• Sonuç bulunamadı

Bütün sıkıntılarına rağmen siyasi ilişkilerin temelinde yatan felsefi düşünce dönemin iktidar mücadelesine paralel olarak değişmeye ve gelişmeye devam etmektedir. Kiliseye karşı çıkmanın yolu kilisenin evreni ve olup bitenleri açıklarkenki temellendirmelerine karşı çıkmaktan geçeceğine göre, kavramsal düzeyde tartışmalar, temellendirilen bu kavramların farklı biçimlerde değerlendirmesine, farklı bir temele oturtulmaya çalışılmasına neden olacaktır. Bu anlamda kilisenin mutlak otoritesini dışarıda tutma çalışmaları, felsefe tarihinin belirli dönemlerinde yapılmış tartışmalara geri dönecek ve bu düşünceleri siyasi bir mücadelenin temellerini kurmak amacıyla siyasetin hizmetine sokmaya çalışacaktır. Zaten neredeyse bütün ortaçağ boyunca devam eden tümeller tartışması son dönem ortaçağda iktidar meselesi hakkında kafa yoran düşünürlerin de dahili olduğu bir tartışmaya dönüşecektir. O dönemin tartışmalarını Rönesans çerçevesinde yorumlayan Betül Çotuksöken bunun bir örneği olan tümeller tartışmasına bu çerçevede değinir. Ona göre

Tümeller tartışmasında nominalist (adcı) bakış açısının öne çıkmasıyla bireyin -bedensel ve ruhsal bütünlüğü içerisinde- keşfedilmesi, zihin araştırmalarının yapılması, dünyanın keşfedilmesi, Tanrı tarafından yaratılan, yoktan var edilen bir dünya tasarımının yerini daha farklı anlayışların temellendirdiği bir dünya tablosunun alması bu açılımı hızlandırmış, daha sonra da 15. yüzyıl Rönesansı ve Yeniçağ dediğimiz atılımlar gerçekleşmiştir, diyebiliriz. (Çotuksöken, 2005 s. 189).

Roscelinus da bu tartışma çerçevesinde adcı tutumuyla düşünceler etkileyen birisi olmuştur. Bu da o dönem için tehlikelidir çünkü Roscelinus taşları yerinden oynatmış ve böylece de felsefe tarihçilerine göre görüşleriyle kiliseye savaş açmıştır. Ayrıca bu düşüncelerin sadece felsefi bir takım savlar olmaktan öte anlamları da vardır. Burada asıl sorun kendisi de tümel bir gerçeklik olarak kabul edilen “Tanrı” meselesidir. Çünkü Tanrı diğer tümel kavramlar gibi eğer sadece insanların zihninde var olan bir addan ibaretse, dinlerin, dolayısı ile kilisenin üzerine inşa ettiği bütün bir dizge de boşa çıkacaktır. Bu da dünyevi sorunların çözülmesinde kendine rol biçen kiliseyi bir ölçü olmaktan çıkaracaktır.

Yine de Ortaçağ boyunca sürdürülen bütün tartışmalar aslında halka ulaşmayan nispeten dar bir kesim tarafından sürdürülen tartışmalardır. Özellikle kiliselerin dönemin yazı dili olan Latinceye hakimiyeti ve eserlerin bu dilde yazılması, dönemin külliyatına da hakim olmalarını

sağlayan bir avantajdı. Bu anlamda ortaçağ boyunca düşünürlerin ister muhalif olsun ister olmasın kilise kökenli olmaları şaşırtıcı değildir. Rönesans ve reformun öncülerinin kilise üyesi olması gibi papalığa karşı çıkanlar da aslında yine kilise üyeleri papazlar ya da dönemin üniversitelerindeki teologlar olmuştur. Bütün bunların içerisinde Rönesans döneminde yaşamış olan ve sıklıkla da modern siyasetin kurucusu olarak anılan düşünür ise Niccolo Machiavelli olacaktır.

1.4.1. Ayakları Yere Basan Siyaset: Niccolo Machiavelli

Floransa doğumlu bir düşünür olan Niccolo Machiavelli, birbirleri ile savaş halindeki kent devletlerden oluşan dönemin İtalya’sında siyasetin ve iktidar mücadelesinin tam ortasına doğmuştur. 20 yaşlarındayken son 60 yıldır Medici ailesinin egemenliğinde olan Floransa, Fransa tarafından işgal edilmiş, Machiavelli de askeri işlerden sorumlu üst düzey bir memur olarak diplomatik hizmette bulunmuştur. Ancak Fransa İspanya ordusuna mağlup olunca bu fırsatı değerlendiren Medici ailesi iktidara yeniden gelerek eski cumhuriyetçi hükümette görevli olan herkesi görevden çıkarmış, Machiavelli de kendisinden şüphelenilerek hapsedilmiş, işkence görmüştür. Sonrasında kuvvetli delillere ulaşılamayınca ülke dışına yani şehir duvarlarının dışına sürülmüş burada babasından kalma küçük bir mülke sığınmıştır. Çoğu zaman affedilmek için Medici yöneticisi Lorenzo’ya ithaf edildiği söylenen Prens’i Machiavelli işte bu koşullarda, sürgün döneminde yazmıştır. (Tanenbaum, 2011, s. 170). Düşüncelerini ifade ederken sürekli gerçekliğin kendisine göndermelerde bulunası içerisinde bulunduğu bu ortama bağlanabilir. Antik dönemin iyi ya da kötü kavramları ile ilgilenmeyen Machiavelli için öncelikli olan, yeryüzünde yaşayan varlıkların ihtiyaçlarıdır. Siyasal değerlendirmeler, filozofların insanların nasıl davranmaları gerektiği yönündeki söylemlere dayandırılmamalıdır.

Ona göre İstikrarlı bir hükümet hayali, insan potansiyeli üzerine inşa edilemez ve bu türden süslü hayallere dayanan her hükümetin hızlı bir çöküşe doğru gitmesi de kaçınılmazdır.

(Tannenbaum, 2011, s. 171).

Machiavelli gerçeklikle ya da olan bitenle olan ilgisini şöyle açıklar:

Maksadım, okuyuculara yararlı şeyler söylemektir, sorunun hayalinden çok, gerçeğin ardına düşmek bana daha uygun geliyor… Çünkü, yaşadığımız, yaşamamız gerekenden o kadar uzaktır ki, yapılanı, yapılması gerekenle değiştiren kişi, varlığını korumaktan çok, yok olmasına neden olan şeyi öğrenecektir. (Tannenbaum, , 2011, s.171).

Machiavelli’nin bu gerçekçi tavrı onu kendisinden öncekilerden ayıran en önemli özelliklerden biri olarak görülür. İktidar mücadelesinde de bu doğrultuda ilgilendiği şey kılıç kuramı teorisi değildir. Ona göre İktidarı ele geçirmenin çeşitli yolları vardır İlki “virtu” (yetenek yiğitlik, cesaret, güç beceri) ve “fortuna” (şans, yazgı, talih). Bunları aynı zamanda insan yaşamını belirleyen iki temel kavram olarak ele alır. Böylece siyasal iktidar, kimi kuramlara uygun tartışmalarla değil, herhangi bir kimse tarafından başkalarının ya da talihin yardımı ile ele geçirilebilir bir hal alır. İkinci yöntem cinayet işlemekle iktidara gelmektir. Bunda ne virtunun ne de fortunanın etkisi vardır. Üçüncü yöntem dinsel prensliklerde görülür. Bunlar da ya liyakat ya da talihle elde edilirler ve çok güçlü yönetimler oldukları için ne şekilde yönetilirlerse yönetilsinler hükümdar her zaman yerini korur. (Ağaoğulları, 1997, s. 165-166). İktidara gelme biçimlerinden dördüncü yol, özel bir kişinin ve yurttaşın cinayet ve suç işleyerek ya da hoşgörülmez bir başka şiddet yoluyla değil de, yurttaşların desteğiyle ülkesinin prensi olmasıdır.

(Machiavelli, 2007, s. 85).

Machiavelli’ye göre büyüklerin yardımı ile iktidara gelen, halkın yardımı ile gelenden daha zor tutunur çünkü halkın desteği ile prens olan kişi itaatsizlerle çevrilmemiştir. Öte yandan prens kendisine düşmanca duygular besleyen halkla baş edemez çünkü halk çok kalabalıktır. Halkın desteği ile gelen prens halkla dostluğunu sürdürmelidir. Bu prenslikler ılımlı sivil bir egemenlikten mutlakiyetçi bir düzene geçerlerse tehlikeye düşerler çünkü ona göre zor kullanan prensin iktidarı tehlikeye düşer. (Machiavelli, 2007, s. 86-88).

Döneminin aksine siyaset ve iktidar konusunda Aristoteles ya da Platon çizgisinde bir tartışma geleneğini sürdürmek gibi bir kaygısı olmayan Machiavelli, bütün söylediklerini pratikte olmuş olanlara dayandırarak temellendirme eğilimindedir. Bu anlamda kadim tartışmalara derinlemesine girmeyen Machiavelli için pozitivizme giden yolu açtığı yönündeki değerlendirmelere Habermas şu yorumu getirir:

Machiavelli’nin ‘klasik siyasal düşünce’ geleneğinin dışına çıkmasını mümkün kılan şey, sahip olduğu ‘pozitivist’ bilim anlayışı değil, siyaseti, dünya ve insan ötesi (veya Tanrısal) bir ‘iyilik’ anlayışının belirleniminden kurtarması ve, “pratik siyaset bilgisini bir teknik beceriye indirgemesi”dir. (Aktaran; Ağaoğulları, 1997, s. 187).

Machiavelli için asıl önemli olan siyasal anlayışların üstünlüğüdür ve bu anlamda değersiz değillerse de ahlak, din, etik, adalet gibi değerler ikincildirler ve insanın doğasına bağlıdırlar.

Onu ortaçağ geleneğinden koparan en önemli özelliklerden biri de bu düşünceleri olmuştur ki, bu anlayış ortaçağ siyaset filozoflarının birbirine benzeyen değerlerine de oldukça ters düşer.

(Tannenbaum, 2011, s. 185-186).

Saraylardaki ve kiliselerdeki iktidar merkezli tartışmaları köklerinden kopararak başka bir alanda tartışmaya açan Machiavelli, bu yönüyle modern siyasetin de kurucusu sayılmıştır. Papa ve kral gibi iktidar taliplerinin iki kılıç kuramı uyarınca girdikleri mücadeleyi de bu yüzden tartışmayarak meseleyi yasa ile aşmaya çalışmıştır.

Ona göre, monarşi içinde bile hükümet, tüm yurttaş erdemlerinin kökeni olan yasalara karşı sorumlu olmalıdır. Böylece Machiavelli yasaya aykırı zoru önlemek amacıyla, resmi suistimallere karşı, yasaya uygun çarelerin bulunmasında ısrar eder. Çünkü yöneticilerin yasasız idaresinin doğuracağı siyasal tehlike ve huzursuzluk ona göre anlamsızdır. (Sabine, 1969b, s. 19). Machiavelli’nin modern siyasetin öncüsü olarak adlandırılmasında, yaslara yaptığı vurgu bu anlamda çok önemlidir. Çünkü yasa ya da buna bağlı olarak hukukun gelişmesi aynı zamanda kralın ya da papanın mutlak iktidarına karşı dönemin insanları için kimi haklar demektir.

1.5. TİRANLARA KARŞI DİRENME HAKKI: VİNDİCİAE CONTRA

Benzer Belgeler