• Sonuç bulunamadı

“Demokratik Elitizm” Çözümü

3.2. CARL SCHMITT: EGEMEN MODERN DEVLETİ SAVUNMAK

3.2.1. Mutlak Egemen Ve Hukuku Belirleyen Olarak Otorite

Carl Schmitt genel olarak otoriter, kapsayıcı ve egemen bir devlet yapılanmasını savunan,

parlamento sistemine, liberalizme ve plüralizme karşı bir düşünürdür. Onun için aslolan, varlığını her alanda hissettirebilen mutlak iktidardır ve bunun demokrasi ile ya da diktatörlükle kurulmuş olmasının bir önemi de yoktur. Ama yine de ona göre demokrasi, parlamento ve plüralizmin olumlu sonuçlarından söz edilemez çünkü bunlar bir devlet ya da sistem içerisinde sürekli olarak uyumsuzluklar ortaya çıkaran, iflasa mahkum, akıl dışı, lüzumsuz ve anlamsız girişimlerdir.

Schmitt, normal bir şekilde öyle ya da böyle süre giden mevcut düzen ve gidişatın politikasını yapmak yerine, daha çok olağanüstü durumlarla, uç noktalarla, hatta kendisinin de sıklıkla vurguladığı gibi istisnalarla ilgilenen bir düşünürdür. Ona göre normal olandan ziyade olağanüstü durumlara ilgi gösterilmelidir çünkü

istisna normal durumdan daha ilginçtir. Normal olan, hiçbir şey kanıtlamaz, istisna her şeyi kanıtlar: Yalnızca kuralı (kaideyi) kanıtlamakla (ispatlamakla) kalmaz, Kural (kaide), yalnızca istisna sayesinde yaşar. İstisnada gerçek hayatın gücü, tekrarlanmaktan katılaşmış mekanizmanın kabuğunu kırar. (Schmitt, 2010, s. 22).

Aynı şekilde istisnai haller, ona göre, sürekli olarak vurguda bulunduğu devlet otoritesinin özünü açık bir şekilde ortaya çıkaran önemli hallerden biridir. Bu doğrultuda Siyasi İlahiyatın daha girişinde dile getirdiği şu önermesi meşhurdur; “Egemen, olağanüstü hale karar verendir."

(Schmitt, 2010, s. 13). Schmitt, olağanüstü halden ne anladığını ise şöyle dile getirir:

Her sıra dışı yetki, her inzibati acil durum tedbiri veya kararnamesi olağanüstü hal sayılmaz. Olağanüstü halden bahsedebilmek için prensip olarak sınırsız yekinin söz konusu olması, yani mevcut üzenin bütünüyle askıya alınması gerekir. Böyle bir durumda hukuk geri adım atarken devletin baki kalacağı aşikardır. Olağanüstü hal anarşi ve kaostan farklı bir şey olduğu için hukuk düzeni değilse de, hukuki anlamda bir düzen hala mevcuttur.

Burada devletin varlığı, hukuki normun geçerliliği karşısında tartışmasız üstünlüğünü kanıtlar... Olağanüstü halde devlet, hukuku, kendini koruma hakkına dayanarak askıya alır.

(Schmitt, 2010, s. 19).

Yani bir anlamda olağanüstü halin ilanı, egemenliğin de varlık koşuludur. Olağanüstü halde hukuk her ne kadar askıya alınmışsa da geri adım atmayan devlettir. Bu durumda olağanüstü halin bir sistematiğe dönüştürülmesi, daha doğrusu meşruiyet kazanarak devlet ya da benzeri türden bir ad alması ve çeşitli normlar ortaya koyması gerekir. Çünkü, olağanüstü halin sadece olağanüstü hal olarak kalması anlamsız olacaktır. Kendi ifadesi ile:

Olağanüstü halin mutlak biçimiyle ortaya çıkabilmesi için kanun hükümlerinin yürürlük kazanabilecekleri bir durumun yaratılması zorunludur... Hiçbir norm yoktur ki bir kaos durumunda uygulanabilsin. Hukuki düzenin anlamlı olabilmesi için bir düzenin oluşturulmuş olması zorunludur. Normal bir durum yaratılmalıdır ve egemen, bu durumun gerçekten hüküm sürüp sürmediğine kesin bir biçimde karar verendir... Egemen durumu kendi bütünselliği içinde yaratır ve garanti altına alır. Bu son karar onun tekelindedir...

Devlet egemenliğinin özü burada yatar... Olağanüstü hal, devlet otoritesinin özünü en net şekli ile ortaya koyar. (Schmitt, 2010, s. 20).

Schmitt bu şekli ile meşruiyetini bir anlamda zorla da olsa ortaya koyan devlet ya da otorite hukuk üretmek için ille de haklı olmak zorunda da değildir. (Schmitt, 2010, s. 21). Yani başka bir deyişle, otoritenin hak elde edilmesi için haklı olması gerekmez. Bu bir anlamda devletin hukuki ya da adil olması gerektiğine yönelik talepleri anlamsızlaştırır. Sorun devlet ve meşruiyeti ise ve söz konusu olan devlet egemense eğer, aynı zamanda meşrudur da. Meşruiyet bu anlamda hukuki olmakla ilişkilendirilemez. Darbeyi yapan, ortaya çıkan olağanüstü hal durumunda mevcut olanı kendi lehine çevirdiği müddetçe egemen olarak adlandırılır.

Schmitt’e göre devlet kuramının temel kavramları dinlerden türetilmiştir. Mesela egemenlik denilen şey, her şeye hakim olan Tanrı kavramı ile örtüşen bir şeydir ve mutlak kudretin devlete atfedilmesidir. Bu anlamda öncesinde makale olarak yayınlanan, daha sonra eklenen kimi bölümlerle kitaplaştırılan ve çeşitli baskılarda çeşitli kereler kimi değişikliklere uğrayan kitabına Siyasal ilahiyat adını koyması tesadüfi değildir. Ona göre,

modern devlet kuramının bütün önemli kavramları dünyevileştirilmiş ilahiyat kavramlarıdır... Örneğin her şeye kadir Tanrı, her şeye kadir kanun koyucuya dönüşmüştür.

(Schmitt, 2010, s. 41).

Carl Schmitt'e göre devlet aynı zamanda hukukta da söz sahibi olmadığı sürece mutlak bir egemenlikten söz edilemez. Zaten devlet ona göre özgür insanlardan müteşekkil bir yapının koruyucusu olmaktan çok, her durumda kendisini koruyabilen varlığını ne şekilde olursa olsun, ister hukuku askıya alarak ister başka şekillerde olsun devam ettirebilmelidir. Bu doğrultuda söylediklerinde Hobbes'un Leviathan'ından izlere rastlamak mümkün. Nitekim kendisi de Leviathan'dan aldığı şu alıntıya dikkat çeker: "Yasayı yapan otoritedir, hakikat değil". Ona göre Hobbes, pozitivist gerçekliğe bürünmeye ihtiyaç duymayan hukuki bir gerçeklik ve canlılığın var olduğunu keşfedememişse de, gelişigüzel seçilmiş herhangi bir noktadan yola çıkarak devletin birliğini kurabilmiş gibi görünür. (Schmitt, 2010, s. 39). Bu bağlamda egemen olağanüstü hale karar verendir dediğinde de Schmitt, Hobbes ile aynı çizgidedir.

İnsanları, içgüdüleri ile hareket eden, dizginlenemeyen, tehlikeli ve dinamik varlıklar olarak gören Schmitt’e göre, toplumsal yaşam sürekli bir tehdit altındadır. Devlet ise tam da bu noktada, faklı toplumsal gruplar arasındaki fikir çatışmasına egemen bir kararla son vererek toplumsal birliği sağlaması gereken güçtür; toplumsal birliğin amacı da insanın yıkıcı güçlerini dizginleyerek toplumsal barışın sağlanmasıdır. Ancak bütün bunlara eklenmesi gereken şeylerden biri de şudur ki, egemen olan Schmitt’te bir führer değildir. Ortaya çıkan istisnai durumu olağanüstü hale çeviren, ya da olağanüstü hale karar veren egemen, gücünü aslında halktan alır. Burada söz konusu olan tek tek bireyler değil halktır. Schmitt bu gücü “politik birlik” olarak meşrulaştırır. Bu anlamda egemen olanın verdiği kararın arkasında, politik birliğin

yarattığı meşruiyet vardır. Ona göre politik birliği temsil etmeyen zaten egemen de olmayacağına göre, politik birliği temsil eden egemen, hukuku da yeri geldiğinde askıya alabilme gücünü kendisinde taşımaktadır.

Tam da bu noktada ona göre liberalizm, iradesiz bir düşünce olarak bu tür durumlarda, ki bunlar ona göre çok ciddi durumlardır devleti yönetebilme kabiliyetinden yoksundur. Liberalizm, aynı zamanda toplum içinde olduğu kadar devletlerin kendi aralarındaki çatışmaları da yok ettiğinden ya da etmeye çalıştığından devleti zayıflatan bir şeydir. Bu sebepledir ki, liberalizm iradesizdir ve iktidarsız bir hukuku temsil etmektedir. Oysa zayıf düşmemiş bir devlet, insanların egemenliğe olan gereksinimini karşılayan, aşkın ve meşru bir otoritedir. Ancak

“Führer” ona göre halkın politik birliğini görünür kılandır. Halkın politik birliğini elde etmiş, kendisine razı olunan biri olarak karar verme hakkını elde etmiştir. Bu anamda da meşru olarak iktidar sahibi olmuştur. Schmitt adı kötüye çıkmış, 1934’te Alman hakemli hukuk dergisi

“Deutsche Juristen Zeitung”da yayınlamış makalesinde bu konuya değinir ve Adolf Hitler’i alenen över. Ona göre gerçek lider (führer) aynı zamanda yargıçtır da. Yine liberal demokrasiyi de bu bakıma halk ile devletin mutlak birliğinde (lückenlos) dışarıda tutmaya çalışır. Ancak otoriteyi ve devleti görünür kılan lider, keyfiyetle davranacak bir lider olmayacaktır. Çünkü halkın kabul ettiği biri olarak politik birliği sağlayacak, sadece halkın otoritesinin dolayımız olmasını sağlayacaktır. (Schmitt, 1934, s. 950).

Sonuç olarak Schmitt için egemenlik hem hukuku yaratan iradedir hem de istisnai olanın da ne olduğuna karar verme iradesidir. Bu bağlamda aslında hem hukuki olanın dışındadır hem de o düzenin bir parçasıdır. Dışında olması demek kurucu olması anlamına gelir, yani bir tür kurma etkinliğidir egemenlik, ikinci tür etkinlik ise kurulan bu düzeni sürdürmeyi amaçlayan türden bir etkinliktir ki bu da egemen liderliğe ya da diktatörlüğe özgü bir etkinliktir.

Schmitt bu iki türde etkinliği birleştirme eğilimindedir ki bu egemen diktatörlük, yeni bir anayasa, yeni bir rejim ve yeni bir düzen oluşturmanın yanında bir kriz anında anayasal düzeni askıya alma gücü anlamına gelir. (Kaya, 2010, s. 388).

Benzer Belgeler