• Sonuç bulunamadı

MONTESQUİEU

1.12. BİR DEMOKRASİ PRATİĞİ: MAXIMILIEN ROBESPIERRE

Rousseau’nun kendisi ulusçu olmadığı halde ulusal duygunun antik yurttaşlık ülküsüne el koyarak yeniden canlanmasına yardımcı olmuştur. (Sabine, 1969, s. 284-285).

umdukları şey, geçici bir diktatörlükten sonra Aydınlanma Çağı filozoflarının özellikle de Rousseau’nun öngördüğü bu doğal düzene ulaşmaktı. (Tunçay, 2009, s. 580).

Robespierre anayasa savunuculuğunu da

güçlenmelerine zaman ve araç sağlanan bunca fesat komitesinin yol açtığı fırtınaların bağrında; dış savaşlarla birlikte kalleşçe düzenlenen, entrikalar ve baştan çıkarmalarla kışkırtılan, bilgisizlikler, bencillikler ve saflıklarla beslenen iç savaşların ortasında, saf yurttaşlara bir dayanak noktası, bir toplaşma, bir birleşme işareti gerek. Anayasa’dan başka bir dayanak, bir işaret bilmiyorum. (Robespierre, 1975, s. 12)

şeklinde dile getirir. Bir cumhuriyetçi olarak Robespierre eşitlik ilkelerini ve anayasanın halka sağladığı kutsal hakların işlemesini ister. Bu haklar, Anayasa’yı kendi çıkarlarına alet edecek olan entrikacaların elinde olmamalıdır. Nitekim aristokratik bir senato ve bir diktatörün sopası altında köle gibi olan bir halk yerine, halkı temsil eden bir meclis ve kralla birlikte özgür ve saygı gören yurttaşlar görmeyi yeğleyeceğini dile getiren Robespierre, bu bağlamda İngiltere’de I. Charles’a karşı yapılan Püriten Devrimi’ne de açıkça göndermede bulunarak ne Cromwell’i ne de I. Charles’ı sevdiğini dile getirir. Çünkü ona göre Devletin Anayasaları halk için yapılır ve halkı hiçe sayan bütün anayasalar, insanlığa karşı girişilen komplolardan başka bir şey değildir.

(Robespierre, 1975, s. 13-14).

Robespierre’e göre de -zaman zaman neredeyse birebir alıntıladığı Rousseau gibi- insan özgürlük ve mutluluk için yaratılmıştır ama her yerde köle durumuna sokulmuştur. Nitekim bu güne kadar, ona göre yönetme sanatı, büyük çoğunluğu küçük bir azınlık yararına harcamakta, onu köle durumuna sokmaktadır ve bunların çıkardığı yasalar da daha önce belirtildiği üzere bu mala ve cana kıymaları sistemli hale getirme yoludur. Robespierre bu bağlamda 14 Temmuz 1789 devrimi ile 10 Ağustos 1792 devriminde anarşiden çok söz edildiğini ama aslında asıl anarşinin zorbalık ve aristokrasi olduğunu dile getirir. Çünkü ona göre toplumda kötülükler asla halktan gelmez, hükümetlerden gelir. (Robespierre, 1975, s. 44-45). Yine Rousseau’dan etkilendiği üzere, aslında halka atfettiği bu değer, bir anlamda “genel istenç”e de bir göndermedir.

Diğer taraftan Robespierre iktidarı sınırlandırma ve devlet görevlilerinin yetkilerini aşmamaları için şu önerilerde bulunur: iktidar süreleri kısa olmalı, hiç kimse aynı zamanda başka görevlerde bulunmamalı, iktidar bölünmeli, yani büyük bir güç birkaç kişiye değil sayıca fazla kamu görevlisi arasında paylaşılmalı, yasama ve yürütme birbirinden ayrılmalıdır. (Robespierre, 1975, s. 52).

Ona göre yönetenleri yargılama hakkı da yalnızca halka verilmeli, halkoyunu dizginlemek hakkı hiçbir zaman yönetenlere verilmemeli ve özellikle de bütün yurttaşlardan kurulu meclislerde,

egemen halkın özgürlüğüne saygılı olunmalıdır. Halkın yargısına her zaman başvurmak teknik olarak olanaksız olmakla birlikte vekillerin yasalar üzerinde zorba kesilmesi de engellenmelidir.

Bu yüzden halk tarafından atanan bütün kamu görevlileri, halk tarafından uzaklaştırılmalıdır.

Yasama kurulu üyeleri ile yürütme gücü üyeleri veya bakanlar, halkın yargısına terk edilebilir ki zaten ancak halk onların güveni koruduklarına veya yitirdiklerine karar verebilmelidir.

(Robespierre, 1975, s. 54-59). Anayasa’nın önsözü niteliğindeki İnsan ve Yurttaş Hakları Bildirgesi bütün Anayasa’nın temelidir ve ancak diğer tüm yasalar o gözetilerek yapılmalıdır.

Böylece

yasa, halkın yararına dayanan bir yasa olduğu zaman, desteğini de halktan bulur. Onun gücü, eseri ve malı olduğu bütün yurttaşların gücüdür. Genel istemle kamu gücünün kaynağı birdir… Kamu gücü genel istemi desteklemekten başka bir şey yapmazsa, devlet özgürdür ve dirlik düzenlik içindedir; genel isteme karşı çıkınca da köle durumuna gelir ve çalkantılar içine düşer (Robespierre, 1975, s. 63).

Böylece Robespierre kamuya yüklediği anlamın önemini ifade ederek onu her türlü kararın merkezine koyar ve genel istenç ile kaynaştırır. Ancak ona göre kamu gücü iki durumda genel istençle çelişki haline düşer: Bir, yasa genel istenci temsil etmezse; iki, yüksek devlet görevlisi yasayı çiğnemek için genel istenci kendine alet ederse. Asıl anarşi de aslında bu durumda ortaya çıkacak ve ona göre ortaya çıkacak şey, yurttaşları yasa adı altında köleleştirerek ve baskı altında tutmaktan başka bir şey olmayacaktır. (Robespierre, 1975, s. 63).

Öyleyse

demokrasi, kendi eseri olan yasalarla yönetilen halkın, bütün yapabileceğini kendisinin yaptığı, kendisinin yapamadığını da temsilcilerine yaptırdığı bir düzendir (Robespierre, 1975, s. 90).

ve bu yüzden de politik davranış kuralları demokratik yönetim ilkelerinde aranmalıdır.

Demokratik veya halkçı yönetimin temel ilkesi de yurt ve yasa sevgisinden başka bir şey olmayan erdemdir. Cumhuriyetin ve demokrasinin özü de eşitlik olduğuna göre, yurt sevgisi eşitlik ilkesini de kapsar. Nitekim ona göre yalnızca demokrasilerde devlet gerçekten, onu meydana getiren bütün bireylerin yurdu olabilir ve kendi davasına, yurttaş sayısı kadar candan savunucu bulabilir. Her ne kadar önemli değerler olarak zamanında Atina ve Isparta, Asya zorbalarını yenmişse de aslında sadece Fransa bütün insanları eşitliğe ve yurttaş haklarının bütünlüğüne çağırarak gerçek demokrasiyi kuran ilk ulus olabilmiştir. Bu cumhuriyetin ruhu da erdem ve eşitlikse aslolan her zaman bunu güçlendirmek olmalıdır. Öyleyse amaç, anayasanın halk yararına uygulanması ve düşman olan zengin ve burjuvaları yenmek için halkın bir araya getirilmesi olmalıdır. Çünkü ancak halkın yılmazlığı ve enerjisi özgürlüğü koruyabilir, halk uyukladı mı zincire vurulur, kendini savunamaz ve hor görülür. Hatta düşmanlarını tamamen yola getirmeden bağışladı mı yenilmiş bile sayılır. (Robespierre, 1975, s. 106-109).

Hem pratikte hem de teoride pek çok devrim ve demokrasi konusunda oldukça faal olan Robspierre adına Fransada tek bir sokak adı bile yoktur. Bunun en önemli sebeplerinden biri de devrim sonrası terör dönemi olarak bilinen aralıkta kimi araştırmalara göre kendi kararıyla 285 kişiyi giyotine göndermesi gösterilmektedir. Devrim adına işlenmiş onca cinayettin yükü sırtına yüklenen Robespierre ise yaptıklarını savunmak ve meşrulaştırmak adına şöyle söyleyecektir:

Halk hükümetinin dayanağı, barışta erdem ise eğer, devrim içinde de hem erdem hem de terördür: Gerçekten de, erdemin olmadığı yerde terör kıyıcıdır, terörün olmadığı yerde de erdem güçsüzdür. Terör, tetikte duran, sert, yumuşama bilmez bir adaletten başka bir şey değildir. Demek ki terörün kaynağı erdemdir. Terör, yurdun en geciktirilmeye gelmez ihtiyaçlarına uygulanan özel bir ilkeden çok, genel demokrasi ilkesinin bir sonucudur.

(Robespierre, 1975, s. 97).

Robespierre Fransız devriminde işin içine sıklıkla halkı ve iradesini koyarak bir anlamda siyasal demokrasiden sosyal demokrasiye bir geçiş yapmıştır denilebilir. Nitekim ona göre

bütün halk katılmalıdır başkaldırıya; öyle olmazsa, bu önlemler, bir hizbin eylemi olurlar ve özgürlüğe karşı yönelirler. (Tanilli, 1989, s. 50).

Aynı şekilde ona göre asıl önemli olan çoğunluğun, halkın mutluluğudur. Maliyeciler, burjuvalar önde gelenler v.s. hepsi tek kelimeyle eşitlik düşmanlarıdırlar ve kamusal serveti ellerinde toplarlar. Bu durumda yığınla insan en zorlu gereksinimlerini karşılayamaz hale gelir ki buna yönelik Robespierre’in sorusu şu şekilde olacaktır;

bir bölük insanın milyonlarca insanın yiyecek içeceğini yiyip yutabildiği bir ülkede, hangi erdem, hangi mutluluk olabilir ki? (Tanilli, 1989, s. 50).

Bu durumda Robespierre elbette devrimi gerçek yapıcıları olarak sans culottes’ları (donsuzlar ya da baldırı çıplaklar) göstermiştir. Ona gör bunlar en hünerli ya da en güçlünün gütmesine ayrılmış ahmak sürüsü değil, tersine milletin en sağlıklı bölümüdürler ve devrimi yapan bu halk emeklerinin ürününü henüz alabilmiş değildir. Bunun için halkın anayasa yapması için seçtiği Konvansiyon, Kurucu Meclis’in ve Yasama Meclisi’nin veremediği kararı vererek kralı idama mahkum edecektir. Kralın ölmesi onlara göre örnek suçluları da korkutacak ve onlarla beraber Avrupa’daki bütün zalimlere ders verecektir. En nihayetinde 10 Ağustos 1792 ayaklanmasında Robespierre kral için “Louis ölmelidir, çünkü Fransa’nın yaşaması gerekir” şeklinde fikirlerini dile getirerek 3 Aralık 1972’de de bu kararını Saint Just, Barere, ve Montnyar’ların yardımı ile yerine getirmiş, Kral XVI. Louis 21 Ocak 1793’te giyotinle idam edilmiştir. (Tanilli, 1989, s.

53).

Robespiere hazırladığı tasarılarda, söylevlerinde ve konuşmalarında sürekli olarak merkeze halkı koyar. Bu yönüyle bir sosyal demokrasi inşasına yönelik çabaları ve verdiği mücadele

1793 anayasasında ruhunu kaybetse de, idamına kadar her seferinde halkı savunmaktan, hakikat konusunda halka atıfta bulunmaktan vazgeçmeyecektir.

Ancak Robespierre’in sosyal demokrasiden anladığı halkın diktatoryasıdır. sans culottes’ları asıl halk ve devrimin itici gücü olarak gören Robespierre, onları her zaman burjuvaziye ve etkin güç odaklarına karşı korumaya çalışmış, bütün mücadelesini bunun gerçekleşmesi için vermiştir. Jean Massin de onu bu anlamda halkı siyasal eyleme ortak eden ilk kişi olarak görür.

(Tanilli, 1989, s. 112).

Benzer Belgeler