• Sonuç bulunamadı

ROBERT DAHL

2.5. GÜNÜMÜZDE TEMSİLİ DEMOKRASİNİN ZORUNLULUĞU ÜZERİNE

Demokrasiyi seçmiş ülkelerde, seçilmiş temsilcilere ihtiyaç duyulmasının nedeni nüfusun yüksek olmasına bağlanır. Bunun dayanağı ise, dağınık ve büyük bir coğrafyada öbür türlü temsil edilmenin olanağının olmayacağı düşüncesidir. Seçilen temsilcilerin görevini yerine getirip getirmediği sorunu ise demokrasinin olanakları çerçevesinde bir sonraki seçimde, bir daha seçmeyerek aşılabileceği söylenir. Dahl temsili, demokrasilerde bu durumu her ne kadar kusurlu olarak görse de, tek uygulanabilir çözümün bu olduğuna inanır. Öbür türlü şehir demokrasisi türünden bir şey ancak Rousseau ve Montesquieu’nun da işaret ettiği gibi küçük kasabalar için mümkün olacaktır ki artık böylesi bir dünyadan söz etmek artık mümkün değildir.

(Dahl, 2001, s. 97-98).

Mill de temsili demokrasinin bu kusurlarının farkındadır ama başka türden bir çözüm söz konusu olmadığı için temsili demokrasinin zorunluluğunu şu şekilde dile getirir:

Sosyal devletin bütün önemli gerekliliklerini yerine getirebilen tek yönetim bütün halkın katıldığı yönetimdir; en küçük kamu görevinde bile olsa her katkının işe yaradığı, her yerdeki katılımın toplumun genel gelişme derecesinin izin verdiği kadar büyük olması gerektiği ve herkesin devletin hakim gücünün bir payına sahip olmasından daha istenir bir

şeyin olmadığı çok açıktır. Fakat küçük bir şehirden daha büyük olan bir toplumda herkesin kişisel olarak çok küçük kamu görevlerinden fazlasına katılması mümkün olmadığı için kusursuz bir yönetimin temsili olması gerektiği ortaya çıkar (Aktaran; Dahl, 2001, s. 99).

Temsili demokrasinin eleştirilebilir yönlerinin pek fazla olduğunu söyleyen Dahl, olanaklar çerçevesinde günümüz demokrasilerinin başka şansı olmadığına da işaret eder. Günümüzün temsili demokrasilerinin, Antik Yunan demokrasi deneyimine benzemediği, hatta demokrasi kelimesinin bu anlamda yanlış kullanıldığı yönündeki eleştirileri, Wright kardeşlerin keşfettiği şeyin günümüz uçaklarına benzemediği için uçak sayılamayacağı iddiasına benzetir. Ancak yine de Yunanlıların kuruduğu politik sistemin ilkel bir demokrasi, meclis demokrasisi, ya da şehir toplantısı demokrasisi olarak bugün anladığımız anlamda bir demokrasiden oldukça farklı olduğu söylenebilir. Çünkü günümüzde demokrasiye Yunanlıların zamanında oldukça sakıncalı gördüğü bir siyasi kurum eklenmiştir ki o da şudur: kanun yapma yetkisine sahip temsilcilerin seçimle belirlenmesi. Bu da Antik Yunanlıların aslında temsili demokrasiyi kuramadıkları düşüncesini aslında doğrulayan bir şeydir. (Dahl, 2001, s. 107).

Günümüzde ise doğrudan demokrasi zaten mümkün değildir. Bu şekilde bir uygulamaya gidilse, bu durum, bir ülkeyi yüzlerce eyalete bölerek erimesine neden olacak bir şey olurdu. (Dahl, 2001, s. 110) Nitekim ona göre M.Ö. 450’de Atina’da demokrasinin dorukta olduğu dönemlerde, nüfusun altmış bine dayanması bir polis için demokrasiyi olanaksız kılmaya başlamıştı ve aslında demokrasinin ortadan kalkmasına eden olmuştu. Bir yüzyıl sonra savaşlar salgın hastalıklar ve vatandaşlığa getirilen ek sınırlamalarla bu nüfus yarı yarıya düşmüşse de, yine de meclis Atinalı erkek vatandaşların küçük bir kısmından fazlasını içermesi için oldukça fazlaydı. Öte taraftan aritmetik olarak zaten bir toplantı yüzlerce gün sürmeyecekse eğer, nüfusun çoğalmasıyla katılım fırsatı artmayacak aksine düşecektir. (Dahl, 2001, s. 111-113).

Ancak bütün bunlara karşılık Arbelaster, temsili demokrasinin bir zorunluluk olmadığını, bunun aslında politik bir tercih olduğunu dile getirir. Bugün her ne kadar modern koşullar altında temsilcilik ilkesi en iyi yönetim biçimlerinden biri gibi görünse de, aslında, bir fikrin politik düzlemde ifade edilmesine çok uzaktır. Ona göre iktidar ve yetki mevkilerini ellerinde bulunduranlar, doğrudan demokrasiyi istemezler ve bu yöndeki her türlü girişimi de engellemeye çalışırlar. (Arblaster, 1999, s. 126). Doğrudan demokrasi bu anlamda Arblaster’e göre, sadece bir yere toplanmak ve karar vermek üzere konuşmaya çalışmak olarak değerlendirilmemelidir. Günümüzde modern iletişim araçları, bu türden “fiziki” sorunların üstesinden gelebilir. Örneğin televizyon, tartışmanın ana hatlarını kitleye ulaştırmak açısından önemli bir rol oynayabilir ki, bu durumda evlerindeki insanların kimi iletişim araçlarını kullanarak fikrini belirtmesine ve oy olarak kaydedilmesine olanak tanınabilir. Yani modern

teknoloji politik tartışmalarda ve karar alımlarında devreye sokulabilir bir şey olarak halkın doğrudan katılımına olanak sağlayabilir. (Arblaster, 1999, s. 124-125).

Temsil meselesi Touraine’e göre ise demokrasinin üç boyutundan biridir. Demokrasi ona göre eğer yöneticilerin düzenli aralıklarla yönetilenler tarafından serbest seçimle belirlenmesi şeklinde tanımlanacaksa, serbest seçimle gelmemiş ve yine serbest seçimle değiştirilmeyecek bir halk erkine demokrasi denemez. Aynı şekilde yönetilenlerin büyük bir kısmının oy hakkı olmadığında da aynı şey geçerlidir. Büyük kargaşaların yaşandığı yerlerde demokrasiden söz edilemez. (Touraine, 2011, s.44) Ona göre demokrasi, devletin eşsiz gücüyle yurttaşların haklarını koruduğu siyasal bir alan oluştuğunda var olur. Devleti özel yaşamdan ayıran uçurum da korunmalıdır çünkü halk kendini yönetemez, onu, onun adına konuşanlar yönetir. Bu da siyasal kurumlar ve yasalar tarafından güvence altına alınmalıdır. Ancak bireylerin kendisi de yurttaş olarak toplumsal yaşamın oluşumuna katılmalıdırlar. Birbirinden ayrı kalması gereken iki dünya, ya da devlet ve sivil toplum, siyasal yöneticilerin temsilciliği sayesinde birbirine bağlanmalıdır. Bu da demokrasinin birbirini tamamlayan üç boyutu vardır demeye gelir: temel haklara saygı, yurttaşlık ve yöneticilerin temsilciliği. Demokrasiyi oluşturan da bunlar arasındaki karşılıklı bağımlılık ilişkisidir. (Touraine, 2011, s. 45). Bu durumda temsil, ona göre, devlet ve sivil toplum arasındaki uçurumu kapatan, ikisi arasında bağ kurmasını sağlayan ayaklardan biridir.

Zaten Touraine’e göre temsili olmayan demokrasi yoktur ve yöneticilerin yönetilenler tarafından serbest seçimle belirlenmesi de, eğer yönetilenler “sivil toplum”da oluşan talepleri, tepkileri ya da itirazları dile getiremiyorlarsa, hiçbir anlam taşımaz. Ona göre demokrasi, ancak toplumsal aktörler ve siyasal aktörler birbirine bağlandığında, böylece de yöneticilerin toplumsal temsilciliği sağlandığında, ayrıca bu temsilcilik erklerin sınırlanması anlayışı ve yurttaşlık bilinciyle birleştirildiğinde tam olarak gelişebilir. Demokrasi hiçbir zaman toplumsal ya da siyasal bir cephenin başarısına ya da daha da önemlisi bir sınıfın zaferine indirgenmemelidir. (Touraine, 2011, s. 98).

Bu anlamda demokrasi bireyleri birer özne olarak tanıyan, yani onları koruyup kendi yaşamlarını yaşama, yaşam deneyimlerine bir bütünlük ve bir anlam kazandırma iradelerini destekleyen bir yönetim biçimidir. Öyle ki, sadece iktidarı sınırlayan bir işleyiş kuralları bütünü değil, aynı zamanda da her bir bireyin özgürlüğünü arttırmaya yönelik olumlu bir irade olmalıdır. (Touraine, 2011, s. 270). Bu yaklaşım toplumun iç çeşitliliğini ortadan kaldırmak yerine, onu arttırmak, unutulmuş ya da küçümsenmiş olanı yeniden ortaya çıkarmak amacıyla yeni bir oluşuma doğru ilerlemenin olanağını sunacaktır. Bu anlamda parlak bir gelecek adına olması gereken, ona göre, geçmişi ortadan kaldırmak değil, olabildiğince geniş bir zaman ve

uzam alanında yaşamayı sağlamak, usun, tarihin, ya da ulusun kendi kendine konuşması yerine bireylerin ve kültürlerin karşılıklı konuşmasını gerektirmektir. Salt siyasal bir anlayış yerine

demokrasinin başlıca amacı, doğru bir siyasal toplum oluşturmaktan ya da her tür egemenlik ve sömürü biçimini ortadan kaldırmaktan çok, bireylerin, grupların ve toplu düzenlenimlerin özgür birer özne olmalarını, kendi tarihlerinin üreticileri olmalarını, eylemlerinde usun evrenselciliği ile kişisel ve ortak bir kimliğin özelliğini birleştirebilmelerini sağlamak olmalıdır. (Touraine, 2011, s. 271).

Touraine, demokrasinin sadece otoriter bir iktidara karşı direnme ve savunma eylemlerine indirgenemeyeceğini belirtir. Demokratik kültürü de eşitsizliklere ve dışlanmalara duyarsız, siyasal olmayan bir liberallikten alabildiğine uzakta, farklı kültürlerin birbirleriyle buluşup bütünleşmesine destek olarak dünyayı ve herkesin kişiliğini yeniden oluşturma yolu olarak tanımlar. (Touraine, 2011, s. 286).

Temsil demokrasi meselesine geri döndüğümüzde Dahl, temsilin aslında demokratlar tarafından icat edilmediğini, bunun monarşik ve aristokratik bir ortaçağ yönetim kurumu olarak geliştiğini ifade eder. Hatta ona göre Locke ve pek çok çağdaşı, temsil konusunda çok az şey söylemiş:

Rousseau da Toplum Sözleşmesi’nde temsile geçit verilmemesi konusunda ısrar etmiştir.

Ancak 19. yüzyılda yazarlar, Leveller’ların daha önce fark etmiş oldukları bir şeyi yani demokratik olmayan temsil pratiği ile demokratik halk tarafından yönetim fikrini birleştirmekle, demokrasinin bütünüyle yeni bir biçim ve boyut kazandığını görmeye başlamışlardır. (Dahl, 1993, s. 35). Nitekim ona göre Mill de temsil sisteminin içinde hem spekülatif, hem de pratik tüm zorlukların çözümünün bulunduğunu, modern zamanların büyük keşfi olduğunu ileri sürmüştür ki bu yaklaşım da ona göre doğrudur. (Dahl, 1993, s. 36).

Bu doğrultuda Dahl’a göre, düşük nüfuslu kent devletlerinin yok olmasıyla sönmüş gibi görünen demokrasi fikri, demokratik teori ve pratiğin, temsil ile birleşmesi ile ulus devletlerin modern dünyası için anlamlı bir nitelik kazanmıştır. Ancak temsil ile birleşen demokrasi, kendine özgü sorunlar yaratmıştır. Mesela temsili demokrasinin kurumları, yönetimi demosun erişemeyeceği kadar uzak bir noktaya çekmiş, ulus devletlerin geniş ölçeği içerisinde çıkarların ve çıkar gruplarının çeşitliliği ortaya çıkmış ve bu grupla hiçbir biçimde saf iyi olmamışlardır.

Hatta eski düzende hizipçilik ve çatışma yıkıcı olarak görülürken yeni düzende siyasal çatışma demokratik düzenin normal hatta istenilir bir parçası haline gelmiştir. (Dahl, 1993, s. 36-37).

3. BÖLÜM: LİBERALİZM EKSENİNDE DEMOKRASİ

Benzer Belgeler