• Sonuç bulunamadı

Pierre Amédée Jaubert (1779-1847) (Elemens De La Grammaire Turke, À L’Usage Des Élèves De L’école Royale Et Spéciale Des Langues Oriantales

18. yüzyıl aydınlanma felsefesinin ulus-devletin düşünce dünyasını belirleyen bir zihniyet yeniliği hatta devrimi olduğunu söylemek doğaldır. Bu felsefenin tüm

1.2. YABANCILARIN TÜRKOLOJİ İLE İLGİLİ YAPTIĞI ÇALIŞMALAR

1.2.7. Pierre Amédée Jaubert (1779-1847) (Elemens De La Grammaire Turke, À L’Usage Des Élèves De L’école Royale Et Spéciale Des Langues Oriantales

Vivantes, 1823)

1779’da doğduğu rivayet edilen Jaubert, Paris’te bulunan Ecole Spéciale des Langues Orientales Vivantes okulunda Türkçe, Arapça ve Farsça öğrenme fırsatı bulmuştur.

Dönemin imparatorlarından Napolyon’un hizmetinde bulunmuş biri olarak 1801 itibarıyla bir zamanlar eğitim gördüğü okuluna yine bir eğitimci olarak Türkçe öğretme amacıyla görevlendirilmiştir.

Collège de France’ın kadrosuna alınmış ve Türkçe ve Farsça alanında öğretim üyeliği görevi verilmiştir. Çeşitli okullarda müdürlükle birlikte müsteşar olarak görevler yapmıştır. Bürokratik üslubu sayesinde birçok ülke kralı ile görüşme fırsatı bulmuştur.

Kendisine Fransa kralı Légion d’Honneur, Prusya kralı Aigle Rouge, İran şahı Nîşân-ı

Şîr-i Hurşîd ve Osmanlı Devleti Nişân-ı İftihâr madalyası verilmiştir. Académie des Inscriptions et des Belles-Lettres, Hollanda ve Belçika kraliyet enstitüleri, Société Asiatique, İngiltere’de The Royal Asiatic Society de onu üye seçti. 1834-1847 yılları arasında Société Asiatique’te başkanlık görevini yürütmüştür. Birkaç defa İstanbul’a giden ve kralın huzurunda yaptığı bir konuşmada genç şarkiyatçıların, özellikle ilmî araştırmalar için her türlü yardımın yapıldığı ve misafirperverliğin gösterildiği Osmanlı topraklarına gitmelerini tavsiye etmiştir (Eyice, 2001: 576-578).

Jaubert’i tezimize konu ettiren eserine baktığımız zaman, yayımlandığı tarihleri düşündüğümüzde Türk diline olan hizmeti hepimizce kabul edilir derecede önemlidir.

Eser her ne kadar yabancıların Türkçe öğrenmlerini kolaylaştırmak için kaleme alınmış olsa da, iyi bir dil gözlemcisinin gözüyle bakıldığında o yıllarda Türkçenin kelime dağarcığına ve cümle yapısna dair birçok şey elde etmek mümkün.

Eserin başlığına dikkat edilirse -ek olarak koyduğumuz nüshadan bakılabilir- “Türk”

kelimesinin son harfi “k”, bilinen kullanımının aksine yani “q” ya da “c” kullanmak yerine klasik bir şekilde “k” olarak yazılmış. Eserin yayımlandığı tarihler dikkate alındığında, sonraki yıllarda hangi anlayışın ve zihniyetin ürünü olarak bugün dahi kullandığımız “k”

harfi yerine “q” harfinin kullanılması yaygınlaştırılmıştır? Düşündürücüdür?

Buna benzer bir durum olarak yine 1730’larda İbrahim Müteferrika tarafından yayımlanmış olan bir başka Türk Dili gramer kitabında da aynı duruma rastlamıştık.

Yaklaşık 100 yıllık bir arayla Avrupa Türk, kelimesini yazarken bilimsel olarak hazırlanan eserlerde klasik “k” harfinin kullanmış ama 19. yüzyılın başlarından itibaren bir güç bu kullanımı değiştirerek “q” ve “c” harflerini yaygınlaştırmış!

Eserin giriş kısmında Türkçenin kelime telaffuzunun zorluğuna dair ifadelerle birlikte Türk dili için kapsamlı çalışmalar yapmış olan Meninski ve Viguier’in Türkçeye dair yapmış oldukları çalışmalar üzerinden katkılarına değinilmiştir (Jaubert, 1823: VII).

Özellikle dil konusunda, çok yetenekli Meninski’nin, İstanbul’da bulunduğu yıllarda, hocası Ali Ufkî önderliğinde Türk dilinin gramer yapısını inceleme fırsatı bularak Türk dili için ilk bilimsel faaliyetleri başlatan isimlerden biri olduğunu bu eser üzerinden de öğrenmiş oluyoruz.

Yine eserin önsözünden öğrendiğimiz doğrultuda diyebiliriz ki Türk dili 19. yüzyılın başlarında dahi ciddi bir sadeleşmeye ihtiyacı vardır. Çünkü eserin daha birinci sayfasında, Türkçe tam anlamıyla öğrenilmek isteniyorsa mutlaka ama mutlaka Arapçadan ve Farsçadan yararlanılması gerektiği beyan ediliyor (Jaubert, 1823: I).

Bunun, her ne kadar yabancılar tarafından ifade edildiğini bu eserde görsek de II.

Mahmud’un askerî alanda yapmış olduğu yenilikler neticesinde dile de müdahale ederek daha anlaşılır bir dil ortaya çıkarma çabası, askerî kurumlardaki birçok eski terim yerine daha modern terimlerin getirilmesi bu durumu doğrular niteliktedir.

Eserin önsözünde ayrıca Türk dilinin hâkim olduğu sahalar Ege Denizi’nden, Rumeli’nden tutunda Kandıhar’a kadar olan geniş bir coğrafyada hüküm sürdüğü ifade edilmiştir.

İlk bölümde alfabeden bahsedilerek Arap alfabesinin 33 harfi bir liste hâlinde verilmiş ve Latin alfabesindeki karşılıkları gösterilmiştir. Söz konusu harflerin, kelimeler kurulurken, başta, ortada ve sondaki halleri görüntü olarak gayet net bir şekilde gösterilmiştir (Jaubert, 1823: 8). Türkçeyi öğrenmeye yeni başlayanlar için çok kolaylık sağlayacak nitelikte bir tablo hazırlanmıştır. Tablonın başında “Grammaire Turke” yazmaktadır. Bu o dönem için Osmanlıca diye bir tabirin henüz kullanımda olmadığının da kanıtıdır.

İkinci bölüm harflerin değerleri şeklinde bir başlıkla başlamış olup gündelik hayatta en basitinden karşılaşabileceğimiz kelimelerin kuruluş biçimleri, alfabedeki harflerin sıralaması takip edilerek örnekler hazırlanmıştır.

Üçüncü bölümde Arapçadaki esre, ötre ve üstün terimlerinin dil içerisindeki kullanımlarına değinilerek karşı gelmiş olduğu ünlülerden bahsedilmiştir.

Dördüncü bölümde gramer kuralları iyice derinleşerek Türkçede bulunmayan artikıl kavramından tutun da nominatif, genitif, datif, accusatif, vocatif, ablatif gibi kavramlar üzerinde duruluyor.

Baskı hatasına bağlı olmakla birlikte ikinci kez 4. bölüm altında kıyas kavramının Türkçedeki kuruluş yapısı incelenmiş. Beşinci bölümde isimlerin kuruluş yapıları incelenerek yapım ekleri ve çekim ekleri üzerinde durulmuştur.

Altıncı bölümde rakamların yazılışları Fransızca ve Arap harflerine karşılık gelecek şekilde yazıldığı gibi rakamların okunuşları latin harfleri ile bugünkü Türkçeye çok yakın bir şekilde yazılmıştır.

Yedinci bölümde zamirler çok kapsamlı bir şekilde örneklenmiş tablolar kurularak verilmiştir. Bu yedinci bölümden sonra eser II. Bölüme geçmiş ve genel olarak kullanılan fiillerden bahsedilmiştir. Fiillerin kullanılış yerlerine dair uzun uzun uzadıya bir anlatımlar yapılarak okuyucunun kendi kendine bu dili öğrenebileceği şekilde izahatlar yapılmıştır.

Fiillerle birlikte zamanların yapısı, çekime giren fiillerin zamanlarla uyumu doğrultusunda çok geniş bilgiler verilmiştir. Eserde diğer dikkat çeken bir yapı olarak bütün bilgiler hangi başlık altında olursa olsun belli bir rakamlar dizisi dahilinde (1…..200) okuyucuya sunulmuştur. 206. maddeden sonra zarflar, başlığı altında, zaman zarflarından tutun da yer ve miktar zarflarına kadar birçok kelimenin 19. yüzyılın başlarındaki okunuşuyla birlikte yazılışlarını görmek mümkün. Bu yönüyle eser aynı zamanda kelimelerin yıllara göre geçirmiş olduğu değişim ve dönüşümleri takip etmemizi kolaylaştırıyor.

Eser 121. sayfasından itibaren Türk dilindeki atasözlerinin bir listesi verilmiş.

Toplamda 357 adet atasözü yazılarak bazılarının anlaşılmasını kolaylaştırmak için dipnotlar düşülerek açıklamalarda bulunulmuştur. Bu madde başlığı altından da yani buradaki atasözlerinden o günlerdeki Türk toplumunun düşünce yapısını, hayata bakış açısını net bir şekilde gözlemlemek mümkün.

138. sayfadan itibaren çeşitli eserlerden kesitler alınarak Türk dilinin gramer yapısına dair bir uygulama gerçekleştirilmiştir. Olay örgüsünün ağırlıklı olduğu metinler seçilerek okuyucuların metinleri anlaması hususunda kolaylık sağlanmıştır. Tabii bu metinlerin tamamı Türkçe bilmeyen ve öğrenmek isteyen, aynı zamanda Fransızca bilen kimseler için özenle seçilerek hazırlanmış.

Eserin 148. sayfasında bir içindekiler, sayfası mevcut olup arkasından Osmanlıca olarak kalem alınmış deyim ve atasözü sıralaması mevcuttur. Bu deyim ve atasözlerinden

hareketle o döneme ait Türk düşünce sisteminin ve gündelik hayatta insanların nelerin kaygısını duyduğunu gözlemlemek mümkündür. Atasözleri, bir milletin hayatı duyuş ve algılayış biçiminin saklandığı en önemli kaynaklardır ki Tanzimat’ın ilk aydınlarından Şinasi, Durub-ı Emsal-i Osmanî, adlı eserini, kendi döneminin kültürel birikimini, Avrupa görmüş biri olarak Osmanlı toplumunun duyuş düşünüş biçimini, o dönem itibarı ile derleyerek ölümsüzleştirmiştir.

Esere dönecek olursak, cümle yapılarından hareketle aktif cümle, pasif cümle örnekleri verilerek Türkçe öğrenmek isteyenlere kolaylık sunulmuştur. Türkçenin yapısını o dönemi dikkate alarak incelediğimizde, Arapça ve Farsçadan arındırılmış örnek kalıplarla çok daha basit bir yapıya sahip olduğunu görebiliriz.

Eser son bölümünde dört sayfalık bir fiil çekimlerine yer vermiştir. Arkasından Osmanlıca metin örneklerine yer verilerek bitirilmiştir.

Eser, günümüzde olduğu gibi, yabancı bir dil olarak Türkçenin öğretimine dair hazırlanmış ilk kaynak kitaplardan biri olarak Türk dilinin içinde bulunduğu yapısal durumu ve fiil zenginliğini, söz konusu yıllarda bilimsel bir şekilde saklamış ve bugün bize ulaştırarak morfolojik, analojik tahlillere öncülük edecek nitelikte muhafaza etmiştir. Şüphesiz Türkçeye dair bu kadar bilgi barındırması, onun Osmanlı aydınları tarafından mutklaka gözden geçirilmiş olacağına hükmetmemize yeterlidir. Çünkü Osmanlı, eğitim için reformlarını II. Mahmud’la çok daha sistemli bir sürece sokmuş ve devamı da kendisinden sonra gelen padişahlarla desteklenmiştir. Türkçenin bir eğitim dili olarak okullarda zorunluluğuna dair alınan kararların alınmaya başladığı anayasal düzenlemeler düşünülünce bu gibi kaynak kitapların okullarda okutulmak üzere gözden geçirildiği hükmüne varılabilir.

1.2.8. Arthur Lumley Davids (1811-1832) (A Grammar of The Turkish Language