• Sonuç bulunamadı

Le Libéral Ottoman (15 Janvier 1901…?)

18. yüzyıl aydınlanma felsefesinin ulus-devletin düşünce dünyasını belirleyen bir zihniyet yeniliği hatta devrimi olduğunu söylemek doğaldır. Bu felsefenin tüm

1.2. YABANCILARIN TÜRKOLOJİ İLE İLGİLİ YAPTIĞI ÇALIŞMALAR

1.3.1. Le Libéral Ottoman (15 Janvier 1901…?)

İlk sayısı 15 Ocak 1901’de Salı günü Fransa’da yayın hayatına başlayan bu yayın organı II. Abdülhamid’in iktidarında Osmanlı’nın politik durumu ile birlikte sosyal hayattaki çalkantılı yıllara köşe yazılarında yer vermiştir.

İstanbul’da Ermenilerin ayaklanmalarına da dikkat çeken ve yıkılma sürecindeki bir devletin bünyesindeki milletleri, azınlık statüsünde değerlendirip onların bağımsızlıkları hususundaki taleplerini, haklı göstermek için bir dizi haberler de yapmıştır. 20. yüzyılın başındaki bu çalkantılı süreçte, dış basının kamuoyunda yaratmaya çalıştığı görüntü,

aslında çok uluslu bir devlete, kendi bünyesindeki milletlerin rahatsızlığı gerekçesiyle güçlü devletleri müdahaleye davet etmek şeklinde de düşünülebilir. Bu haberlerin yayımlanmasındaki özellikle olumsuz içerikli olanlara yer verilmesinin maksadı ne sebeple olursa olsun Rusya’dan gelen Türkleri de bünyesine katacak olan İstanbul’daki Türk aydın kitlesinin oluşumuna zemin hazırlamıştır diyebiliriz. Söz konusu aydın kitlenin oluşumuna bağlı olarak Türkçülük üzerinden edebiyatın ve Türk dilinin odak noktası kısmi boyutta millî bir sürece daha da yaklaşmıştır. Yani millî bir edebiyat, adını koydurmasa da en sancılı günlerini yaşamaya başlamıştır diyebiliriz.

“En s’exilant, les Jeunes Turcs ont le double but de s’instruire et d’en faire profiter-leur pays. Quand ils ont vu le fonctionnement de l’instruction en France et dans les divers Etats où ils avaient émigrés, ils ont été écoeurés de l’ignoble comédie qui se joue à ce sujet en Turquie. Pour arrêter cette émigration, le Sultan fonda, il y a quelques temps plusieurs écoles. Ce n’était là qu’une mesure ostentative pour donner le change au monde savant ou étranger. D’ailleurs, que pourraient apprendre dans ces écoles des élèves qui ont pour maîtres des hommes plus ignorants qu’eux et placés là comme un berger pour garder un troupeau. La seule chose qui y est enseignée, c’est le respect du Sultan, et ceux qui ne sont pas enthousiasmés de ces vices, qui croient que le crime et le vol ne sont pas des vertus nécessaires pour gouverner la Turquie sont envoyés dans les prisons de Tripoli en attendant qu’ils réfléchissent et manifestent leur admiration pour le Monstre. Ceci n’est pas un conte, je n’en veux retenir comme preuve que ceci: ceux dont les noms Lërillent au palmarès n’ont même pas les plus élémentaires notions d’orthographe de là langue turque.” (Le Liberal Ottoman, 1 Mars 1901: 3).

[Sürgün olan genç Türkler’in kendilerini yetiştirmek ve bu vasıtayla ülkelerine yarar sağlamak gibi iki amaçları vardı. Fransa ve göç ettikleri diğer Avrupa ülkelerindeki eğitimin işleyiş düzenini gördükten sonra Türkiye’de oynanan rezil komediden soğudular. Sultan bu göçü durdurmak için kısa bir süre önce birçok okul kurdurmuştu. Ancak bu okullar bilim dünyasının veya yabancıların gözlerini boyamak için yapılmış gösterişli bir önlemden ibaretti. Zaten, bu okullarda öğrenciler, kendilerinden daha cahil olan ve sürüyü beklemek üzere yerleştirilmiş bir çoban gibi duran hocalardan ne öğrenebilirlerdi? Orada öğretilen tek şey padişaha hürmetti ve bu bozuklukların ateşli savunucusu olmayanlar, suç ve hırsızlığın Türkiye’yi yönetmek için gerekli “erdemler” olmadığına inananlar, düşünmeleri ve Canavar’a olan hayranlıklarını ifade etmeleri için Trablus hapishanelerine gönderiliyorlardı. Dediklerim boş bir hikâye değil, asıl ispatlamak ve belirtmek istediğim nokta şu: İsimleri en ön planda olan bu kişiler Türk Dili’nin en basit imlâ kurallarından dahi bihaberdiler].

Yukarıdaki satırlarda Sultan’ın (II. Abdülhamid) Jön Türkleri sürgün etmekle doğru yapmadığı, onları sürgün etmekle yurt dışında hayatın nasıl aktığını, gelişmelerin ne yönde olduğunu gösterme gibi bir zeminin hazırlandığını ifade ediliyor. Böylesi bir süreçte yurt dışındaki gelişmeleri yakından gören Jönlerin yönetimde değişikliğe gidilme hususundaki ısrarlarını daha da ateşlemiştir.

Yine II. Abdülhamid’in açmış olduğu okulların yetersiz olduğundan dem vuran yukarıdaki satırlarda söz konusu okullarda yetişen öğrencilerin amaçları, cahil insanları eğitmekten ziyade tek amaçlarının Sultan’a saygı göstermeyi öğretmekten ibaret olduğu ifade ediliyor. Abdülhamid’in istibdatından şikâyet edilen bu dizeler, aslında iç karışıklığı tetiklemek için atılmış bir körük darbesidir.

“L’orthographe tombé en désuétude c’est la condamnation forcée de la littérature et de la poésie, qui sont les Bêtes Noires du Sultan et du reste sont rigoureusement interdites. La besogne de la censure est donc simplifiée au lieu de faire un choix des livres, le livre est interdit lui-même. Les drames dont la représentation en public ne manquerait pas d’être profitable au point de vue moral sont frappés de la même mesure.”

(Le Liberal Ottoman, 1 Mars 1901: 4).

[Sultanın ve diğerlerinin korkulu rüyası olan edebiyat ve şiir, imlâ kullaım dışı kalınca sıkısıkıya yasaklanmıştır. Kitaplar arasında seçim yapmaktansa, kitap toptan yasaklanmış ve böylece sansür işi kolaylaşmıştır. Ahlaki açıdan kamu önünde temsilleri menfaatlerine olmayacak tiyatro yapıtları da bu sansürden paylarını almışlardır].

Abdülhamid’in günah keçisi olduğu ifade ediliyor. İktidar merkezli desteklenmeyen Türk dilinin kendine çekidüzen vermesi için yapılan çalışmaların yetersiz olduğu, yazım ve imlanın köhnemiş durumda olduğu dile getiriliyor. Doğrudan eğitimin en temel aracı dil bir problem olarak ortaya konuyor ve sorumlu olarak da devleti yöneten zümre gösteriliyor.

Burada görüldüğü gibi olumsuz da olsa yazım ve imla ile ilgili dikkatin, o yıllarda Türk dili ile ilgili problemlerin su yüzüne çıkmasına vesile olmuş etmenlerden biri ifade edilmektedir. Bu açıdan düşünüldüğünde Jön Türkler, kendi içinde zaten dil ile ilgili yeni oluşumların ihtiyacını çoktan duyumsamış ve bu yönde girişimlerde bulunarak öncelikli olarak halkın okur-yazarlık seviyesini artırmayı da programlarına dâhil

etmişlerdir. 1900 sonrası dil ile ilgili birçok şikâyetle birlikte çözüm önerileri sunan gazete ve dergi yayım hayatına da başlamıştır.

“Quant à la philosophie, inutile d’en parler, le mot lui-même doit être rayé du dictionnaire Turc. La philosophie, l’arme la plus puissante dans la main des peuples, est forcément bannie de la Turquie où l’absolutisme règne dans toute son horreur. Le philosophe qui est l’antithèse du monarque dans l’organisme social, ne peut exister librement dans un pays où la loi, le droit de vivre et de mourirsont entre les mains d’un homme que les moins sages appellent le Grand Assassin.” (Le Liberal Ottoman, 1 Mars 1901: 3-4).

[Felsefeye gelince söylemeye bile gerek yok, kelimenin kendisi Türkçe sözlükten çıkarılmalıdır. Halkların elindeki en güçlü silah olan felsefe, mutlakiyetçiliğin tüm dehşetiyle hüküm sürdüğü Türkiye’de zorunlu olarak dışlanmıştır. Hukukun, yaşama ve ölme hakkının; sıradan bireylerin bile Büyük Suikastçi olarak adlandırdığı tek bir adamın elinde olduğu bir ülkede, toplumsal yapıda hükümdarın tam karşıtı olan filozofun özgürce var olması mümkün değildir].

Bu satırlarda da Felsefeden yoksun bir toplum olarak Osmanlı halkının düşünme yetisinden mahrum edildiği, hükümdarın hegemonyası altında hayatı sorgulamadan yaşayan bir toplum profili çizilmiş. II. Abdülhamid, şu hâlde ülkedeki tüm olumsuzlukların menşei, kaynağı olarak eleştirilerin merkezine yerleştirilmiş.

“La géographie même ne jouit pas d’un grand crédit auprès du sultan. Le peu qu’on enseigne est mensonger, par cette raison que depuis le traité de Berlin elle n’a pas changé. La plupart des Turcs ignorent où s’arrête l’empire ottoman, et les escarmouches continuelles qui ont lieu avec les puissances voisines en sont les conséquences funestes. La géométrie ne peut être enseignée d’une façon complète. Les chapitres de géométrie pratique, appliques ou percement des tunnels sont impitoyablement biffés ou déchirés, le peuple Turc doit apprendre qu’il ne peut, étendre son commerce au delà des montagnes, faute de communication.

Devant de telles entraves à l’instruction, les Turcs se demandent alors pourquoi le Sultan à l’occasion de la 25. année de son règne inaugura la Faculté des Sciences. A quoi sert-elle? Quel rôle joue-t-elle dans l’éducation de la nation. Aucun, et le Sultan aurait mieux fait puisqu’elle est inutile d’élever en sa place une mausolée à ses nombreuses victimes restées sans sépultures.” (Le Liberal Ottoman, 1 Mars 1901: 4).

[Sultan’ın yanında coğrafyanın bile pek kıymeti yoktur. Öğretilen azıcık bilgi bile uydurmadır, bu nedenle coğrafya Berlin Antlaşması’ndan bu yana

değişmemiştir. Çoğu Türk Osmanlı İmparatorluğu’nun konumunu bilmez ve komşu güçlerle yapılan sürekli çatışmalar ölümcül sonuçlar doğurur.

Geometri eksiksiz bir şekilde öğretilemez. Uygulamalı geometri veya tünellerin açılması ile ilgili bölümlerin üzeri acımasızca karalanmış veya bu bölümler yırtılmıştır. İletişim yetersizliği yüzünden, Türk halkı ticaretini dağların ardına taşıyamayacağını kabul etmek zorundadır. Eğitim konusundaki bunca engelin karşısında, Türkler saltanatının 25. yılı vesilesiyle Sultan’ın neden Fen Fakültesi’ni açtığını merak ederler. Fen Fakültesi neye yarar? Milletin eğitiminde nasıl bir rol oynar?]

Coğrafya ve Geometriyi bir bilim olarak algılamayan Osmanlı halkının bir tüneli dahi inşa etmekten aciz bir eğitim seviyesine sahip olabileceği, Batı tarzında ya da millî bir şekilde açılmamış okulların kimlere hizmet edeceği sorgulanan bu satırlarda da öncelikli olarak halkın eğitilmesi ve bu konuda ciddi reformlara ihtiyacın olduğu vurgulanmış.

“L’Allemagne accapare et monopolise tous les biens de la Turquie.

L’Empereur et l’Impératrice visitent le Sultan malheureusement trop souvent et ne se gênent - pas pour fouillerles trésors des anciens palais ainsi que ceux des Mosquées; ils compulsent les documentset les archives de l’Etat, se font octroyer des-concessions, céder des terrains, des bijoux, des objets d’art, etc. etc., leurs visites désastreuses, ruinent et affament le pays.

…..

Pour combattre l’influence de la France en Syrie, les Allemands se répandent en Palestine. La langue allemande est obligatoire dans presque toutes, les-écoles, et a remplacé là-belle langue française qui a toujours été celle de la jeunesse turque. De plus la concession et la construction des voies ferrées sont accordées de préférence aux allemands, en un mot, la Turquie est graduellement germanisées Malgré toutes ces faveurs l’Allemagne ne s’est jamais abaissée à servir le Sultan dans ses funestes desseins contre la nation Ottomane.” (Le Liberal Ottoman, 1 Janvier 1901: 1-4).

[Almanya Türkiye’nin tüm varlığını elinde bulundurmakta ve tekelleştirmektedir. İmparator ve İmparatoriçe ne yazık ki Sultan’ı çok sık ziyaret edip ve sarayların ve aynı zamanda camilerin hazinelerini aramakta tereddüt etmemektedirler. Devlete ait belgeleri ve arşivleri incelerler, toprakları, mücevherleri sanat eserlerini vb. Zarar verici ziyaretleri ülkeyi yıkar ve aç bırakır. Fransa’nın Suriyedeki etkisi ile savaşmak için Almanlar Filistin’de yayıldı. Alman dili hemen hemen bütün okullarda zorunludur ve her zaman Türk gençliğinin dili olan Fransız dilinin yerini almıştır. Buna ek olarak imtiyazlar ve demiryollarının inşası Almanların tercihine göre verilmiştir. Bir başka deyişle Türkiye yavaş yavaş Almanlaştırılmıştır.

Bütün bu iyiliklere rağman Almanya Osmanlı milletine karşı ölümcül tasarımlarında Sultan’a hizmet etmek için kendisini asla düşürmemiştir].

Dilin öneminden hareket eden Almanlar, Fransa’nın Suriye’deki etkilerini, nüfuzlarını kırmak için kendi dillerinin yayılımcı bir politika izlemesi için Suriye’den Filistin’e kadar uzanan bir program geliştirdikleri ve aynı yönelimin Jön Türkler tarafından icra edildiği vurgulanıyor. Burada Jön Türkler, Yeni Osmanlıların devamı niteliğinde Millî Edebiyat’ın politik boyutta hazırlayıcıları olmuştur diyebiliriz.

“C’est encore la Russie qui a provoqué en Turquie, les massacres, arméniens; elle les préparaet les dirigeaà Constantinople mêmé. Après l’affaire de la Banque Ottomane, elle protégea quelques révolutionnaires, tout en laissant faire les consciencieux Hamidïés dans le Kurdistan. Nous possédons des données très exactes sur les menées russes dans ce pays si éprouve. Sérope, le fameux brigand arménien, capturé et condamné à mort, causa le malheur de millîers de ses coreligionnaires poûr avoir écouté la Russie qui l’avait armé et encouragé; de même Corchen, dit le Russe, passait souvent la-frontière, pendant l’été, pour exciter les populations arméniennes de Bitlis. Le jour dé l’exécution de Sérope on attendait l’arrivée de sa tête au palais du gouverneur de Bitlis. Les partisans de Sérope, ayant attaqué les gendarmes, de nouveaux massacres étaient à craindre; les arméniens espéraient que la Russie allait intervenir; elle n’en fit rien, pas même pour Corchen qui fut exécuté à son tour. C’est grâce à la valeur incontestable et à la fermeté d’Ali Pâcha, commandant de Bitlis, qu’on évita un désastre. Les naïfs, et crédules arméniens jettent encore des regards désespères vers lès sommets des montagnes de la frontière; ils n’aperçoivent, les maiheuréux!” (Le Liberal Ottoman, 1 Janvier 1901: 4).

[Türkiye’deki Ermeni katliamlarını yine kışkırtan Rusya’dır ve onları hazırlayıp Konstanstinapolis’e yönlendirmiştir. Osmanlı Bankası meselesinden sonra vijdanlı Hamidîlerin Kürdistan’da ne yapmak istiyorlarsa yapmalarına izin verirken bazı devrimcileri korumuştur. Biz başından çok felaket geçmiş bu ülkede Ruslar tarafından oynanan oyunlara dair çok net bilgilere sahibiz.

Yakalanan ve ölüme mahkûm edilen ünlü Ermeni eşkıya Sérope, onu silahlandıran ve cesaretlendiren Rusya’yı dinleyerek binlerce dindaşının felaketine sebep olmuştur ki aynı şekilde Corchen, yaz boyunca Bitlis Ermeni halklarını kışkırtmak için sıklıkla sınırı geçmiştir. Sérope’un idam gününde Bitlis idare sarayına kafasının getirilmesi beklenirken, Sérope yanlıları jandarmaya saldırdığından yeni kıyımlardan korkuluyordu ve Ermeniler Rusya’nın müdahil olmasını beklerken Rusya Corchen için bile hiçbir şey yapmaz ve sıra ona gelir, idam edilir. Bitlis Kumandanı Ali Paşa’nın tartışılmaz saygınlığı ve sıkılığı sayesinde bir felaket önlenmiştir. Saf ve kanmaya dünden razı Ermeniler sınırdaki dağların zirvelerine hala umutsuz bakışlar atarlar.

Zavallılar, anlamazlar].

Bu satırlarda Rusya’nın Ermenileri Osmanlı yönetimine karşı kışkırttığını, Osmanlı yönetiminin Avrupa siyasetini çok yakından takip ettiğini ifade eden yazar, Ermenilerin

yardım çağrısına kayıtsız kaldığını söylüyor. Her hâlükârda kârlı çıkan Rusya olaylara doğrudan müdahale etme gereği duymuyor çünkü siyasi çıkarları her şeyden üstün görüyor. Ermeni çete liderinin, Sérope’un, idam edileceği gün Sérope ve adamlarının son ana kadar gözlerini Bitlis’i çevreleyen dağların tepelerinden ayırmadığını, Rusya’nın onları kurtarmak için bir şeyler yapacağını umutla beklediklerini ifade ediyor.