• Sonuç bulunamadı

KAVRAMLAŞTIRILMASI SÜRECİNDE BELİRGİN DÜŞÜNÜRLER

1.6.3. Egemen Devlet Ve Yurttaşın İtaati: Thomas Hobbes

Grotius’un hukuk alanında matematiksel göndermelerle kesin argümanlara ulaşma çabası kendisinden sonraki pek çok düşünürü etkiler. Aydınlanma dönemi filozoflarının akla vugusu

bu anlamda oldukça önemli olacaktır ki Hobbes bu düşünce yapısının geliştiği dönemlerde ortaya çıkmış en önemli düşünürlerden biridir. Cumhuriyetçiler ve kraliyet yanlıları arasında cereyan eden İngiltere iç savaşına, 1. Charles’ın idamına ve çalkantılı siyasete tanıklk etmiştir.

Ebenstein’a göre I. Charles’ın başıyla birlikte, kralın ilahi haklar doktrini de yerlere yuvarlanmıştır ve onun akıbeti, bütün hükümdarlara siyasi otoritenin halka, toprağa Tanrıdan ve cennetten daha yakın olduğu ikazında bulunmuştur. (Ebenstein, 2005, s. 201).

Magna Carta ile başlatılan bütün bu çalkantılı süreç, tartışmaların da nispeten olgunlaşmasına neden olmuş, Hobbes’un en önemli yapıtlarından biri olan Leviathan da kralın idamından hemen iki yıl sonra 1951 yılında hem İngiltere hem de Fransa’da birden yayımlanmıştır. Püriten devrimi olarak bilinen bu olaylar sırasında kralcıları tutan Hobbes, yine de onlara yaranamamış, hatta papalığa saldırıları yüzünden sığındığı Fransız hükümetinin de hışmına uğramıştır. Bunun üzerine İngiltere’ye dönen Hobbes ancak siyasetle ilgilenmeyeceğine dair söz vererek teorik çalışmalarını Cromwell’in diktatörlük yıllarında sürdürebilmiştir. (Tunçay, 2009, s. 203).

Siyasi çalkantılar ve dönemin dengeleri bakımından çeşitli kereler yer değiştirmek zorunda kalan Hobbes’un devlet teorisinin tipik yanı, bu teoride herkesin kendi varlığını koruyup sürdürme güdüsünün doğada herkesin birbiri ile savaşına yol açtığını (bellum omnium contra omnes - herkesin herkese karşı savaşı) ve ancak devletin, herkesin iradesini temsil ettiği ve herkesin üzerinde egemen olduğu bir toplumsal düzenin kurulmasıyla, bir hak, hukuk ve barış ortamının gerçekleşebileceğini ortaya atmış olmasıdır. Buradaki toplum ve devlet teorisinde yurttaş, yalnızca toplumu ve devleti kurmak ve işlevini aklıyla belirlemekle kalmaz aynı zamanda ilahiyatçı devlet teorisini de yıkan bir unsur olarak görülür. (Atayman, 2005, s. 18).

Nitekim Leviathan’ın ilk baskısının kapak resmine bakıldığında aslında pek çok insandan oluşan, bir elinde kılıç bir elinde meşale bulunan bir kral vardır ki bu simgeleştirmenin atıfta bulunduğu şey, ilahi devletlerin atıfta bulunduğu şeyden oldukça farklıdır. Nitekim Hobbes’un Leviathan’ı bir yurttaşlar şirketinin (commonwealth, res publica) ve bu şirketin kurucularının karşılıklı anlaşmalarının sonucu ortaya çıkmıştır denilebilir. Burada Leviathan toplumsal sözleşmenin ürünü olarak ortaya sunulurken, siyaset de Tanrı katından yeryüzüne indirilmekte ve Rönesans’ın bireyselliği, ulusal bireysellik haline getirilerek klasik ulus-devlet anlayışına yaklaşılmaktadır. Aynı zamanda kralın elindeki kılıç bireyi toplumsal sözleşme yapmaya yönelten en temel ihtiyacının, yani güvenlik ihtiyacının da bir garantisidir. (Hobbes, 2004 s. 11).

Her ne kadar Hobbes’un mutlakiyetçi olduğunu söylemek adetse de Leviathan Hobbes’un, çağının hem fizik hem de siyaset psikolojisinden haberdar olmasına dayanarak tasarlayabildiği en iyi siyasal organizasyonun bilimsel temelini sunar. (Tannebaum, 2011, s. 223). Çünkü

Leviathan’ın erkinin kaynağı aşkın bir güç değil, bireylerdir. Böylece Hobbes devlet kuramıyla ortaçağdan kalma plenitudo potestatis kavramını tam anlamıyla laikleştirir ya da başka bir deyişle dünyevileştirir. (Akal, 1994, s. 272).

Hobbes’a göre genel olarak insanlar ne şekilde fiziksel farklılıklara sahip olursa olsunlar eşittirler. Ancak eşitlikten doğan şey güvensizliktir. Çünkü aynı şeye erişme umudunun verdiği eşitlik, iki kişi tarafından aynı şeyi isteme arzusunun doğmasına neden olur. Bu güvensizliğin neticesinde ortaya çıkacak olan şey de savaş olacaktır. (Hobbes, 2004, s. 92-93).

Ona göre insan doğasında üç temel kavga nedeni vardır: kazanç, güvenlik, şöhret. (Hobbes, 2004, s. 94). Bu sebeple devlet olmadıkça herkes herkese karşı daima savaş halindedir. Böyle bir savaş sürekli ölüm korkusu getirir ve insan hayatı yalnız, yoksul, kötü, vahşi ve kısa sürer.

Ancak insanı barışa sevk eden duygular da vardır. Bunlar; ölüm korkusu, rahat bir hayat arzusu ve ona çalışarak ulaşma umududur. İnsanların üzerinde anlaşabilecekleri uygun barış şartlarını gösterecek olan da akıldır. (Hobbes, 2004, s. 94-96).

Bu uygun barış şartları için ise bir sözleşmeye ihtiyaç vardır. Hobbes’a göre insanların sözleşme dedikleri şey karşılıklı hak devridir. (Hobbes, 2004, s. 99). Sözleşme işaretleri hem geçmiş, hem şimdi, hem de gelecek zamana ait sözlerdir. Sözleşmelerde vaat edilen şeyler yerine getirilmezse karşılıklı güvene dayalı ahitler geçersiz olur. Herkesin herkese karşı savaş halinde olduğu basit doğa durumunda yapılan bir ahit herhangi bir şüphe anında geçersizdir. Fakat her ikisinin üstünde, onları ifaya zorlayacak yeterli hak ve güce sahip genel bir güç olursa bu ahit geçersiz değildir. Devlette sözlerini tutmayanları engellemek için kurulmuş bir güç var olduğundan korkuya yer yoktur. (Hobbes, 2004, s. 100-102).

Hobbes’a göre devletin amacı da bu doğrultuda bireysel güvenliktir. Devlet bu anlamda bir güç olarak insanları korku altında tutacak ve onları ceza tehdidiyle ahitlerini ifa etmeye ve doğa yasalarına uymaya zorlamalıdır. Çünkü belirgin bir güç olmadığında insanlar doğal duygularının zorunlu sonucu olarak o berbat savaş durumundan kurtulamayacaklardır. Bu güvenlik durumu da ne doğal hukukla ne birkaç kişi veya ailenin birleşmesiyle ne de tek bir kişi tarafından karar vermediği herhangi türden bir çoğunlukla sağlanır. (Hobbes, 2004, s. 127-128) O halde bunun yolu Hobbes’a göre

insanları yabancıların saldırısından ve birbirlerinin zararlarından koruyabilecek ve böylece kendi emekleriyle ve yeryüzünün meyveleri ile kendilerini besleyebilmelerini ve mutluluk içinde yaşayabilmelerini sağlayacak böylesi bir genel gücü kurmanın tek yolu bütün kudret ve güçlerini tek bir kişiye veya hepsinin iradesini oyların çokluğu ile tek bir iradeye indirgeyecek bir heyete devretmeleridir. (Hobbes, 2004, s. 129-130).

Bu yapıldığında ona göre tek bir “kişilik” halinde birleşmiş olan topluluk bir devlet, Latince civitas olarak adlandırılabilir. Bu kişiliği taşıyana egemen, onun dışındakiler ise onun uyruğu sayılır. (Hobbes, ,2004, s. 130).

Sözleşme ile kurulmuş bir devlette uyruklar hükümet şeklini değiştiremez, başkaları ile başka türden sözleşmeler yapamazlar. Egemenle sözleşme yapmış uyruklar herhangi bir şekilde bunu ihlal edemezler ve egemenin eylemleri uyruk tarafından eleştirilemez ve cezalandırılamaz.

(Hobbes, 2004, s. 131-136).

Öyleyse egemen güç ile olan ilişkisinde özgürlüğün ne olduğu ya da daha doğrusu uyrukların özgürlüğünden söz etmenin mümkün olup olmadığı sorusu öne çıkar. Aristoteles’in Politika’da altıncı kitap ikinci Bölümde demokrasi ile özgürlük arasındaki bağa atıfta bulunan Hobbes, Bu Grek ve Latin yazarları okuya okuya insanların, çocukluklarından itibaren sahte bir özgürlükler kisvesi altında, kargaşalığı sevme ve egemenlerinin eylemlerini başıbozuk bir biçimde denetleme ve denetçileri de denetleme alışkanlığını edindiklerini dile getirir. (Hobbes, 2004, s.

159). Uyruğun özgürlüğü meselesine bu derece tutucu yaklaşan Hobbes’a göre, özgürlüğümüz de yükümlülüğümüz de boyun eğmemiz eyleminden oluşur. Bu anlamda itaat etmeyi reddedişimiz, egemenliğin kuruluş amacına ters düşüyorsa reddetme özgürlüğü yoktur. Ters düşmüyorsa vardır. Uyrukların egemene olan yükümlülüğü, egemenin uyrukları onunla koruyabildiği güç devam ettiği sürece devam eder. Ancak başka bir ülkede tutsaklık durumunda, egemenin kendisi ve varisi adına yönetimi bıraktığı durumlarda, sürgün durumlarında ve mevcut egemen başka bir egemen teslim olduğunda uyruklar önceki yükümlülüklerinden kurtulurlar. (Hobbes, 2004, s. 159-163).

Hobbes egemenlik kavramı oldukça katı bir mantık üzerine kurulmuştur. Böyle bir mantık dizgesi içerisinde, egemenin mutlak gücü karşısında, egemenle yapılan sözleşmeyi bozmaya çalışmak doğa durumuna, yani kargaşa ve anarşiye geri dönmek olduğundan asıl olan Hobbes’a göre itaattir. Sözleşmeyi aşan ya da ihlal eden egemen, yalnızca bireysel direnmeyle durdurulabilir ve bu durum eğer yaygın hale gelirse bu herkesi doğa durumuna geri götürür. Bu anlamda Hobbes’un düşüncesi siyasaldır ve doğa durumundan hükümete doğru bir geçişe dayanır (Tannenbaum, 2011, s. 235). Böylece Behemooth’a göre de,

egemenin hakkı her ne kadar her insan tarafından açık bir onay ile egemene verilmiş olsa da işlevini yerine getirmesini sağlayamaz; bu sonucu yaratan, uyruğun itaatidir. (Aktaran;

Akal, 1994, s. 275).

Yani ister demokrasi ya da aristokraside, ister monarşide, eğer halk mutluluk içinde yaşıyorsa bunun nedeni o devletin kökensel meşruluğu değil, halkın itaatidir. Nitekim Hobbes’a göre:

Aristokratik veya demokratik bir meclis tarafından yönetilen bir halkın zenginliği, aristokrasiden veya demokrasiden değil, uyrukların itaati ve uyumunda gelir; bir monarşide de halk tek bir kişi onları yönetmek hakkına sahip olduğu için değil, fakat ona itaat ettikleri için zenginleşir. Herhangi bir devlet türünde halkın itaatini ve dolayısı ile uyumunu yok edin, halk halk sadece zenginleşmemekle kalmayacak fakat kısa bir sürede dağılacaktır da.

(Hobbes, 2004, s. 237).

Böylece devletin sürüp sürmemesi aslında bir anlamda devleti yaratıp onunla özdeşleşen insanların elindedir.

Çünkü devletler yapılarının doğası gereği onlara hayat veren insanlık veya doğa yasaları veya adaletin kendisi yaşadığı sürece yaşarlar. Dolayısı ile dış şiddetle değil de dahili kargaşa nedeniyle çöktükleri vakit, kusur, onların konusu olarak değil, onların yapıcıları ve düzenleyicileri olarak insanlardır. (Hobbes, 2004, s. 225-226).

İtaat bu anlamda Hobbes için oldukça önemlidir. Siyasal iktidar ne kadar güçlü ne kadar büyük olursa, yurttaşların yüreğine saldığı korku ve dolayısı ile boyun eğme de o denli büyük ve mutlak olur. Bu da bir bakıma şu demektir. Hobbes’un kuramı, yönetmekten çok itaat etmeyi öğretmeye, insanlara devlet ile anarşiden başka bir seçenek bulunmadığını göstermeye yöneliktir (Akal, 1994, s. 276).

Mutlak itaati savunan Hobbes yine de bireyin önünü açan bir tavırla yurttaşın,

birbirleriyle alım satım ve yapmak ve başka türden anlaşmalara girmek; evlerini, gıdalarını ve mesleklerini seçmek, ve çocuklarını uygun gördükleri şekilde yetiştirmek özgürlüğü; ve benzeri (Hobbes, 2004, s. 156-157).

haklara da sahip olduğunu dile getirir. Bu da kamusal alanın dışında, egemenin karışmadığı bir özel yaşam alanı bulunduğunu göstermektedir. (Akal, 1994, s. 269). Ancak hemen sonrasında Hobbes şunları eklemekten kaçınmaz:

Ancak bu özgürlükler, öldürmeye ve yaşatmaya kadir egemen gücün lağvedildiği veya sınırlandığı anlamına gelmez. (Hobbes, 2004, s. 157).

Bir başka yerde uyruğun özgürlüğünü “yasanın sessizliği” ile de ilişkilendiren Hobbes’a göre, egemenin kural koymadığı durumlarda, uyruk kendi takdirine göre yapmak veya yapmamak özgürlüğüne de sahiptir. (Hobbes, 2004, s. 161). Böylece bir anlamda kamunun özgürlüğüne işaret eden Hobbes’ta, devlet bireyi tamamen yutmaz. (Ebenstein, 2005, s. 213). Ama bu egemenliğinden taviz verdiği anlamına da asla gelmeyecektir. Neticede Güvenli bir dünyanın kurulması için, doğa durumunda yaşayan akılcı insanların egemen bir iktidar yaratmak üzere birbiriyle anlaşmışlardır. Egemen mutlak yetkilerle donatılmıştır ve ağzından çıkan söz yasadır.

Bu yasanın ne şekli ile olursa olsun uygulanmasında ise iktidar sınır tanımaz. Bu durumda uyruklara, yasalara uymaktan başka çare yoktur. Aksi durumda doğa durumunun güvenliği olmayan o kötücül yaşamına geri dönülecektir ki bu da sınırsız bir iktidarın kabullenilmesi için yeter sebeptir. (Ağaoğulları, 2005, s. 163).

Benzer Belgeler