• Sonuç bulunamadı

Nesnenin Direnişi Karşısında Şair “Ben”

17 Kısakürek, Çile, s 473.

ŞİİR SANATINDA “SOYUTLAMA VE EİNFÜHLUNG” –SEZAİ KARAKOÇ ÖRNEĞİ– 101

yitik benini arar. Karakoç, şairin kuvvetli benini izah ederken Necip Fazıl’ın Batılı sembolistlerden ayrılan yönlerine dikkatleri çeker. Bu değerlendirmelerde eşya ve hadiselerin direnişi karşısında einfühlungu aşarak nesneleri hallaç eden şair beninin eşyanın ardındaki mutlak hakikate ulaşma çabasını görürüz. Karakoç’un izahları Türk edebiyatında Necip Fazıl’ın şair ve şiire ilişkin yaklaşımlarını anlama yolunda en dikkate değer açıklamalardandır. Ayrıca Necip Fazıl’ın sembolistleri taklit ettiği yönündeki eleştirilere de bir cevap mahiyetindedir.

Buna göre Necip Fazıl’ın şiirinde eşya “mistik bir bakışla tespit edilen nesneler”den ibaret değildir. Necip Fazıl da statik, durağan bir mistiklikle eşyayı yorumlamakla yetinen bir şair değildir. Çünkü O, nesneyle aynileşmek (einfühlung)te durmak yerine onu olanca gücüyle şair “ben”inin karşısında sorguya çeker. Sanatçının soyutlamadan sonra nesneyi kendi beninden üflediği bir ruhla dirilttiğini, böylece nesneyi sanat dün- yasında yaşayan bir varlık haline getirdiğini söyleyen Karakoç, şairin alçakgönüllü bir izinle bunu başarabileceğini söylemişti. Burada bahsettiği şair “ben”in karşısında yine nesneler vardır ve nesnelerin direnişi karşısında şair mutlak gerçeği arama yolundadır. Fakat bu yolda nesneler dirense de Necip Fazıl eşyanın direnişini yırtarcasına geçen bir tavır içindedir.

Eşya, mutlak gerçeği arayan “ben”in önünde yırtılması, aşılması gereken bir engel ve ilk zardır. Hatta bu “ben”in ileri atılışında, eşya, kimi kez tam karşı koyma ve sır vermeme eğilimini şiddetle duyurmak ister. Ama yine anlıyoruz ki, eşyanın “ben” karşısında ka- zanacağı bir zafer yoktur. Bir yere kadar ilerleyen eşya, “ben”in cidarlarına, “ben” olma perdesine dayandığında ansızın duran bir saat gibi işlemez hale gelmektedir.18

Karakoç, Necip Fazıl’a dair bu değerlendirmelerini örneklendirirken insanla boy ölçüşmenin sembolleri olan “Heykel” ve “İstasyon” şiirlerinde eşyanın kuvvetli ben önünde yenildiğinin açıkça görüldüğünü ifade eder. Çünkü “İstasyon”da “Makine me- deniyetinin en büyük zafer anıtlarından tren bile, ancak kesik kesik, acı acı öterek, bir ayrılışı, bir bitişi haber veren çanından acı bir kampananın çığlığına eşlik etmektedir”. “Heykel” şiirinde de heykel artık ıssız bir bahçenin uzaklarında silinen bir hatıradır.19

Karakoç’un Necip Fazıl’da gördüğü kuvvetli “ben” yaratıcıdan gelen soluktur. Ve eşya bu soluğun önünde yanıp kül olmaktadır. Karakoç, bu yönüyle Necip Fazıl’ı batılı şairlerden –özellikle sembolistlerden– ayırmaktadır. Çünkü sembolistlerde “eşya, bizi adeta mistik bir güçle çevreler ve sıkıştırırken” Necip Fazıl’da eşya “verilen bütün avanslara rağmen, insan ruhunun önünde yenilgiye uğrar ve “ben”in “susuzluğunda dudakları çatlayan kuru topraklar halinde susmaya mahkûm”dur.20

18 Edebiyat Yazıları II, s. 94. 19 a.g.e., s. 94-95.

102 HALEF NAS

Şiirde Özne-Nesne İlişkisi

Bir şair nesneye yöneldiğinde onu duyularıyla anlamaya ve anlamlandırmaya çalışır, yani nesne karşısında bir tavır alır ve nesneyi estetik tavrı içinde algılar. Estetik tavrın nesneye yönelen aşamasında öznenin duyguları henüz anlamdan yoksundur. Bu yüzden estetik tavrı müteakiben nesnenin algılanması, bunun için de şair belleğinde bir noktaya denk gelmesi gerekmektedir. Nesnenin şair belleğinde bir noktayla iliş- kilendirilmesinden sonra duygular anlam kazanır. Bellekte algı bir bütünlük içinde oluştuğundan tavır ve algının sınırlarını belirlemek imkânsızdır. Örneğin bir ceylanın sıçrayışını gördüğümüzde onun sevimliliğini de algılarız. Ancak ilk gördüğümüz ceylan, “özne”nin dışında doğaya ait gerçek bir “nesne”dir. Sevimliliği içinde bellekte bir duyuya tekabül eden ceylan ise artık özneye ait bir nesnedir. Bu durumda belleğe yerleşen nesne aynileşme yoluyla salt bir doğa nesnesi olmaktan çıkmış gerçek ilgi- lerinden koparılarak “estetik nesne”ye dönüştürülmüştür. Estetik dönüşümü sağlayan da salt özne değil “estetik özne” yani şair “ben”idir.21

Şiir tarihi, şair beninin nesneyi estetik bir tavırla zihinsel bir objeye dönüştürdük- ten sonra kendi duyarlılığını, algıladığı nesneye yüklemesiyle sürüp gider. Aynı nesne karşısında şairlerin nesnelere yükledikleri anlamlar farklı olmakla birlikte, şiir, özne- nesne ilişkisi içinde şekillenen, öznenin nesneye duyusal/duygusal anlam yüklemesi yani soyutlama yoluyla vücut bulmaktadır. Bir başka deyişle, nesneyle aynileşme, bellekte soyutlama yoluyla şekillenerek karşımıza bir şiir olarak çıkmaktadır.

Şair nesneyle aynileşip soyutlama yoluyla onu doğadan kopararak belleğinde bir nesne haline getirir. Bu aşamada nesne Karakoç için henüz ölüdür. Şair bilgi ve becerisini kullanarak nesneyi kendi ruhundan üfleyeceği duygularla estetik bir nesne olarak diriltecek, böylece sanat dünyasında yaşayan bir forma dönüştürecektir. Nes- nenin duygularla dirilmesini Karakoç’un yukarıda “zekâ, bilgi ve beceri” işi dediği soyutlama takip ederse eser “diriliş somutlaması”yla karşımızda görünecektir. Buradan da anlaşılacağı üzere soyutlama, bir şiiri vücuda getirirken estetik nesneye üflenen “duygu”ları zekâ, bilgi ve beceriyi ifade eden “düşünce” yoluyla şiire dönüştürme ame- liyesidir. Dolayısıyla Karakoç’un, şiirin salt duygularla yazılmayacağı, şair duyularının kelimeye yüklenirken düşünce yoluyla hislerin realize edilmesiyle ortaya konacağı anlayışında olduğunu söyleyebiliriz. Bu da göstermektedir ki şiir salt bir duygu veya düşünce değildir, duygu ve düşüncelerin soyutlama yoluyla vücut bulduğu formdur. Şiirde şekli belirleyen de şairin soyutlama becerisidir.22

Benzer Belgeler