• Sonuç bulunamadı

“Demokratik Elitizm” Çözümü

3.2. CARL SCHMITT: EGEMEN MODERN DEVLETİ SAVUNMAK

3.2.4. Devletin Ve Politik Olanın Tehdidi: Liberalizm

siyasal birlik adına canından vazgeçmesi de bu yollardan biridir ancak liberal düşüncenin bireyselliği bu talebi asla dile getiremez ve gerçekleştiremez. Çünkü bireyin salt birey sıfatıyla ölüm kalım meselesi olarak savaşacağı bir düşmanı yoktur. (Schmitt, 2006, s. 91). Liberal düşüncenin arkasına saklandığı insanlık ve evrensellik düşüncesi bir düşman yaratmaz. Birey olarak bakıldığında, bireyin istemediği bir savaşa zorlanması her zaman onun için bir tür esaret ya da şiddet olarak görülecektir. Liberalizmin bütün sıkıntısı ise şiddete ve esarete karşı çıkabilmesindedir. Bu düzeyde bir ilke ile yaklaşıldığında sınırsız olan bireysel özgürlüğe, özel mülkiyete ve serbest rekabete yönelik her türden ihlal, tehdit ve şiddet kötülük anlamına gelir.

Bu düzeyde anlaşılan bir liberalizmde devlet ve siyasetten geriye kalan tek şey, özgürlüğün koşullarını güvenceye almak ve özgürlüğe yapılabilecek müdahaleleri ortadan kaldırmak olacaktır ki, Schmitt’e göre, varılan bu noktada devlet silahlarından arındırılmış ve depolitize edilmiş bir kavramlar sisteminden başka bir şey olmayacaktır. (Schmitt, 2006, s. 92).

Ona göre bu sistemde dikkat edilmesi gereken nokta şudur: liberal kavramlar, örneğin etik ve ekonomi gibi iki uç nokta arasında salınarak siyasal olanı, zapt edici gücün alanı sıfatıyla yok etmeye çalışır. Bu çerçeve içerisinde “hukuk devleti” kavramı ki, aslında bu o düşünce yapısı içerisinde gerçekte özel hukukun devletidir, kaldıraç işlevi görürken özel mülkiyet de evrenin merkezine oturur ve böylece siyasal yapı tahribata uğrar.

Etik coşku ile materyalist-ekonomik nesnellik, her tipik liberal ifadede birleşerek, siyasala yeni bir veçhe kazandırır. Böylece siyasal nitelik taşıyan kavga kavramı, liberal düşüncenin ekonomi tarafında rekabete, liberalizmin manevi tarafında ise tartışmaya dönüşür; “savaş”

ve “barış” gibi iki değişik statü arasındaki net ayrım yerini sonsuz rekabetin ve sonsuz tartışmanın dinamiğine bırakır. Devlet, topluma dönüşür; etik-manevi açıdan “insanlığa”

dair ideolojik-insancıl bir tasavvur, öte yandan da birörnek üretim ve değişim sisteminin ekonomik-teknik birliği görünümünde olan bir toplum. Kavga esnasında gayet doğal karşılanan düşmanı defetme iradesi, rasyonel olarak kurgulanmış, sosyal bir ideale ya da programa, bir eğilime ya da ekonomik hesaba dönüşür. Siyaseten birleşmiş halk ise, bir yanda kültüre meraklı bir kamuoyu, öte yana ise işletmenin personeli, kısmen de bir tüketici kitlesi oluverir. İktidar ve kudret, manevi kutupta propaganda ve kitle telkini, ekonomik kutupta ise denetim görünümünde karşımıza çıkar. (Schmitt, 2006, s. 92).

Bu doğrultuda liberalizm, ona göre, devletin siyasi niteliklerini elinden alan, onu siyasal olmaktan çıkaran bir görüştür. Liberalizm devleti ve siyaseti kısmen hukuka ilişkin bir ahlaka, kısmen de ekonomik kategorilere tabi kılar. Bu da devletin siyasal kavramlarının özgül anlamlarını yok eder. Liberalizmde ahlak, metafizik ve din; bilim ise, din, sanat ve ahlak karşısında özerk kabul edilir. Diğer taraftan bu özerk alanın en büyük dogmalarından biri de, ona göre, ekonominin kural ve yasalarının bağımsız olduğudur. Yani üretim ve tüketimin, fiyat oluşumu ve piyasanın özerk alanlar olduğu, bu alanların ne etikten, estetikten, dinden ne de siyasetten etkilendikleri düşüncesi söz konusudur.

Oysa gerçekte Schmitt’e göre, siyasal varoluşu bu türden soyut düzenler ve norm dizileri

yönetemez; siyasal varoluşta insanları ve kurumları yöneten daima başka gerçek insanlar ve kurumlardır. Yani doğal olarak bu alanlarda da siyasal bakış açısından, ahlakın, hukukun, ekonominin ve “normun” “egemenliği” de somut siyasal gerçekliklere dayanır. (Schmitt, 2006, s. 93).

Temelde liberal plüralist devlet teorileri ona göre devleti başat unsur olmaktan çıkarıp toplumsal kurumlardan biri haline getirmektedir. Bu da zaten başından beri değinildiği gibi onu asli görevinden dışarıda tutmaktır. Liberalizm ekseninde desteklenen bireysel özgürlük, devlet denen egemen gücü aşkın olmaktan çıkararak araçsallaştırır. Bireysellik böylece hem politik hem de ekonomik olanı tekelinde tutan devleti yıpratan bir şey olur. Bu doğrultuda liberalizm, politik olanın tetikleyicisi olarak, dost-düşman ayrımını ortadan kaldırmayı amaçlar.

Liberalizm, dost-düşman karşıtlığının yerine ekonomik rekabet ya da benzeri şeyleri ikame ederek politik olandan arınmış bir toplum yaratma amacındadır. Böylece devlet ekonomik çıkarlara kurban edilmekte ve bir karar verme gücü olmaktan çıkarılmaktadır. Liberal teori bu bağlamda dostu düşmandan ayırt edemeyen apolitik bir teoridir.

Schmitt için kimin ne şekilde bir devlet kurduğunun çok da büyük önemi yoktur. Onun asıl peşinde olduğu şey, kurulan bu devletin siyasal bir yapısının olması ve bu siyasal yapının korunuyor olabilmesidir. Bunu korumanın çeşitli ödünler vermekten geçiyor olmasının da çok büyük önemi yoktur. Bu anlamda gerekirse canların verilmesi gerektiğini sık sık tekrarlar. Ama değinildiği gibi aslolan, siyasal yapının ne şekilde olduğundan bağımsız olarak kurulan devletin, ekonomi, ahlak, sanat, din gibi diğer "etkinliklerden" öte, siyasal bir birliğinin olması ve siyasal bir yapı üzerine inşa edilmesidir.

Bir devlette proletarya siyasi iktidarı ele geçirdiğinde proleter bir devlet oluşmuştur ve bu devlet de en az bir ulus-devlet, bir ruhban sınıfı devleti, tacir devleti, asker devleti, memur devleti ya da herhangi başka bir kategorideki siyasal birim kadar siyasal bir yapıdır.

(Schmitt, 2006, s. 57).

Yani kimler tarafından ne şekilde kurulmuş olduğundan bağımsız olarak, asıl mesele, kurulan devletin siyasi bir birliğe ve siyasal yapıya sahip olup olmadığı meselesidir.

Ancak her ne kadar sorunu egemen olma konusunda sabitleyip temelde liberalizm ve demokrasiye sadece eleştirel yaklaştığını belirtse de, aslında, bu fikirlere kökünden karşıdır.

Çünkü ne şekilde olursa olsun, ona göre, liberalizm veya plüralizm şeklinde ortaya çıkan her türden demokratik akım ya da sistem, devletin egemenliğine, birliğine ve onun sağlamış olduğu otoriteye karşı bir tehdit olarak görülür, onu zayıflatan bir unsur olarak kabul edilir.

Parlamentarizm, açıklık ve hoşgörünün harmanlandığı entelektüel bir dünya olarak sunulan

liberalizm ve liberal modern parlamenter sistemler, ahlaki ve düşünsel zeminini kaybetmiş, salt mekanik ve boş bir aygıta dönüşmüştür.

Benzer Belgeler