• Sonuç bulunamadı

Luis Dubeux (1798-1863) (Éléments De La Grammaire Turque, 1856)

18. yüzyıl aydınlanma felsefesinin ulus-devletin düşünce dünyasını belirleyen bir zihniyet yeniliği hatta devrimi olduğunu söylemek doğaldır. Bu felsefenin tüm

1.2. YABANCILARIN TÜRKOLOJİ İLE İLGİLİ YAPTIĞI ÇALIŞMALAR

1.2.11. Luis Dubeux (1798-1863) (Éléments De La Grammaire Turque, 1856)

[Öte yandan, düzensizlik ve yolsuzluk tüm idari işlevleri istila etmişti;

Vergilerin toplanması, Hazine’nin halk için üzücü olduğu kadar steril olmaması nedeniyle sürekli bir haksızlıktı; kamu yönetimi kuralları, üst ve alt idarecilerin kaprislerine bırakıldı; adalet veya daha doğru konuşabilmek için adaletsizlik kararları en yüksek teklifi verene veya en son teklifi verene aittir;

Bir tür feodal efendi olan dere beyler, kendilerini daha özgür bir şekilde baskı altına almak için idarelere emanet edilen illerde, kendilerini bağımsız kılmaya çalıştılar; Paşalar, emperyal otoriteye karşı açıkça isyan etti..].

Ülkenin reformlara olan ihtiyaçlarına gerekçe olarak yukarıda bir dizi olumsuzluklar sıralanmaktadır. Bunlar her geçen gün Osmanlı’nın kendine uzun vadede bir programa ihtiyacının olduğunun göstergesi olduğu gibi Avrupalıların nezdinde Osmanlı’nın konumunu da ortaya koymaktadır. Avrupalılar Osmanlı’nın toprak bütünlüğünün korunmasını, geçici olarak istiyor ve bunu kendi içinde yapacağı reformlarla destekliyor çünkü Osmanlı’nın yıkılması neticesindeki toprak dağılımında kimin hangi sahayı sahipleneceği hususunda bir fikir birliği henüz oluşmamıştır. Avrupalı devletler henüz kendi arasındaki sorunları halledememiştir. Buna bağlı olarak reform konusunda desteklediği gibi Kırım Savaşı’nda borç bile vermiştir. Çünkü Avrupa karşısında güçlü bir Rusya itememektedir. Siyasi arenada büyük devletler bu şekilde çıkarlarını korumaya çalışırken Osmanlı da kendi içinde reformlarla devlet bekasını sağlmaya çalışmıştır. Ama bunu yukarıda Valmy’nin tespitleri doğrultusunda bir çürümüş yapıya rağmen yapması biraz güç olacaktır.

dillerinde uzmanlaşınca École Des Langues Orientales Vivantes, (Yaşayan Doğu Dillerinin Okulu) nda profesör olarak görev almış biridir.

1856’da yazmış olduğu eseriyle, profesyönel anlamda, kendi döneminin Türk dilini öğrenmek isteyenler için, en kullanışlı çalışmayı ortaya koymuştur. Söz konusu esere bakıldığında Türk dilinin gramer hususiyetleri, bir sohbet havası içerisinde kısa kısa anlatılmış ve okuyucuları sıkmayacak nitelikte gayet açık örnekler seçilmiştir.

Eserin isminde “Turque” ibaresinin olması da çok daha manidar gözükmektedir. Çünkü Osmanlı’ya Avrupalıların nezdinde bir bakışla bakıldığında, hâkim unsurun Türkler olmasına istinaden böyle bir ismin seçilmiş olması hepimizce açıktır. Bu aynı zamanda devletlerin dinî unsurların yanında millet bazında değerlendirilerek söz konusu devletler ile ilgili bilimsel çalışmalar yapılmış ve millet olarak hâkim unsurlar üzerinden söz konusu devletler isimlendirilerek haklarında çalışmalar yapılmıştır.

Bu doğrudan Avrupa’nın sanayi devrimi sonrasında gelişmiş olan düşünce sistemleri ve 1789’ Fransız İhtilali’nin etkisi ile alakalıdır diyebiliriz. Çünkü millet ve milliyetçi söylemler söz konusu olaylar ekseninde dünyaya yayılmaya başlamış bugün dahi mikro milliyetçilik anlayışı doğrulutusnda, büyük devletlerin çatısı altında belli bir etnik grubun özerklik hatta bağımsızlık taleplerinin olduğu görülmektedir.

Eserin giriş bölümünde yazarı tarafından ifade edildiği üzere, bu eserin oluşturulma aşamasında yazarın tanık olduğu olaylar ve gözlemlediğim kimseler eserin yayına hazırlanmasında önemli rol oynamıştır. Yazar Osmanlı coğrafyasında yaptığı gözlemlerinde, birçok etnik grubu gözlemleme fırsatı bulmuş. Buna bağlı olarak Osmanlı’nın etnik unsur olarak çeşitliliğinden kaynaklandığına inandığı bir yargıya varmış, yani Türk dilinin fonetiğine, sesletimine eğitim durumu ne olursa olsun entelektüel birinin bile kelimeleri seslendirirken ses uyumlarına dikkat etmediğini fark etmiş. Buradan hareketle Türk dilinin ses uyumlarını dikkate alarak bir gramer kitabı yazmaya karar vermiş. Yazarın Osmanlı coğrafyasında böyle bir şeyin eksikliğini gözlemleyip bir kitap yazmaya karar vermesi kendisinden sonraki Türk dili uzmanları için önemli bir öncü adım olmuştur. Hareket noktası çok uluslu bir devlette ortak bir ifade aracının, ortak bir dilin olmayışı büyük bir sıkıntı olmuştur:

“Il explique ces anomalies par l’étal peu avancé de la civilisation dans certaines contrées, et plus encore par la différence d’origine des habitants.

En effet, parmi les peuples qui parlent des dialectes tartares, quelques-uns manquent tout à fait de culture intellectuelle, tandis que d’autres appartiennent à des races étrangères et ne peuvent jamais se corriger complètement de leurs habitudes naturelles de prononciation. Telles sont les causes qui ont amené des altérations dans le langage parlé; mais, tout en reconnaissant leur existence, on est forcé d’admettre que le principe d’euphonie n’en subsiste pas moins dans toute sa rigueur. Depuis longtemps je me proposais de publier une grammaire turque fondée sur le système d’euphonie mis en lumière par M. Roehrig. Comme professeur, c’était mon devoir, et un sentiment tout personnel m’y engageait d’ailleurs; car, je l’avoue, il m’aurait été pénible de laisser à d’autres le soin d’appliquer à un ouvrage spécial ces doctrines que j’ai déjà fait connaître au public par la voie du Journal Asiatique et dans mes leçons.” (Dubeux, 1856: VI)

[Bu farklılıkları, bazı ülkelerdeki gelişmiş medeniyet durumu ile ve hatta dahası, sakinlerinin kökenleri arasındaki farkla açıklıyor. Aslında, Tartar lehçelerini konuşan halklar arasında, bazıları entelektüel kültürü görmezden gelirken diğerleri yabancı ırklara mensupturlar ve doğal telaffuz alışkanlıklarını asla tam olarak düzeltemezler. Bunlar, konuşulan gündelik dilde değişikliklere neden olan sebeplerdir. Ancak, varlıklarını kabul ederken euphony ilkesinin hiçbir zaman daha az titizlikle kalmayacağını itiraf etmek zorundayız. Uzun zamandır Bay Roehrig’in ortaya çıkardığı euphonie sistemine dayanan bir Türkçe gramer yayınlamayı planlamıştım. Bir eğitimci olarak bu benim görevimdi ve bana çok özel bir his verdi; çünkü derhal Asiatique aracılığıyla ve derslerimde halka duyurduğum doktrinleri özel bir işe uygulamak için başkalarına bırakmak benim için acı verici olurdu].

Yazarın yukarıda da ifade ettiği üzere Türk dili ile ilgili çalışmalarını Journal Asiatique adlı dönemin gazetesinde yayımlamaya başlamış, Dil Oğlanları Okulu’na atandıktan sonra da çalışmalarını genişleterek bu çalışmayı ortaya koymuştur. Bu çalışmasıyla aslında Türk dilinin de omurgasını metodik bir yaklaşımla çok daha bilimsel bir şekilde ortaya koymuştur. Kitabı bölüm bölüm takip etmek hiç Türkçe bilmeyen bir kimseye Türkçe öğretmek için yeterli nitelikte örnek bilgiler ihtiva etmekle birlikte, bazı kelimelerin morfolojik takibine de ışık tutmaktadır.

Eserin ilk sayfalarına bakıldığında Arap harflerinin Latin alfabesindeki karşılıkları Osmanlıcadaki kullanımları, başta, ortada, sonda nasıl yazıldıkları hakkında bilgi verilmiştir. Burada da dikkatimize takılan bir husus olarak “k” seslerinin “q” şeklinde gösterilmeyişidir. 1856 yılında Avrupalılar, Osmanlıcadaki kalın ses olarak okunan kaf’ı, ince ses olarak okunan kef’i tek ses üzerinden “k” şeklinde göstermiştir. Daha

önceden keşfetmiş olduğumuz bir hadise olarak Türk dilindeki “k” sesi hangi tarihten itibaren ve neye istinaden “q” sesi olarak okunup aktarılmaya başlanmıştır o da ayrı bir tartışma konusudur. Ama en azından diyebiliriz ki Avrupa toplumu 1856’ya kadar “k”

sesi yerine “q” sesini dil çalışmaları ile ilgili eserlerde tercih etmemiştir. Eserin adında her ne kadar tercih edilmiş olsa da Latin alfabesine kârlılık olarak aktarım söz konusu olduğunda “kaf” da “kef” de “k” sesiyle verilmiştir.

Eserin ikinci bölümü de kelimeler oluşturulurken harflerin hece fonksiyonlarına, birleşme şekillerine ayrılmıştır. Bu bölümden hareketle diyebliliriz ki Arap harfleri üzerinden de olsa Türkçenin, Türk dilinin fonetiğinden tutun da kelimelerin köklerine varıncaya kadar Fransızca ile kıyaslanarak çok geniş bilgilere yer verilmiştir. O dönemde Türk diline dair böyle bir bilgi ancak ve ancak “Dil Oğlanları Okulu” olarak bilinen bir okulun gereği uzun süre Osmanlı topraklarında ikamet emeyi gerektirmiştir.

Nitekim eserin yazarının Dil Oğlanları Okulu ile rabıtasını yukarıda vermiştik.

Üçüncü bölümde tartışmalı olarak Fransızcadaki mevcut duruma istinaden Türk dilinde eril, dişil durumlar ile ilgili birtakım açıklamalar yapılarak eril, dişil durumun türleri üzerinden izahatı yapılmıştır. Ayrıca Türkçedeki ismin hal eklerinin Fransızcadaki karşılıkları da örnekler üzerinden anlatılmıştır.

Dördüncü bölüm, sıfatlar ve kıyaslamalara dair bir bölüm olarak üstünlük, en üstünlük kavramları üzerinde durulmuştur. Beşinci bölüm rakamların kullanılışına dair açıklamaların olduğu bir bölümdür. Rakamların ebcet hesabına benzer nitelikte bazı harfler üzerinden karşılıkları verilmekle birlikte, rakamaların geniş çaplı ifade şekilleri de örneklendirilmiştir.

Altıncı bölüm, zamirlere ayrılmış ve zamirler kişi zamirlerinden başlayarak tekil, çoğul tüm kullanımlarına dair örnekler verilmiştir. Yedinci bölüm, fiillerer ayrılmış, fillerin kök halleri, aldıkları ekler ve zamanlara göre çekimli halleri uzun uzadıya anlatılmıştır.

Sekizinci bölüm, çok kısa da olsa ön eklere son eklere ayrılmış, yine burada da örnekler üzerinden izahatlar yapılarak kitap sanki hiç Türkçe bilmeyen birileri için hazırlanırcasına basit örneklerden yararlanılmıştır.

Dokuzuncu bölüm, zarflara ayrılmış; onuncu bölüm ünlem cümlelerinin kullanımına dair örneklerle izah edilmiştir. On birinci bölüm, isim soylu kelimelerin kökenlerine

dair açıklamalar yapıldıktan sonra isim soylu sözcüklere getirilen son eklerden, çekim eklerinden bahsetmiştir.

Eserin tamamı düşünüldüğünde, o dönemin şartlarında yazılmış çok sistematik bir içeriğe sahiptir. Sadece Türk dilini öğrenmek için değil tüm dillerin öğrenilmesi aşamasında herkesin bilmesi gereken ana hususları net bir şekilde izah ederek dil öğreniminin de kolaylaşmasına katkı sağlamıştır diyebiliriz.

Bu eser de yayımlandığı yıl itibarıyla oluşturduğu kamuoyu çerçevesinde Türklere ve Türk diline dikkat çekmiştir. Yayımlandığı tarihlerde Osmanlı her ne kadar savaş halinde olsa da daha sonraki yıllarda Yeni Osmanlı olarak Avrupa’ya gidecek olan aydınlar bu ve benzeri kaynakları görmüş olacak ki yurda döndükten sonra Şinasi’nin sözlük çalışması yapmıştır. Yine buna istinaden Namık Kemal’in ve Ziya Paşa’nın Türk edebiyatına ve Türk dilinin mevcut haline dikkat çekme çabası bununla alakalıdır.

Avrupa’da kendi kültürüne dair bu gibi bilimsel çalışmaları gören aydınlar, yazarlığın edebî bir eser ortaya koymaktan ibaret olmadığını; bir de işin bilimsel boyutunun olduğunu idrak ederek Türk kültürüne ve kimliğine ayrıca Türk diline daha geniş bir perspektiften bakmayı öğrenmişlerdir.

1.2.12. Pierre Henri Mathieu (1793-1872) (La Turquie et Ses Different Peuples,