• Sonuç bulunamadı

Üçüncü şahısla yazılmış anlatılarda kullanılan bilinç yansıtma tekniklerinden birini ifade eden “alıntı-

Bahar Dervişcemaloğlu *

25 Üçüncü şahısla yazılmış anlatılarda kullanılan bilinç yansıtma tekniklerinden birini ifade eden “alıntı-

lanan monolog” (quoted monologue) terimi, Dorrit Cohn tarafından ortaya atılmış ve tanımlanmıştır. Bk. Cohn, Transparent Minds.

“TAAŞŞUK-I TAL’AT VE FİTNAT” ROMANINDA ANLATICININ KONUMU 49 Diyerek yüzünü yemeniyle örttü. (s. 54)

Kendi kendine:

– Ah biçare kadınlar, neler çekerlermiş! Biz erkekler onları kukla mesabesinde kullanıyoruz. Yolda serbest ve rahat yürümelerine mani oluruz. Bu ne rezalet! Ne küstahlık! Bir erkek, tanımadığı bir başka erkeğe rastgelse, yüzüne bakmaz, söz söylemez. Lâkin tanımadığı ve hiç başka defa görmediği bir kadına rastgeldiği gibi, gülerek yüzüne bakmaya ve söz söylemeye başlar ve kovsalar bile yanından ayrılmaz. Demek oluyor ki, biz karıları insan sırasına koymayız. Kendimizi eğlendirmek için onların ruhunu sıkarız. Serbest gezip seyr etmelerine ve eğlenmelerine mani oluruz ve bir taraftan da kendimizi onlara güldürürüz. Çünkü bazı kurnaz kadınlar bulunur ki, ‘Bu ne budalaymış: dur bununla biraz eğlene- lim’ diyerek bizi maymun gibi oynatırlar. Seyirlerinden, evlerinin kapısına dek arabanın arkasından tozlar dumanların içinde götürürler. Ahlâk ve âdâtımızı bilmez bir adam, bir kimseyi bu halde görse, elbette ‘Deliymiş’ diyecek.

Tal’at Bey bu mülahaza ile, Şehzadebaşı’ndaki evinin kapısına dek gider, bir de bakar ki Merkum Efendi arkasından gelir. (s. 57)

Görüldüğü gibi bu kısımlarda anlatıcı Tal’at Bey’in aklından geçenleri ya da kendi kendine söylediklerini olduğu gibi alıntılamaktadır. Aşağıdaki örneklerde ise önce Fitnat Hanım’ın, daha sonra da Ali Bey’in iç monologları alıntılanıyor:

Fitnat Hanım sevincinden çıldıracak. Ders okumaya o kadar sevdası gelir ki, ertesi günü dört gözle bekler. Bir saat, bir yıl kadar görünür, kendi kendine der:

– Ah... Ben okumak yazmak öğreneceğim... Sonra kitaplar, gazeteler alıp okuyacağım... İstediğim şeyi yazabileceğim... Oh... Ne güzel... Ne güzel!.. Ragıbe Hanım’la görüşeceğiz. Gâh beraber gergefte işleyeceğiz... Gâh bana ders verecek... Ah... Şükür yarabbi! Yine ders okumaya başlayacağım! Ah, ders ne kadar tatlıdır! Ne vakit, ufaktım da mektebe giderdim, ders okurdum... Ne güzeldi o vakitler!... Hele yine derse başlayacağız. Bakalım, Ragıbe Hanım ne türlü kız olacak... Güzel olacak, şüphem yok. Şerife Kadın o kadar medh eder... Hem de Şerife Kadın öyle, göreni medh edenlerden değil...

Nihayet Fitnat Hanım, o günü, bu türlü mülahaza ile akşam eder. (s. 59) “Bir kanepede yayılıp ağlamaya başlar. Kendi kendine der ki:

– Ah!.. Ne garip şey!.. Ben kızı hâlâ dün gördüm... Bana gelen hâl nedir?.. Ah!.. Kendisini seviyorum!.. Ama karşısında duramıyorum!.. Yüzüne bakamıyorum!.. Bir söz söyleme- ye... Merhametini talep etmeye cesaret edemiyorum!.. O da o kadar ağlıyor!.. O kadar mahzun ve mükedder duruyor!.. Acaba bu mahzuniyyeti, bu kederi, bu ağlaması nedir?.. Naz değil... Yapma değil... Çocukluk değil... Değil, değil... Bunun bir ma’nası var. Evet, bir ma’nası var. Hem de başka ne ma’nası olabilir? Bundan başka ki, beni sevmiyor... Ah!.. Evet beni sevmiyor!.. Başkasını mı seviyor?.. Yoksa... Orasını bilemem, lâkin beni sevmiyor!.. Beni sevmiyor!.. Vesselâm... Beni sevmiyor, fakat ben onu seviyorum!.. Ah! Seviyorum. Canımdan ziyade seviyorum!.. Yürekten seviyorum!.. Seviyorum. Hem bu çabuk çabuk sevdiğimin sebebi vardır... Bu muhabbetim yeni bir şey değildir... Bu eski bir aşkın tazelenmesidir... Evet, bu muhabbet, eski zevcemki muhabbetin aynısıdır. Çünkü bu, o merhumeye o kadar benziyor ki, bunu gördüğümde onu görmüş gibi olurum... Ve ona olan aşk u muhabbetim buna intikal eder... İlahi!.. Bu ne hikmettir!.. Bunda ne sır vardır!.. Ah!.. Seviyorum dedim, seviyorum ama ne yapayım?.. O beni sevmiyor!.. Vazgeçsem...

50 BAHAR DERVİŞCEMALOĞLU Ah, vazgeçemeyeceğim!.. Nasıl vazgeçebilirim!.. Ama vazgeçmeyip de ne yapacağım? O beni sevmiyor!.. Ben onun hürriyetine nasıl mani olayım?.. Ben onunla nasıl yaşayabili- rim?.. Of!.. Rabbim!.. Bu ne dert! Bu ne felâket!.. Ah!.. Nasıl yapayım!.. Çıldıracağım!.. İşte, Ali Bey bu türlü mülahazalarla gâh kanepenin üzerinde oturarak ve gâh odanın içinde gezinerek düşünür. (s. 119)

Aşağıdaki alıntılanan monologda ise anlatıcının romanın geneline yayılan fikir- leri hissediliyor. Ali Bey tarafından terk edilen Zekiye Hanım’ın son derece mutsuz bir ruh haliyle zihninden geçirdiklerinin nakledildiği bu kısımda, anlatıcının sesinin ve vermek istediği toplumsal mesajların baskın olduğu görülüyor. Burada anlatıcının takdiminden, Zekiye Hanım’ın psikolojik durumu yansıtılacakmış gibi bir izlenim oluşsa da, anlatıcının Zekiye Hanım’ın arkasına saklanarak kadınlarla ilgili toplumsal bir yaraya parmak bastığı görülmektedir:

Ağlayarak ve göz yaşları çeşme gibi dökülerek anasına macerayı bildirdikten sonra, bir odaya çekilir, ağlamaya başlar ve kendi kendine:

– Ah zalim... Ah hain!.. Ben onu o kadar seviyordum! O ise beni aldatmak için, severim meverim, diyordu. Yalandan bir muhabbet gösterirdi. Beni gerçekten seveydi, böyle sebepsiz kovar mıydı?.. Ah!.. Erkeklerin muhabbetine inanmak!.. Onların sadakatine aldanmak! Ne büyük kabahat!.. Ah zavallı biz karılar! Biz, evlendiğimiz vakit de zannederiz ki, bir koca, bir refik alıyoruz. Halbuki erkekler bize o nazarla bakmıyorlar. Onlar, evlendikleri vakit, karılarına verdikleri ehemmiyet, satın alacakları bir beygir yahut bir arabaya verdikleri ehemmiyetten azdır!.. Evet... Hakları var a... Çünkü, bir beygir alacaklar, eğer iyi çıkmaz- sa, yine satmaya mecbur olacaklar. Lâkin aldıkları fiyatla belki satamazlar. İşte bir zarar kokusu var. Fakat, kadınları iyi çıkmazsa (!), tab’larına muvafık gelmezse (!) hiçbir zarar etmeksizin onları bırakırlar; başkalarını, daha iyilerini (!) alırlar. İşte bizi hayvan mesabe- sinde bile tutmazlar. Ne yapalım? Hüküm onların elinde. Nasıl isterlerse öyle yaparlar!.. Diyerek, birkaç gün bir düziye ağlıyordu. (s. 78)

Bu monoloğun aksine, aşağıdaki alıntılarda anlatıcının varlığı hissedilmiyor ve Ali Bey’in çelişkili ruh hali kendi sözleriyle veriliyor, bilinci olduğu gibi yansıtılıyor:

Ali Bey, bu sözleri söylerken kendinden nefret etmeye başlar. Kendini telef etmek dere- cesine gelir. Kan içinde kalmış olan gözlerini açıp deli gibi, her tarafa korkunç verir bir bakışla bakar. Der-akab bir şey keşf etmiş gibi, fevkalade bir hareketle fırlayarak: – Yok, yok... Artık yakamı tekrar o düşmen-i vicdanın eline veremem! Benden böyle bir fenalık câri olamaz!.. Ben bunların visâline mani olamam... Olamam... Bilakis, vasıta olurum... Evet, vasıta olabilirim... Ben şimdi kırk beş yaşında varım... Bu kız bana layık değil. Ben bu kızın babası olabilirim... Evet, zaten evladım yok. Ne olur şu kızı ben ahiret kızlığına kabul etsem de, şu Tal’at dediği maşukunu damatlığa alsam!..

Dediyse de, bu son kelimeleri tefevvüh eder etmez gözyaşları dökülür. Ayak üzerinde dur- maya takati kalmaz. Kanapenin üzerine atılır. Birkaç dakika ağlayarak düşündükten sonra: – Ah!.. Ne diyorum!.. Ne diyorum!.. Kendi gönlüme böyle bir hıyanet nasıl edebilirim!.. Fitnat’ı başkasına teslim etmek!.. Başkasının ağuşunda görmek!!!.. Yok, yok, bu olamaz... Böyle olamaz... Başka türlü de olamaz... Ya nasıl olacak?.. Ah!.. Yarabbi!.. Bu ne azaptır!..

“TAAŞŞUK-I TAL’AT VE FİTNAT” ROMANINDA ANLATICININ KONUMU 51 Ne çok günahlarım varmış... İlahi!.. Benim halim ne olacak!.. Bu, hallolunur bir müşkil değil... Ben çıldıracağım!.. Çıldırmaktansa... Rabbim! Beni mazûr tut, kaatiller defterinde yazma... Kendimi telef edeceğim... Evet, kendimi telef etmeye mazûrum... Ölmekten başka benim için necat yok... Öleyim ki azaptan kurtulayım... Ve biçareler kavuşsunlar... der. (s. 122)

Ali Bey ise, kendi odasında gezinerek düşünüyor ve zihniyle bir tedbir arıyordu. Bir çok düşündükten sonra:

– Ama ben de nasıl şaşırdım!.. Ne kadar soğuk duruyorum! Ne kadar korkuyorum! Ben kendimi cesur bilirdim. Bilemem bana bu korkaklık neden geldi?.. Önüne çıktığımda titremeye başlarım!.. Yüzüne baktığımda, kendimi kaybederim!.. Bu hal ne vakte kadar sürecek? Layık mıdır ki, ben onun sayıklamalarına ma’na vereyim?.. Öyle şeylere kulak asayım?.. Gideyim, bir defa ayağına düşeyim. Kandırırsa fe-bihâ, olamadığı halde, hiç ol- mazsa, sebebini anlayayım. Hem de... Ah! On gündür ki beraberiz, daha sesini duymadım!.. Diyerek, kendine fevkalade bir cesaret verir. (s. 128)

Fitnat Hanım kendinden ziyade Tal’at Bey’e acıyordu. Tal’at Bey’i düşündükçe: Ah! Zavallı çocuk!.. Ben onu sevdiğim gibi o da beni öyle seviyor!.. Evet, seviyor. Hiç şüphem yok ki seviyor. Beni ifrat derecede sevmese, öyle melek gibi bir adam, kız kıyafetine girmek gibi hud’alar, desiseler düşünür mü?.. Ah!.. Geçenlerde kendisine mektup yazdım! Ah, o mektup ne ümitler vermiş! Fakat, heyhat!.. O ümitler bir rüya gibi geldi geçti!.. Ah, ah!.. Yine me’yûsiyyet pençesine düştük!.. Ah felek, felek!.. Ah babam!.. Babam bana iyilik yapmak niyetiyle beni mezara teslim edecek!.. Beni neyse, kendi kızıyım; fakat o zavallı çocukcağız!.. Çünkü, korkarım ki o da, benden sonra, yaşamayacak!.. Ah zavallı Tal’at, sen hâlâ rahattasın! Evet, her ne kadar ki hastasın, lâkin gönlün şaddır. Bir ümidin vardır. Ya ben?.. Ömrümden me’yûs! Ömrümden mi dedim? Ömrüm ne olacak? Dünyada en ziyade sevdiğim adamdan me’yûs!.. Ah, ömrümü onun visâline feda ederdim, lâkin ömür olmadıkça visâl olamaz... Fakat beş günlük bir visâle yirmi senelik ömrümü feda ederim... Lâkin, heyhat, heyhat!.. Ömür tükendi!.. Visâle ümit yok!.. Of... Of!..

Diyerek, gözyaşları dökülürdü. (s. 124)

Bu alıntılardan hareketle Türk edebiyat tarihinde roman türünün ilk örneklerinden biri olan Taaşşuk-ı Tal’at ve Fitnat’ta yine Türk edebiyat tarihindeki “bilinç yansıtma teknikleri”nin ilk örneklerine yer verildiği iddia edilebilir. Bilindiği gibi üçüncü şahıs anlatılarında karakterlerin bilincini yansıtmak için kullanılan “alıntılanan monolog” ya da “alıntılanan iç monolog” tekniği, Batı romanında 19. yüzyılın ortalarında tam anla- mıyla oturmuş bir teknik olarak karşımıza çıkar; 20. yüzyılda ise en gelişmiş örnekleri verilir.26 Şemsettin Sami’nin bu tekniği kullanması, hem karakterlerin daha derinden

kavranmasını sağlamış hem de romanda ideolojik işlevi ön planda olan anlatıcının karakterler –ya da karakterlerin zihni, bilinci, düşünceleri vb.– vasıtasıyla fikirlerini onaylatmasına vesile olmuştur.

Benzer Belgeler