• Sonuç bulunamadı

Moran, Türk Romanına Eleştirel Bir Bakış I, s 138.

“KİRALIK KONAK”TA ANLATICI VE KARAKTERLEŞTİRME Bahar Dervişcemaloğlu *

12 Moran, Türk Romanına Eleştirel Bir Bakış I, s 138.

“KİRALIK KONAK”TA ANLATICI VE KARAKTERLEŞTİRME 67 Biraderinin küçük sırlarına pek yakından vakıf olan Seniha ise, babası böyle söylerken çapkın bir tebessümle bıyık altından gülerdi; zaten bu alaycı genç kız için etrafındakilerin hangi hareketi ve hangi sözü gülünç değildir! Büyükbabasının şahsiyeti, annesinin ahvali şöyle dursun, ekseriya pederi Servet Bey’in efkâr ve harekâtı bile ona iptidaî, sakat ve garip görünürdü. Zira, bu, Frenklerin, asır sonu diye vasıflandırdıkları bir genç kızdı; asır sonu, yeni bir nevi içtimaî örnektir ki, haricî ve dahili yaşayışında hale ve maziye ait her türlü kayıttan âzade ve istikbalin henüz hazırlanan cereyanlarına tabidir. Seniha, daima en son çıkan moda gazetelerinin resimlerine benzerdi. Körpe, ince ve çalâk vücudu, ipek- böcekleri gibi daimî bir istihale içindedir. Günün aydınlıklarına göre mütemadiyen rengi değişen yeşil gözleri gibi sesinin bestesi, kımıldanışlarının ahengi ve hatta başının şekli de mütemadiyen değişirdi. İçi de tıpkı dışı gibiydi; tıpkı gözlerinin rengine benzeyen bir ruhu vardı; kâh ihtilâçlı, kederli, bulanık ve fena, kâh berrak, rakit ve ekseriya bir havai fişek gibi şenlikli idi. Fakat bu küçük, şeytan mevcudiyetinin hiç değişmeyen bir hususiyeti vardır ki, o da alaycılığı ve şuhluğudur. En ziyade zevk aldığı kitaplar, Gyp’in romanları, yeni tiyatro piyesleri ve Paris’in mizahî gazeteleri idi. Gyp, ona bir ikinci ana, bir ikinci mürebbiye olmuştu. Bu muharririn romanlarındaki serbest tavırlı, yarı oğlan, yarı kadın genç kızlar, üzerlerinde ruhunu biçtiği modellerdir. Denilebilir ki sabahtan akşama kadar her gün bütün meşguliyeti bu genç kız tiplerini hayata tatbik etmekten ibarettir. (s. 29)

Burada Seniha’nın anlatıcı tarafından belli bir bakış açısıyla karakterleştirildi- ğini görüyoruz. Okuyucu, Seniha’yla ilgili ilk bilgileri anlatıcının bakış açısından ve ifadelerinden öğreniyor; dolayısıyla zihnindeki ilk izlenimler de anlatıcının yönlen- dirmesiyle oluşuyor. Aşağıdaki alıntıda ise anlatıcı, Seniha’nın aklından geçenleri aktarıyor, böylece okuyucu, Seniha’nın bilinci ve düşünceleriyle karşı karşıya kalıyor:

Seniha alacakaranlıkla dolan salonda bir müddet yalnız kaldı, alacakaranlıkta, bu genç kız, bembeyaz görünüyordu. Pencerenin önünde koltuğun içine atılmış bir demet zambak gibiydi. Düzgün ve narin endamı şeklini kaybetmiş, bu ılık yaz akşamında sanki eriyor- du. Ruhunda da böyle bir eriyiş vardı. Derin bir iç sıkıntısı bu alacakaranlık gibi asabını sarmıştı. Niçin öbürleriyle beraber çıkıp gitmemişti? Bütün gece bu koca evin içinde yapayalnız ne yapacaktı? Bu ev, bazı günler, bazı saatler ona bir mezar gibi görünüyordu. Nefesi darlaşıyor ve sokağa fırlamak, koşmak, haykırmak istiyordu. Tâ on dört yaşından beri kalbinde bilmediği yerlerin, görmediği şeylerin, tanımadığı kimselerin hasreti vardı. Fransızca, ‘Nereye kaçmalı?’ sözü dilinde daimî nakarattı. Bu memlekette ve bu konakta ona her şey dar, az ve adi görünüyordu. Eşya, arzusuna göre değildi. Evin nizamı her türlü ihtişamdan ari idi, büyük babası, annesi, hatta bazen babası ona, lisanlarını anlamadığı, hareketlerinden ürktüğü başka cinsten birtakım mahlukat gibi geliyordu. (s. 41, 42)

Romanın ilerleyen kısımlarında Seniha’nın hislerinin, arzularının ve hayallerinin anlatıcının yorumları eşliğinde yansıtıldığını görüyoruz:

Seniha, şimdi böyle başıboş şahlanmış bir hayvan üstünde gibiydi. Fakat, kendini daracık bir saha içinde, mahsur ve mahpus hissediyordu. Ruhunda çılgın cevelânların, bitmez tükenmez mesafelerin hasreti vardı. En küçük teferruatına kadar her şeyini ve her tarafını bildiği ve ezberlediği bu evden, doğduğu günden beri daima aynı havayı yuta yuta âdeta

68 BAHAR DERVİŞCEMALOĞLU bunaldığını hissettiği bu memleketten kaçmak, uzaklara, görülmemiş, işitilmemiş şeylere doğru gitmek istiyordu. Avrupa’nın şenlik ve aydınlık şehirleri, onu büyülü bir surette kendine doğru çekiyordu. Çölde yürüyene serap neyse, Seniha’ya Avrupa oydu. Ne yapsa, ne işlese hep oraya gitmek içindi; bulunduğu yerin hiçbir şeyinde gözü yoktu. Bütün gün o ziyaretlere gidişleri, o misafir kabul edişleri, o mağazadan mağazaya dolaşışları, etrafındaki gençlerle o şuhlukları, o piyano çalışları, dans edişleri, giyinişleri, süslenişleri, bütün o çılgınlıkları, durgunlukları hep bu hasreti avutmak; bu derdi unutmak içindi. Seniha’ya göre İstanbul’da hiçbir şey dikkate değmezdi; buradaki hayatın herhangi nevinde olursa olsun, gönül bulandırıcı bir yavanlık vardı... (s. 57, 58)

Seniha’nın, Avrupa’yı gezmiş, hatta tüketmiş olan Faik Bey’e hayranlığını “Seni- ha, zevk ve haz bahsinde Faik Bey’in çiğneyip, emip yere attığı meyvelerin posasına, ağzının suyu akarak, dişlerini uzatan bir obur dilenci gibiydi” (s. 58) ifadeleriyle betimleyen anlatıcı, bu sebepten dolayı Seniha’nın Faik Bey’e karşı gizli bir kin ta- şıdığını belirtmektedir. Romanın bu kısımlarında Seniha’nın Faik Bey’e olan hisleri, anlatıcının yorumları eşliğinde sunulmaktadır. Ortaya çıkan tablo ise Seniha’nın Faik Bey’e samimi, saf ve çıkarsız aşk duyguları beslemekten ziyade ona yaranmaya ça- lışan, onun yaşadığı hayatı yaşama arzusuyla yanıp tutuşan bir genç kız tablosudur. Faik Bey’in zengin bir kadınla evlilik peşinde olmasını eleştiren Seniha, kendini de aynı hayallerini kurarken bulacaktır. Bu durum onun, içinde bulunduğu mekânı ve koşulları değiştirmek için çareler ararken düştüğü çaresiz durumu da gözler önüne sermekte, sonuçta ortaya kendi hislerinden bile emin olmayan, huzursuz, mutsuz ve histerik bir genç kız çıkmaktadır.

Seniha ile Faik Bey’in Büyükada’daki maceralarının nakledildiği kısımlarda Seniha’nın yine anlatıcının şahsi değerlendirme ve yorumları eşliğinde betimlendiğini görüyoruz. Bu kısımda anlatıcı tamamen kendi dünya görüşü çerçevesinde yorumlar yapmaktadır. Tıpkı romanın genelinde de görüldüğü gibi kullandığı ifadelerden hare- ketle anlatıcının Seniha’ya pek de sempatiyle bakmadığı anlaşılmaktadır:

... Seniha hiçbir zaman bugünkü kadar güzel değildi. Gözlerinin etrafındaki esmer daire yanaklarına kadar genişlemişti; ağzında olgun, sulu, serin ve taze bir meyvenin cazibesi vardı. Kızıla bakan saçları, başörtüsünün altından bir alev gibi fışkırıyordu; yeşil gözleri insana tâ derinden ve bir pars bakışıyle bakıyordu. Nitekim, kendine mahsus şuh ve lâubali tavrıyle gelip de Hakkı Celis’in göğsüne uzandığı zaman biçare çocuk kucağına patlayan ve yanan cinsinden tehlikeli bir cisim düşmüş gibi ürktü... (s. 73)

... Seniha’da, serkeş bir atı zapt ve idare eden mahir bir binici gururu veyahut nadir bir avı pençesinde tutan bir yırtıcı mahluk hazzı vardı; ara sıra gözlerinde madenî parıltılarla genç adama bakıyordu.

Vakta ki gece mehtaba çıktılar. Seniha ile Faik Bey uzun bir müddet gözden kayboldular. Yırtıcı kuş, avını Ada’nın öyle bir köşesine götürdü ki, gündüz bile kimsenin bulup gör- mesi muhtemel değildi... (s. 75)

“KİRALIK KONAK”TA ANLATICI VE KARAKTERLEŞTİRME 69

Seniha’nın Faik Bey’le cinsel ilişki yaşadıktan sonra geçirdiği değişim ve anla- tıcının bu değişimi yine kendine göre yorumlayış biçimi şu şekildedir:

... Ada’daki bu son hafta, onu tamamıyle değiştirdi; ortada, Cihangir’deki konağın o hodbin, hırçın, soğuk ve müstehzi kızından eser kalmadı. Hatta yüzüne ve gözlerine bile yeni bir mana, yeni bir ifade geldi. (s. 80)

Seniha, olur olmaz şeylere gülüyordu. Fakat, bu gülüşlerde ruhun saffetini rencide eden bir ahenk vardı; şuh, şehvetli ve aşifte bir ahenk... Seniha’nın kahkahalarında, bir sefahat sofrasında gıdıklanan bir fahişenin sesi duyuluyordu. (s. 81)

Anlatıcının Seniha’yı yorumlayışında etkili olan husus, kadınlara bakış açısıdır. Zaman zaman olayın akışını durdurarak kendi dünya görüşünü, insanlar ve toplumla ilgili görüşlerini yansıtan anlatıcı, Seniha’dan hareket ederek kadınlarla ilgili aşağıdaki genellemeyi yapmaktadır:

Seniha, Faik Bey’in bu anî iptilâsından nihayetsiz bir gurur duydu. Her kadında, yırtıcı ve avcı hayvanattan bir şey vardır. Kuşu yakalayan kedide nasıl nihayetsiz bir hazzın raşeleri ve dişlerini bir ceylanın etine geçiren aslanda ne kadar derin bir şehvetin emareleri görü- lürse, kadınlar da lâlettayin herhangi bir erkeği kendilerine ram etmekte o kadar büyük bir haz ve neşat duyarlar. Bu cins sevmenin ve sevilmenin sırrı, yalnız bundan ibaret değildir. Denilemez ki, şuh ve müstehzi Seniha, çapkın ve havaî Faik Bey’i, Juliette’in Romeo’yu, Leylâ’nın Mecnun’u sevdiği gibi sevdi; hayır... (s. 82)

Romanın ilerleyen kısımlarında, Seniha’nın ruh halinde yeniden bir dalgalanma ve değişim olduğu görülmektedir. Yukarıdaki alıntıda gördüğümüz “şuh” ve “şehvetli” Seniha’nın yerini daha duygusal, düşünceli, sessiz ve durgun bir genç kız almıştır. An- cak burada anlatıcı ilk başta Seniha’nın değişimini nesnel bir biçimde betimliyormuş izlenimi verirken, “güya” ifadesini kullanarak yine Seniha’ya karşı olumsuz tavrını okuyucuya hissettirmektedir:

Fakat, ne gariptir ki, Hakkı Celis’in zıddına olarak, Seniha’nın içinde yeni bir hislilik uya- nıyordu. Yeşil gözlü kız, beş altı aydan beri adım adım dolaştığı kapalı bahçede, hayalâta dalmayı, her düşen çiçeğe yaşlı gözlerle bakmayı ve karanlıklarda sesler dinlemeyi çok seviyordu. Güya, birtakım hissî ve hayalî tavırlarla sevdanın hudutlarını açmaya, geniş- letmeye çalışıyordu. Faik Bey’e manidar yadigârlar veriyordu ve ondan şairane hediyeler bekliyordu... (s. 102)

Bu betimlemenin devamında anlatıcı Seniha’nın değişimiyle ilgili tekrar alaycı bir tavır takınıyor ve onun karakteriyle ilgili daha önce söylediğinin tersi bir bilgi veriyor:

Tavır ve hareketlerine heyecanlı bir üslup, sesine ve bakışlarına hissî bir ahenk verebilmek için her gün, her saat şekilden şekle giriyor, âdeta kendi kendini bir bezin üzerindeki resim gibi silip yapıyor, yapıp siliyordu; Seniha, öteden beri giyinişinde olsun, yaşayışında olsun,

herkese benzemekten korkardı. Şimdi de herkes gibi sevişmeden korkuyordu. İstiyordu ki, Faik’le münasebetlerine bir harikulâdelik gelsin; büyük bir macera, şiddetli bir rüzgâr gibi onları alıp, hiç kimsenin yetişemeyeceği kadar uzak bir yere sürüklesin, atsın. Seniha bazen de, esrarlı hadiseler ihtiyacını hissederdi ve ortada hiç yoktan birtakım vakalar icat ederdi. Meselâ, on beş gün Faik Bey’e hiç görünmezdi... (s. 104)

Müthiş bir tehevvürle genç adamın üzerine atılmalar, yüzükoyun yere yatıp saatlerce hüngür hüngür ağlamalar veyahut bazı yeni piyeslerin sonlarında olduğu gibi sesi ve gözleri dolgun, birkaç hazin söz söyleyerek çekilip gitmeler, başlıca muvaffak olduğu rollerdendi. (s. 104)

İlerleyen sayfalarda, Seniha’nın Faik Bey’le ilgili düşüncelerinin ve hislerinin değiştiğini görüyoruz. Ancak anlatıcı bu değişimi, Seniha’nın bilincini yani zihninden geçenleri yansıtarak göstermeyi tercih ediyor:

Ve hayatında ilk defa olarak ağır, ciddî düşündü, kaldı. Hayat bir an içinde, ona, en çıplak ve en kaba haliyle görünmüştü. Bu dünyada her şey ne bayağı, ne beyhude, ne kirliydi? Bu dünyada güzellik bir hayal, sezgi bir efsane, asalet ve zarafet, insanın üstünde hafif bir cilâydı.

...

Seniha ilk defa olarak, o gün Faik Bey’in muhabbeti yoluna kendi vücudundan ve kendi namusundan yaptığı fedakârlığa acıdı. Bir yaz gecesi orada, birkaç kahkaha ile, birkaç buse arasında farkına varamayarak işlediği hatanın vahametini, genişliğini, derinliğini ancak o gün anladı, ne yapmıştı? Bugün merhamete avuç açmaya gelmiş şu tıraşı uzun, yakalığı kirden dalga dalga dilenciye, bundan sekiz ay evvel ihsan ettiği şey, demek üç buçuk mahfaza içinde biraderine uzattığı şu taşlardan daha mı az kıymetliydi? Halbuki, Faik Bey bu taşlara malik olmak için daha ziyade yalvarmış, daha ziyade ağlamıştı!.. Nasıl ve hangi sihirle bu adam, ona bundan sekiz ay evvel, kendisine kurban verilmek ihtiyacı hissedilen bir ilâh gibi göründüydü; nasıl ve hangi sihirle el değmemiş, körpe etini içi hiç titremeden onun önüne atmıştı?

Seniha, kalbinin bu bir günlük imtihanından epeyce değişmiş çıktı. Aşktan evvelki alaycı, havaî, şuh ve işveli haline avdet etti... (s. 108)

Faik Bey’den bir anda nefret eden Seniha, Madam Kronski’yle sohbeti esnasında (s. 112) Faik Bey’le birbirlerini deli gibi sevdiklerini söyleyerek ağlamaya başlaya- caktır. Bu durum Seniha’nın yaşadığı ruhî dalgalanmanın boyutunu da gözler önüne sermektedir. Yaşadığı hayal kırıklıklarıyla iyice bunalan Seniha, büyükbabasına evlilik ile ilgili düşüncelerini aktarırken, aynı zamanda kendi hayat felsefesini de ortaya koy- maktadır. Anlatıcı burada Seniha’nın sözlerini dolaysız söylem vasıtasıyla aktararak karakterin kendi kendini karakterleştirmesini sağlamaktadır:

‘Bunun içindir ki, bir gün Faik Bey’le baş başa verdik, düşündük, taşındık; birbirimizle evlenmeyi pek fena bir iş bulduk: Onda benim arzularımı temin edecek kadar bir servet, bende ona muhtaç olmayacak kadar bir çeyiz yoktu. Dedik ki: ‘Şimdi, sevişiyoruz. Fakat, o zaman didişeceğiz; birbirimize ağır geleceğiz; birbirimizden nefret edeceğiz!’ O bilir

“KİRALIK KONAK”TA ANLATICI VE KARAKTERLEŞTİRME 71 ki benim arzularım –hırslarım desem daha iyi olur– hadsiz hesapsızdır; evet, hırslarım, hadsiz hesapsızdır!...’

İhtiyar adam, aklını kaybetmekten korkuyordu; Seniha hep aynı vaziyette soğuk ve haşin söylüyordu:

‘Siz zannediyor musunuz ki, ben ömrümün sonuna kadar böyle bir evde kalacağım? Böyle bir memlekette, etrafımda böyle bir halkla? Bin güçlükle senede ancak beş on kat esvap yaptırarak, ara sıra Ada’ya misafirliğe giderek ve pazartesi günleri aşağıda salonda birkaç manasız ve yavan davetli bekleyerek yaşayıp gideceğim? Hayır! Büyükbaba, ben o kadar basit ruhlu bir kız değilim! Çok okudum; çok öğrendim; çok düşündüm, çok tahlil ettim. Biliyorum ki, hayat denilen şey, içinde doğup büyüdüğüm bu hapishanenin dışında, gürül- tülü, geniş, aydınlık, acayip, hazin, neşeli, düz, yılankavî, inişli yokuşlu, bitmez tükenmez bir sahadır. Oradan bin türlü sesler işitiyorum; bu sesler her biri bir başka tarzda, bir başka lisanda bana, ‘gel!’ diyor. Kendimi güç zaptediyorum. Fakat, bugün değilse yarın mutlaka bu seslerden birine doğru koşacağım. Mutlaka!..’

... Fakat, Seniha, sözüne bir lahza fasıla vermeksizin gittikçe artan bir ateşle söylüyor, söylüyordu:

‘Herkesin kendine mahsus bir hayatı vardır. Siz zannediyorsunuz ki, herkes, herkes gibi yaşayabilir. Annem nasıl sizin gibi bu konakta yaşayıp ihtiyarladıysa ben de onun gibi yaşayıp ihtiyarlamaya razı olacağım. Halbuki ben mutlaka kendi hayatımı yaşamak is- tiyorum. İşte bunun içindir ki, sevdiğim bir adamı kendime hayat yoldaşı yapmaktan çekiniyorum; zira bütün hazlarımda, zevklerimde, keder ve heyecanlarımda tamamıyle yalnız kalmak, tamamıyle benliğimi muhafaza etmek emelindeyim. Sevilen adam, bizi çağıran seslerden biridir; fakat hayat yoldaşı bizi o seslere doğru götüren kimsedir; bu kimse kâh önümüzden, kâh arkamızdan yürür, bizi birtakım kazalardan siyanet eder, birtakım zahmetlerden kurtarır, ettiğimiz hataları tamire çalışır, masraflarımızı öder, tıpkı çocukluğumuzda bizimle beraber dolaşan lalam gibi bir şey...’ (s. 124, 125)

Arkadaşı Belkıs Hanım’ın Paris’e gideceğini duyunca kıskançlık krizine giren Seniha’nın aklından geçenler, onun ruh halini anlamamıza bir başka ipucu teşkil etmektedir:

Arkadaşı anlattıkça Seniha’nın nefesi tıkanıyordu. Hasetçi değildi; fakat Paris’e gitmek üzere olan bu kadına, şiddetle imreniyordu. Öteden beri bütün hulyalarını, bütün arzularını çerçeveleyen emel, yegâne emel bu değil miydi? Belkıs, mebusun karısı, bayağı ve bön Belkıs, kendisinin senelerden beri gözetlediği gayeye bir hamlede, ne kadar kolaylıkla vâsıl oluvermişti? Ah, Belkıs Hanım, ne kadar talihli ne kadar mesut bir kadınmış! Seniha, saadet denilen şeyin mahiyetini o gün ilk defa olarak ‘Paris’e gidiyoruz!’ haberini veren bu insanın önünde hissetti. Belkıs Hanım, kendisinden daha talihli, daha mesut olmak için acaba ne yapmıştı? Yaradılışında harikulâde ne vardı? Genç kız, gittikçe iltihaplanan bir ruh ile kendi kendine: ‘Zengin kocası var, zengin kocası var. Asıl mesele bunda’, diyordu. Niçin kendisinin de bir zengin kocası yoktu; bundan sonra olması da acaba ihtimal haricinde miydi? Bu ihtimal hatırına gelir gelmez genç kızın yüreği sızladı. Ve Belkıs Hanım’ı daha ziyade kıskanmaya başladı. Vücudu ne kadar hamhalat, tavırları ne kadar adi, giyinişi ne kadar kabaydı? (s. 132)

Romanın sonlarına doğru Faik Bey’in Seniha’yı nasıl karakterleştirdiğini gö- rüyoruz (s. 207; alıntı için yukarı bk.). Anlatıcı burada Faik Bey’in düşüncelerini dolaysız söylem vasıtasıyla aktarıyor, yani Faik Bey’i konuşturuyor. Ancak yukarıda

72 BAHAR DERVİŞCEMALOĞLU

da belirttiğimiz gibi Faik Bey’in Seniha’yla –ve genel olarak kadınlarla ilgili– değer- lendirmesinin daha çok anlatıcının bakış açısını ve söylemini içerdiği gayet açıktır. Görüldüğü gibi romanın genelinde “karakterleştirme” daha çok anlatıcının bakış açı- sıyla şekilleniyor. Bu durum sadece Seniha’nın karakterleştirilmesi için değil, diğer karakterler için de geçerlidir. Anlatıcının sesi, fikirleri, dünya görüşü, ahlâk anlayışı vb. romanın her bölümünde kendini baskın olarak hissettirmektedir. Peki bu durumda Moran’ın romandaki karakterleştirmeyi –özellikle de Seniha karakterini– çelişkili ve tutarsız olarak değerlendirmesinin sebebi nedir? Romanda metnini kendi dünya görü- şüne göre gayet tutarlı ve teknik açıdan da buna uygun şekilde düzenlemiş olan yetkili anlatıcı neden böyle bir hataya düşsün? Acaba çelişkili ve tutarsız olan anlatıcı mıdır, yoksa histerik bir genç kız tablosu çizen Seniha’nın kendisi midir? Çalışmamızın bu son kısmında karakterleştirmeyle ilgili teorik bilgiler eşliğinde konuyla ilgili kendi yorumlarımızı ortaya koyacağız.

Karakterleştirmenin temelinde, karaktere bazı özellikler yüklenmesi ve anlatı metninin bütününde bu özelliklerin açık ya da kapalı biçimde gözlemlenmesi yatmak- tadır. Bireysel ve nevi şahsına münhasır oluşuyla dikkat çeken karakterin inşasında “tekrar, benzerlik, tezat, çıkarım” gibi tutarlılığı sağlayan bazı ilkeler söz konusudur. Buna göre karakterin bazı davranışları sürekli tekrar etmesi, farklı durumlarda benzer davranışlar göstermesi, birbiriyle çelişkili davranışlar sergilemesi, birtakım fiziksel ve psikolojik özelliklerinin onun psikolojik durumuna işaret etmesi gibi hususlar, karak- terin inşasında kullanılan ilkeler arasında yer almaktadır.13 Bu açıdan bakıldığında,

çelişkili davranışlar sergileyen Seniha’nın karakterleştirilmesinde bir problem gözük- memektedir. Kendini bir hapishaneye kapatılmış gibi hisseden, kabuğunu kırıp dışa açılmak için çırpınan, eski değerlerle Batı’dan gelen yeni yaşam tarzı ve düşünceler arasında sıkışmış kalmış bu genç kızın yaşadığı histeri krizleri ve buhranlar, onun tutarsız tavranışlarını anlamamız için yeterli bir veri sunmaktadır.

Şimdi Berna Moran’ın sorunlu bulduğu “anlatım tekniği” ya da daha doğrusu “karakterleştirme tekniği” meselesini irdeleyelim. Acaba anlatıcı, karakterleştirme tekniği açısından acemi bir tavır mı sergilemiştir? Moran’ın belirttiği gibi romanda Seniha’yla ilgili anlatımların birbiriyle uyuşmaması ve çelişkiler göstermesi anlatıcının teknik yetersizliğiyle mi ilgilidir?

Bilindiği gibi karakterler, belirli kültürel ve tarihsel koşullarda, belirli edebî kurallar çerçevesinde “dil” vasıtasıyla vücuda getirilen “kağıttan varlıklar”dır. Dolayısıyla bizler okuyucu olarak onları doğrudan gözlemleyemeyiz ve en önemlisi onların iç dünyalarını göremeyiz. Gerçek bireylerin aksine, karakterler ancak metindeki betimlemeler, yani bir anlamda karakterleştirme teknikleri vasıtasıyla bilinebilir. Bir karakterin ne gibi özelliklere sahip olduğunu ve kendisiyle ilgili ne tür iddialarda bulunulabileceğini açığa

Benzer Belgeler