olarak şu metni incelemek yeterli olacaktır:

“Un jour, le maîttre (khodja) Nasr-Eddin eîfendi monta en chaire pour precher et dit: “O fideles ! savez-vous ce que je dois vous dire ? — Non, khodja effendi, répondit l’auditoire, nous ne le savons pas. — Eh bien, puisque vous ne le savez pas, que vous dirais-je done?” Un autre jour, montant de nouveau en chaire: “O Musulmans! dit-il, ne savez-vous pas ce que je dois vous dire? — Nous le savons, répondirent-ils tous. — Puisque vous le savez, reprit le khodja, pourquoi vous le dirais-je ?” II descend en mâme temps de la chaire et sort pour s’en aller. L’assemblée, etonnée, décida d’un commun accord que si le khodja reparaissait, les uns repondraient: Nous savons, et les autres: Nous ne savons pas. Comme auparavant, le khodja monta encore un jour en chaire et s’deria: “O mes freres! savez-vous ce que je dois vous dire? Les uns répondirent: Nous savons, et les autres: Nous ne savons pas. — C’est charmant, reprit le

khodja. Eh bien! que ceux d’entre vous qui savent l’apprennent a ceux qui ne [s]avent pas.” (Mallouf, 1853: 38).

Mallouf’un Fransızcaya çevirmiş olduğu yukarıdaki mizah içerikli metin, aynı zamanda Türk milletinin duyuş ve düşünüş biçimi üzerinden mizah anlayışını da ihtiva etmektedir. Fıkralar her millet için atasözleri kadar önemli bir yere sahiptir.

Atasözlerinde olduğu gibi fıkralarda da her milletin kültürel kodları mevcuttur. Bu bağlamda düşünüldüğünde Türkler bu çalışmalarla birlikte sosyolojik boyutta da tahlili edilmeye başlanmıştır.

Mallouf, bunları o yıllarda tam anlamıyla hangi amaçla çevirmiştir bilemeyiz ama bugün itibarıyla denilebilir ki bir yabancı dil öğrenirken dahi söz konusu dili konuşan milletin kültürüne dair ne kadar çok şey biliyorsan o dili kısa sürede öğrenmek daha kolay oluyor. Mallouf her şeyden önce eserlerini ortaya koyarken aynı zamanda kültür elçisi gibi bir misyonu da üstlenmiştir.

Mallouf, Türkiye’de kendine özgü çabasıyla ilk Fransızca-Türkçe sözlüğü hazırlamış, birçok dilin gündelik hayattaki kelimelerinden istifade ederek konuşma klavuzları hazırlamış ve yayımlamıştır. Tabii bu çalışmalar kendi dönemi için belli bir okuyucu ve takipçi kitlesi de oluşturmuş ki kısa bir süre sonra benzer çalışmalar Osmanlı coğrafyasında bizzat Türkler tarafından yapılmaya başlanmıştır. Daha önce de söylediğimiz gibi Şinasi ve Şemseddin Sâmi’nin 19. yüzyılın ikinci yarısında öncülüğünü yaptığı çalışmaların esin kaynağı Mallouf ve Clement Huart gibi dil bilim uzmanlarının yaptığı çalışmalar olmuştur.

Mallaouf’un önemli çalışmalarından biri de Kitâb-ı Der-Hakk-ı Sıbyân ve Sabâvet’tir.

Bu eserin içeriği doğrultusunda eserle iligili olarak denilebilir ki eser, Türk Çocuk edebiyatının ilk çeviri eseridir. 1850 yılında yayımlanan bu çalışma, Fransız Arnaud Berquin’e aittir. Söz konusu eserde çocuklara dair bilgilerin yanında kimi öğretici ve ahlakî hikâyeler de derlenmiştir.

Türkçe ve Fransızca metinlerin birlikte verilmiş olması Malloouf’un aynı zamanda da bu çalışmasıyla dil öğretimine katkıda bulunma amacı içerisinde olduğunu gösterdiği gibi kendi döneminin dil tarihçisidir. Bu kapsamda değerlendirdiğimizde Çocuk

edebiyatımızın öncü ismi olarak da Türk diline katkıları doğrultusunda da Mallouf’un nitelikli bir dilbilimci olduğunu söylemek yerinde bir tespit olur.