• Sonuç bulunamadı

Dimitri Kantemir (1673-1723) (Historia Incrementorum Atque Decrementorum Aulae Othomanicae, 1734)

18. yüzyıl aydınlanma felsefesinin ulus-devletin düşünce dünyasını belirleyen bir zihniyet yeniliği hatta devrimi olduğunu söylemek doğaldır. Bu felsefenin tüm

1.2. YABANCILARIN TÜRKOLOJİ İLE İLGİLİ YAPTIĞI ÇALIŞMALAR

1.2.4. Dimitri Kantemir (1673-1723) (Historia Incrementorum Atque Decrementorum Aulae Othomanicae, 1734)

biçiminin en güzel örneklerinin derlemesini bu başlık altındaki atasözleri içerisinde görmek mümkün.

Atasözleri bir toplumun sosyolojik değerlerini, yaşam biçimini, örf ve adetlerini, yaşadığı coğrafyaya ve düşmanlarına karşı vermiş olduğu mücadelenin yansımalarını içinde barındıran en önemli kaynaklardan birisidir. Bu bir de derli toplu hâlde, belli bir eserde ele geçirilmişse ki Vaughan’ın eserinde tanık olduğumuz üzere, bir milleti bir başka millete tanıtmak için; kültürel kaynaşma için çok daha önemli bir konuma geçer.

Söz konusu atasözlerinin doğrudan Türklere atfen derlenmiş olması da yine eserin Türkçülüğü bilimsel boyuta hazırlaması açısından ayrı bir önem azr etmektedir. Eser 1709’da yayımlanıyor ve Türklerle birlikte dilleri, Türkçe, üzerinden Avrupalı milletlere birçok yönüyle tanıtılmış oluyor. Her yabancı dil öğrenme aşamasında bireyler, dili öğrenirken söz konusu dilin yapsı ile birlikte ilgili milletin hayatı duyuşu ve algılayışı da öğreniliyor. Türk dilini öğrenme aşamasında Avrupalı aydınlar aynı zamanda Türklerin tarihini ve kurmuş oldukları medeniyeti de öğrenme fırsatı bulmuşlardır. Vaughan’ın eseri ile birlikte bu dönemde kaleme alınan gramer kitaplarının Türk kültürüne en önemli katkısı, Türkçe ile birlikte Avrupalı aydınların Türklere ait medeniyeti araştırma merakını da doğurmuştur. Bu merakın uzantısı doğrultusunda, kaleme alınan diğer eserler Türkolojinin sahasını genişleterek Türkleri, kimlik sorgulama sürecinde, daha ulusalcı bir bakış açsıyla 20. yüzyılın başlarına hazırlamıştır.

1.2.4. Dimitri Kantemir (1673-1723) (Historia Incrementorum Atque

Yine kişisel eğitimi için Rum Ortodoks Patrikhanesi’ne giderek Eski Yunan kültürü ve Latin kültürüyle Bizans’tan arta kalan Ortodoks kültürünü derinlemesine öğrenmiştir.

Bunun yanı sıra Enderun’a devam etmiş ve Osmanlıca bilgisini daha çok geliştirme fırsatı bulmuştur. Artalı Meletius’tan felsefe ve coğrafya; Nefioğlu’ndan müneccim ilmi ve Arapça; Sadi Efendi’den matematik ve Türkçe; Kemanî Ahmed Efendi’den müzik dersleri almıştır (Maxim, 1975: 12).

Babasının devletteki rolü üzerine gelişen eğitim hayatını, İstanbul’un kültürel havası ile buluşturup çok iyi değerlendiren Dimitri Kantemir, ilgisini İstanbul’da aldığı eğitimler üzerine kurmuş ve Osmanlı’yı bir devlet olarak yakından inceleyerek gelişim durumunu ve gelecekte diğer devletlere nazaran siyasi konumunu daha iyi görmüştür.

Özellikle toplumsal alandaki çeşitliliğin farkına varıp bunu kültürel bir birikinti nezdinde değerlendirerek hemen her alanda, kendine birikim sağlama çabası içinde olmuştur. Aldığı eğitimler ve hayatına dair dile getirmek istediklerimizden ziyade Osmanlı’ya, bir devlet olarak katkısına değinmek istiyoruz.

Devletin yönetim için kendisine verdiği görevleri ifa etmek üzere, zaman zaman ülke dışına çıkmış ve Osmanlı için Rus Çarı ile istişareler yaparak tarihin gidişatına yön verecek nitelikte anlaşmalara vesile olduğu da bir gerçektir.

Özellikle Ruslar ile yaptığı gizli bir anlaşma üzerine atanmış olduğu Boğdan’ın (Romanya sınırları içinde bir bölge) yönetimini kendisine istemiş, kendisinden sonra da yönetimin çocuklarına devredilmesi hususunda teminat isteyerek Osmanlı’ya ihanet ettiği rivayet edilse de Rusların tarafına geçmesi nedeni, bunu doğrular niteliktedir.

Osmanlı Rus savaşında Rusları desteklemiş ve Rusların yenilmesiyle birlikte Ruslara sığınmak zorunda kalmıştır.

“Haçın düşmanı (olan Türk) babalarımızın ve ecdadımızın hayatları müddetince, uzun zamanlardan beri dehşetli kuvvetini sahte bir mülâyemet (yumuşak huyluluk) maskesi altında bizim yurdu ezmek için kullanmıştır; o bir kuzu derisine bürünmüş ve Hristiyan kanına susamış yırtıcı bir aslandı.”

“Fakat bu dinsiz verdiği sözü tutmayarak vâdini (vaadini) bozdu. O, Boğdan’dan ülkesine şiddetli zulümlerde bulundu. O, kaleleri ve palangaları yıktı, birçok yerleri işgal etti. O, birçok defa sahte bahane ile Tatarlara bütün

Boğdan ülkesini yağma için müsaade etti ve ülkemizin en ileri gelen, en güzide kimselerini köle yaptı. O, fevkalade takva olan birçok boyarları bütün aileleri ile ve bilhassa pek çok kızları, kendi dinine çevirmek için müteaddit işkenceler yaptırdı... (Akdes, 1951: 376).

Kantemir sebebi her ne olursa olsun İstanbul’da edinmiş olduğu bilgi birikimini Türklere dönük nefret şeklinde de kullanmıştır. Dönemin hangi şartları Kantemir’i Osmanlı Türklerine karşı böyle bir tutuma götürmüştür tam anlamıyla bilemeyiz ama söylemleri üzeründen doğrudan Türkleri nitelemiş olması o dönemde Türkler için ciddi bir farkındalığın olduğunun da göstergesidir.

Bununla birlikte Dimitri Kantemir’in Türkler için en büyük hizmeti kendi dönemi için yazdığı Türkleri ve İslam dinini Avrupalılara tanıtmak istercesine samimi düşüncelerini ortaya koyduğu “Historia İncrementorum Atque Decrementorum Aulae Othomanicae”

adlı eseridir.

Mihai Maxim, eserin 1710 öncesinde yazılmaya başlandığını ve Rusya’da 1717’de tamamlandığını söylemekle birlikte eserin Latince kaleme alındığını 1734’te Londra’da Kantemir’in oğlu tarafından bastırıldığını söylemektedir (Maxim, 2001: 320-322).

1876 tarihinde Dr. İos. Hodosiu tarafından Bükreş’te Romenceye çevrilen ve Romen Akademisi tarfından yayımlanan nüshadanda dilimize Özdemir Çobanoğlu tarafından

“Osmanlı İmparatorluğunun Yükseliş ve Çöküş Tarihi” şeklinde üç cilt hâlinde Türkçeye çevrilmiştir.

Bu çeviri (Çobanoğlu, 1979: VI) 1979’da Kültür Bakanlığı tarafından 7000 adet basılmıştır.

Dimitri Kantemir’in Latinceyi kullanarak yazmış olduğu bu eser, Antioh Kantemir (Dimitri Kantemir’in oğlu) tarafından daha da yaygınlaşması için İngilizce kaleme alınarak 1734’te Londra’da ilk baskısını da yapmıştır. 1756 yılına gelindiğinde ikinci kez baskıya hazırlanarak yine Londra’da basıma girmiştir. Dimitri Kantemir’in bu eseri, imparatorluk sürecinde hakkında birçok şey merak edilen bir devlet hakkında bilgiler ihtiva etmesi bakımından daha birçok dile çevirisi yapılmıştır. Latince yazılıp İngilizceden başka 1743’te Fransızcaya çevirilmekle birlikte kısa bir süre sonra 1745’te, Almancaya çevirisi yapılmıştır. I. Petro da merakı doğrultusunda bu eseri Rusçaya çevirtmiştir.

Söz konusu birçok dile çevrilen bu eser, Özdemir’e göre, Josep von Hammer Purgstall’ın, ülkemizde Hammer Tarihi diye bilinen “Geschichtedes Osmanischen Reiches” adlı eserini yazıncaya kadar (1827-1835) en çok okunan ve incelenen eserler arasındadır (Özdemir, 2016: 65-76). Şöyle ki eser yazıldığı zamana kadar Avrupalı milletlerin hakikaten ihtiyacı olan bilgilere cevap verecek nitelikte bilgiler içermektedir.

Asırlar boyunca kendileri için bir tehdit unsuru olan Osmanlı’yı, bu eserle hem politik hem tarih, hem de siyasi anlamda tanıma fırsatı bulmuşlardır. Yani devletin işlerliğini öğrenmek için bir araç olarak bu gibi bir eser, onlar için çok önemli bir kaynak olmuştur. Devletin işleyiş biçimini öğrenen Avrupalılar, Osmanlı’nın sosyal kodlarını ve dinamiklerini tespit ederek kendi lehlerine nasıl kullanabileceklerini sorgulamak için bu kaynağı zamanında edinmiş olmanın kıymetini bilmiş ve o tarihlerden sonra da Osmanlı her geçen gün Avrupa’ya karşı güç kaybetmiştir.

Kantemir, söz konusu Osmanlı İmparatorluğu’nun Yükseliş ve Çöküş Tarihi eserini, belli bir kitap formatından ziyade şahsi bir bakış açısı doğrultusunda geliştirmiş olduğu formda hazırlamıştır. Türk Tarihini ifade etmeye Oğuz Türkleri hakkında bilgi vermeye başlayarak eserine giriş yapmıştır. Sonrasında eseri iki bölüme ayırarak kronolojik bir seyir dâhilinde Türk tarihinden bahsetmiştir. Eserin birinci bölümünde ele alınan konular, devletin kuruluş serüveninden bahsetmekle birlikte devletin gelişim safhaları ve II. Viyana kuşatmasına kadar geçen süredeki tarihî olayları dile getirmektedir. İkinci bölüme bakıldığında da Viyana kuşatmasından sonraki süreçte, özellikle Dimitri Kantemir’in kendi yaşadığı çağda, tanık olduğu olayların merkezde olduğu birçok konu ifade edilmiştir. Eserin ikinci bölümünün dikkate aldığı zaman dilimi, 1711 Prut savaşına kadar gelen zaman dilimini içermektedir. Özellikle ikinci bölümde, Dimitri Kantemir’in bulunduğu makamdan külütürel ve sosyal anlamda analiz ederek tıpkı Avrupalı devletler için çalışan bir ajan niteliğinde kaleme aldığı görülmektedir.

Söz konusu dönem için böyle bir yakıştırma pek yerinde olmayabilir ama Kantemir’in eserinde dile getirdikleri öyle bir intiba uyandırmaktadır. Çünkü Kantemir’in dikkat kesildiği hususlara bakıldığında devletin lehinden ziyade aleyhine ne varsa dile getirdiği görülmektedir. Özellikle idareci kimselerin hakkındaki şahsi kanaatleri, Yeniçeri Ocağı’ndaki birtakım rahatsızlıkları isyan niteliğinde ortaya koyması, böyle bir intibayı kuvvetlendirir niteliktedir. Dahası Osmanlı’nın devlet olarak Avrupalı devletler karşı

tutumuna, yabancı ülkelerin elçilerine dair resmi olmayan ifadeleri Kantemir’in düşündürücüdür. Bunlarla birlikte Osmanlı’yı bir devlet olarak sosyal yönüyle ele almış olması, yani medeniyetine dair sanatından, kültüründen, dinî merasimlerinden bahsetmesi Kantemir’in Osmanlı ile ilgili kanaatini bir kez daha sorgulatmaktadır.

Eserinde buna benzer daha birçok çelişkili ifadeleri olsa da, Türkleri hakaret boyutunda bir kefeye koyarak dile getirmiş (Çobanoğlu, 1979: 81) olsa da çok uluslu bir yapıya sahip olan Osmanlı devleti çatısı altında, millet odaklı bir bakış açısı, Türkler için bir farkındalığa sebep olmuştur diyebiliriz. Bu elbette ki birden Türkler için millet odaklı bir uyanışa sebep olmasa da 19. yüzyıl aydınlarının kimlik sorgulamasına bir ön hazırlık teşkil etmiştir diyebiliriz.

1.2.5. Rahip P. Jean Baptiste Holderman (1694-1730) (Grammaire Turque ou Methode Courte & Facile Pour Apprendre La Langue Turque, 1730)

Holderman’ın hayatı hakkında pek az bilgi bulunmakla birlikte çok kısa bir ömre sahip olmasına rağmen Fransızlar için Türkçeyi öğrenme/öğretme amacıyla kaleme aldığı ilk kitapla adını ölümsüzleştirmeyi başarmış biridir. Doğum ve ölüm tarihini Narratives of Adversity: Jesuits on the Eastern Peripheries of the Habsburg Realms (1640–1773) adlı eserin 78. sayfasından öğrenmiş bulunmaktayız (Shoy, 2012: 78).

Yukarıda da belirttiğimiz üzere Türkiye’ye seyahat ya da ticaret amaçlı gelen Fransızların Türk dilini çabuk öğrenmeleri için gramer özelliklerine dair bilgilerin yer aldığı bir eser olarak hazırlamıştır. Kitabın sunuş bölümünden eserin yayımlanması için gerekli olan harflerin dökümünün İstanbul’da yapıldığı anlaşılmaktadır.

Bu eseri Türk edebiyat tarihi açısından asıl önemli yapan ayrıcalık, eserin içerisinde yer alan konuşma metinlerinden bazılarının ve sözlük bölümünde yer alan kelimelerin, cümlelerin Arap harfleriyle değil de doğrudan Latin harfleriyle yazılmış olmasıdır. O dönemin şartlarını düşününce devlet eliyle Türk dilinin harf inkılabı için ilk girişiminin ispatı bu eserdir diyebiliriz.

“Kardinalliğinize yabancı olan bir çalışma sunmaya cesaret ediyorum. Bu çalışma halk için onların himayesi altında olan bu dilin yapısının Fransızlara kolaylaştırmak için bir araçtır. Majestelerinin koruması altındaki bu kitap ticaret yapmamızı siz büyük efendimizin izinleri doğrultusunda Avrupa’nın en kudretli krallığının zaferlerini arttırmak için ortaya konmuştur.”

(Holderman, 1730: önsöz).

Görüldüğü üzere eser öncelikli olarak dönemin ihtiyaçları doğrultusunda bir amaca hizmet etmek üzere kaleme alınmıştır. Dönemin öncelikli ihtiyacı, uluslararası sahada hem ticaret için hem kültürel anlamda belli bir hegemonya kurmak için kaleme alındığı vurgulanıyor. Hemen her devletle temas hâlinde olabilmek için diyaloğa geçilecek söz konusu milletin dilini bilmek ve kültürel anlamda kazanımlarla birlikte sömürü için etkileme ihtiyacı şeklinde bir yaklaşımla kaleme alınmıştır.

Grammaire Turque ou Methode Courte & Facile pour Apprendre La Langue Turque:

“Türk Grameri ve Türk Dilinin Öğrenimi İçin Kolay ve Kısa Bir Yöntem” şeklinde anlamlandıracağımız başlık, günümüz yabancı diller için hazırlanan bir konuşma klavuzu niteliği de taşımaktadır.

Eser her ne kadar dünyada milliyetçilik faaliyetlerinin başlamadığı bir dönemde kaleme alınmış olsa da 19. yüzyılın başından itibaren yenileşme için Fransız medeniyeti ve askerî anlamda kurumsal etkilere maruz kalacak olan Osmanlı kültür ve medeniyeti sahasında, öncü bir eser olarak kendisinden sonraki çalışmalara kaynaklık edecektir.

Eserin öne çıkan en önemli özelliği söz konusu hazırlandığı yıllardaki dönemin kelimelerinin fonetik hallerinin yani söyleniş şekillerinin çok ayrıntılı bir şekilde incelenmiş olmasıdır. Kelimelerin söyleniş biçimleri ayrıca yazılarak eserin okuyucusunun Türkçeyi öğrenme aşamasında ciddi bir kolaylık sunmuştur.

Dilin fonetik tarihine ışık tutmakla birlikte dil bilimsel incelemelerle Türk dilinin kelime kuruluşu esnasında istifade edilen eklerden, köklerden uzun uzadıya bahsedilmiştir. Bu kitaplar ne zaman Osmanlı aydınları tarafından okunma fırsatı bulmuştur tam olarak bilinmez ama günümüz Türkologlarının bile her müracat etmesinde Türk dili ile ilgili mutlaka yeni bir şey keşfedeceği tartışılmaz.

195. sayfada bulunan içindekiler tablosundan da anlaşılacağı üzere eser hem Fransızlar için hem de Avrupa’dan Dil Oğlanları Okulu’na gelen yabancı uyruklu kimselerin Türkçeyi hızlı bir şekilde öğrenmeleri için hazırlanmıştır.12

Toplamda yedi bölümden oluşan eseri incelediğimizde, her bölüm kendi içinde

“chepter” şeklinde farklı başlıklar altında, Türkçenin dil olarak yapısı örneklerle incelenmiş ve öğretici bir üslup kullanılmıştır.

İlk bölümde Osmanlı Türkçesinin alfabesi bir tablo hâlinde sunularak Latin harflerince karşılıkları gösterilmiştir. İlginç olan daha sonraki yıllarda hazırlanan bu tür kitaplarda karşılaşacağımız “Türkler, Turkiye” gibi kelimelerin yazımında kullanılan “q” harfi yerini korurken kimi zaman “q” harfi yerine “c” harfi tercih edilmiş. Oysa Osmanlı Türkçesine ait alfabe listesinde “q” ya yer verilmemiş. Buna benzer bir yaklaşım yaklaşık yüz yıl sonra kaleme alınan “Elemens De La Grammaire Turke, À L’usage Des Élèves De L’école Royale Et Spéciale Des Langues Oriantales Vivantes, 1823”

(Jaubert, 1823: VII) eserde de izlenerek “Türkler” kelimesi yazılırken “Turcs” şeklinde yazımlar tercih edilmiş. Söz konusu eserler üzerinden Avrupalı dil bilim uzmanlarının Türk dilinin teleffuzundan tutun da bir harfin kendi alfabelerindeki kullanımlarıyla kıyaslayarak uygun harfi seçme çabası içerisinde olduğunu da anlamak mümkündür.

Türk dilinin Avrupalılarca incelenmeye başlanmış olması, Türkçülüğün bilimsel evresini teşkil etmektedir dersek pek de yanılmış olmayız. İlerde daha net ifade edeceğimiz gibi Türkçülük bilimsel bir süreçle başlayarak toplumsal bir uyanışla devam ederek siyasi bir sürece girmiştir.

Siyasi süreçten önceki evrede, Türkçülüğü su yüzüne çıkaran en önemli unsurlardan dil üzerine yapılan çalışmalarla birlikte, birçok etnik grubun Osmanlı’dan ayrıldıktan sonra Türklerin bizzat kendilerini ait oldukları yer üzerinden, ait oldukları kültür üzerinden sorgulama sürecine girmiş olmasıdır.

12 http://www.turquie-culture.fr/pages/turc-et-langues-turques/livres-et-documents-sur-le-turc/holderman-grammaire-turque-1730.html

Bu tıpkı bir insanın her gün aynaya bakıp kendinin farkına varamayan bir bireyin durumuna benzemektedir. Ne zaman ki birey aynaya baktığında suretini en ince ayrıntılarına kadar incelemeye başlar ve kendini bir varlık olarak duyumsarsa Türkler de kendi kimliğini bir aynanın karşısındaki birey gibi kendini diğer etnik unsurların Osmanlı’dan ayrılmasıyla sorgulamaya başlamıştır.

Tekrar esere dönecek olursak eserin ikinci bölümünde şu hususlar da dikkat çekicidir.

“Fransız Krallığı ile Osmanlı İmparatorluğu arasında icra edilen gerek ticari ilişkilerimizi gerekse sosyal diyaloglarımızı ilgilendiren antlaşma ve genelgeler, doğu toplumlarının dillerini anlayabilmek için bir gramer kitabını elzem kılmıştır.” (Holderman, 1730: önsöz).

Yazarın da ifade etmiş olduğu gibi Türk dili öncelikli olarak ticari ve resmi yazışmaları kolaylaştırmak amacıyla incelenerek bu dili ilgilisine öğretme amacıyla bu kitabın hazırlanış gerekçesi sunulmuştur.

“Türk gramerini anlaşılır bir duruma getirebilmek için Fransız harflerini kullandık. Çünkü bu dili okumak ve okuduğumuzu anlamak istiyoruz. Türk alfabesi ile Fransız alfabesindeki harf sayısı birbirine denk gelmemektedir.

Bazı Türk harflerinin fonetiği, yazıldığı biçimden farklıdır. Türkçe cümlelerin çevirisini kelimesi kelimesine anlamak zordur. Bu nedenle umarım ki, bu kitaptan sonra, birkaç hata olabileceğini sanıyorum ama kolaylıkla bu dili anlayacağınızı umuyorum.” (Holderman, 1730: önsöz).

Burada da söz konusu eserin hazırlanış aşamasında karşılaşılan güçlüklerden bahsedilerek Fransızcanın gerek alfabe açsından gerekse cümle yapısı olarak Türk dilinden yer yer farklılıklar ihtiva ettiği dile getirilerek daha sonraki çalışmalar için bir açık kapı bırakılmıştır. Kendi dönemi için Türk dilini yakından tanıma isteyen herkes için mutklaka bir şeyler bulacağı bu eser, şüphesiz içindekilerle birlikte Türkleri kamuoyuna taşıması hasebiyle önemli bir görevi yerine getirmiştir diyebiliriz. Çünkü asırlardır barbar ve Arap olarak niteledikleri insanların Asya kökenli bir millet olduğu tekrar Avrupa’yı düşündürmeye başlamıştır.

1.2.6. Joseph de Guignes (1721-1800) (Histoire Générale Des Huns, Des Turcs,